Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kâğıt Adamlar
Kâğıt Adamlar

Kâğıt Adamlar

William Golding

Wilfred Barclay kariyeri boyunca şöhreti, başarıyı ve serveti tatmış bir İngiliz yazardır. Artık yaşı ilerlemiş, evliliği çökmüş, içkiye düşkünlüğü alkolizmin sınırlarında gezinmeye başlamıştır. Hayatındaki…

Wilfred Barclay kariyeri boyunca şöhreti, başarıyı ve serveti tatmış bir İngiliz yazardır. Artık yaşı ilerlemiş, evliliği çökmüş, içkiye düşkünlüğü alkolizmin sınırlarında gezinmeye başlamıştır. Hayatındaki bu krizler yetmiyormuş gibi, bir de biyografisini kaleme almak isteyen Amerikalı akademisyen Rick Tucker’ın tacizleriyle uğraşmak zorunda kalır. Tucker, Barclay’nin kendisini resmi biyografi yazarı tayin etmesi talebinde ısrarlıdır. Üstelik yazarın ölümünden sonra bir kâğıt yığını halinde duran anı ve mektuplarının kontrolünün de kendisinde olmasını talep etmektedir. Tucker kariyerini ve geleceğini bağladığı bu projeyi hayata geçirmek için her yolu denemekten çekinmez. Barclay Avrupa’ya kaçarak izini kaybettirmeye çalışırken, Tucker’ın da peşine düşmesiyle bir kovalamaca oyunu başlar. Golding’in olgun bir yazarla onu saplantı haline getirmiş genç akademisyen arasındaki gerilimli ilişkiyi hicvettiği 1984 tarihli bu romanı, sürprizli finaliyle de dikkat çekiyor.

*

 

  1. Bölüm

Bunun “o” akşamlardan biri olduğunu hemen anlamıştım. İçki, her nasılsa, geride öfkenin tortusuna benzeyen bir duyguyu, belli belirsiz bir tedirginliği ve hatta pişmanlığı bırakarak beynimdeki etkisini yavaş yavaş kaybediyordu. Bu bir içki âlemi ya da cümbüş değildi; hayır, gerçekten değildi. Olağanüstü bir savunma yaparak başkalarını; bir ev sahibinin yapması gerekenler dikkate alındığında, yurtdışından gelen bir İngiliz edebiyatı profesörünü ağırlayan bir İngiliz yazar olarak, o akşamki içki tüketimimin makul seviyeyi geçmediğine ikna edebilmiştim. Dahası, savunmamda o günün ellinci doğum günüm olduğunu ve aç tırnak, Avrupa medeniyetinin esasını oluşturan, Avrupa’ya özgü o uzun yemeklerden, kapa tırnak, yediğimizi söyleyebilirdim. (Bu arada, bunun bir alıntı olup olmadığından emin değilim. Çok kullanılan bir ifade diyelim.) Ne var ki şahsen ben, kendi karakterini –yani kendi kendimibıkıp usanmadan tahlil edip çözümleyen biri olarak bu savunmanın tek kelimesine dahi inanmazdım. Öğlen yemeğinde o içkilerden vardı. Öğlen içilen bu içkiler, saat dörtle beş arasında ağız kuruluğu ve susuzluk çekilen o zaman aralığına işaret eden o ilk ölümcül aşamaydı ki bu zaman aralığında kişi, gün ortasında başlayan sürecin devamında, saat altıda misafirine ikram edeceği içkiyi saat beşe çekme-yi meşrulaştırdığı gibi bunu şiddetle arzular ve kendini buna mecbur hissederdi ve bu, böyle sürüp giderdi. Şayet sabahın üç buçuğunda ayıklık seviyemden ötürü kendi kendimi kutlayabilseydim bile, bu, birçoklarının yenilgi addedeceği minicik bir zaferdi.

Dahası sıkıcı, genç Profesör Rick L. Tucker kahvaltıda orada olacaktı! Profesör aklıma gelince yataktan fırladıysam da akabinde inildeyerek yeniden çöküverdim. Karısının yanında olmaması küçük bir nimet olarak kabul edilebilirdi, zira karısı yanında olsaydı ona asılabilir ya da en iyi ihtimalle cinselliği çağrıştıran imalı davranışlarda bulunabilirdim. Ayrıca tekrar içmemiz gerekiyordu. Hayır. Geçen pazartesinden beri geri dönüşü olmayacak şekilde benimsediğim o yüce ahlaki duruşu -içki içmeme prensibini boşa çıkararak, fırsattan istifade ve can sıkıntısından ötürü benim tekrar içmem gerekiyordu.

