Derya, 7 yaşındayken babasının nasihati ile her 7 yılda bir açıp okumak için kendine mektuplar yazmaya başlar.
7 Yaş, 14 yaş, 21 yaş ve 28 yaşında kendine yazdığı mektuplar hayatın ona getirdiği trajedilerden, keyiflerden, çeşitli meselelerden, sudan sebeplerden dersler çıkararak, belirsiz rotalarda hedefler koyarak yaşamasına sebep olur. Kendine yazdığı bir mektubun buyurdukları yerine getirmek için şehrin göbeğinde, tüm fani zevklerden uzak yaşadığı son 7 senenin ardından şimdi kutlaması gereken bir 35 yaş, okuması gereken bir 28 yaş mektubu ve sağ kalırsa diye yazması gereken bir 42 yaş mektubu vardı.
Annesinden kalan müthiş bir aşk emsali, babasından kalan aforizmalar ve sahip olduğu koca bir servet tam bir şeytan üçgeni gibi Derya’yı hayatın dibine çekiyordu ama artık kendine koyduğu ambargoları kaldırmanın zamanı gelmişti. Tekrar hazırdı başı planlanmayan, sonu gelmeyen mavi yolculuklara. İçi çekiyordu suyun dibine dalmayı ve her şeyi tekrar tekrar unutmayı. Tam hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığı inancından vazgeçtiği bir psikolojiye girmeye ve hayata dair savunduğu tüm felsefeleri kökünden dinamitle patlatmaya hazırlanırken müthiş bir Yağmur yağdı, tüm dinamitler ıslandı…Derya ne olduğunu hiç anlamadı ama sırılsıklam aşıktı.
Derya yazdıkça, geçmişinden hortlayan travmalar eşliğinde, üstüne üstüne gelen Yağmur’un altında, rekabet ve kıskançlık duygularını patlatan Uskumru’nun karşısında, yeni aldığı bir yelkenlinin kıçında, kadim dostu Makas’a verdiği komutların, hayatı boyunca kendisinden nefret etmesine sebep olacağından bihaber, tamamen bencilce, içine düştüğü açmazdan kaçmaya çalışır…
‘’Kahpekal Dünya’’ hayatın acımasız gerçekleriyle erken yaşta yüzleşen bir adamın ‘’ölümlerin, yalnızlığın’’ ve ‘’yaşamanın, aşkın’’ ikililiğinde sürdürdüğü mücadelesinin film tadında öyküsüdür.
*
BİRİNCİ BÖLÜM: Giriş ve İlk Kaybediş
Gözlerimi açtım. Hava bok; belli seslerden. Çatırdıyor dallar ve öksüz fidanlar. Karıştırdım suratımı, sakallarımı ve saçlarımı, ayılmaya çalışıyorum ama çok da fayda etmiyor. Aklima bir fikir konuyor aniden, hava patlak, gel bana yağmur… Zar zor döndüm yatakta ters tarafa. Yağmur yağınca çatının akan yerlerinden bir tanesi, tam yatağın sağ ayakucuna denk geliyordu. Kendimi o noktaya eşlemeye çalıştım, ense kökümü ıslak çarşafla hizalayarak. Gözlerim nerdeyse hala kapali. Biraz geçmedi ki çat dedi ilk damla patladı yüzümde; iki kaşımın ortasından tam on ikiden vurdurtmuştum kendimi, aferin bana. Rahatlıkla ben yüzümü bir damla suyla yıkayan biriyim diyebilirim. O bir damlanın bir kısmı sağ gözümün içine düştü, öbür kısmı tam da sol kirpiğimde. Suratımı da bir tebessüm aldı, çocukluğumdan beri çok severdim suratima su damlası düşmesini. Peder beyin deyişiyle, hep böyle antin ve kuntin zevklerim vardı daha küçüklüğümden beri.
Ben bunları düşünürken, suratıma 3-5-9 tane daha su damlası çarpmıştı bile. Keyfimin kahyasından ufak tefek hayat belirtileri gelmeye başlamıştı. Ayağa kalkmanın tam sırası, yoksa siksen çıkamam bugün yataktan, uyku uykunun mayasıdır sözüne esir olur bünyem diye düşündüm. İkiye bölündüm hemen, arada olur öyle. İki farklı kişilik, alacağım bir karar için propaganda yapar dururlar peltek siyasetçiler gibi beynimin içinde. Ben de konu dışı 3. şahıs bir mal gibi izlerim. Bazen hangisinin daha cezbedici konuşacağına dair bahisler bile açarım kendi içimde. Bahis girince konuya işler zıvanadan çıkar, ortalık iyice karışır, tartışma büyür, rabarbalar oluşur, kakafoniye dönüşür ve en sonunda tüm bu kepazeliğe karşılık içilir de içilir. Epey içtiysem demek ki başım çatlıyor, üstüne hiç tartışma çekemem bugün diye düşünüp, bir anda ayağa kalkmaya karar verdim ve daha o saniye inanılmaz bir acıyla tekrar oturdum yatağa. Dimple’ın topaç şişesi bitmişti ve kim bilir neredeydi ama kapağı biraz önce tam topuğumun altına girdi. Hayatın acı bir anı.
O an, gece pantolonumu çıkartmadığımı fark ettim. Sol arka cebimde kimlik, sağ arka cebimde de paralar, fişler. Senelerdir böyleydi bu. Taksim-Kadıköy sarı civciv hattında cüzdanı düşürüp, ertesi akşam dolmuşçu amcalarla kavga edene kadardı cüzdan kullanışım. Biliyordum, cüzdanımı araklamışlardı. Hakkımı aradım. O olay beni hem maddi hem manevi hem de fiziki olarak çeşitli şekillerde yaraladıktan sonra bir daha cüzdan kullanmadım ama yine de hakkımı aramaya devam ettim, en azından bir süre. Vurdumduymazlık, isyankarlik, asi gençlik kafaları ya, cüzdanın içindeki kimliği de tekrar çıkartmadım. Tekrar kimlik kullanışım da o olaydan 4-5 ay sonra bir polis amcadan kimliğim olmadığı için yediğim şiddet içerikli ama eğitim öğretim amaçlı bir dayağa tekabül ediyor. Sonrasında yine de cüzdan almadım kendime ama kimliği de sol arka cebimden hiç çıkarmadım.
Ne kadar çok gereksiz şey düşündüm ve yazıya döktüm yine. Acaba bu hep böyle mi gidecek? Bazen böyle irkilmeler de yaşıyorum. Ben kimim de bir kitap yazmaya cesaret ediyorum. Ama net bir sebebi de var yani. Kendine söz verince tutacaksın. Hele ki mektuba yazdıysan mecbur yapacaksın. Tamam insanların hiç hakkını vererek düşünmeyişine fena kafa yoruyorum, yoruluyorum. Sonra kendimi düşünmekten iyice alıkoyamaz bir noktaya taşıyorum, bu sarmalda kaybolup miselyum ağları gibi yolu tekrar kendime çıkartıyorum, bu sirada bir sürü başka şeyi de kafaya takıyorum ama yine de
mektuba düşmeseydim buyruğunu, cesaret edipte girişemezdim… Bu arada neye taktıysam taktım kafayı ama aslında en çok hep kendime taktım. Dün istifa edişim, istifa ederken patronun elmacık kemiğini kırışım, hayatımda olan herkesi arayıp tüm yavşaklıklarını din kitap küfrederek suratlarına vuruşum ve sonra köpek gibi sarhoş oluşum, sersefil bir sabaha uyanışım işte hep bu yüzden, kafayı kendime takmam yüzünden…
Bugün 35 yaşımın ilk sabahı, her 7 senede bir doğum günü arifemde yaptığım gibi dün sabah kendime 7 sene önce yazdığım mektubu okudum ve tavsiyelerimin hepsine harfiyen uydum. 7 yaşımda başladığım bu alışkanlık ile her 7 senede bir kendime mektup yazıyorum, 7 sene sonrasına… O yaşa denk gelen doğum günümden bir gün önce okuyorum, şaşırıyorum ama çok uçuk da olsa yazdıklarıma kesinlikle ihanet etmiyorum ve birebir uyuyorum, en azından şu ana kadar bunu başarabildim. Kısacası, 7 senede bir kendimin lafını dinliyorum diyelim. Huy işte. En son 28 yaşıma girdiğim gün aldığım kararlar beni buraya getirmişti. Daha doğrusu 21’lik Derya olarak, 28 yaşım için vasiyet ettiğim kararları uyguladim ve dün okuduğum kendime yeni fetvam üzerine yazmaya başladım. Mektupların hepsini sırasız bir şekilde hikâyenin içine yedireceğim. Başıma o kadar iş açmış olmama rağmen, hala hayatta kendimden başka güvenecek birisine sahip olmamam üzücü aslında. İnsanın kendininkinden başka dinleyecek bir kelamı olmaması uzaktan sakin ve özgür durabilir ama yakından kesinlikle trajik ve travmatik. Tabii kadim dostum Makas’ı meclis dışında tutuyorum. Ne de olsa o doyabildiği ve sıçabildiği sürece hiçbir şeye laf etmiyor. En fazla annem gibi suratini aşıyor.
Makas aklıma düşünce, kafamı ona çeviriyorum. Bayat cips kokan göt minderinde yatıyor; ben ona bakınca o da bana bakıp homurdanıyor. İyice paspallaştım bu geçen 7 senede, babam görse bu halimi uyuz olurdu. Şaşınıyorum Makas’ın hala hayatta olmasına. Tam 21 sene geçmiş, 21 sene olmuş babam öleli ve Makas geleli… Makas’ı bulduğumda avuç kadardı, belki 3-5 günlük. Mezarlıkta terk etmişti annesi onu, babamın dünyayı terk ettiği gibi. Gözlerinde iltihaplar vardı. Belki de öyle doğmuş ve doğduğu halde gözlerini bu kahpe dünyaya açamamıştı beni görene kadar. Makas’ın adı o zaman “Makas” değildi tabii; sadece terk edilmişti. Ben de öyle hissediyordum o gün, terk edilmiş. O mezarlıkta babam sadece dünyayı değil, beni de terk etmişti. Babamın gidişi, benim hayatla olan bağımı kesecek gibiydi. Fakat bunun etkisini benden kesebilecek bir makas bulabileceğimi tahmin etmemiştim… Tanıştığımız günden beri hiç ayrı uyumadık Makas’la. Hatta Mumbai’de nezarette kaldığımız o akşam bile yanımdaydı Makas. Beni gözaltına alan memurun da köpekleri varmış. Motorumla çıktığım dünya turumda bana eşlik ettiğini duyunca Makas’a çok yükselmişti. Komik aksanıyla kendi köpeklerinin ne kadar yaramaz ve laf dinlemez olduğunu anlatmıştı. Bende sempatik tavırlar sergileyince nezarete birlikte girmemize izin vermişti. Gri tüyleri ve siyah kuyruğu her zaman çok bakımlıymış gibi dururdu Makas’ın, hala da öyle. Surat ifadesi gerçekten çok yaşlandı gerçi, huysuz bir ihtiyara benziyor artık. Ama gençken çok yakışıklıydı. Kulaklarının içi hala pembemsi; Makas’ın tek efemine tarafı bu sanırım. 69 yavrudan sonra saymaktan, daha doğrusu hepsini takip etmeye çalışmaktan yorulduğum ve yavruların mevcut sayısı bana ironikomik geldiği için o beyaz golden da yavruladıktan sonra kısırlaştırmıştım Makas’ı. Herifin döllemediği
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıKahpekal Dünya
- Sayfa Sayısı130
- YazarUğur Deniz Terzioğlu
- ISBN9786256067370
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMythos Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- 04:00 ~ Hikmet Hükümenoğlu
04:00
Hikmet Hükümenoğlu
“Yani sırf benim şeytanlarım değil, otobüste yanıma oturan adamın beynini kemiren dertler de bana bulaşıyor ya da marketteki kasiyer kız, çünkü gözlerindeki nefreti görüyorum,...
- Park Cinayetleri ~ Armağan Tunaboylu
Park Cinayetleri
Armağan Tunaboylu
Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız… Yok canım, nerdee! O,...
- Ateşten Sırlar ~ Nil Ergü Muradoğlu
Ateşten Sırlar
Nil Ergü Muradoğlu
Seni seviyorum de Defalarca de Yüzlerce, binlerce kez de Yorulmadan, bıkmadan her gün de Ne olursa olsun, Nerde olursan ol Kimseden korkmadan, Utanmadan, sıkılmadan, Seni seviyorum de.