Royal Ailesi seni mahvedecek.
Ella Harper ne olursa olsun hayatta kalmayı başarırdı. Tüm hayatını annesinin peşinde oradan oraya sürüklenerek ve bir gün bu çamurun içinden çıkacağını umarak geçirmişti. Annesinin ani ölümüyle ise artık yapayalnızdı. Ta ki Callum Royal birden ortaya çıkana kadar.
Ella’yı özel okullar, malikâneler ve ondan nefret eden beş erkek kardeş bekliyordu. Hepsi birbirinden çekici ve zalim olsa da, ondan kurtulmak için her şeyi yapabilecek olan Reed Royal’la boy ölçüşemezlerdi. Ella’nın oraya ait olmadığını düşünen Reed belki de haksız sayılmazdı.
Zenginlik, ölçüsüzlük, aldatma ve her kapının ardında başka bir günahla, Ella Royal Malikânesi’nde tutunmak istiyorsa önce kendi yolunu bulmak zorundaydı.
New York Times ve USA Today Çoksatanı
“Yetişkin romantik romanlarını aratmayan kurgusuyla, Gossip Girl seven gençlerin tam da aradıkları kan.” —Kirkus
“Ella ve Reed hakkında daha fazlasını okumak için sabırsızlanıyorum.” —Rachel Blaufeld
“Yoğun, akıldan çıkmayan ve çok ateşli. Mutlaka okumalısınız.” —Emma Chace
“Keskin bir kalemden çıkma karakterler ve şok edici son sayfalarıyla elinizden bırakamayacağınız bir roman!” —Rockstars of Romance
“Devam kitabını nasıl beklerim bilemiyorum!” —Kristen Krantz
*
1
“ELLA, MÜDÜRÜN OFİSİNE çağırılıyorsun,” dedi Bayan Weir, ben daha cebir sınıfının kapısındayken. Saatime baktım. “Gecikmedim bile.” Dokuza bir dakika vardı ve bu saat asla yanılmazdı. Sahip olduğum en pahalı eşyaydı sanırım. Annem, babamdan kaldığını söylüyordu. Bu, spermi dışında ardında bıraktığı tek şeydi. “Hayır, geç kaldığın için değil… yani bu seferlik.” Normalde sert olan bakışları biraz yumuşamıştı ancak içime doğan kötü his henüz uyanmamış olan beynime uyarı gönderiyordu. Bayan Weir huysuz bir kadındı, onu bu yüzden seviyordum. Öğrencilerine, saçma hayat dersleri edinmek yerine gerçekten matematik öğrenmek için buradalarmış gibi davranıyordu. Bana acıyan bakışları, müdürün odasında kötü bir şeylerin döndüğüne işaret ediyordu. “Peki.” Başka bir cevap verebilecek hâlde değildim. Başımla onaylayarak müdürün odasına yöneldim. “Ödevini sana e-posta ile yollarım,” diye arkamdan seslendi Bayan Weir. Sanırım tekrar sınıfa dönmeyeceğimi düşünüyordu ama Müdür Thompson beni şimdiye kadar yüzleştiklerimden daha kötü bir şeyle suçlayamazdı.
Benim için önemli olan her şeyi üçüncü yılımı okumak üzere George Washington Lisesi’ne kaydolmadan çok önce kaybetmiştim. Eğer Bay Thompson bir şekilde GWL bölgesinde yaşamadığımı keşfetmişse, onu bir süre oyalayacak bir yalan uydurabilirdim. Eğer transfer edilirsem, bu, bugün başıma gelecek en kötü şey olurdu ama önemli değildi. Üstesinden gelecektim.
“Nasıl gidiyor, Darlene?” Saçını anneler gibi şekillendirmiş sekreter kafasını People dergisinden güçlükle kaldırdı. “Biraz otur, Ella. Bay Thompson birazdan yanına gelecektir.” Evet, Darlene’le birbirimize isimlerimizle hitap edecek kadar muhabbet etmiştik. GWL’ye geleli bir ay olmasına rağmen gittikçe uzayan geç kâğıdı listem yüzünden bu ofisi fazlasıyla sık ziyaret ediyordum. Akşamları çalışıp gece üçe kadar yatak yüzü görmediğinizde böyle oluyordu. Bay Thompson’ın ofisindeki açık jaluzilerden içeriyi görmek için boynumu uzattım. Ziyaretçi sandalyesinde bir adam oturuyordu ama tek görebildiğim sert bir çene hattı ve koyu kahverengi saçlardı. Benim tam zıddımdı. Ben olabildiğince sarışın ve mavi gözlüydüm. Annemin dediğine göre bu sperm donörüm sayesindeydi.
Thompson’ın ziyaretçisi bana, bir geceliğine sevgili rolü yapması için anneme tonla para ödeyen adamları hatırlatıyordu. Bazı adamlar bunu seksten daha tahrik edici buluyordu. Tabii, bu sadece annem için geçerliydi. Ben o yola düşmemişim… henüz. Umarım hiçbir zaman da düşmeyecektim. Bu yüzden üniversiteden mezun olmak ve normal bir hayat sürebilmek için lise diplomamı almam gerekiyordu.
Bazı çocuklar dünyayı gezmeyi, hızlı arabalara ve büyük evlere sahip olmayı hayal ederdi. Ben mi? Kendi dairem, içi dolu bir buzdolabım ve tercihen sıkıcı olmayan, maaşı düzenli ödenen bir işim olsun istiyordum.
İki adam durmadan konuştular. On beş dakika geçmişti ve hâlâ rahatça muhabbet ediyorlardı.
“Hey, Darlene? Cebir dersimi kaçırıyorum. Bay Thompson müsait olduğunda gelsem sorun olur mu?” Olabildiğince nazikçe dile getirmeye çalıştım ama pek sevgili sorumsuz annem dışında yıllardır hayatımda gerçek bir yetişkinin olmaması, yetişkinlerin henüz reşit olmayan birinden bekledikleri şekilde itaatkâr davranmamı zorlaştırıyordu.
“Hayır, Ella. Bay Thompson birazdan gelecektir.” Bu sefer haklıydı çünkü kapı açıldı ve müdür dışarı çıktı. Bay Thompson, bir seksen boylarındaydı ve daha dün liseden mezun olmuş gibi görünüyordu. Yine de etrafına sorumluluk sahibi biri izlenimi verebiliyordu. Yanına gitmem için işaret etti. “Bayan Harper, lütfen içeri gelin.” İçeri mi? Don Juan hâlâ oradayken mi?
“Ofisinizde zaten biri var.” Bariz olanı belirttim. Durum fena hâlde şüphe uyandırıcıydı ve içimdeki ses buradan kaçıp gitmemi söylüyordu. Fakat kaçarsam, aylardır planladığım bu tedbirli hayattan vazgeçmiş olacaktım. Thompson arkasını dönerek Don Juan’a baktı. Adam o sırada koca elini kaldırıp bana el salladı. “Evet, onun için buradasın. Lütfen içeri gel.” Doğru olmadığını bile bile Bay Thompson’ın yanından geçerek kapının hemen girişinde durdum. Thompson kapıyı kapattıktan sonra ofisin jaluzilerini indirdi. İşte şimdi gerçekten gerilmiştim. “Bayan Harper, otursanıza.” Thompson biraz önce Don Juan’ın oturduğu koltuğu işaret etti. Kollarımı göğsümde birleştirip ikisine isyankâr bir ifadeyle baktım. Thompson, bunun kazanamayacağı bir durum olduğunu fark edince iç çekip kendi koltuğuna oturdu. Bu beni daha da germişti çünkü bu savaştan vazgeçiyorsa daha büyüğü yolda demekti. Masasından bir yığın kâğıt aldı. “Ella, bu beyefendi Callum Royal.” Bunun benim için bir anlamı varmış gibi durakladı.
Bu arada Royal, bana daha önce hiç kız görmemiş gibi bakıyordu. Kollarımı birleştirmemin göğüslerimi sıkıştırdığının farkına varınca kollarımı serbest bıraktım, artık garip bir şekilde iki yanımda salınıyorlardı.
“Tanıştığımıza memnun oldum, Bay Royal.” Odadaki herkesin de anladığı gibi tam aksini düşünüyordum. Ses tonum onu hipnozdan çıkarmıştı. Daha ben tepki veremeden, öne doğru gelerek sağ elimi iki elinin arasına aldı. “Tanrım, tıpkı ona benziyorsun.” Kelimeleri ancak ikimizin duyabileceği tonda fısıldamıştı. Sonra nerede olduğunu hatırlamış gibi elimi sıktı. “Lütfen, bana Callum de.” Konuşmasında bir gariplik vardı. Sanki kelimeleri söylemekte zorlanıyordu. Elimi çekiştirdim ama garip adam bırakmak istemediği için biraz çabalamam gerekti. Royal, elimi ancak Bay Thompson’ın boğazını temizlemesiyle bıraktı.
“Bu neydi şimdi?” diye sordum. Yetişkinlerle dolu bir odada bulunan on yedi yaşındaki birine göre sesim biraz yüksek çıkmıştı ama kimse gözünü bile kırpmamıştı. Bay Thompson elini tedirgin bir şekilde saçlarının arasından geçirdi. “Nereden başlayacağımı bilemediğim için doğrudan konuya gireceğim. Bay Royal bana her iki ebeveyninin de vefat ettiğini ve artık senin vasin olduğunu söyledi.” Durakladım. Sadece bir anlığına. Kızgınlığın yerini şaşkınlığın almasına yetecek kadar bir süreydi. “Palavra!” Kendimi tutamadan ağzımdan çıkmıştı. “Beni derslere annem kaydettirdi. Kayıt belgesinde onun imzası var.” Kalbim çok hızlı atıyordu çünkü o imza aslında bana aitti. Hayatımın kontrolünü elime almak için annemin imzasını taklit etmiştim. Reşit olmadığım hâlde on beş yaşımdan beri ailedeki yetişkin görevini üstlenmek zorunda kalmıştım. Şansa Bay Thompson, ağzımı bozduğum için beni azarlamamıştı. “Belgeler Bay Royal’ın iddiasının yasal olduğunu gösteriyor.” Elindeki kâğıtları salladı.
“Öyle mi? Eh, o zaman yalan söylüyor. Bu adamı daha önce hiç görmedim ve eğer onunla gitmeme izin verirseniz, sonrasında göreceğiniz şey George Washington Lisesi’nden bir kızın seks trafiği tezgâhında nasıl kaybolduğuna dair bir rapor olur.” “Haklısın, daha önce tanışmadık,” diye araya girdi Royal. “Ama bu, gerçeği değiştirmez.” “Bir bakayım.” Thompson’ın masasına atlayıp elinden kâğıtları çektim. Gözüm kâğıtlarda dolanırken yazılanları okumuyordum. Vasi, merhum ve vasiyet gibi belirli kelimeler gözüme takıldı ama bunlar hiçbir şey ifade etmiyorlardı. Callum Royal hâlâ benim için bir yabancıydı. İşte o kadar. “Belki annen gelirse her şeyi yoluna koyabiliriz,” diye önerdi Bay Thompson. “Evet, Ella, anneni getir ve ben de talebimi geri çekeyim.” Royal’ın ses tonu yumuşaktı ama kararlılığını anlayabiliyordum. Bir şeyler biliyordu.
