Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kafrika’nın Gölgeleri
Kafrika’nın Gölgeleri

Kafrika’nın Gölgeleri

Simla Sunay

İSTİKAMET KAFRİKA! Naz ve Uzunbal’la beraber gerçeküstü ve olağandışı yerlerden Kafrikaya doğru heyecan dolu bir serüvene hazır olun! Çocuk yazınının genç yıldızlarından Simla Sunay, Güneşten…

İSTİKAMET KAFRİKA!

Naz ve Uzunbal’la beraber gerçeküstü ve olağandışı yerlerden Kafrikaya doğru heyecan dolu bir serüvene hazır olun! Çocuk yazınının genç yıldızlarından Simla Sunay, Güneşten Sarı Baldan Tatlı  ve Kafrika’nın Gölgeleri adını verdiği iki kitabında, altı yaşındaki ‘güneşten sarı’ Naz’ın, ‘baldan tatlı’ zürafa Uzunbal ile birlikte çıktıkları macera dolu bir yolculuğu anlatıyor. Nasıl olur da altı yaşındaki bir kız ile ‘uzun’ bir zürafa arkadaş olur diye hiç düşünmeyin. Sunay’ın yarattığı bu muhteşem dünyada her şey mümkün!

Güneşten Sarı Baldan Tatlı ve Kafrika’nın Gölgeleri, Gözde Bitir Sındırgı’nın özgün çizimleri ve Simla Sunay’ın akıcı diliyle birleşerek her çocuğun keyifle okuyacağı ‘özel’ bir yolculuk kitabı haline gelmiş. Hareketli olay örgüsünde, okumaktan sıkılan minikleri içine kolayca çekebilecek pek çok öğe barındırıyor.  Okumaya başlar başlamaz,  kahramanlarımızın peşinden yola koyulup, kendimizi hikâyenin ruhuna kaptırmamız işten bile değil.

İlk kitapta, ‘Beyaz Yol’u takip ederek Sümi adını verdikleri dev bir sümüklüböceğinin peşine düşen Naz ve Uzunbal, zor da olsa sonunda dev sümüklüböceğe yetişmeyi başarırlar. Dört yıllık bir aranın ardından yazılan ikinci kitapta ise bu kez işler hiç de ‘güneşten sarı’ ve ‘baldan tatlı’nın umduğu gibi gitmez.  Eve dönmek için yola koyulan iki dostumuz, yağan yağmur nedeniyle silinip kaybolan ‘Beyaz Yol’u bulup evlerine geri dönebilmek için türlü türlü tehlikeye atılırlar. Başlarına neler gelir neler?.. Kapalı bir şehirde mahsur kalırlar, geçmişi unutanların şehrindeki on dakikalık hatıralar müzesinde başlarına ummadık şeyler gelir. Peki, peşlerine düşen karanfil çiğneyen gölge de kimdir?

Simla Sunay, Güneşten Sarı Baldan Tatlı adlı ilk kitabının kazandığı büyük başarının ardından, kendini nadasa çekerek ikinci kitap için bir hayli beklemiş. Ama beklettiğine de değmiş! Hatta bu kez heyecan ve macera dozunu biraz arttırdığını da söyleyebiliriz. Kafrika’nın Gölgeleri’nde, altı yaşındaki minik Naz’ın sıra dışı yoldaşı Uzunbal’la olan serüveni sonlanıyor. Güneşten Sarı Baldan Tatlı ve Kafrika’nın Gölgeleri ayrı ayrı da okunabilecek iki güzel roman. Gerçeküstü bir ortamda olağanüstü bir dostluğa şahit olmak için hep beraber Naz ve Uzunbal’a kulak verelim.

İyi yolculuklar!..

BİRİNCİ BÖLÜM
DÖNÜŞ YOLUNDA

Bu kitaptakileri size ben elimle yazmış olmak isterdim. Ama S. yazıyor (yine!). Ben yazıyormuşum gibi yapıyor. Yani hikâyeyi ben anlatıyorum… Bir zürafadansa küçük bir kızın diliyle yazmanın daha kolay olduğunu söylüyor. Güneşten Sarı Baldan Tatlı-1’de geçen hikâyeleri zürafa arkadaşım Uzunbal anlatmıştı ya… Elbette ara sıra S. ile özel olarak görüşüyoruz. Yani sarımsaklı dondurma yemediği zamanlar… Ayrıca S. bana yazdıklarını okuyor. Bazılarını değiştirmesini öneriyorum ve S. beni hiç kırmıyor. Ah, Uzunbal ne tatlı bir bilseniz! (Ama biliyorsunuz zaten; birinci kitap.) Beni çok seviyor. Ben de onu tabii ki. Aramızda kalsın ama S. bana Uzunbal’ın anlattıklarının hepsini okudu. Özellikle şu sözleri çok sevdim:

Ben, Naz’la tanıştığımdan beri, kalbimde bir kuş taşıyordum. Bazen kuşun kanat çırptığını hissediyordum.

Ve şunları:
Naz ve ben.
Ben ve Naz.
Naz’ın gözü olduysam kalbine de girebilirim.
Kalbine girersem hiç çıkmam.
Sevgi kalpte yaşarmış.
Benim kalbimdeki kuş oradan hiç çıkmıyor.
Ben de Naz’ın kalbinde yer alırsam, başkası giremez.
Birinin kalbinde uzun bir zürafa varsa, başkasına yer yoktur.

Ne kadar hoş değil mi? Bir de şöyle demiş: … arkadaş arkadaşın hep yanında olmalı, değil mi? Aslında bir insanın kalbinde uzun bir zürafa varsa, yani bir kere girmişse kalbi de iyice genişlemiş demektir. Yani Uzunbal’ı tanıdıktan sonra kalbimde daha çok yer açıldı. Ya da açılacak… S. ile bu konuda da konuşmuştuk (ne çok laflamışız). S. bana, “Birini çok seversen diğer insanları daha çok seversin,” demişti. Sevgili yazarım, benim henüz küçük olan kalbimi büyütmek için olsa gerek, gezegenimizin en uzun hayvanını seçmiş. En uzun ‘bal’ını.

Hikâyemize nereden başlayacağımı bilemiyorum. Öncelikle Uzunbal’ın pek bahsetmediği (bahsedemediği) konularda sizlerin merakını gidermeliyim. Adım Naz. Biliyorsunuz. Bir büyükannem var. Bu da tamam. Peki ya annem babam? Kardeşlerim? Şunu açıkça söylemeliyim. Burada anlatacaklarımdan bazılarını Uzunbal bilmiyordu. Yani ilk kitapta… Ve siz de bilmiyordunuz. Ve de Uzunbal ile beraber Dev Sümüklüböcek’i bulmak için onun açtığı Beyaz Yol’u takip ederken karşımıza çıkan birbirinden ilginç kişiler…

Eğer evden kaçtığımı bilselerdi beni zorla geri götürmeye kalkabilirlerdi. Böylece Sümi’den …….. mezdim. Büyükannem hep, ………. mak için Dünya’nın öbür ucuna da olsa gitmelisin, der. Ama bu yolculuğa asla benimle çıkmazdı. O yüzden Beyaz Yol’daki maceram yalnız başladı. Ta ki Uzunbal’a rastlayana kadar… Ah inanamazsınız, ilk yolculuğumuz çok zordu! Çünkü insanlar evlerini zürafa misafirlerine göre yapmıyorlar… Uzunbal hep dışarıda kaldı. Yol boyunca birbirinden farklı yerlerde konuk edildik. Sakarköy, Kızıl Adam’ın evi, Kullan At Kasabası, Barkanların oba çadırı… Çok garip kişiler tanıdık. Yıldızcı ve Değirmenadam… Sonunda Dev Sümüklüböcek’ten ………dim.

Şimdi içim çok rahat. S. beni uyarıyor. İlk kitapla ilgili daha fazla anlatmamalıymışım. Neyse ki söylememi istemediği yerlere nokta nokta koyuyor. Sevgili zürafa yoldaşım Uzunbal zaten bir kitap kadar anlatmış bu yolculuğu. Hele kitabın sonunu hiç söylememeliymişim. Kolumu çimdikleyip duruyor. Lütfen bana kızmayın. Bazı okurlar ilk kitabı okumadan bu kitabı okuyabilirmişmişmiş… Sümüklüböceğe ne isim verdiğimizi biliyor musunuz? Dönüş yoluna çıktığımız ilk zamanlarda Uzunbal ona Sümüklü deyip duruyordu. Sonunda adı Sümüklü kaldı, ama kendisinin isteği üzerine kısalttık ve Sümi oldu.

Sümi bir süre bizimle yolculuk etti, sonra kendine yeni bir aile buldu. Ve de yeni bir kabuk… Beyaz Yol’dan geri dönmeye çalıştığımız o günlerde ne yağmurlar yağdı, ne seller aktı! Esmer bulutlar gidene dek bir ağacın kovuğunda saklandık. Sümi ve ben tabii. Uzunbal dışarıda kalmıştı. Üstelik zürafalar yağmuru pek sevmez. Güneşi severler en çok. Bu nedenle yağmurlu günlerde Uzunbal’ın yüzü hep asıktı. Yağmurun bir iyi yanı vardı, o da Sümi’nin cildini korumasıydı. Yoksa kabuğu olmadığından, güneşte kurutulmuş kayısı gibi olabilirdi. Her şey bir yana, yanardağın tamamen susmuş olması ise harikaydı gerçekten. Ah, Sümi ne çok işe yaradı! Nerede kalmıştım? Haaa… Benim annem ve babam Kafrika’dalar. Evet evet taaaaa Kafrika. Dünya üzerinde açlığın ve kuraklığın en çok görüldüğü yer olduğunu söylüyorlar. Neyse ki bizim ülkemizde hiç aç insan yok. Yani ben rastlamadım ya da hiç duymadım. (S. bu konuda sessiz kalmayı tercih ediyor nedense.) Kafrika’da hayat zormuş. Özellikle de bir çocuk için.

