BEBEK BEDENİNİ TANRIÇA HEKATE’YE EV YAPAN ANBER VE ONU KANLI AY’DA KURBAN EDECEK OLAN
İBLİS ARES SALENMİR’İN AŞKLA BEZENMİŞ KANLI HİKAYESİ
Eşsiz zihni gözlerinin görüp görebileceği en harikulâde güzellikle parçalanırken savaş tanrısının ismini taşıyan ruhunun sancıyan kalbi en derin arzusunu buldu.
Ve arzu fısıldadı, ”Savaşlar ve yıkımlar için en güzel sebep imkânsız bir aşkın kanlı büyüsüdür.
Tanrı ve tanrıçaların entrikalarıyla bezenmiş bu aşk dolu macerada Ares ve Anber, hayatta kalabilecekler mi?
– Yetişkin öğeler içermektedir.
BAŞLANGIÇ
Beyaz lerzeler’ inci taneleri gibi sızım sızım süzülürken, karanlik uzayda muhteşem bir görüntü oluşturmuştu. Bu muhteşem görüntü sanılanın aksine bir armağan değil işlenen günahın cezasıydı. Ve bu ceza sadece lerzelerle sınırlı kalmayacaktı. Hekate, kollarındaki Jupiter’in kanıyla bulanmış demir tozuyla dövülen ipleri çekiştirirken gözlerinden görünmeyen alevler fışkırıyordu. Yanında onu zapt etmeye çalışan Afir ırkı ona yüzlerine bulaşan korku ve şaşkınlıkla bakıyordu.
“Bırakın beni! Yağan lerzelerin kudreti adına, sizlere emrediyorum!” Kudretli sesi, bastığı Ay’ın yüzeyini titretirken ipleri sıkıca tutan Afir ırkı müritleri ipi biraz daha sıktılar. Acı dolu feryadı karanlık uzayı ikiye ayırırken dudaklarından bir anda çakıl kanı akmaya başladı.
Hekate, irkilerek titreyen dizlerine bakarken ipler acı acı güzel bedenine hükmetti. Acıyan dizleri Ay’ın pütürlü yüzeyine değdiğinde çenesini acısına rağmen dikleştirdi ve doğruca önüne baktı. Parlak ayın ve bütün tanrıların babası Zeus ona doğru geliyordu. Yanında onu tutan müritler başlarını öne eğip diz çöktüğünde dudağı alayla iki yana kıvrıldı. Gözlerinden iğrenti duygusu dışarı yayılırken Zeus bütün heybetiyle tam önünde duruyordu.
Onun ne yapacağını düşünüp zihninde tasvir etmek istemedi. Tek istediği içindeki cadının sinsiliğinden yararlanıp buradan kurtulmaktı
“İşlediğin günahın cezasını biliyorsun Hekate.”
Zeus sonunda konuştuğunda yüzünü acıyla buruşturdu. O günah işlememişti. Asıl günahkârlar o ve onu zapt eden müritlerdi. “Ben günahkar değilim!”
Bağırışı Ay’ın delikli yüzeyinde yeni bir çukur açtığında Zeus içindeki korkuyu dışa vurmadan oraya baktı. Bakışları tenine degen lerzelerde gezindiğinde her bir hücresini ezbere bildiği Hakate’nin öfkesinin bunlarla sınırlı kalmayacağını biliyordu. O Ay’ın tanrıçalarından biriydi ve çok güçlüydü.
Öyle ki ona bu gücü ve eşsiz güzelliği, umudu andıran ela gözleri yüzünden vermişti. Lakin Hekate içinde büyüyüp duran cadının sesine kulak vermişti. O hem Ay Tanrıçası hem de dünyadaki cadıların annesiydi…
Bu özelliğini iyi yönde kullanacağına dair güveni bugüne kadar tamdı. Bugün tanrıçaların girmekten korktuğu günaha bulaşmış ve dünyaya yarattığı iblislerini salmıştı. Bu iblisleri ancak onun çağrısı yok edebilirdi…
“İşlediğin bu günahı zamanın sonuna kadar hapsedilerek ödeyeceksin.”