Tekrar okul müdürüme döndüm. Buradaki zayıf halka oydu. “Bunu okuldaki bilgisayar laboratuvarında bile yapabilirim. Photoshop’a bile ihtiyacım olmaz.” Kâğıt yığınını önüne fırlattım. Adamın gözlerinde şüphe belirmeye başlayınca kendi çıkarım için olayın üzerine gittim. “Sınıfa geri dönmem gerekiyor. Sömestr daha yeni başlıyor ve geride kalmak istemiyorum.” Thompson tereddütle dudaklarını yaladı, bense bütün inancımla yüzüne bakarak onu ikna ettim. Bir babam yoktu. Bir vasim olmadığı da kesindi. Eğer varsa, annem zar zor geçinip kanser yüzünden çile çekerken, beni bir başıma bırakıp gideceği için hasta yatağında ağlarken bu mankafa neredeydi? O zaman neredeydi? Thompson iç çekti. “Pekâlâ, Ella, neden sınıfına dönmüyorsun? Belli ki Bay Royal’la konuşacağımız daha pek çok şey var.” Royal itiraz etti. “Belgeler yasal. Beni ve ailemi tanıyorsunuz. Gerçeği söylüyor olmasam burada size belgeleri sunuyor olmazdım. Başka ne sebebi olabilir ki?” “Dünyada bir sürü sapık var,” dedim art niyetli bir şekilde. “Yalan söylemek için de bir sürü bahaneleri.”
Thompson elini savurdu. “Ella, bu kadar yeter. Bay Royal, bu hepimiz için sürpriz oldu. Ella’nın annesine ulaştığımızda bu işi açıklığa kavuşturabiliriz.”
Royal bu gecikmeden hoşlanmamıştı, ne kadar önemli biri olduğu ve bir Royal’ın asla yalan söylemeyeceği konusundaki iddiasını yineledi. Bir George Washington ve kiraz ağacı* durumuna dönüşmesini bekler gibiydim. İkisi didişirken ben odadan sıvıştım.
“Tuvalete gidiyorum, Darlene,” diye yalan söyledim. “Sonrasında derse döneceğim.” Yalanı kolayca yuttu. “Acele etme. Öğretmenini durumdan haberdar ederim.” Tuvalete gitmedim. Derse de dönmedim. Onun yerine otobüs durağına kadar koşturdum ve G otobüsünü yakalayarak son durakta indim.
Duraktan, ayda sadece beş yüz dolara kiraladığım daireme otuz dakikalık bir yürüme mesafesi vardı. Bir yatak odası, pis bir banyosu ve küf kokan oturma/mutfak alanı vardı. Ama ucuzdu ve sahibi geçmiş sorgulaması yapmadan nakit kabul etmeye razıydı.
Callum Royal kim bilmiyordum ama Kirkwood’da belirmesinin pek hayra alamet olmadığının farkındaydım. Yasal belgeler Photoshop değildi. Gerçektiler. Ancak hayatımı, aniden ortaya çıkan bir yabancının ellerine bırakmayacaktım.
Hayatım bana aitti. Onu yaşayan ve kontrol eden bendim. Yüz dolarlık test kitaplarımı sırt çantamdan fırlatıp boşalan alana kıyafetler, banyo malzemeleri ve birikimimden geriye kalan bin doları koydum. Kahretsin. Kasabadan ayrılmamı sağlayacak, hızlı kazanabileceğim paraya ihtiyacım vardı. Buraya taşınırken ilk ve son ayın kirasını depozito olarak verdiğim için otobüs biletleriyle birlikte bana toplamda iki binden fazlaya mal olmuştu. Kullanmadığım yere kira ödemek çok saçmaydı ancak burada kalamazdım.
Tekrar kaçıyordum. Bu artık hayatımın hikâyesi hâline gelmişti. Annemle sürekli kaçış hâlindeydik. Erkek arkadaşlarından, sapık patronlarından, sosyal hizmetlerden ve fakirlikten kaçmıştık. Düşkünlerevi uzun süre kaldığımız tek yerdi çünkü annem ölüyordu. Bazen evren mutlu olmamam gerektiğine karar vermiş gibi geliyordu.
Yatağın kenarında otururken hüsrandan, kızgınlıktan ve evet, korkudan ağlamamaya çalışıyordum. Kendime acımak için beş dakika tanımıştım. Sonra telefona sarıldım. Sikmişim bu dünyayı. Aramama bir erkek sesi cevap verince, “Merhaba George, Daddy G’de çalışmam konusundaki teklifini düşünüyordum,” dedim. “Teklifini kabul etmeye hazırım.”