Bu yüzden beni yanlarına almadılar. Büyükanneme bıraktılar. Büyükannem bir köyde yaşıyor. Şehirdeki evimize gelmeyi reddettiği için ben onun yanına taşındım. Bu ikimiz için de zor. Ama annemler iki yıl sonra dönecekler. Tatillerde beni görmeye geliyorlar ve sık sık mektup yazıyorlar. Ailemdeki insanlar pek sıradan değil. Bunun için ne olur beni suçlamayın. (Bu konuyu da S.’nin rüyalarında çook tartıştık.) Büyükannem bitki büyücüsüdür. Harika bitkiler yetiştirir. Ama büyüleri hayvanlar üzerinde ters tepiyor; Sümi’yi bir düşünün. Onu nasıl da dev bir sümüklüböceğe çevirmişti. Oysa azıcık büyütmesi yeterliydi. Babam da büyükannem gibi bitki büyücüsü. Çünkü büyükannem aslında babamın annesi. Kısacası büyükannem benim babaannem. Ama herkes ona “büyükanne” dediği için benim de ağzım öyle alışmış işte. Babamın uzmanlık alanı kaktüsler. Babamın babası ise terziymiş. Büyükannem kumaşları hamur gibi yoğurduğunu anlatırdı. O da kumaş büyücüsü anlayacağınız. Ben doğmadan ölmüş.

Annem ise yemek büyücüsüdür. Harika yemekler yapar. Onun annesi de öyleymiş. Ama anneannem hayatta değil. Annemin babası hayatta. Büyükannem ile hiç geçinemezler. O bir demirci. Büyükanneme yakın oturuyor. Yani aynı köyde yaşıyorlar. Tek anlaştıkları konu, büyük şehirleri sevmemeleri. Annem dedemin demir büyücüsü olduğunu söylese de büyükannem itiraz ediyor. Yaptığı korkuluklar kısa zamanda paslanıyormuş. İyi boya kullanmıyormuş. Büyükanneme katılmıyorum. Dedem bir keresinde kasabadaki bir yarışmada birinci gelmişti. Yaptığı korkuluklar harikaydı. Tıpkı yan yana dizilmiş siyah danteller gibi… Demiri eğip bükmede bence üstüne yok.

Dedemse sık sık babama takılır. Kaktüslerin Dünya’daki en çirkin bitkiler olduğunu söyler. Babam çok kızar tabii. Ona göre kaktüsler kadar dayanıklı bitki yoktur. Bir gün bütün Dünya kaktüslerin içindeki bir avuç suya muhtaç kalacakmış. Babam her zaman öyle söylüyor. Annemin Kafrikalı çocuklar için çalışıyor olması hoşuma gidiyor. Ama sadece gündüzleri… Geceleri yanımda olmasını istiyorum. Ayrıca büyükannem çok yavaş kitap okuyor. Ve sürekli sesini değiştiriyor. Sanırım okurken sık sık dinlediği radyo tiyatrolarından birinde oyuncu olduğunu hayal ediyor. Onları çok özledim. Hepsini…

Onları çok seviyorum. Onları çok çok… Sümi’den ayrıldıktan sonra ailemle ilgili bu tür bilgileri Uzunbal’a uzun uzun anlattım. Anlatmaya devam ediyorum da… Bazen yaşadığım şeyler kafamın içinde uykuya dalmış oluyor. Bir olay olduğunda uyanıyor ve canlanıyor. O zaman hatırlıyorum. Ve Uzunbal’a anlatıyorum. Gülüyoruz. Beyaz Yol’un yağmurdan silinmeyen kısımlarını bulmaya çalıştığımız o zor günlerde rastladığımız büyük bir kaktüs, bana babamı hatırlatmıştı mesela. Burnuma gelen yemek kokuları annemi… Garip biçimli bitkiler büyükannemi. Çöpe atılmış demir parçaları dedemi. Üşüdüğümde ve uykum geldiğinde ise evimizi anımsıyorum. Odamı ve yatağımı… Bir keresinde Uzunbal’a sordum:

– Sen aileni özlemedin mi?
Çok sevdiği akasya yapraklarıyla dolu ağzını şapırdatarak şöyle dedi:
– Özlemek tam olarak ne demek?
– Hani Sümi’den ayrıldık ya…
Geviş getirmeyi bırakmıştı:
– Eeee…
– Şimdi yanımızda olmasını ister miydin?
– Evet!
– İşte demek ki Sümi’yi özlemişsin. Özlemişiz.

Zürafalar ses tellerini kullanmazmış (ansiklopediler öyle yazıyor). Nedenini sormayın bilmiyorum. Ama Uzunbal epey geveze. Ve ailesindeki en uzun zürafa. En uzun. Upuzun. Bu nedenlerle hiç sevilmediğini düşünüyor. Anne babası ve kardeşleri ona hep yabancı biri gibi davranmış. Şimdi uzaklarda olmasını ise hiç umursamadıklarını söylüyor. Dönüş yolunda onların yaşadığı yani Uzunbal’a ilk rastladığım yerden geçeceğiz. Uzunbal’ın ailesi ile tanışmayı çok isterim. Yağmur Beyaz Yol’un bazı kısımlarını silmiş. Oysa evimi bulmanın tek yolu Beyaz Yol’dan geri gitmek. Umarım Beyaz Yol’u buluruz. Yani yağmurun yok etmediği yerlerine ulaşabiliriz. Anlayacağınız Beyaz Yol parça parça olmuş. Yer yer kopmuş. Uzunbal’ın sezgilerine göre dönüyoruz. Ona çok güveniyorum.

Sizin anlayacağınız biz yine beyaz bir yolun izinde eve dönüyoruz. Biraz dinlenmeliyiz. Sakarköy’de Yaşar ve Kemal dedelerin yaptığı ip merdivenden aşağı indim. Pat! Ayakkabılarıma baktım. Ne çok eskimiş. Hava çok sıcak. Yazın son günleri ama yine de çook sıcak. Gölge bir yer bulduk. Bir söğüt ağacı… Söğüt ağaçlarını çok severim. Evimizin bahçesinde de bir tane var. Dallarını upuzun saç telleri gibi yere kadar sermiş. Toprağı gıdıklamakla meşgul. İnce yeşil yaprakları arasından, güneş ışıkları geçmek için yarışıyor sanki. Bu yaz sıcağında nasıl böyle yeşil kalmış? Yaz yeşili… (Böyle bir renk yok mu? S. böyle bir renk olmadığını söylüyor, ama ben kitapta yer almasında ısrarlıyım.) Sırtımı söğüt ağacının gövdesine yasladım. Ağaç sanki kocaman bir aile gibi sardı beni. Uzunbal da yanıma dikildi. Eeee, ayakta uyuyan bir türden o. Kısa bir süre sonra uzun zamandır karnı aç olan Uzunbal şöyle dedi: – Akasyaları özledim. Gülüştük. Söğüt ağacı bizi dinliyor gibiydi.

Naz ve Uzunbal, Beyaz Yol’dan dönüşe geçtiklerinde peşlerine takılan garip şeyden habersizdiler. Bu şey bir gölgeydi. Yalnızca bir gölge… Gölge olmasına karşın fark edilmekten çekiniyordu. Bazen bir ağacın bazen de bir kayanın ardından onları izliyordu. Ve ağzında karanfil çiğniyordu. Karanfil çiğneyen bir gölge…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıKafrika'nın Gölgeleri
  • Sayfa Sayısı128
  • YazarSimla Sunay
  • ISBN9789944695077
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviTudem Yayınevi /

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Birleşmeler ~ Robert MusilBirleşmeler

    Birleşmeler

    Robert Musil

    Her şey susuyor ve bekliyordu, her şey onlar yüzünden oradaydı… Sonsuza dek uzanan parlak bir iplik gibi dünyanın içinden geçen zaman, bu odanın ortasından,...

  2. Kirlendik ~ Erdal BilaKirlendik

    Kirlendik

    Erdal Bila

    “Kan davası yerine aşk davası olsa da, herkes birbirini öldüresiye sevse.” – Özdemir Asaf * “Kirlendik be Mansur. Ne gülüşümüz çocukluk gülüşleri kadar sahici,...

  3. Nasıl Ölünür ~ Émile ZolaNasıl Ölünür

    Nasıl Ölünür

    Émile Zola

    Ölüm gerçek, ölüm döşeği tabu, cenaze ortak, yas bireysel… Peki ölüm herkesi eşitler mi?Romanlarından tanıdığımız Émile Zola’dan toplumsal ve ekonomik koşulların ölümü nasıl şekillendirdiğini...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur