Önce anne babamın yaptığı soygunu anlatacağım. Ardından da, sonra işlenen cinayetleri. Asıl önemli kısım soygun, çünkü kız kardeşimle benim hayatımızın seyrini belirleyen bu oldu.
Daha ilk cümlede neler anlatılacağını öğrenmemize rağmen, bize büyük bir romandan beklenen her şeyi veren bir başyapıt: Kanada.
On beş yaşındaki Dell Parsons ve ikiz kız kardeşi Berner’ın anne babası, içine düştükleri darboğazdan kurtulmak için banka soyduktan sonra yakalanır. Anneleri Neeva, devlet tarafından alıkonulmamaları için yakın arkadaşı Mildred Remlinger’dan çocukları sınırın ötesine, Kanada’ya, abisi Arthur Remlinger’ın yanına götürmesini ister. Fakat Berner kendi kaderini kendisi tayin etmek ister ve Mildred’ı beklemez. Dell ise anne babasının kırık dökük bıraktığı hayatı hiç bilmediği bir ülkede sıfırdan kurmak üzere Mildred’la birlikte Kanada’nın uçsuz bucaksız çayırlarına doğru yola çıkar. Orada onu bekleyen hayat bilinmezliklerle, sırlarla doludur.
Richard Ford’un, yarım yüzyılı aşkın bir süreye yayılan bu sarsıcı aile trajedisini Dell Parsons’ın gözünden aktardığı, “Amerikan edebiyatının yeni yüzyıldaki muhtemelen en büyük romanı” Kanada, Umay Öze’nin çevirisiyle…
21. yüzyılın ilk büyük romanlarından. –John Banville
Gerçek Kral geri geldi… Gösterdiği manzaralar kadar nefes kesici bir öykü, bir imgelem.-Boyd Tonkin
*
Kanada bir hayal ürünüdür. İçindeki tüm karakterler ve olaylar kurmacadır. Gerçek kişilerle herhangi bir benzerlik amaçlanmamış veya ima edilmemiştir. Montana, Great Falls’un yanı sıra, Saskatchewan idari bölgesinin güneybati kesiminin engin çayırlarıyla bölgedeki küçük kasabalara ilişkin belli ayrıntılarda kimi değişiklikler yaptım. Örneğin, 32. Karayolu 1960’ta henüz asfaltlanmamış olmasına karşın, ben öyleymiş gibi anlattım. Bu tür şeyler dışındaki tüm hata ve noksanlıkların sorumluluğu da yine bana aittir. R.F.
BİRİNCİ BÖLÜM
1
Önce anne babamın yaptığı soygunu anlatacağım. Ardından da, sonra işlenen cinayetleri. Asıl önemli kısım soygun, çünkü kız kardeşimle benim hayatımızın seyrini belirleyen bu oldu. Önce bu olay anlatılmazsa, hiçbir taş yerli yerine oturmayacak.
Anne babamız bu dünyada banka soyacak son insanlardı. Suçlu olmak şöyle dursun, tuhaf insanlar bile değillerdi. Kaderlerinde onları böyle bir sonun beklediği kimsenin aklının ucundan dahi geçmezdi. Her ne kadar bir bankayı soydukları an bu düşünce kuşkusuz anlamını yitirse de, ikisi de sıradan insanlardı.
Babam Bev Parsons, Alabama, Marengo’da 1923 yılında doğmuş bir kasaba çocuğuydu ve 1939’da liseyi bitirdiğinde, sonradan Hava Kuvvetleri adını alacak Ordu Hava Birlikleri’ne girmek için yanıp tutuşuyordu. Savaş pilotu olma arzusuyla Demopolis’in yolunu tutup San Antonio’nun yakınlarındaki Randolph’ta eğitimlere katıldı; fakat bu alanda yeteneği yoktu, bu nedenle o da bombardıman uçağı uçurmayı öğrendi. Önce Filipinler, sonra da Osaka semalarında kullanılan hafif Mitchell’ları, B-25’leri uçurdu ve dünyaya -düşmanın yanı sıra, böyle bir şeyi asla hak etmemiş kendisi gibi insanların üzerine deyıkım yağdırdılar. Büyükçe, yuvarlak ve ümitvar yüzü, çıkık elmacık kemikleri, albenili dudakları ve uzun, çekici, kadınsı kirpikleriyle uzun boylu, tatlı, yakışıklı, 1.85’lik bir gençti (bombardıman uçağının pilot koltuğuna güç bela sığardı). Gurur duyduğu bembeyaz,
ışıltılı dişleri, kısa siyah saçları ve yine övünçle taşıdığı adı vardı. Bev. Yüzbaşı Bev Parsons. Beverly denince çoğ insanın aklına kadın geldiğini asla kabul etmezdi. “Bu adın kökeni Anglosaksonlara dayanıyor,” derdi. “İngiltere’de yaygın bir isim. Vivian. Gwen. Shirley. Bunlar da orada erkek adı. Kimse onları kadın sanmıyor.” Konuşkandı, bir Güneyli için fazlasıyla açık fikirliydi ve onu Hava Kuvvetleri’nde hayli üst mevkilere taşıması beklenen, ama bu beklentiyi karşılayamayan zarif ve kibar tavırları vardı. Capcanlı bakan ela gözleri bulunduğu ortamı hızla süzüp dikkatini çekeceği birilerini arardı; bu kişi