“Kendimi değiştirmek için kararlar alıyorum ama hep birkaç gün sürüyor. Sanki içimde bana engel olan bir ben daha var.”
“İçimde dolduramadığım bir boşluk var. Hiçbir şey beni tatmin etmiyor, ibadetlerimden zevk alamıyorum.”
“Çocuğum bazen öyle şeyler söylüyor ki nereye doğru savruluyor böyle diyorum. Sağlam bir imanı olması hayatta en çok istediğim şey ama ona nasıl tesir edeceğimi bilemiyorum.”
“Yaşama isteğim yok. Her sabah mutsuz uyanıyorum. Hayat omuzlarımda bir yük sanki. Başkaları yaşama hevesini nereden buluyor?”
Çoğumuz için tanıdık cümleler. Bazen kendi içimizden, bazen sevdiklerimizin dilinden bunlara benzer yakınmalar işitiyor, bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyor ama işin içinden çıkmakta zorlanıyoruz.
Selim bir kalbe ve sağlam bir iradeye sahip olmak, her an ihlas üzere yaşamak, çocuklarımızı riyadan, nifaktan uzak yetiştirmek, vaktimizi ve kendimizi israf etmeden anlamlı hayatlar inşa etmek istiyoruz.
Uzun yıllardır hadis ve tefsir kaynakları üzerine dersler veren, çocuklarda ve yetişkinlerde irade ve ihlas eğitimi, nefis terbiyesi ve ahlaki gelişimle ilgili eğitimleri binlerce kişi tarafından takip edilen Nesibe Küçük Cansever, Kalbin Dönüşümü’nde “Kendini bilen Rabbini bilir” düsturunca bizlere, kendimizi bilmek için neye ihtiyacımız olduğuna dair samimi bir içe bakış denemesi yaptırıyor. Dürüst ve derin bir bakışla kendimizi, davranışlarımıza yön veren saikleri, nefsimizi ve gerçekten neyin peşinde olduğumuzu fark etmeye duyduğumuz ihtiyacı ve bunları nasıl yapabileceğimize dair adımları aktarıyor.
Kendi kişisel dönüşümümüz ve çocuklarımızın kişilik gelişimi için basamaklar halinde sistematize edilmiş bir dönüşüm programı sunan bu kitap, Kur’an ve sünnet bağlamında çözüm arayışında olanlar için zihin açan bir anahtar olma gayesini taşıyor.
ÖN SÖZ
Yaşamımız boyunca hiç durmaksızın kitaplar dolusu bilgi ediniriz. Birçok şeyin neden ve nasıllığına dair malumat biriktiririz. Ancak genellikle öğrendiklerimizin çoğu dış dünyayla ilgilidir. Kendi benliğimiz ve yaratılış kodlarımıza dair sırları öğrenmek hep ikinci plana atılır. Oysa hikmet ehli “Aklın en faziletlisi kendi nefsine arif olmaktır,” der ve ardından ekler: “İnsan için nefsini tanımaktan daha zor bir şey yoktur.” Hem en zor hem de en mühim olan şey benliğimizi tanımak ve sahip olduğumuz eksiklik ve kusurları görebilmektir.
Bütün kadim düşüncelerde ifade edildiği gibi nefsi dönüştürmenin yolu, öncelikle onu tanımaktan geçer. Kendimizi tanımazsak ne kalbimizin hastalıklarını bilebiliriz ne de onları iyileştirecek uygun ilacı kullanabiliriz. Geçmiş zamanlarda zengin bir ailede varlık içinde büyümüş bir genç, bir âlimin sohbetine katılır. Âlimin anlattıklarından o kadar etkilenir ki bilgisinden istifade etmek için onun talebesi olmaya karar verir. Hemen okuttuğu kitapları edinir, kâğıt, kalem, mürekkep satın alır ve medresesinin kapısını çalarak öğrencilerin arasına katılır. Hikmet ehli zat, yeni talebesini bir süre gözlemledikten sonra onun hiçbir zorluğa gelemeyen, nefsine düşkün bir yapıda olduğunu ve aynı zamanda kendini beğenmiş tavırlar sergilediğini fark eder. Öğrencilerine görev dağılımı yapacağını söyleyerek onları huzuruna çağırır. Her birine çeşitli görevler verirken sıra genç adama geldiğinde ona medresenin tuvaletini temizleme görevini verir.
Genç, bundan hoşnut olmaz tabii ki. Kütüphanede vakit geçirmek, bilge zatın yanında oturup yazma ve okumalarına yardım etmek gibi cazip işler varken temizlik yapmayı kendisine yakıştıramaz ve hocasına şu teklifi yapar: “Saygıdeğer hocam! Ben bu işi yapamayacağım, ama bir hizmetçi çağırayım da temizliği o yapsın.” Hoca, isteği o işi başkasının değil bizzat gencin üstlenmesi olduğu için şöyle cevap verir: “Evladım, eğer ciğerlerinin hasta olduğunu öğrenseydin ilacı kendin içmek yerine hizmetçine mi içirirdin? O sevmediğin işte senin şifan gizlidir.” Kalbimizin neye ihtiyacı olduğuna bakmadan sadece sevdiğimiz işleri yaparak hastalıklarımızı iyileştiremeyiz. Şifa için önce hangi hastalığı taşıdığımızı bilmemiz gerekir. Nefsimizi deşifre edip onunla yüzleşmeden, içimizi saran virüsleri tanımadan doğru ilacı bulmamız imkânsızdır. Bu düşüncelerle uzun zamandır iç dünyamızı, yani nefsimizi ve kalbimizi anlatan Kur’an ayetlerinin üzerinde tefekkür ediyorum. Kadim eserlerimizin bu konuda sunduğu derin mânâları anlamaya çalışıyorum. Aynı zamanda edindiğim bu bilgi ve tecrübeleri çeşitli vesilelerle çevreme aktarmakla meşgulüm. Özellikle genç kardeşlerimle buluşmalarımızda, maneviyatlarında yaşadıkları problemler hakkındaki sorularına gücüm yettiğince sadra şifa cevaplar bulmaya çalışıyorum. Sohbetlerimizde başkalarını değil kendi nefsimizi konuştuğumuz için karşılaştığım sorunlar da bize dair oluyor. Kimisi şöyle yakınıyor:
“Kalbimin hastalıklarının farkındayım fakat düzeltemiyorum. Aklım ve hayatım öylesine dağınık ki toplayıp manevi yolakoyulamıyorum.” Bir başkası şöyle diyor: “Kendimi değiştirmek için kararlar alıyorum ama hep birkaç gün sürüyor. Sanki içimde bana engel olan bir ben daha var.” Bir diğeri şöyle diyor: «İçimde dolduramadığım bir boşluk var. Hiçbir şey beni tatmin etmiyor, ibadetlerimden zevk alamıyorum.» Kimisi kızgın, fakat öfkesini nasıl yeneceğini bilmiyor: “Kendimi Allah’tan çok uzak hissediyorum, sanki o beni duymuyor ve sevmiyor gibi,” diyor. “Allah başıma gelenleri neden verdi? Bunları yaşamasaydım ben de ibadet edebilir ve iyi bir insan olurdum,” diye düşünüyor. Kimisi de hayatın anlamını arıyor: “Yaşama isteğim yok. Her sabah mutsuz uyanıyorum. Hayat omuzlarımda bir yük sanki. Herkes yaşama hevesini nereden buluyor?” diye soruyor.
Bu yakınmalar aslında kendini manevi anlamda iyileştirme arzusunun bir dışa vurumudur. Nitekim içimizdeki hastalıkların bizi Allah’tan uzaklaştırdığını ve hayatı anlamsız yaşamamıza sebep olduğunu fark ediyoruz. Hepimizin kendine dair hayal kırıklıklarını anlamaya ihtiyacı var. Tekâmül yolunda yürümemize engel olan şeyi benliğimizden söküp atmak istiyoruz. Çünkü boşlukta bir ömür tüketmek ve anlamsız bir hayat yaşayıp vakitleri ziyan etmek hem bu dünyada ruhsal sıkıntılara sebep olur hem de öte dünyada derin pişmanlıklarla sonuçlanır. Bazılarımız bu gerçeği görüp kendini iyileştirme yoluna girerken bazılarımız da sorumluluktan kaçıp kendini oyalayacak işlerle vakit kaybediyor. Manevi yolda yaşadığı sorunlara zaman zaman üzülse de yaralarını iyileştirmeyecek uğraşların ardına gizleniyor.