Hekate kulaklarına ilişen sonla içinde yükselen öfkeyi serbest bıraktı. Kollarını tutan ipleri canının acısına aldırmadan çekiştirirken dudaklarından feragat eden haykırışları Ay’ın yörüngesini değiştiriyordu. Bedenindeki gücü oradan oraya savururken gözlerini yağdırdığı lerzelere kaldırdı. Burnunun ucuna değen soğuk karla beraber yüzünü iğrentiyle doldurup yakınlarında onları izleyen dünyaya çevirdi.
Onu sakinleştirmek isteyen müritleri son gücüyle savuşturduğunda gözlerini irice açtı. İrisleri halen Dünya’nın üstündeyken dudaklarından Zeus’un ona verdiği güçle çıkan büyüler bir lanetin başlangıcı oldu.
“Babamın yarattığı dünya halkına bir zulüm bırakıyorum! Ey benim masum iblis çocuklarım beni kapatacakları bu yerden zamanı gelince düşmanı öldürerek kurtaracak olan sizlersiniz!”
Ağzını Jupiter kanıyla bağlamaya çalışan müritleri, gözlerinden firlayan sarmal Satürn kemikleriyle uzaklaştırdığında dudaklarindan Zeus’a rağmen zehirli lanetin devamı döküldü.
“Bir ölümlünün yok oluşu ölümsüz tanrıçanızın kurtuluşu demek. Bu ölümlüye çoktan ruhumu üfledim ki geri dönebileyim! Värisim seni savaşa davet ediyorum!”
Zeus hiddetle atan kalbindeki korkuyla yutkunduğunda yapmak istemediği şeyi yaptı. Ellerini lerzelerin geldiği yöne, uzay boşluğuna kaldırdığında eşsiz gücünü kullanarak Hekate’yi Jüpiter kanıyla boyanmış mahzene kapattı.
Ve Ay’ın beyaz yüzeyi değerli tanrıçasının acısıyla kavrulurken kana büründü. İnsanlık ilk defa Kanlı Ay’a şahit olduklarında, Hekate’nin laneti çoktan yeryüzünün ölümlü çocuğuna işlemişti.
Lanetin düştüğü zifiri tohum neşe saçan küçük ela gözleri kara bir buhrana sürüklemişti. Henüz iki yaşında olan bu ela gözlü bebek, minik kalbini ele geçiren laneti hissetmiş gibi çığlık atarak ellerini hızlıca sallamıştı. Bebeğinin aniden değişen ruh haline şaşıran anne Arven kaşlarını çatarak bebeğini kucağına almıştı.
Ayakta volta atarak bebeğini sakinleştirmeye çalışsa da minik bebeği gözlerinden inci tanelerini akıtmaya devam ediyordu. Sanki minik kalbi geleceğinin parlak olmayan Jüpiter kanını görmüş gibi haykırıyordu. Onun haykırışları Hekate’nin iblislerini neşelendirirken tanrıçalarının zamanı geldiğinde özgür olacağını biliyorlardı. Bunun için minik bebeği yalnız bırakıp aralarında bir seçim yapmak için meclislerini topladılar.
Gecenin en karanlık vaktinde, ayın altında topladıkları bu mecliste en kuvvetli olanlar hırsla birbirlerine bakıyorlardı. Oluştur. dukları dairenin içi hirs kokarken avuçlarının içini kaşındıran Ay toprağını dünyanın zeminine bıraktılar. Bırakılan bu toprak şanslı kişiyi seçmek için rüzgârın sesini kullanarak yavaşça filizlendi. Beyaz ve tortulu bir yapıya sahip bu filiz bir küme oluşturup her birinin omzuna dokundu.
Değdiği her ten ürperip diz çökerken tek diz çökmeyen Ares adındaki iblisti. Bu iblis sadece ismi yüzünden bile özeldi. Onun ismi bir savaş tanrısının ismiydi ve böyle bir ismi yalnızca güçlü biri taşıyabilirdi.
Ares’in esmer teninde parlayan dudakları keyifle iki yana kıvrıldı. Parlak kızıl gözleri alayla ona yenilen iblislere bakarken tenini okşayan filiz onu kutsadı. Önce ensesini öptü, gücüne güç kattı. Sonra ellerinin üstüne sarmal bir işaret çizdi. Bu işaret öyle parlaktiki işığa bütün galaksilerin ışığını söndürürdü.
Filiz ona bahşettiği ödülleri dudaklarını aralayıp bedenine girdiğinde mühürledi. O artık Tanrıça Hekate’yi özgür kılmak için bir ölümlüyü kurban edecek kişiydi.
Ona yenilip diz çöken iblisler ayağa kalkmadan önce hep bir ağızdan büyülerini söylerlerken siyah ve uzun parmaklarını karın boşluklarına batırıp çıkartmışlardı. İki büklüm karşısında büyü mırıldanıp ona güçlerinden pay veren iblisler karanlık gecede artık etrafında dört dönüyorlardı.
Başını yukarı kaldırıp gözlerini kapattı.
Kendini bedenine giren güce ve kulaklarının duyduğu büyünün zarafetine bıraktığında, zemine tutunan ayakları yavaş yavaş onu göğe yükseltiyordu. Yükselen bedeni birden yere karanlık geceye düştüğünde elleri dünyanın toprağına değdi. Torağın verimliliğini hisseden avuç içleri eşsiz zihnine bütün birikimleri aktarırken gözünün önünden dünyanın çözülmeyen sırları bile geçip gitmişti.
Bedenini bilgi birikimini depoladıktan sonra ayağı kaldırdı. Derin bir nefes alıp bedenine bulaşan toprağı eliyle silkelediğinde karanlık gecede parlayan kızıl gözleri etrafı süzdü. Karanlık geceyi süsleyen ormanda artık yalnızdı. Bedenen yalnız olduğunu kabul ediyordu lakin diğer iblislerin ruhu ve mührü ona kazınmıştı.
Bunları düşünmeyi bırakıp elinin üstündeki sarmal işarete baktı. Parlaklığı gözlerinin gülümsemesine neden olmuştu. Sağ elini kaldırıp işareti okşadığında artık onu hiçbir ölümlü göremezdi ve o usta bir avcı olup minik bebeği izleyebilirdi.
Güçlü ayaklarına yön verip kendini asilce göğe yükselttiğinde dünyaya yukarıdan baktı. Üstünde gezindiği binalar ve kulaklarında vızıldayan insanların sesi ona evini şimdiden özletmişti. O yeni doğmuş olabilirdi fakat yeni doğan Ay varlıkları evlerinin güzelliğini daha tohumken bilir, hissederlerdi. Bunlar eşsiz zihninin bir köşesinde durmaya karar verdiğinde o gözlerine değen tanıdık birkaç yıldıza göz kırpmıştı. Çaprazında ona şaşkınlıkla bakan yıldız Şahu’dan başkası değildi.
Şahu, Samanyolu Galaksisinin en heybetli ve zarif yıldızıydı. Bu yıldız parlak olan güneşi bile kıskandırır hatta onun hayranlarını elinden alırdı. Ona gülümseyip önüne döndüğünde kızıl gözleri sonunda hedefinin evini kesmişti. Bedenini sertçe evin önüne indirdiğinde hiç düşünmeden duvardan geçti.
Henüz adını bilmediği bebek gözleri kapalı bir şekilde annesi Arven’in kollarında uyuyordu. Nemli olan kirpikleri henüz ağlamayı kestiğini gösterirken kalbinin etrafını sarmış Hekate’nin ruhu onu şimdiden heyecanlandırmıştı. Lakin henüz zamanı değildi.
Bu geceden sonra değişmiş olan Ay’ın döngüsü on dokuz yıl sonra kızıla bürünecekti. Tanrıçalarının yüce gücü bunu mümkün kılmıştı çünkü dünyada geçen on dokuz yıl, Ay’da sadece bir yıldı. Bu süreçte bebeği izleyecek ve zamanı geldiğinde yılda sadece bir kere görünecek olan Kanlı Ay’da onun canını alacaktı.
Onun ölümlü bedeni toprak olduğunda kalbinin içinde çırpınan Hekate’nin ruhu serbest kalıp tanrıçayı kurtaracaktı. Anne Arven onun zehirli düşüncelerinden habersizce ayağa kalktı. Bebeğinin odasına girip onu beşiğe yatırdığında ıslak dudaklarıyla onun tombul yanağını öptü. Üstünü küçük bir yorganla örttüğünde gözlerindeki anne şefkatiyle onu habersizce koruma altına aldı.
O odadan çıktığında Ares minik bebeğin beşiğine eğildi. Karanlık odada süzülen heybetli bir gölge olan bedeni küçük kızın yüzüne değdiğinde dudakları hissettiği tanrıça ruhunun büyüsüyle aralandı.
Aralanan dudaklarından içeri süzülen minik bebeğin on dokuz yıl sonraki eşsiz hali kızıl gözlerini koyulaştırdı ve göz kapaklarının üstünde aniden bumerang işareti belirdi. Eşsiz zihni gözlerinin görüp görebileceği en şaşırtıcı güzellikle parçalanırken savaş tanrısının ismini taşıyan ruhunun sancıyan kalbi en derin arzusunu buldu.
Ve arzu fısıldadı, “Savaşlar ve yıkımlar için en güzel sebep imkânsız bir aşkın kanlı büyüsüdür.”
- BÖLÜM: TERAPİST
En zor anlarda gelen iyilik meleklerinin ruhani güvesi gibi parmak uçlarını saç derimden ense köküme kadar gezdiren annemin dizleri bana cehennem sehpasını andırıyordu. Göz kapaklarımı perde misali her indirdiğimde o sehpada yargılanıyordum. Sehpanın başında gözlerinde yalnızca bir yargıcın günahlarını döken, kadehi tutan kırık beyaz rengi eliyle de yeminlerini savuran hâkimin bakışları olan bir adam vardı. Bu adamın gözleri kahvenin kızıl tonuna sahipken ince dudakları tehlike çanlarını uğursuzca çalan bir kıpırtıdaydı.
“Ne yapacağım ben seninle Anber?”
Atmosfere yayılan sitem cümlesi, tehlike çanından gelen ses dalgaları, kalbimin en ücra köşesini kanattı. Akan kan dişlerimi dudağıma bastırmama neden olduğunda zorla yutkunup başımı annemin dizlerinden kaldırdım. Gözlerimde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum lakin annem yüzümün şeklini gördüğünde dudakları biçare nefes almak isteyen boynu aslanın ağzında olan bir ceylaninki gibi aralanmıştı.
“Üzgünüm, başınıza bela olmak istemezdim.”
Bazen içimde ben olmayan bir Anber’in olduğunu hissediyordum. Bu Anber, soğuk dokulu kara söğütten yapılmış bir tahtta bacak bacak üstüne atmış oturuyordu. Gözleri aydan daha beyaz ve soğuktu. Soğukluğunun içinde hissettiğim tek şey öfkeydi ve onun bu öfkesi ruhumun ince duvarlarını zevkle tırmalıyordu. Tirmalama sesleri beni ele geçirdiğinde ela gözlerim rengini kaybedip yerini beyaza bırakıyordu.
Bugün olduğu gibi.
“Bir terapistle görüşmelisin Anber.”
Artık bunu reddedemeyeceğimi biliyordum. Bugün elime bulaşan sıcak sıvı yardım almam gerektiğini bana haykırmıştı ve benim tek yaptığım yüzümü buruşturmak olmuştu. Çünkü elime bulaşmasını sağladığım kan midemi bulandırıyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Fantastik Roman (Yerli)
- Kitap AdıKanlı Ay
- Sayfa Sayısı566
- YazarPelin Çelik
- ISBN9786259934181
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviPatara Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tek Kişilik Ölüm ~ Vedat Türkali
Tek Kişilik Ölüm
Vedat Türkali
TEK KİŞİLİK ÖLÜM Tarihsel olanı bütün katılığı, çiğliğiyle roman dışı niteliklerini göze batırıcı biçimde roman olaylarının içine koymaya özen gösterdim. Roman yapısındaki düşsel olaylar;...
- Gece ~ Bilge Karasu
Gece
Bilge Karasu
İlk kez 1985 yılında yayımlanan Gece 1991 yılında Pegasus Edebiyat Ödülü’nü aldı. Çeşitli dillere çevrilen ve yayımlanan Gece için Akşit Göktürk’ün “Sunuş”unu okuyabilirsiniz. “Gece’de...
- Tüylücanlar 1 – Yine mi Sen? ~ Alan Macdonald
Tüylücanlar 1 – Yine mi Sen?
Alan Macdonald
O bir trol, dedi Warren beklenmedik bir şekilde.Bir ne? Sen nereden biliyorsun? diye sordu babası. Dün gece araştırdım, dedi Warren gururla. Ansiklopedide okudum.Troller şunları...