İçindekiler
Sunuş ………………………………………………………………… 11
Kısaltmalar …………………………………………………………. 12
Prelüd ……………………………………………………………….. 13
1. Azize’nin yeğeni …………………………………………………. 17
2. Berabere ……………………………………………………………. 24
3. Saffet-Hasan ………………………………………………………. 32
4. Karara doğru ………………………………………………………. 51
5. Zeyno’nun jurnalinden ………………………………………… 61
6. Zeyno’dan babasına …………………………………………… 156
7. Per Günt ve Hasan Bey ……………………………………… 169
8. Gene doktorun odasında ……………………………………. 192
9. İstanbul’dan Viyana’ya ……………………………………….. 200
10. Zeyno’nun jurnaline zeyl ……………………………………. 207
11. Azize’den Zeyno’ya …………………………………………… 224
12. Hasan’ın içyüzü; Viyana’da olan biten ………………….. 234
13. Azize’nin saltanatı …………………………………………….. 261
14. Muhsin Bey’in karısı ………………………………………….. 276
15. Azize’nin kocası ………………………………………………… 281
16. Hasan iznini nasıl geçirdi? …………………………………… 288
Açıklamalar ……………………………………………………… 301
Başvurulan kaynaklar …………………………………………. 302
Sunuş
Kalp Ağrısı, 2 Mart ile 8 Temmuz 1924 arasında Vakit gazetesinde tefrika edildikten sonra, aynı yıl kitap olarak da yayımlanmıştır. Halide Edib’in ölümünden iki yıl kadar önce, 1962 yılında yapılan üçüncü baskıda, metnin az da olsa sadeleştirildiğini görmekteyiz. Karşılaştırmalı metne esas olarak, işte bu, yazarın ölümünden önce yayımlanan son baskı esas alınmıştır. Metin, ayrıca, 1924’teki ilk baskı ile kontrol edilmiş ve atlanan ve yanlış yazılan pek çok yer düzeltilmiştir. Kalp Ağrısı’nın bu karşılaştırmalı metnini hazırlarken, serinin bundan önceki kitaplarında olduğu gibi, yazarın özgün diline ve üslubuna hiç dokunulmamış, sadeleştirme yapılmamış, yalnızca gerekli görülen yerlerde, aynı sayfa altına notlar konulmuştur. Notların uzun olması durumunda ise açıklama yapılacak kelimeye (*) işareti koyulmuş ve açıklaması kitabın sonunda verilmiştir.
Mehmet Kalpaklı
PRELÜD
Sahne, Nuruosmaniye’de bir doktor muayenehanesi üzerindeki hususî oda, şahıslar da Doktor’la kızıydı. Yeşil, büyük abajurun altında eşya tatlı, koyu bir sükûn içinde dinleniyor gibi görünüyor; hattâ köşede sobaya yüzünü çevirmiş, geniş koltuğuna uzanmış olan baş da biraz uzun beyaz saçlarıyla uyuyor hissini veriyordu. Sobanın keyifle yanan kırmızı alevleri yeşil ışıklar ve gölgelerle tatlı tatlı oynuyor ve tam sobanın önünde Doktor’un koltuğunun yanında küçük ve alçak bir iskemlede ince bir kız, başını babasının dizine dayamış, gözleri halıda, derin bir sessizlik içinde düşünüyordu. Doktor, beyaz, uzun saçları arasında zarif yüzü, geniş alnından biraz sivrilen çenesine doğru uzanan düzgün ve sevimli çizgileriyle düşünen, yaşayan ve çok hisseden bir sima idi. Dizine başını koyup yatan genç kız da, kestane rengi kısa yumuşak saçları, biraz büyücek, renkli dudakları; kanatları geniş, düzgün burnu; büyük, derin, kestane rengi gözleri; sıcak, krem teni ve yirmi sene evvelki terâvetiyle2 tekerrür eden3 geniş alınlı, ince çeneli yüzüyle babasının geçmiş senelerde çizilmiş canlı bir portresine benziyordu. Kızın da, babası gibi, geniş alnı ortasında derin çizgileri, uzun kirpikli gözlerinin ağır kapaklarıyla çok düşünen bir ifadesi, çenesine doğru incelen hatlarıyla yüzünün hassas, rahîm1 ve idealist bir manâsı vardı. Yalnız biraz alay, biraz sevgi ifade eden azıcık kalın dudaklı büyük ağzı, burnunun Doktor’dan fazla açık ve canlı manâsı ondaki fikir ve kalp kudretine daha cinsiyetinden gelen bir ihtiras, sıcak olmaktan ziyade kaynamaya hazır kudretli bir mizaç ilâve ediyordu.
Ziyası2 , eşyası, ateşi ve oturan canlılarıyla dalgın bir sükûn içinde duran odada ilk hareket, genç kızın uzun parmaklı kuvvetli elini, babasının göğsüne doğru uzatması oldu. Derhal iki kuvvetli el onu avuçladı, içine aldı:
— Ne düşünüyorsun Zeyno?
Kızın adı Zeynep’ti, annesinin babası Kürt olduğu için ve aynı büyükbabasının ırkî ateşinden genç kıza, yalnız babasının anladığı, kaynayan bir mizaç ve ihtiras geçtiği için babası ona “Zeyno” derdi. Bir zaman Doktor’un suali cevapsız kaldı.
— Nişan halkanı hayli zamandır takmıyorsun Zeynep!
— Ben de nişan halkama dair düşünüyordum, Doktor!
— Ben de senin nişan halkanı çıkaralı ne kadar zaman geçtiğini düşünüyordum. Saffet buna bir şey demiyor mu? Zeynep, Doktor’un elini tuttu, çekti, kendi göğsüne, ipek bluzunun altındaki boynuna ince bir zincirle takılmış yuvarlak, katı şeye götürdü.
— Halka boynumda baba. Saffet kalbimde, fakat onu takmamaya karar vermeden, sana roman gibi bir hikâye anlatacağım. Korkma, sıkılmazsın; çünkü hayli gülünç, hayli melodram denilecek bir şey!
— Sen kendinle eğlenmeye çalışıyorsun Zeyno, hikâyeyi bu akşam anlatmak istiyorsun değil mi? Tuhaf, ben de vaktiyle birine anlatmak isteyip de anlatamadığım bir hikâyeyi sana söylemek istiyordum. Bunu da bana hatırlatan senin bu halkayı parmağından çıkarman oldu.
— Anneme söylemek isterdin değil mi?
— Evet Zeyno, fakat söylemeden öldü. Şimdi sana söylersem ona karşı vazifemi yapmış olacağım. Meselâ sen de bu akşamki hikâyeni yirmi iki sene bekleyip de Saffet’in çocuğuna söylesen nasıl olur?
— Olmaz Doktor baba, olmaz, benimki henüz hikâye değil ki! Hem senin dediğin gibi hayatım Saffet’in çocuğuna ana olmakla neticelenirse, o hikâyeyi peşin sana söylemiş olmakla kapatmak isterim.
— Annen sağ olsa ne derdi, Zeyno?
— Annem sağ olsa, ona bu hikâyeden bir kelime söylemezdim.
— Niçin, Zeyno?
— Çünkü kısa saçlarımı tel tel yolar, bunlardan bahsederken hâlâ kızarmayan yanaklarımı ateş gibi oluncaya kadar tokatlardı. İkisi de ayağa kalktı. Doktor’un kolu kızının belinde, başları üstünde asılı güzel bir kadın portresi önünde durdular. Ateşli siyah gözlü, kalın kaşlı, yuvarlak beyaz yüzlü bir kadındı.
Doktor’un sakin gözleri yaşardı, gülmeye çalıştı:
— Hikâyenin adı ne?
— Hikâyemin iki adı var: Zâhirî1 ismi “Berabere”dir. Fakat hakikî ismi “Kalp Ağrısı” olmak lâzım gelir. Karın ağrısı vezninde ama neyse. Ya senin hikâyenin adı ne baba?
— “Kleopatra’nın Kirpikleri.”
— Bu benimkini bastıracak babacığım. Hangimiz daha evvel söyleyeceğiz?
— Kura çekelim, Zeyno! Kura çektiler ve kura genç kıza isabet etti. Yine eski yerlerine oturdular.
Genç kız heyecanlandığını saklamak için biraz güldü ve dedi ki:
— İkimizin hikâyesini birleştirip “Kalp Ağrıları” desek nasıl olur? Çünkü kirpik, uçlu bir şeydir, insanı acıtır, değil mi?
— Sen kendi hikâyene bak ve “Kalp Ağrına” başla Zeyno.
1
Azize’nin yeğeni
— Mudanya Konferansı1 olurken benim Azize’de bir hafta misafir kaldığım günlerde, diye başladı. Boğaziçi’nin mavi suları, rüyalı dağları, altın mehtabı, hulâsa böyle bir hikâyeye lâzım olan bütün dekoru vardı. O akşam İzmir’in alınması şerefine Azizeler Boğaziçili dostlarını çağırdılar. En yeni, en özenilmiş, en frenkvâri bir ziyafet verdiler. Şampanya içtiler, erkekler frak, kadınlar dekolte giydi, Boğaziçi’nin sularına bakarak frenk edebiyatı münakaşa edildi. Senin tabirince kadın erkek hayli fingirdediler.
— Ağrının kahramanı?
— Lâkırdımı hiç kesme baba, o ilk perdede yoktu. Gece yarısı hemen olmak üzereydi. Azize ile yukarı çıktık. Balkonlu odada şöminenin karşısında oturduk. Elektrikleri söndürdük, ay ışığını seyredecektik. Fakat bende böyle içtimaî2 ziyafetler ve toplantıların kansızlığa tutulmuş bir tefekkür ve tecessüs3 hali, insanın ağzında erzatz4 şeker yemiş gibi garip bir tadı vardı ki, onu üzerimden gidermek için arkamı denize döndüm, bir şala sarındım, oturdum, somurttum ve sustum. Biraz da suratsızlığımı gidermek için seni ve Saffet’i düşünmeye çalıştım.
— Saffet niçin davete gelmedi?
— Lâkırdımı bir daha kesersen devam etmem, ha! Şöyle tövbe et! Saffet gelmedi ve gelmediği için evvelâ ona darılmıştım. Fakat ne bileyim, o akşam saçı pomatlı, tırnakları manikürlü genç, pembe yüzlü beyler bana, Saffet’in kocaman gözlüklerinin arkasındaki miyop gözlerini, koca kafasını, doktor gömleği içinde hastaları, yahut laboratuvarı içinde dolaşışını hayli tahassürle1 hatırlattılar. O gün saçlarını bir yerde dalgalandıran, tırnaklarını manikür yaptıran, itiraf edeyim; biraz kocaman dudaklarını küçültmek için boyayan, gözlerine sürme çeken, kolunu ve omzunu fora eden kız, yani ben, kendime yabancı geliyordum. Saffet’i özledim, onun fikir unsuru fazla olan konuşmasını düşündüm ve zannettiğimden çok fazla sevdiğime kanaat getirdim. Azize bu aralık açılmak, kendi kalp hikâyesini anlatmak istiyordu. Onun Anadolu’da bir zabit2 yeğeni vardı. İstanbul’a gelmişti, Azize ona hayli tutulmuştu. Bu akşamı bütün ihtişamıyla onun için hazırlatmıştı; şıklığını, inceliğini, İstanbul’un olanca güzellik ve marifetini bu zabite gösterecekti. Onunla evlenmeyi çok istiyordu. Babacığım gülme, bu zabit bugüne bugün koca binbaşı, otuzunda var yok, az şey mi? Fakat bu zabit son dakikada daveti reddetmiş, gelmemişti. Halbuki evi de Azize’nin yalısı yanında idi.
Azize’nin hislerini dinlemek hiç hoşuma gitmez, çocuk gibidir. Söylediği şeyin başı sonu yoktur. Fakat bu akşam ağzımda yavan bir tat bırakmıştı ve böyle bir eğlenceyi reddeden adamdan bahsedilmesini istedim, onu ciddi ve Saffet’e benzer bir adam tahayyül ediyordum.
Fakat yine Azize’nin bitmeyen şikâyetinden sıkıldım, birdenbire haykırdım:
— Elektrikleri yakalım Azize, çok kurûn-ı vustaî1 bir hassasiyette gidiyoruz.
Azize’nin yüzü camdan denize tarafaydı. Dönmeye zaman kalmadan odanın elektrikleri kendi kendine yandı. Biraz kalın bir ses:
— Azize, karanlıkta kendi kendine mi konuşuyorsun, diye seslendi.
Sesin, genç, fakat olgun ve derin bir perdesi, belli belirsiz, bir de oyuna, şakaya davet eden bir ifadesi vardı. Kımıldanmadan ben cevap verdim:
— Azize benimle konuşuyor, siz in misiniz, cin misiniz, yoksa bizim gibi beniâdem2 misiniz?
— Azize, karnından, başka sesle mi konuşuyorsun? Sonra benim başımı arkadan görmüş olacak, bana doğru seslendi:
— Ben ne inim ne cinim. Anadolu’dan gelen bir zabitim. Ya siz kimsiniz? Bir erkek çocuk musunuz, bir kız mısınız, yoksa bir peri misiniz?
— Bu akşam peri olmak için tertibat almış, fakat bir türlü etinden, kemiğinden kurtulup peri olamamış bir mahlûkum.
— Mahlûk nedir? Sesiniz biraz kalın, erkek çocuk olsanız gerek. Azize, cama yapışmış gibi ne duruyorsun? Bu sandalyedeki esrarengiz insana beni takdim etsene.
— Takdime ne hacet. Zaten tanıştık ve konuştuk, Hasan Bey.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıKalp Ağrısı
- Sayfa Sayısı276
- YazarHalide Edib Adıvar
- ISBN9789750721656
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kırık Hayatlar ~ Halit Ziya Uşaklıgil
Kırık Hayatlar
Halit Ziya Uşaklıgil
Bu eserimde sadece hayat olacaktı. Memleketin hakiki hayatından bir tablo ki onda gözleri oyalayacak, hayali okşayacak süslerden hiçbir iz bulunmasın. 1901’de Servet-i Fünûn dergisinde...
- Hacı ~ Cüneyt Ülsever
Hacı
Cüneyt Ülsever
26 Ağustos 1997… Saat 02.23… Yer Kayseri… Tüm Kayseri’nin kısaca “Hacı” diye tanıdığı Hayrullah Gesili’ye evinde, gecenin kör karanlığında çalan telefondan, kardeşinin bir çifte...
- Gün Ortasında Arzu ~ Behçet Çelik
Gün Ortasında Arzu
Behçet Çelik
Kaldırımın altında cinayetlerden, katliamlardan, sahipsiz cesetlerden, tuzaklardan, havaya uçan, uçuran, uçurulan hayatlardan oluşmuş, katılaştıkça katılaşmış, yanık kokan bir alaşım akıyor. Dünya kanıyor, çürüyor kaldırımın...