Bir şey daha vardı. Uzun bir yaz akşamının geceye kavuştuğu geçen akşama ilişkin hafızamda kara bir delik vardı. Bu, koca bir kara delik değildi; akşam yemeği sonrasındaki içki faslının orta yerinde duran küçük bir lekeydi sadece; evet, o kara delik şu an daha da küçüldü, zira uçurumun kıyısında durduğum o an ayağa kalkıp etrafımdakilerin itirazlarına rağmen bir şişe daha alıp açtığımı hatırlıyordum; daha sonra ne yapmıştım? Boğazımı, ağzımı, kafamı, midemi yokladım. O (beşinci?) şişede ciddi bir gedik açmış olduğuma inanmam mümkün değildi. Öyle olsa kafam… midem… ve o kara delik şey olmaz mıydı?..

İşte tam o an -üşenmeyip de yakacağım günlüklerin sayfalarına şöyle bir göz gezdirsem size tarihin yanı sıra saati de söyleyebilirdimzihnimde bir fikir belirdi. İçki içmenin “alkolizm” olarak tanımlanabileceği o nokta tam olarak kara deliğin onun bir parçası olarak teşhis edildiği yerdir. Sabahın erken saatlerinin o korkunç berraklığında, semptomların da hastalığın devasız olduğuna işaret ettiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Zira bu hastalık, zihnin çalışma biçiminin, ev-rensel işleyişin bir parçasıydı. Yatakta yavaşça doğrularak oturdum. Pencere parıldıyordu. Bir başka duygusal vitese, bir başka semptoma geçiş yaptım; belki de tüm uyuşturucu bağımlılığı vakalarında olduğu gibi, içinde bulunduğum durumu dört bir yandan deşen o kuru, zorlu gerçeklik duygusuna, zaman içerisinde akla hayale sığmayacak korkulara sebep olabilecek o tarifsiz yasanın ordusuna. Bu kuruluk ve soğukluğun kendisini henüz göze görünmeyen bir canavar olarak tahayyül etmek mümkündü. “Elimden gelse hiçbir zaman görünmezdi!” diye düşündüm aniden infilak eden sahici bir umutsuzlukla. O kara delikle savaşabilirdim; onunla plajlarda, pub’larda ve restoranlarda, kulüplerde, barlarda, seyahatlerde, evde, o lanet olası leziz şişelerde, para ödemek zorunda kalmaksızın nihayet biraz olsun keyif bulmayı umut ederken ya da şimdiki gibi öylesine soğuk ve sert bakışlarla boşluğa bakmak yerine sakin, ağırbaşlı gün ışığında keyif alırken o kara delikle savaşabilirdim; yoğun ve ezici bir korku hissettiğimi, dehşete düştüğümü hatırlıyorum. “Hayır, hayır, o kadar da kötü olamaz!” diye serzenişte bulundum parıldayan cama. Ne var ki o an bilge adamın sözleri geldi aklıma. Unutma ki herhangi bir insanın başına gelebilecek her şey senin de başına gelebilir!

Kendimi toplamaya başladım. Tam anlamıyla koruma sağlayan, her şeyi kapsayan bir güvence yoktur. Ortada bir kara delik olabilirdi fakat acı çekerek ayılmakta olan bir adama düşen, kara deliği iyice inceleyip orta yaşlardan itibaren her sene biraz daha artan bir unutkanlık vakası haline gelene dek ötesini berisini aydınlatacak bir ışık bulmaya çalışmaktı. Mantığım bana elimin altında kullanabileceğim araçların olduğunu söylüyordu. Yapmam gereken tek şey merdivenlerden aşağıya inip dört boş şişeyle kısmen boşalmış beşinci şişeyi incelemek ve Holmes’un* ya da Maigret’nin** ruhuna 

bürünerek etrafa bakınmak, şişe ve bardaklardan oluşan kanıtlardan, dökülmüş olabilecek içkilerden yola çıkarak akşam yemeğiyle yatma saati arasındaki o zaman dilimini yeniden inşa ederek anlamaya çalışmaktı; ya da belki şansıma beşinci şişeyi mantarı açılmış fakat hiç içilmemiş halde bulacaktım… Aklımdan bunlar geçtiği sırada öteki yatakta yatmakta olan Elizabeth’in uykusunda iç geçirerek döndüğünü duydum. Tabii ya! O biliyor olmalıydı. Şüphesiz her şeyi en olmayacak zamanda duyacaktım; o halde onu uyandırıp sormanın ne lüzumu vardı ki? Gerçeği öğrenmenin yolu ropdöşambr ve terliklerimle usulca alt kata süzülmekti, evet, yatağımın yanında daima hazır bulundurduğum el feneriyle, zira mahallemiz elektrik kesintileriyle ünlüydü. Sarhoş kafayla delilleri karartma teşebbüsümün beni yanıltmasına izin vermemeliydim. Şişeleri sorguya çekip ifadelerini almalıydım. Gerektiği taktirde arka kapıdan hayır, kış bahçesinden çıkarsam daha az ses çıkarırdım usulca dışarıya çıkıp boş şişeleri saymak için çöp bidonuna, çöp kutusuna ya da poubelle”‘e fazla detaya inmeye gerek yok, artık o şeye her ne isim veriyorsanız gidecektim. Açıkçası şişenin mantarı açıldığı halde hiç içilmemiş olduğuna inanmıyordum. Bu bir mucize olurdu ve mucizeler, her ne kadar gerçek olsalar da görünüşe göre benim başıma gelmiyorlardı. Bedenimden ziyade zihnim öyle zayıf düşmüştü ki Elizabeth’i kazara uyandırma fikri, yataktan kalkmayı soğuk suya atlamak kabilinden bir irade testine dönüştürüyordu. Oldum olası soğuk sudan hazzetmem.

İşte tam bu sırada tereddütte kalan zihnim benim adıma bir karar vermişti. Arka kapının dışında duran çöp kutusunun kauçuk kapağı düştü. Bu olay bir şekilde tüm meseleyi açığa kavuşturdu. O andan itibaren pişmanlık duyan bir içkici değildim; çileden çıkmış bir ev sahibiydim. Efendim, doğayı koruma bilinci kisvesi altında bu hantal yaratıkların talanına daha ne kadar katlanacağız? Kökünün kuru…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Mirasçılar ~ William GoldingMirasçılar

    Mirasçılar

    William Golding

    Mirasçılar Neandertal insanının Homo sapiens’le karşılaşmasının ardından uğradığı yıkımın öyküsüdür. William Golding 1955 tarihli romanında, bilinmeyen “öteki”ne karşı duyulan korkuyu, Neandertallerin dünyada son günlerini...

  2. Ceberut Martin ~ William GoldingCeberut Martin

    Ceberut Martin

    William Golding

    Bir deniz kazasından kurtulan Britanya donanması mensubu Christopher Hadley Martin, Atlantik okyanusunun ortasında bir ölüm kalım mücadelesinin ardından yalnızca hava durumu haritalarında görülen kayalık...

  3. Geçiş Ayinleri ~ William GoldingGeçiş Ayinleri

    Geçiş Ayinleri

    William Golding

    “Denizde insanın erkeklik onuru kırılır.” Geçiş Ayinleri, Golding’in Deniz Üçlemesi dizisinin ilk kitabı olup Booker Ödülü’ne layık görülmüştür. Genç bir İngiliz aristokratı olan Edmund...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Nehrin Dönemeci ~ V.S. NaipaulNehrin Dönemeci

    Nehrin Dönemeci

    V.S. Naipaul

    Bana dükkânı ucuza satan Nasreddin, işi devraldığımda kolayca üstesinden gelebileceğime ihtimal vermemişti. Afrika’daki diğer ülkeler gibi, bizimki de bağımsızlığın ardından birtakım sorunlar yaşamıştı. İçerilerdeki, büyük nehrin dönemecindeki kasaba hayatiyetini kaybetmiş gibiydi; Nasreddin de her şeye sıfırdan başlamam gerekeceğini söylemişti.

  2. Sabır Taşı ~ Atiq RahimiSabır Taşı

    Sabır Taşı

    Atiq Rahimi

    Afganistan’da bir evde, basit bir döşek… Döşeğin üzerinde, gözleri açık ama bilinçsiz yatan bir erkek… Erkeğin başucunda, dua ederek onunla ilgilenen karısı… Dışarıda, sürüp...

  3. Yaşlı Ormanın Gizemi ~ Dino BuzzatiYaşlı Ormanın Gizemi

    Yaşlı Ormanın Gizemi

    Dino Buzzati

    Yaşlı Orman bir efsanedir: Burası çocukluğun köklerinin salındığı; sınırlarının bozulmadan korunduğu; ölümsüz bir güç gibi yaşamı sembolize eden; neşeli, özgür, karşılık beklemeyen bir ormandır....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur