IV. Mehmed’in katıldığı ilk ve son kuşatma olan Kamaniçe Kuşatması, adı çok duyulmayan bir Ukrayna seferi. O zaman Lehistan’a ait olan bu metin kalenin 10 günde fethedilmesi içeride coşkuyla, dışarıda korkuyla karşılandı. Fethi müjdeleyen edebî, süslü fetihnameler sayesinde o devrin okumuşları kale cengi hakkında teknik malumat edinirlerken Avrupa’da Osmanlı yayılmacılığına karşı uyarıcı pek çok eser yazıldı. Polonya’nın ulusal edebiyatçısı Henryk Sienkiewicz’in Bozkırdaki Yangın romanı bunların en iyi bilinenidir. Kuşatmada ölen Michal Wołodyjowski (Pan Mihal) hem romanın hem de Polonya’nın milli kahramanıdır.
1683 II. Viyana Kuşatması’nın yol açtığı manevi çöküntü Kamaniçe gibi zaferlerin unutulmasına sebep oldu. Kahraman Şakul, Kamaniçe Kuşatması 1672 adlı bu çalışmasıyla hem o devrin dillere destan Osmanlı kale cenkciliğini bize hatırlatıyor hem de Osmanlılar hakkındaki modern önyargıları çürütüyor.
İÇİNDEKİLER
Önsöz 7
Giriş 9
Kaynaklar Üzerine 10
İdeolojik Boyut 14
Etnografi k ve Antropolojik Boyut 19
Teknik Boyut 21
Osmanlıların Yeni Kuzey Siyaseti 22
Sefer Yürüyüşü 30
Kamaniçe Kuşatması 37
Kuşatma Hazırlıkları 40
Kuşatma Başlıyor 44
İlk Müzakereler 53
Hendeğe Varış 56
Hendeği Geçiş 65
Büyük Tabyanın Düşüşü 70
Son Safha: İç Kaleye Lağım Atılması ve
Kasabanın Topa Tutulması 74
Kamaniçe’nin Teslimi 85
Sonrası 95
Sonuç 100
Kaynakça 107
ÖNSÖZ
Osmanlıların Kamaniçe dedikleri Kamyanets Podilski 1672’de fethedilmiş ve 1699’da II. Viyana Kuşatması’nı takip eden yenilgiler sonrasında Lehistan’a geri verilmişti. Geniş Ukrayna düzlüklerinde üç tarafından Turla’nın (Dnyester) sol kolu olan 40 metre derinliğindeki Smotriç Nehri’yle kuşatılmış, kanyon içinde, adeta bir ada suretindeki sarp kayalığın üzerinde kurulmuş bir kale… Nehrin öte yakasında, kale karşısında, yapılı bir şehir… Ve kale ile şehri birbirine bağlayan bir köprü… İşte tüm bölgenin güvenliği için vazgeçilmez olan Kamaniçe! Osmanlılar tam da bu nedenle kaleyi ele geçirmek istediler. 1672 Ağustos’unda Kamaniçe istihkâmlarını kuşatarak 27 Ağustos’ta teslim aldılar. Bu şehri, kurdukları Podolya-Kamaniçe eyaletinin merkezi hâline getirdiler. Günümüzde 100.000 kişilik nüfusuyla ve sayısız görsel güzellikteki kiliseleriyle bu şehir UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer almakta ve 1977’den beri de millî tarih sitesi statüsünde bulunmaktadır. Bu kitap IV. Mehmed’in ilk seferi olup Kamaniçe Kalesi ve Podolya bölgesinin Osmanlı topraklarına katılmasıyla sonuçlanan 1672 Lehistan Seferi’nin doruk noktası olan Kamaniçe Kuşatması hakkındadır. Değerli yorumları ve katkıları için Gábor Ágoston, Caroline Finkel, Anke Fischer-Kattner, Dariusz Kołodziejczyk, Rhoads Murphey, Victor Ostapchuk ve Jamel Ostwald’a minnettarım. Lehçeden yaptığı tercümeler için Andriy Zhyvachivskyi’ye, bazı kale planlarını sağladığı için Volodymyr Pivtorak ve Leszek Opyrchał’a teşekkür ederim. Kuşatma planları ve haritaları hazırlayan Fatma Aladağ, Zeynep Eroğlu ve proje asistanları Özge Tekçe ve Zeynep Hande Altuner’e şükranlarımı sunarım.
GİRİŞ
1672 Haziran’ında Osmanlı ordusu batı Ukrayna’ya yürüdü. Osmanlı yanlısı Kozak Atamanı Petro Doroshenko (1666 – 1676) Osmanlıların kısaca Lehistan dedikleri Lehistan – Litvanya Ortak Tacı’na başkaldırıp Osmanlılara tabi olmayı seçmişti. Osmanlıların uyarılarına rağmen Lehistan bu durumu kabul etmeyince savaş kaçınılmaz oldu ve bu askerî seferin sonucunda Osmanlılar Kamaniçe dedikleri Kamyanets-Podilski Kalesi’ni fethettiler. Bu kitapta bu Osmanlı zaferini ideolojik, kültürel ve teknik boyutlarıyla ele alacağız. Savaşa giden diplomatik gelişmelere kısaca göz attıktan sonra Kamaniçe Kuşatması’nı ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz. Kamaniçe gibi erişilmez denilen bir kalenin sadece 10 günde fethedilmesi elbette hem içeride hem dışarıda müthiş bir heyecanla karşılanmıştı. Öyle ki II. Viyana Bozgunu’ndan (1683) sonra Lehistan defalarca kuşattığı Kamaniçe’yi asla fethedemeyip ancak 1699 yılında barış masasında geri alabilecekti. Padişah IV. Mehmed’in (1648-1687) katıldığı ilk sefer olması bir yana Osmanlıların kuzeyde ulaştıkları en son noktaydı. Lehistan’ın kapısı gözüyle bakılıyordu. Dönemin meşhur şairleri Yusuf Nâbî ve Mezâkî Süleyman gibi isimler katıldıkları bu kuşatmayı destansı anlatımlarıyla ölümsüzleştirirlerken İngiltere gibi uzak bir memleketin resmî gazetesi London Gazette bile kuşatmayı takip etmişti.
Kamaniçe, Osmanlı ve Türk tarihinde Viyana Bozgunu nedeniyle unutulmaya yüz tutan Osmanlı zaferlerinden sadece biridir. Oysa 2012 senesi Kamaniçe Kuşatması’nın 340. yıldönümü idi ve biz o yıllarda çeşitli defalar Ukrayna’ya gittiğimiz vakit ne bu olayın ne II. Osman’ın Hotin Seferi’nin (1621) ne de Çehrin Seferi’nin (1678) unutulduğunu gördük. Kuşkusuz Osmanlıların özellikle Köprülüler Devri’nde kuzey serhatlerinde izledikleri yayılma siyasetinin bölge halkları (günümüzde Ruslar, Ukraynalılar, Lehler, Çekler, Slovaklar, Macarlar, Avusturyalılar) günümüze dek gelen ve folklorlarına yansıyan etkileri vardır. Bu mücadeleler bazen karşılıklı modern önyargılara zemin hazırlarken (Avusturya ve Rusya’daki Türk algısı) bazen de modern milletleri birbirine yakınlaştıran tarihî öğeler olmuşlardır (Ukrayna ve Macaristan’daki Türk algısı). Çeşitli milletler edebiyat alanında bu mücadeleleri ölümsüzleştirmişlerdir. Biz askerî tarihi hamasi lafl arla savaşkan ruhu azdırmak için bir araç hâline getirmekten uzak durmak gerektiğine inanıyoruz. Düşmanlık tohumları ekmeden de askerî tarihçilik yapılabileceğini savunuyoruz. Viyana Bozgunu öncesinde Osmanlı ordusunun durumunu anlamak kadar askerî tarih merceğinden Osmanlı tarihini layıkıyla anlayıp tahlil etme çabasına katkıda bulunmayı amaçlamaktayız.
KAYNAKLAR ÜZERİNE
Osmanlılar Uyvar (1663-1685), Kandiye (1669), Kamaniçe (1672- 1699) gibi metin kaleleri birbiri ardına düşürmelerini fetihname denilen eserlerle ölümsüzleştirmek istemişlerdir. Bu eserlerin yazarları zaferleri tabii ki himayesine girdikleri, kendilerini koruyup besleyen “devletlû” kim ise ona mâl ederlerdi. Şair Yusuf Nâbî Kamaniçe Kuşatması’na ordunun sağ kanadına komuta eden ikinci vezir Musahip Mustafa Paşa’nın divan kâtibi olarak katılıp Osmanlı tarihinin en meşhur fetihnamelerinden birini yazmıştı. Bir kale cenginin tüm teknik ayrıntılarını açıklarken İran mitolojisi (Şehname geleneği) ve İslami edebî gelenekten ödünç aldığı mecazları başarıyla kullanmıştır. Böylece kale cengi gibi uzmanlık gerektiren bir konuyu belki de hiç bilmeyen okurları, bu eser sayesinde Kamaniçe Kuşatması’nı detaylı bir şekilde anlayabilmişlerdi. Şair başarılı kariyerini aslında Kamaniçe Fetihnamesi’ne borçludur. Kamaniçe’nin fethi hakkında düştüğü tarih o kadar beğenilmişti ki kalenin ana kapısı üzerindeki kitabeye kazınmıştı. Arap alfabesinde harfl erin sayısal değerleri olduğu için ölümsüzleştirilmek istenen bir olay hakkında olayın geçtiği Hicri tarihi veren bir kelime oluşturmaya tarih düşürmek; harfl eri sayısal değerleriyle hesaplamaya ise “ebced” hesabı denirdi. Kamaniçe Kuşatması’nın en kapsamlı Türkçe anlatısı Hacı Ali Efendi tarafından yazılmıştır. Kuşatmada sol kanada komuta eden üçüncü vezir Kara Mustafa Paşa’nın (Merzifonlu) tezkirecisi olan Hacı Ali Efendi kale cengi hususunda tecrübeli bir adamdı. Tarih-i Kamaniçe adlı eserinde hamisi Kara Mustafa’yı övme amacı hissedilmektedir. İkinci Viyana Kuşatması’nın asker tarafından hiç sevilmeyen kibirli ve inatçı kumandanı, bu olaydan 11 yıl önce gerçekleşmiş Kamaniçe Kuşatması’nda Hacı Ali Efendi’ye inanacak olursak, orduda pek sevilmektedir. Her gün en ön siperlerdeki askerlerini ziyaret eden, onlarla ölümü göze alıp surların altında top çeken, çadırını kalenin ateş menzili içine kurdurmaktan çekinmeyen bir kumandandır. Kuşatmanın bir başka görgü tanığı ise yedinci vezir olup nişancılık görevini yürüten Abdurrahman Abdi Paşa’dır. Kumandasını üstlenen Vezir-i Azam ve Serdar-ı Ekrem Fazıl Ahmed Paşa’nın üstlendiği merkez koldan kuşatmaya katılmıştı. IV. Mehmed’in emriyle yazdığı Vekayiname adlı eserinde bu kuşatmayı görgü tanığı olarak anlatmıştır. Öte yandan bu dönemi incelerken tarihçilerin en sık başvurdukları Zeyl-i Fezleke adlı eserin yazarı Fındıklılı Silahdar Mehmed Ağa aslında kuşatmaya katılmamıştı. Babadağ’da Valide Sultan Hatice Turhan ile kalmış ve Kamaniçe Kuşatması’nı anlatırken Hacı Ali Efendi ile Abdi Paşa’nın eserlerini kullanmıştı. Padişahın vaizi meşhur Kadızadeli Vani Mehmed Efendi gibi kuşatmada bulunan önemli şahsiyetlerin görgü tanıklıklarına da başvurmuştu. Bu eserlerin tamamı Osmanlı edebî usulüne uygun olarak “inşa” tekniği ile yazılmışlardır. Bu teknikte düzyazı (nesir) şiir (nazım) gibi kafi yeli ve redifl i yazılır, güçlü anlatım için ses tekrarı (örn.: harb u darb) kadar eş anlamlı kelimeler beraberce kullanılır (örn.: feryâd u fi gân) ve teşbih ve mecazın her türlüsüne yer verilirdi. Örneğin, topların ateşe başlaması göklerin gürleyip ejderlerin ateş kusması gibidir. Kaleleri nazlı güzellere benzetmek, ele geçirilmelerini “bikri izâle etmek” mecazıyla açıklamak günümüzde bazen anlam bulanıklıklarına yol açarken bazen de modern değerlerle çelişir. O devrin okumuşları için ise zor bir askerî meseleyi anlamak için etkili bir anlatım tekniğiydi. Kamaniçe’nin sadece 1373 ve 1672’de düşürülebilen bir kale olması herhâlde bu cinsiyetçi anlatımlara bir zemin oluşturmaktaydı. Nâbî’nin tabiriyle “feleğin gözü dünyayı devre başladığından beri böylesine metin bir kale görmemişti”:
Görmemiş çeşm-i felek devr ideli dünyayı
Öyle bir kal‘a-yı müstahkem ü müstesnayı
Nâbî’nin semboller dünyasında Kamaniçe kasabasının ve kalesinin etrafını halka gibi dolanan hendek ve nehir aslında kıymetli hazinesini korumak için kıvrılmış bir yılandı. Veyahut da el değmemiş bakirenin beline dolanmış bir gümüş kemer, bir haleydi. Kasabadaki kiliseler o denli yüksekti ki göğün dördüncü katında ikamet eden Mesih’in ayaklarına erişmekteydiler. Bu tür ifadeler Avrupa’da doğu kültürlerine özgü abartmalar olarak görülürler. Oysa dediğimiz gibi Osmanlı ediplerini kale cengine aşina kılmanın tek yolu Şehname kahramanları ile divan şiirinin alışageldik mecazlarından yararlanmaktı. Bunun en güzel ispatı şudur ki teknik ve düz anlatıma sahip Hacı Ali Efendi’nin eseri tek nüsha bulunurken Nâbî’nin fetihnamesinin pek çok nüshaları bulunmaktadır. Silahdar da aslen bir tarih eseri yazdığı hâlde Kamaniçe’nin tasvirini Nâbî’den almaktadır. Bugünkü dilde tasvir aşağıdaki gibidir:
Bu kalenin metaneti, yüksekliği, sarplığı, berkliği ve muhkemliği o derece idi ki, şehir, yüzük taşı gibi kudret elinden dökülmüş kesme kayalardan sur içinde müstahkemdi. Göklere yükselen kulelerinin hazinesi, ateş soluyan ve zehir saçan ejderha toplarıyla tılsımlanmıştı. Onu çeviren derin mi derin hendeğine göre güneşin ışınları kısa kalıyor, hendeğin dibine uzanamıyordu. Burçlarının boynuna ulaşılamıyordu. Hendeğin dibinde korkunç bir halka ile çepeçevre sarılı, bir Kevser ırmağını andıran nehir, gece gündüz akmakta idi, sanki o bulunmaz hazineye çöreklenmiş bir ok yılanı, ya da o ayna gibi parıl parıl, gelini bir gümüş kemer gibi sarmıştı; ya da dünyayı aydınlatan ay gibi halede yer tutmuştu. Bu kale yapılalıdan bu zamana gelinceye dek, ne onun aşıkları aldatan bedeni, başkalarının eline geçip kucaklaşmıştı, ne de bu imkân dünyasında varlık hil‘atini giyeli, onun eteğini tutup sahip olacak bir yabancı eli çıkmıştı, öylesine elde edilmesi güç bir kız-oğlan-kızdı. Şehrin içinde şaşılacak denlü güzel binalar, görülmedik tapınaklar, yüksek evler ve ulaşılmaz köşkler, güzel yollar, geniş meydanlar, türlü türlü yapılar ve mahalleler, ağzı dar ve havsalası geniş kalemin anlatacağı gibi değildi. Haçlar asılmış olan kiliselerinin kat kat duvarları dördüncü kat göğe yükselmişti, belki de İsa’nın eteğini tutmakta idi. Şehrin kendisiyle iç-hisar arasında bulunan korkunç vadide, su üzerine bir taş ve sağlam köprü yapılmıştı. Ancak o köprüden girilip çıkılacağı için, şehre başka bir yandan yabancıların ayak basmasının yolu yoktu. İç-hisarın batı yanında altı köşeli bir kale gibi bir büyük toprak tabya vardı. O da kale ile aynı yükseklikte idi, onu da derin ve geniş bir hendek kuşatıyordu. Bundan dolayı sarplıkta ve berklikte sonu yoktu. İçindeki topraktan nice tepecikler, sayısı belli birkaç yapı, savaş araç ve gereçleriyle dolu nice kapalı mahzenler vardı. Yine bir taş köprü de tabya ile iç-hisar arasında, bükülmez bir bazu gibi kurulmuştu.
İDEOLOJİK BOYUT
Kamaniçe Seferi 1621 tarihli Hotin Seferi’nden bu yana Avrupa kıtasında bir padişahın eşliğinde girişilen ilk Osmanlı seferiydi. Sultan IV. Mehmed aslında bu sefere tüm ailesini götürmüştü ki bu hiç de alışageldik bir durum değildi. Annesi Valide Sultan (Hatice Turhan Sultan), oğlu Mustafa (ileride II. Mustafa olarak tahta çıktı), iki kız kardeşi ve hasekisi Rabia Gülnuş Emetullah bu uzun ve yorucu sefer yürüyüşünde padişaha eşlik ettiler. Böyle olunca sefer güzergâhı boyunca IV. Mehmed sultanlara layık Osmanlı ihtişamı ve debdebesini halka bolca sergileme imkânı buldu. Bunun çeşitli yolları vardı. Hanedanı taşıyan arabalar kaynaklara göre altın parmaklıklı ve gümüş işlemeli yapılmıştı. Şüphesiz bu arabalar yol üzerinde uğranılan kasaba ve kentlerde halkın gözünde Osmanlı hanedanının ihtişamını ispatlamaktaydılar. Avcı lakabına sahip padişahın tüm güzergâh boyunca avlanması dikkat çeker. Sürgün avı halk ile padişahı bir araya getiren bir etkinlik gibiydi. Civardan toplanan binlerce köylü avlakta bir çember oluşturup av hayvanlarını günlerce ortaya doğru sürerler ve padişah da maiyeti ile
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Savaşlar Tarih Türk-Osmanlı
- Kitap AdıKamaniçe Kuşatması 1672
- Sayfa Sayısı112
- YazarKahraman Şakul
- ISBN9786050842340
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş Tarih / 2021