Aslında o sadece kendinden kaçıyor. Kendi benliğine dönmeyi erteleyip kalbini ihmal ettiği için üstünü kapattığı bütün sıkıntılar en kritik zamanlarda gün yüzüne çıkıyor. Yaşadığı ilk zorlu imtihanda ayakta kalmasını sağlayacak gücü bulamayıp manevi ve ruhsal bir çöküş yaşıyor. Yeni bir ev düşünün. Dıştan o kadar iyi görünür ki evin çok güzel olduğunu zannedersiniz fakat bazen işler dışarıdan göründüğü gibi değildir. Usulüne göre yapılmamış, temeline yeterli kolon konmamış, suların taşmaması için giderler özenle döşenmemiş olabilir. İçine otursanız bir ay gibi kısa bir sürede dışından bakıp gördüklerinizin sizi yanılttığını anlarsınız.
Çünkü ufak bir sarsıntıda duvarları çatlar, fazla yağmurda su altında kalır, sık sık borular tıkanır ve tadilatı hiç bitmeyen bir eve dönüşür. Yani dışındaki bunca güzel görüntüye rağmen daima sorun üretir. Çünkü temeli sağlam ve özenli inşa edilmemiştir. Dışı, içindeki kusura perde olduğu için ilk bakışta gözümüz boyanmıştır sadece. Kalbimizin derinliklerinde hissettiğimiz sorunlar da tıpkı bu örnekteki gibidir. Yüzeyde inşa ettiğimiz imaj, meslek, makam ve kariyer dış cephemizdir. Ancak kalbimiz bizim temelimizi, yani hakiki benliğimizi ifade eder.
Orada işler yolunda değilse, gıdası ve şifası eksikse, buna rağmen daralmalarına ve yakınmalarına kulak vermiyorsak sorunlarımız asla çözülmeyecektir. İşte bu kitabın amacı, dışımıza odaklanmış bakışımızı çok daha önemli bir yere, yani kalbimize çevirmektir. Hedefim, içimizin en derinlerinde gömülü gerçek benliğimizi gün yüzüne çıkarmaktır. Onun eksiklerini yok saymak yerine yüzleşmek, yaralarının üstünü kapatmak yerine kabullenmek, yanlışlarından kaçmak yerine düzeltmek, hatalarını savunmak yerine şifasını aramaktır. Amacım bilmediğiniz bir şeyi öğretmeye çalışmak değil, bilakis çoğumuzun bildiği ama uygulayamadığı bu konularda, iyileşme reçetelerini yeniden hatırlatmaktır. Özellikle çok istediği hâlde manevi anlamda ilerleyememenin üzüntüsünü yaşayanlara bir nebze olsun fayda sağlama umudunu taşıyorum. Çünkü vakitlerimizi anlamsız bir boşluk içinde tüketmek gibi bir lüksümüz yok, zaman sermayemiz hızla tükeniyor. Biz kendi benliğimizle ilgilenmezsek ve kalbimizin ihtiyaçlarını gidermezsek bu vazifeyi bizim yerimize kimsenin üstlenmeyeceğini çok iyi biliyoruz. Bu niyetlerle kaleme aldığım Kalbin Dönüşümü çalışması şu bölümlerden oluşmaktadır:
İlk olarak: Kalbin anlamını, onun Kur’an-ı Kerim’deki bütün isimlerini, bedenimizdeki konum ve görevini, iyiliğe ve kötülüğe meyilli yapısını tanıtmaya çalıştım. İkinci olarak: İnanmış kalpleri ele aldım. Kalbin Kur’an-ı Kerim’de zikredilen “selim, münib, mutmain” gibi olumlu sıfatlarını tek tek inceleyerek bu güzel sıfatları taşıyanların nasıl bir karakteri olduğunu, hayata bakışlarının nasıl şekillendiğini, Allah ile, kendileriyle ve diğer insanlarla ilişkilerini inceledim. Üçüncü olarak: İradesiz ve gafil kalpleri ele aldım. Kalbin gafil ve iradesiz olmasının hayatımıza neler getireceğini, iradesizlik ve gaflet hâlinin yakınmalarını ve bu derin hastalığı nasıl tedavi edeceğimizi adım adım işledim.
Yetişkinler üzerinden değerlendirmelerden sonra ayrı bir
başlık açarak:
Çocuk yetiştirirken çocuğun kalbindeki irade sıfatını etkin hâle getirme yollarını ve hangi ebeveyn tutumlarının kalpteki iradeyi köreltebileceğini teorik ve pratik açıdan inceledim. Dördüncü olarak: Nifak sıfatı taşıyan kalbi ele aldım. Nifak sıfatının bizde nasıl bir karakter oluşturduğunu ve hayatımıza yansıttığı olumsuzlukları işledim ve bu hastalığın tedavi yollarına örnekler verdim.
Aynı şekilde yetişkinler üzerindeki değerlendirmelerden sonra ayrı bir başlık altında: Çocuk yetiştirirken çocuğun iki yüzlü olmaması için neler yapmamız gerektiği ve hangi ebeveyn tutumlarının çocuğun kalbine nifak ekebileceğinin üzerinde durdum. Beşinci olarak: İnkârcı kalbi ele aldım. Günümüzde inkâr ve şüphenin kalplere nasıl girdiğini, ne yaparsak imanımızı tehlikeye sokacak kaymalara sebep olacağını, kalbin neden mühürlendiğini, modern inkâr ve sapmalarla nasıl mücadele edeceğimizi güncel örneklerle zikrettim.
Yine yetişkinler üzerinde değerlendirmeleri tamamladıktan sonra ayrı bir başlık altında: Bir çocuk yetiştirirken çocuğun kalbine sağlam bir inanç ve fikir yerleştirmenin süreçlerini genişçe işledim. Hemen ardından, çocuğumuz deizm ya da ateizme kayarsa veya dinî yaşantıyı reddederse ona nasıl yaklaşabileceğimizi madde madde zikrettim. Altıncı olarak: Kalbi iyileştirmenin yollarını bütüncül olarak ele aldım. Bu son bölümde özellikle ruhsal bunalımların hangi düşünce ve ibadetler ile iyileşeceğine ve kalbimizi Allah’a nasıl yaklaştıracağımıza yer verdim. Ardından kalp bakımı yapmanın pratik yollarını, kalbi hastalık ve daralmalardan nasıl koruyacağımızın üzerinde durdum. Temennim ve duam; bu kitabın, bahsedilen konularda Kur’an ve sünnet bağlamında çözüm arayışında olanlar için zihin açan bir anahtara dönüşmesidir. Kendini iyileştirme yoluna düşenlere muhabbetle…
ÇOCUĞUN İRADESİNİ NASIL GELİŞTİREBİLİRİZ?
Sözün burasında en önemli soruya geçebiliriz. Bu çocukların iradeli insanlar olmalarını sağlayan şey nedir? Anne babalarının sergilediği ortak tutumlar nelerdir? İradeli bir çocuk yetiştirmek her anne babanın özlemidir. Çocuğunun sürekli bir şeyleri hatırlatmak zorunda kalmadan kendi iç disiplini ile sorumluluklarını yerine getirmesini kim istemez ki? Ancak pek çok kişi tam da bu konudan, yani iradesizlikten ve nefsinin esiri olmaktan mustariptir. Ayette de buyrulduğu gibi çoğunluk fani olanın peşinde bir ömür tüketmektedir; “Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.”7 Ahiret bizim uzun vadeli hedefimiz, dünya ise bu hedefe karşı irademizi test etmek için karşımıza çıkan ilk hazdır. Bu geçici hazzı erteleyemeyen kişinin, uzun vadeli hedeflerin peşinden gitmesi mümkün değildir.
Eğer ergin çocuğumuza basit sorumluluklarını yerine getirmek çok zor geliyorsa, namazın geçeceğini bildiği halde eğlenceyi bırakıp ayağa kalkamıyorsa, kitap okumak, ders çalışmak onun için işkence haline dönüşüyorsa iç disiplininde eksiklik oluşmuş demektir. Peki, çocuğumuzun hayat boyu bu problemle savaşmak zorunda kalmaması için bizlerin yapması gereken nedir? İradeli çocukların genetik kodlarının yanı sıra anne babalarındaki bazı özellikler de iradeli olmalarını sağlar. Atacağımız bazı adımlar irade tohumunun gelişip büyümesine yardım eder. Peki bu adımlar nelerdir? Şimdi çocuğun iradeli yetişmesi için gereken konuları basamaklar halinde sıralayacağız. Bu basamakları sabırla çıkarak irade sıfatının nasıl geliştiğini anlamaya çalışacağız.
Birinci Basamak: Evin Ruhu
Çocuğun iradeli yetişebilmesi için ilk basamakta ihtiyacımız olan özellik evin ruhunun iradeye uygun olmasıdır. Bir ev inşa etmek için önce temel kazılacak zemin incelenir, gerekirse dolgu yapılır, su ve şebeke hatları kontrol edilerek toprak kazıya uygun hale getirilir. İradeli bir çocuk yetiştirmek de bundan farksızdır. Önce onun yetişeceği zemin olan evin ruhunu oluşturmakla başlamamız gerekir. Çünkü evin ruhu için yeterli özen gösterilip şartlar sağlanmadan çocukta iradenin kendiliğinden gelişmesini beklemek hayalden ibarettir. Bu konuda gerçekçi olmayan beklentilerimiz çocuğun hayatında yük ve zorlamaya dönüşür. “Ödevini yap, şu işi bitir, kitap oku” dürtmelerinin bitip tükenmediği bir ev öylesine bunaltıcıdır ki çocuk ilk fırsatta oradan kaçmayı planlar. Ya da kendi içinde bunalım yaşar ve sesini kimseye duyuramaz. Çünkü yapması gerekenleri hatırlatıp duran anne babası, çaldıkları minarenin kılıfını çoktan hazırlamıştır, hemen şöyle derler: “Onun iyiliği için yapıyoruz, yoksa hayatta başarılı olamayacak.” Oysa çocuğun hayatını çalmışlardır da farkında değillerdir.
Algısı çocuğuna karşı kalın örtülerle kapanmış bir aile modeline dönüşmemek için irade, çocuktan beklenmek yerine önce evin harcına katılarak yaşamın içine ekilmelidir. Evin ruhunu ise çocuk değil anne baba inşa eder. O halde çocuğun iradesi için ilk basamakta anne babaya çok temel bir iş düşmektedir. İrade araştırmalarıyla meşgul bir uzmanın uzun yıllar sürdürdüğü bir test, evin ruhunun çocuğu nasıl etkilediğini çok çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Bu test, bir kasabada uygulanmış ve orada yaşayan iki farklı etnik yapıya odaklanmış. Uzman, bu iki etnik grupla ilgili gözlemlerini şu şekilde aktarıyor: Kasabadaki ilk topluluk, uzun yıllardır bu topraklarda yaşamını sürdüren yerleşik halktır, diğeri ise ataları yıllar önce bu topraklara göç etmiş ve uzun süredir burada yaşamakta olan göçmenlerdir. Her iki topluluk da kültürel açıdan birbirlerine karışmadan, kendi topraklarında yaşamlarını sürdürüyorlar.
Yerli halk, göçmenlerden bahsederken belirli bir tema kullanıyor ve “Onlar çalışmayı sevmeyen, plansız programsız yaşayan, eğlence peşinde koşan insanlardır,” diyor. Göçmenler ise yerlilerden bahsederken belirli bir tema seçiyor ve “Onlar sürekli çalışan, biriktirmek için yaşayan, eğlence ve yaşamın tadını çıkarmaktan anlamayan insanlardır,” diyorlar. Kasabada her iki topluluğun çocuklarının da eğitim aldığı bir okul bulunuyor. Uzman, bu okulda şöyle bir irade testi gerçekleştiriyor: İki topluluğun da ilkokul seviyesindeki çocuklarına sırayla, “Eğer belli bir süre bekleyebilirsen sana 30 dolar vereceğiz, ama vereceğim nakdi hemen istersen 10 dolar kazanacaksın,” şeklinde bir teklifte bulunuyor. Göçmenlerin çocuklarının neredeyse tamamı beklemek istemeyerek anlık ödülü tercih ederken, yerel halkın çocuklarının da neredeyse tamamı ertelenmiş büyük ödülü tercih ediyor. Bununla birlikte anlık ödülü seçen çocuklar genelde okulun sorun çıkaran, kurallara uymayan ve çalışmayan öğrencilerinden oluşuyor. Teste giren çocuklar kardeş değiller, her birinin farklı aileleri var fakat hepsi de aynı evde yetişmiş gibi benzer seçimler yapıyor. Çünkü yetiştirildikleri felsefe birbirinin aynısı. Bu çarpıcı sonuç bize ne anlatıyor?
Çocuğun ruhu evin ruhunun bileşenlerini yansıtır. Kimse kendi başına evinden bağımsız yetişemez. Çocuğun aileden edindiği yaşam felsefesi zihninin en derinlerinde gizli bir odada saklı gibidir, onu daima içinde taşımaya devam eder. Kendine has bir hikâyesi olsa da her çocuk, kök ailesinin yaşamından esinlenerek hayatta roller edinir. Eğer rengini aldığıaile, hayat karşısında sorumluluğunu bilen, iradeli insanlardan oluşuyorsa, çocuğun kendisi de buna talipse, elbette iradeyi modellemesi daha kolay olacaktır. Elbette her konuda olduğu gibi bunda da istisnalar olabilir. Peki, hangi evler iradeyi modeller, nasıl ebeveynler çocuklarına iyi rol model olabilir? Annenin ya da babanın gününü planlaması ve düzenli rutinlerinin olması böylesi bir evin ilk motifini oluşturur. İrade atmosferi etkin olan bir evde çocuğun zihninde ebeveynin imajı nettir.
Annenin zihnindeki iş bölümleri ve rutinler eve öylesine belirgin yansımıştır ki, tıpkı bir kayıt cihazı gibi her şeyi belleğine kaydeden çocuğun zihnine adeta nakşolmuştur. Bu kayıtlar, toprağın altındaki tohumların zamanla patlayıp filizlenmesi gibi, vakti geldiğinde sürgün vererek çiçek açar. İşte o çiçeğin anlamı “canı ne istiyorsa onu yapmak” değil, önceden planlanmış şeyleri her ne olursa olsun yapabilmektir. Ne var ki, duygusal durumu inişli çıkışlı olan bir anne rutinlerini sürdüremez. “Bugün canım sıkıldı, hiçbir şey yapmak istemiyorum, bugün keyfim yok her şeyi bırakıyorum” mantığı sık sık devreye girer. Çocukların fark etmediği sanılsa da onlar annenin iç dünyasındaki kargaşadan ve çok sık değişen rutin gündeminden etkilenirler. Çocuk birkaç gün düzenli bir ev hayatı ve makul rutinler yaşarken, tam da bu rutinlere iyice alışmışken, annenin iradesizliği devreye girer ve evin düzeni tepetaklak olursa çocuk bu değişken ev hayatında tek bir mottoya sığınır; “Canımın istediğini yapacağım, hiçbir kurala uymayacağım.” Çünkü aslında anne babası da öyle yapmaktadır. Elbette ciddi zorlamalar ve engellemeler sebebiyle herkes rutinlerini bırakır fakat çocuk bunun ayrımını yapabilir. “Annem bazı zorlamalarda rutinlerini bırakır. Mesela bir hastalıkta evin düzeni değişir ama diğer pek çok şeyi gözünde büyütüp rutini bırakmaz,” diyebilir. Burada çocuk kendi rutinini hangi zorlama seviyesinde bırakacağını anne-babanın bırakma seviyesine göre ayarlar. En son raddeye kadar dayanabilmek gerçek bir örnekliktir. Bununla birlikte, anne babanın üretken olması, zor bir işi sürdürüp başarıya ulaşmış olması çocukların dimağlarında iradeye dair kalıcı izler bırakır.
Hepimizin hayatında iradesine hayran kaldığımız insanlar vardır. İbadetlerini aksatmayan, ödevlerini ertelemeyen, istikrarlı insanlar hep dikkatimizi çeker. İradeli kişinin kararlı tutumu onlarca kitap okumaktan daha etkili gelir hepimize. İradeli insanlar elinde yetişen çocuklar onun şahsında çalışma ve gayretin ne demek olduğunu anlarlar. Bir işe karar vermenin, kararını uygulamak için plan yapmanın, yaptığı planın kaç saate, kaç güne, ne kadar alın terine, kaç acıya, kaç başarısız olup yeniden ayağa kalkmaya tekabül ettiğini, emek verip yorulmanın saçları nasıl ağarttığını seyrederler. Bazen hüzünden bazen sevinçten akan gözyaşının, başkaları uyurken uyanık geçirilen gecelerin, başkaları boş işlerde gönül eğlerken nefsi zorlayarak verilen mücadelelerin, uzayan çalışma saatlerinin karşılığında nice büyük sonuçlar elde edildiğini de görürler. Sonunda bütün yorgunlukları unutturan, insanın kalbini dinlendiren, ruhun huzura erdiği büyük ve anlamlı bir ödüle ulaştıklarına şahit olurlar. Böylesi başarıların ucuz olmadığını, kişinin bunu neyle satın aldığını bizzat müşahede etmeleri fikir dünyalarında kalıcı odacıklar oluşturur. Çocuk irade atmosferi yüksek bir evde ufku genişlediği için hem büyük işler yapmaya yeltenir hem de karşılığında ne vermesi gerektiğini tartabilir.
İkinci Basamak: Güven Bağı
Çocuğun iradesini geliştirmek için evin ruhunu iradeye uygun şekillendirdikten sonra, ihtiyacımız olan ikinci temel mesele, neredeyse bütün uzmanların hemfikir olduğu anne çocuk arasındaki güven bağıdır. İrade ile güvenin ne ilgisi var demeyin sakın. Çünkü en çok bağlantılı olduğu konulardan biri, çocuğun ebeveyni ile güvenli bir ilişki kurmuş olmasıdır. İrade testinde ertelenmiş ödülü beklemeyen çocukları hatırlayalım. Bir yabancının vaat ettiği ödülü vereceğine inanmış olsalardı muhtemelen bekleyebilirlerdi. Fakat daha sonra verileceğine dair güven duymadıkları için hemen şimdi olanı tercih ettiler. Bu durum ilk ilişkilerini kurdukları aileleriyle olan ilişkilerini de temsil eder. Verilen sözün tutulmadığı ailelerde çocukların bekleme süresi takdir edersiniz ki düşük olacaktır. Güvenli bağlanma, sıkça duyduğumuz bir kavram olmakla birlikte, ne yazık ki yeterince önemsenmemektedir.
Oysa anne ile bebek arasında güven bağı geliştiğinde, bebeğin iradesi de gelişmeye başlar. İrade gerektiren zorlu durumlarda, bebeğin bilinçdışında ebeveyni hakkında oluşan temel duygu ve düşünceler devreye girer. Örneğin, deneyde olduğu gibi annesi ona “Hemen geliyorum yavrum,” dediğinde bebeğin iç dünyasında şu düşünceler yankılanır: “Annem verdiği sözü tutar, hiçbir zaman beni kandırmaz ve ihmal etmez; acıktığımda ya da ağladığımda hemen benimle ilgilenir.” Bu güvene dayalı düşünceler, bebeğin iradesini öne çıkarır ve annesine olan güveni bekleme sürecine katlanmasına yardımcı olur. Ancak güven duygusu zedelendiğinde, bebeğin iç dünyasında farklı bir tablo çizilir. Anne tarafından terk edileceğini düşünerek aşırı tepkisel davranışlara girip gidişini hiçbir surette kabul edemez.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Din
- Kitap AdıKalbin Dönüşümü
- Sayfa Sayısı368
- YazarNesibe Küçük Cansever
- ISBN9786259424224
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş İnanç / 2024