genelde kardeşimle ben olurduk. Güneylilere özgü teatral tarzıyla klişe espriler yapar, kart numaraları ve sihirbazlık hileleri bilir, başparmağını yerinden çıkarıp geri takıyormuş gibi yapabilir, bir mendili yok edip sonra yeniden ortaya çıkarabilirdi. Caz piyanosu çalabilir ve bize kimi zaman doğaçlama yapar, kimi zamansa “Amos ‘n’ Andy” gibi parçalar çalardı. Mitchell’ları uçururken kısmi duyma kaybı yaşamıştı ve bu onun için hassas bir konuydu. Öte yandan, “dürüst” asker tıraşlı saçı ve mavi yüzbaşı ceketiyle şık bir adamdı ve genelde etrafına sahici bir samimiyet yayardı ki ikiz kardeşimle bana onu sevdiren de bu yönüydü. Babamla 1945 yılının mart ayında, -artık kimsenin onun bir yerleri bombalamasına ihtiyacı kalmadığından-ikmal subayının görevlerini öğrenmek üzere mesleki eğitim programına katıldığı Fort Lewis’in yakınlarında, havacıların dönüşü şerefine verilen bir partide tanışan ve şipşak bir sevişmeden talihsiz bir şekilde hamile kalan annemin (ki iki insan ancak bu kadar uyumsuz ve farklı olabilirdi) ondan etkilenme nedeni de muhtemelen buydu. Durumu öğrenir öğrenmez evlenmişlerdi. Annemin Tacoma’da yaşayan, Polonya göçmeni Yahudi anne babası bu evliliği onaylamamıştı. Bu insanlar 1918’de, iyi eğitim
görmüş matematik öğretmenleri olmalarının yanı sıra, yarı profesyonel müzisyenler olarak da hayli ilgi gören konserler verdikleri Poznan’dan kaçtıktan sonra, Kanada üzerinden Washington eyaletine gelmiş ve burada -diğer her şeyin yanında hademelik yapmaya başlamışlardı. O zamanlar Yahudi olmaları onlar için ya da en azından annemiz için pek bir şey ifade etmiyordu; Yahudilikleri onlar için, geride tek Yahudi bile kalmamış gibi görünen bir ülkede bırakmaktan mutlu oldukları eski, zahmetli ve dar bir yaşam tarzından fazlası değildi.
Yine de tek kızlarının Alabama taşrasından yarı İskoç yarı İrlandalı, oduncu bir ailenin sırıtkan ve geveze tek oğluyla evleneceğini hiç düşünmemişler, zaten çok sürmeden de bu konu üzerine düşünmeyi büsbütün bırakmışlardı. Ki dışardan bakıldığında, anne babamızın zaten birbirleri için yaratılmış gibi görünmemeleri bir kenara, annemizin babamızla evlenmesinin onun için bir kayıp anlamına geldiği ve hayatını sonsuza dek değiştirdiği, üstelik -kuşkusuz yürekten inandığının aksine, bunun iyi yönde bir değişim olmadığı da ortadaydı.
Annem Neeva Kamper (Neeva, Geneva’nın kısaltması) yumuşacık uçları çenesine dökülen uçarı kahverengi saçlarıyla minyon, etkileyici, çilli bir kadındı. Gür kaşları, altındaki damarları sayılabilen, incecik derili, parlak bir alnı ve ona çıtkırıldım biri görünümü katan -ki böyle biri değildi – solgun bir teni vardı. Babam şakayla karışık, memleketi Alabama’da insanların annemin saçlarına kâh “Yahudi saçı” kah “göçmen saçı” dediğini, ama kendisinin annemin saçlarından hoşlandığını, anneme aşık olduğunu söylerdi. (Annem ise bu lafları hiç de umursuyor gibi değildi.) Küçük, zarif ellerinin tırnakları daima manikürlü ve ışıltılıydı, üstelik böyle..
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKanada
- Sayfa Sayısı530
- YazarRichard Ford
- ISBN9786257027472
- Boyutlar, Kapak12.8 x 19.7 cm, Karton Kapak
- YayıneviJaguar Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sahilde Kafka ~ Haruki Murakami
Sahilde Kafka
Haruki Murakami
Karga adlı delikanlı “Öyleyse, para meselesi bir şekilde halloldu?” diyor Karga adlı delikanlı, o her zamanki sakin konuşma tarzıyla. Sanki derin bir uykudan yeni...
- Arafta ~ George Saunders
Arafta
George Saunders
“Herkes acı çekiyordu, çekmişti ya da çekecekti. Hayatın doğasında vardı bu.” Ölmek nasıl bir şey? Yaşayan en iyi öykücülerden biri olarak gösterilen George Saunders, uzun...
- Safkan; Melez Sözleşmeleri 2 ~ Jennifer L. Armentrout
Safkan; Melez Sözleşmeleri 2
Jennifer L. Armentrout
Bir yanda ihtiyaçlar. Bir yanda kader… Doğaüstü bir yaratık olmak tam olarak muhteşem bir şey değil; özellikle her gittiğin yere “diğer yarının” da gittiği...