Zehra Tırıl’ın öyküleri gündelik hayatın akışında ayrı düşenleri bir araya getiren izleri, sakin, ağır ve güçlü bir nefesle duyuruyor. Parçalanmış benliklerde insanın hayatta kalma seyrini, okurun aklına sorular düşürerek, iç burkan ayrıntılarla yalın, çarpıcı, etkileyici bir dille anlatıyor. “Kapıların Kışında”, yazarın “Odalarda Annem Yok” ve “Pembe Gecelikli Kız”dan sonra üçüncü öykü kitabı.
*
İki Masa Bir Bank Bir Köpek
Üstündeki gömleğin, etekliğin gövdesinin kıvrımlarını belirsizleştirdiği zayıfça kadını kocası cep telefonundaki fotoğraflardan ötürü sorguya çekiyor. Kadının yılgın sesi sabırda çırpınıyor:
Açıklamış ya. İş arkadaşlarının hepsini tanıyormuş ya zaten. Fotoğrafta Ahmet’in yanında olması rastlantıymış. Ahmet yeni evliymiş biliyormuş ya. Düğününe birlikte gitmişler ya kocacığı, hani…
Niye onun yanındaymış, başkasının değil de? Ahmet deyip durmasınmış…
Soruyormuş da ondan…
Elinin körüymüş. İçine tükürdüğünün şeyini didecekmiş daha. Soruyormuş da ondanmışmış. Soracakmış tabii. Patlasınmış…..
Kadının yanına bağırtıya kulaklarını diken bir köpek yaklaşıyor. Kadın, köpeğin kulağına neden küpe takıldığını düşünüyor o alacada. Kapatıldığı barınağın küpesi olabileceği, köpeğin barınakta mutsuz olduğu, bulduğu ilk fırsatta oradan kaçtığı sızısını katıyor kendi iç karmaşasına.
“Hesap ver, o enik niye senin dibinde dikiliyor,” diye bağırıyor kocası, cep telefonunu yere çarpıp parçalıyor. Korkudan sıçrayan kadın bakışlarını telefonunun yerde dağılan parçalarından toparlayamıyor.
“Bittiğini söyle,” dendiğini duyuyor yan masadan.
Yan masada, saçını kısacık kestirmiş, otuzuna yakın gösteren kadın içki bardağını iki elinin arasında sabırsız sabırsız çeviriyor. Dilsiz tartıcının cebinden çıkardığı temiz mendille tartısını silmesine, çorapçının tezgâhına boşalttığı gaz kokulu çorap yığınına alışıklık seriliğinde marka etiket zımbalamasına, uçuşan kavak pamukçuklarına bakışlarını dağıtıyor. Yanına yanaşan, yüzüne ağlayacak gibi bakan köpeğin başını okşamaya başlıyor.
Sesindeki yükleri tanıdığı, taşıdığı, gün gün uzaklaştığı sevgilisi sesinde suçlama dolaştırarak, “Arkadaşlara ne diyeceğim, anneme ne diyeceğim,” diye soruyordu. “Çok mu zor yaşına uygun giyinmek, şu pantolonuna bak,” diyordu, kadının dizleri yırtık kot pantolonunu göstererek. “Annem senin sağlığını düşünüyor, sen inadına yapar gibi karşısında…….”
Kadın, üzgün bakışlı köpeğin başını okşamayı sürdürürken zihnindeki bazı kavramların yerine içgüdüsellik kavramını koyuyor. “Bittiğini söyle,” diyor. “Sen bana kendi sınırlarını giydirmeye çalıştın, çabaladın. Buna aşk dedin.” Kot pantolonun dizindeki yırtığa parmaklarını geçiriyor, yırtığı çekiştiriyor. Yan masadan yükselen bağırtı kesiyor daha diyeceklerini.
“Niye senin yanında durdu diyorum o enik?”
Zayıfça kadının çırpındığı hiçbir yanıt, kocasının içindeki uçuruma yetmiyordu. Kadın bir yamacı, bir engebeyi atlatsa kocası başka yerden, başka nedenden korkutmalar bulup dayıyordu kadina. Kocası masaya yumruk indiriyor, şekerlik yere yuvarlanıyor. Garsonlar araya giriyor.
Kısa saçlı kadın ayağa kalkıp sırt çantasının askılarını omuzlarına geçiriyor. Kocasının korkutarak kendi karanlığında tutmaya, kimsesizleştirmeye çalıştığı, cep telefonu elinden alınıp parçalanan kadının bakışlarına bakışlarını tutuyor. Bakış bakışa değiyor.
Zayıfça kadın ona sağır kocasından, kocasının sağırlığından kalkıp iki adım çekiliyor, parmağındaki yüzüğü çıkarıp atıyor. “Azrail misin sen, sen Azrail misin? Al sana hesap, al işte hesap,” diye bağırıyor hareketlerinde ağlama dağınıklığı, ayaklarıyla yeri döverek. “Yetti be! Karşıma çıktığın güne lanet olsun! Yetti! Bitti! Bitti diyorum! Bittiğini söylüyorum! Yoz!..”
Kadına yaklaşamayan adam körlemesine atılan taş gibi caddeye fırlıyor, caddenin kalabalığında kör kalıyor.
Masaların az ötesindeki banktan “Al sana hesap❞ çığlığına başını çeviriyor yaşlı kadın. Kocasıyla bankın iki ucundalar; aralarındaki boşlukta uzun evlilikleri, birbirlerine susmuşlar. Kırk yıllık savunmalarının üstünden birbirlerini duymadan geçiyorlar; hangisinin yüzü gülmemişti, haksız kimdi? Bordasında Nasrettin Hoca yazan botun yol yol dalgalar köpürttüğü, köpüklü dalgaların düşen yapraklara vurduğu çaya dönük yüzleri; köprüye varmadan geri dönen gondola, gülme provalarına, sanal sabırsızlıklara, pozlara, turlara.
Yaşlı kadının bir eli kırk yıldır kulağında takılı altın halka küpede. Diğer eli, avucunda öfke tartıyormuş, tarttığı öfkenin ağırlığını kestiremiyormuş gibi havada bir devinimi yineliyor. Kulağı küpeli köpek devinimi yineleyen ele doğru çenesini kaldırıp bir iki adım yaklaşıyor, kuyruğunu sallıyor.
Bir kere olsun “Al sana hesap,” diye bağırabilseydi, yalan dünyada bağırabilseydi. Kocası başka kadınlardan yüklendiği el neşesini taşımazdı eve: “Kekliğim kekliğim.” Çantada kekliğin. “Bir şey mi dedin,” diye soruyor kocası aralarındaki boşluğun öbür ucundan. Yaşlı kadının bakışı köpeğin kulağındaki küpeye odaklanıyor. “Aptalmışım,” diyor.
Köpek, yaramazlık yapmış da sahibi ona kızmış gibi başını yere eğiyor.
Bekliyor.
Dilde Ağırlaşan
Karısı konuyu elçiye zeval olmaz yalınlığıyla açmıştı Rıza’ya. “Rıza, Musa çarşıda Sevgi’ye rastlamış, Gazi Abi’nin kızı Sevgi’ye. Anlattı, üniversiteye gideli beri görmemiş kızı, çok beğenmiş. İlk görüşte şey derler ya öyle olmuş.”
“Ortanca kız değil mi Sevgi? Çocukken nasıl arsızdı, oğlanları taşa tutardı vallaha,” dedi Rıza, soluğunu burnundan bırakarak güldü.
“Kız büyüyünce güzelleşti Rıza, tıpkı annesi Zeliha’nın gençliği.” O gece Rıza’nın gözüne uyku girmez, aklında cümleler tutar, aklından cümleler siler: Oğlum, ben cahil kafamla görüyorum sen nasıl göremezsin? Kız dengin değil. Sinema afişlerinin önünde hayal kuran haytalar gibisin vallaha. İlk görüşte aşkmış dedi annen, kızı ilk kez mi gördün sen oğlum! Kendini yakma. Kaş göz, boy bos cicim ayı filmi oğlum, onlar evliliğin kısa filmi. Gün gelir canın eve girmek istemez, çocuklarından bile soğursun…….
Gün ağarırken Rıza büyük odanın penceresinin önünde ayaktaydı. Gözleri Gazi Marangoz’un evinin çökkün heybetinde, anılar anıları, sorular soruları kırıyordu. Art arda yutkunur, yapısı öyle Gazi’nin, soğuk, az konuşur.
Kahvaltıda, “İşe geç kalacaksın Rıza, vezneci adam dakik olmali der durursun, gecikiyorsun,” diyen karısının sesinde bekleyen soruyu “Baba sen dediydin der de iş işten geçmiş olur. Gazi’nin gülmeyen yüzüne gül hadi Rıza. Kalk git, gül,” diye yanıtlar.
Rıza, Gazi Marangoz’la konuşabilmek için bulduğu konuları açamıyordu işlikte. İşler nasıl diye soramıyordu örneğin.
“Kar serpiştiriyor kış geri geldi,” dedi.
“Geri geldi,” diye mırıldandı Gazi Marangoz. Sobanın üstünde orasından burasından kavlamış çinko demlikte demlenen çayı bardaklara doldurmak için kalktı. Rıza, Gazi Marangoz’un hareketlerini izlerken onu, bildiğinden şaşmayan, hırdavat sandığı kıymetli eskinin adamlarına benzetti, onlar da konuşmayı pek sevmezdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıKapıların Kışında
- Sayfa Sayısı88
- YazarZehra Tırıl
- ISBN9789750850622
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yedi Boş Ev ~ Samanta Schweblin
Yedi Boş Ev
Samanta Schweblin
Kendimi bildim bileli evlere bakmak için dışarılarda geziniriz, yakışmayan çiçek ve saksıları bahçelerden alırız. Sulama aletlerinin yerini değiştirir, posta kutularını düzeltir, ağır olduklarından çimlere...
- Babamın Tanrı Olduğunu Sandım ~ Paul Auster
Babamın Tanrı Olduğunu Sandım
Paul Auster
“Ulusal Radyo’nun ayda birkaç kez canlı yayında hikâyelerimi okuma önerisini reddetmek üzereydim. Akşam yemeğinde karımın verdiği fikir olmasa bu kitaptaki parçaların çoğu yazılmamış olacaktı....
- Komşular ~ Tahsin Yücel
Komşular
Tahsin Yücel
Türk edebiyatının unutulmaz öykülerinin yazarı Tahsin Yücel bir kez daha birbirinden farklı ve gerçek karakterlerle çıkıyor karşımıza: Kavgadan uzak durmak istemesine rağmen her gün...