Miss Candy’s’te g-string giyip yarı çıplak direk dansı yapıyordum. Güzeldi ama pek iyi kazandırmıyordu. George son birkaç haftadır Daddy G’nin mekânına, yani tamamen çıplak gezilen bir kulübe geçiş yapmamı teklif ediyordu. İhtiyacım olmadığını düşündüğümden kabul etmemiştim.
Fiziğimi annemden almıştım. Uzun bacaklar. İnce bir bel. Memelerim kocaman değildi ama George, dik göğüslerimi gençlik yanılsaması yarattığı için sevdiğini söylemişti. Yanılsama değildi ama kimliğim otuz dört yaşında olduğumu, ismimin Ella Harper değil, Margaret Harper olduğumu söylüyordu. Ölü annemin kimliği. Üzerine düşünülürse oldukça tüyler ürperticiydi ama düşünmemeye çalışıyordum.
On yedi yaşındaki birinin yarı zamanlı yapabileceği, aynı zamanda faturalarını da ödeyebileceği pek fazla iş yoktu. Olanlar da yasal değildi. Uyuşturucu satıcılığı. Fuhuş. Striptiz. Ben de sonuncuyu seçtim.
“Kahretsin, kızım, bu harika bir haber!” diye şakıdı George. “Bu akşam bir açılışım var. Üçüncü dansçı olabilirsin. Katolik öğrenci kıyafetini giy. Adamlar buna bayılacak.”
“Geceliği ne kadar?”
“Ne, ne kadar?”
“Para, George. Ne kadar para?”
“Beş yüz dolar ve kazandığın bahşişler. Eğer özel kucak dansları yapmak istersen dans başına sana yüz dolar veririm.”
Kahretsin. Bu akşam kolayca bin dolar kazanabilirdim. Bütün kaygı ve huzursuzluğumu aklımın derinliklerine iteledim. İçimde ahlak çatışması yaşama zamanı değildi. Paraya ihtiyacım vardı ve striptiz yapmak bunun için en güvenli yollardan biriydi. “Orada olacağım. Alabildiğin kadar rezervasyon al.”
2
DADDY G BOKTAN BİR YERDİ ama şehirdeki bazı kulüplerden çok daha iyiydi. “Bu çürümüş tavuktan bir parça al. Diğer parçalar kadar bozuk ve küflü değil,” demek gibi bir şeydi. Yine de para paraydı.
Callum Royal’ın okulumda belirişi bütün gün beni rahatsız edip durmuştu. Eğer laptopum ve internet bağlantım olsaydı adamı Google’da araştırırdım ama eski bilgisayarım bozulmuştu ve yenisini alacak param yoktu. Kütüphaneye kadar gidip onlarınkini kullanmak da istemiyordum. Saçmaydı ama eğer dairemi terk edersem Royal’ın sokakta bana pusu kurabileceğinden korkuyordum.
Bu adam kimdi? Neden benim vasim olduğunu düşünüyordu? Annem isminden hiç bahsetmemişti. Karşılaştığımızda bir anlığına babam olabileceğini düşünmüştüm ama belgeler babamın da vefat ettiğini söylüyordu. Eğer annem bana yalan söylemediyse, babamın ismi Callum değildi. Adı Steve’di.
Steve. Kulağıma hep uydurma gibi gelmişti. Sanki çocuğun, “Bana babamdan bahset anne!” diyerek seni zor duruma soktuğunda aklına gelebilecek ilk isim gibi. “Ah, babanın adı, şey, Steve canım.”
Ama annemin yalan söylediğini düşünmekten nefret ediyordum. Birbirimize karşı daima dürüst davranmıştık. Callum Royal’ı aklımdan çıkardım çünkü bu akşam Daddy G’de ilk kez çıkacaktım ve binlerce dolarlık bir takım elbise giymiş o orta yaşlı adamın dikkatimi dağıtmasına izin veremezdim. Burada düşüncelerimi meşgul edecek başka orta yaşlı adamlar vardı.
Kulüp tıka basa doluydu. Sanırım Katolik öğrenci akşamı Daddy G’de büyük bir olaydı. Masalar ve giriş katındaki oturma alanları doluydu ama VIP alanının olduğu asma kat boştu. Şaşırmamıştım. Kirkwood’da, Knoxville’nin dışındaki ufak Tennessee kasabasında pek fazla VIP bulunmazdı. Burası çoğunlukla fabrika işçilerinden oluşan bir kasabaydı. Eğer yıllık kazancınız kırk binden fazlaysa size zengin gözüyle bakılırdı. Bu yüzden burayı seçmiştim. Kiralar ucuzdu ve devlet okulundaki işleyiş iyiydi.
Soyunma odası arkadaydı ve girdiğimde içerisi fazlasıyla kalabalıktı. Yarı çıplak kadınlar odaya girdiğimde bakışlarını bana çevirdiler. Bazıları başıyla selam verirken birkaçı gülümsedi. Diğerleri dikkatlerini jartiyer kemerlerini bağlamaya veya makyajlarını yapmaya verdiler.
Sadece bir tanesi bana doğru koşturdu. “Sindrella?” Başımla onayladım. Miss Candy’de kullandığım sahne ismimdi. O zamanlar duruma uygun gelmişti. “Adım Rose. George bu akşam sana işleyişi göstermemi istedi.”
Her kulüpte daima bir anaç tip, yerçekimine karşı savaşı kaybettiğinin farkına vararak kendini başka yollarla işe yarar kılan yaşlı bir kadın olurdu. Miss Candy’de bunu, beni gördüğü ilk andan beri kanatlarının altına alan platin sarısı saçlarıyla yaşlı Tina yapmıştı. Burada ise yaşlanan kızıl saçlı Rose, beni kostümlerin olduğu metal askılara yönlendirirken etrafımda dönüp duruyordu.
Okul öğrencisi kostümüne uzanırken elime engel oldu. “Hayır, bu sonrası için. Şunu giy.”
Hemen zikzak bağcıkları olan siyah korse ile dantelli siyah tangayı giymeme yardım etmeye başladı. “Bunun içinde mi dans edeceğim?” Önüme erişip bağcıklarımı çözmek bir yana korsenin içinde güçlükle nefes alıyordum. “Üst kısımda ne olduğunu unut gitsin.” Kesik kesik nefes aldığımı fark edince kahkaha attı. “Sadece kalçanı sallayıp Richie Rich’in direğine güzelce binersen bir şey olmaz.” Ona boş bir bakış attım. “Sahneye çıkacağımı sanıyordum?” “George sana bahsetmedi mi? VIP oturma alanında özel bir performansın var.” Ne? Ama daha yeni gelmiştim. Miss Candy’deki deneyimden yola çıkarsam, birinin özel dans teklif etmesi için normalde sahnede birkaç kez dans etmek gerekiyordu. “Önceki kulübünden düzenli bir müşterin olmalı,” diye tahmin etti Rose, yüzümdeki şaşkınlığı görünce. “Richie Rich sanki mekânın sahibiymiş gibi az önce içeri girdi ve George’un eline beş binliği saydırıp seni ona getirmemi söyledi.” Bana göz kırptı. “İyi kıvırırsan adamdan birkaç yeşillik daha koparabilirsin.” Lafını söyleyip ortadan kayboldu. Hızla diğer dansçıların yanına gittiğinde, bir başıma kalıp bu yaptığım bir hata mı diye düşünmeye başladım.
Güçlü gibi davranmaktan hoşlanıyordum ve evet, kısmen de öyleydim. Fakir ve açtım. Striptizci bir anne tarafından yetiştirilmiştim. Nasıl yumruk atacağımı biliyordum. Ama daha on yedi yaşındaydım. Yaşadığım bu hayat için çok gençmişim gibi geliyordu. Bazen etrafıma baktığımda, Buraya ait değilim, diye düşünüyorum.
Ama buradaydım. Buradaydım ve meteliksizdim. Eğer olmak için çaresizce çırpındığım normal kız olmak istiyorsam, o zaman bu giyinme odasından çıkarak Rose’nin nazikçe belirttiği gibi Bay VIP’nin direğine binecektim.
George hole adım attığım anda yanımda belirdi. Kabasakalı ve nazik bakışlarıyla tıknaz bir adamdı. “Rose sana müşteriden bahsetti mi? Seni bekliyor.”
Başımla onaylayarak tuhaf bir şekilde yutkundum. “Ekstra bir şeyler yapmama gerek yok, değil mi? Sadece bildiğimiz kucak dansı?” George kıkırdadı. “İstediğin kadar değişik şeyler yapabilirsin ama adam sana dokunduğu an Bruno kıçına tekmeyi basacaktır.” Daddy G’de mala dokunmama kuralının olduğuna sevinmiştim. Elleri sana dokunmadığında pis adamlar için dans etmek daha kolay oluyordu. “Hakkından geleceksin, tatlım.” Kolumu okşadı. “Eğer sorarsa yirmi dört yaşındasın, tamam mı? Burada otuzdan büyük kimse çalışmıyor hatırlarsan?” Peki ya yirminin altı? diye soracaktım neredeyse. Ama çenemi kapalı tuttum. Yaşım konusunda yalan söylediğimi biliyor olmalıydı. Buradaki kızların yarısı yalan söylüyordu. Zor bir hayat yaşamış olabilirdim ama lanet olsun ki otuz dört yaşında falan da görünmüyordum. Makyajla yirmi bir gibi görünüyordum. Zar zor.
George soyunma odasına girince ben de holde ilerlemeden önce bir nefes aldım. Ana salona girdiğimde şehvetli bir müzik beni karşıladı. Sahnedeki dansçı beyaz gömleğini yeni çözmüştü. Adamlar içini gösteren sutyeni görünce çılgına döndüler. Dolarlar sahneye yağıyordu. Ben de buna odaklandım. Paraya. Gerisini siktir ettim. George Washington Lisesi’ni ve öğrettikleri şeyleri önemsiyormuş gibi görünen bütün öğretmenleri terk edeceğim için asabım bozuktu. Ama başka bir yerde başka bir okul bulacaktım. Callum Royal’ın beni bulamayacağı bir kasabada… Yürürken tökezledim. Sonra panik içinde hızla döndüm. Çok geçti. Royal gölgeler içerisindeki VIP salonunu çoktan aşmış ve güçlü eli kolumun üst kısmını kavramıştı bile. “Ella,” dedi kısık sesle.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Genç Yetişkin Romantik
- Kitap AdıKâğıt Prenses – Royal Serisi 1. Kitap
- Sayfa Sayısı320
- YazarErin Watt
- ÇevirmenHanife Albayrak Çift
- ISBN9786257973694
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Suç ve Bela Öyküleri ~ Emel Aslan
Suç ve Bela Öyküleri
Emel Aslan
“Hayatım boyunca iki şeyden kaçamadım: Suç ve bela…” Emel Aslan’ın suça fazlasıyla karışmış, belaya ziyadesiyle bulaşmış öyküleri, sürprizli sonlarıyla polisiyenin ne kadar tekinsiz bir...
- Mürekkebe Boyanan Sardunya ~ Sümeyye Demirkan
Mürekkebe Boyanan Sardunya
Sümeyye Demirkan
Sevgi acıtır, öp yaralarımdan belki sana da bulaşır. O gün, göz göze geldiğimiz ilk gün benim için hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını göğsüme sığmayan...
- Köle ~ Işıl Parlakyıldız
Köle
Işıl Parlakyıldız
Kudretli bir prensin bir köleye duyduğu tutku... Bir kölenin efendisine olan aşkı... Veliaht Prens Edward, yatağını nice kadınlar süslerken, aradığı tutkuyu kölesinin gözlerinde bulduğunda âşık olabileceğini hiç düşünmemişti. Aslında Prens Edward'ın aklını kurcalayan sorunun yanıtı gayet basitti: İkisi de sadece bedenlerinde özgürdüler. Ne Edward bir prensti ne de Jaymie bir köle... Dudakları, gözleri, elleri özgürce konuşuyordu. Sevişmeleri, birbirlerine haykıramadıkları, söylemek isteyip susmak zorunda kaldıkları cümlelerdi.