Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kafes / Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları 4
Kafes / Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları 4

Kafes / Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları 4

John Perkins

ÜZERİNE DÜŞENİ YAPMALISIN! Sistem kontrolden çıktı. Yeryüzünün insan ve doğal kaynaklarını milletlerin seçtiği hükümetler değil,CEO’lar yönetiyor. Medyayı, akademileri, sivil toplum örgütlerini yönettikleri gibi. Açlığın,…

ÜZERİNE DÜŞENİ YAPMALISIN!

Sistem kontrolden çıktı.
Yeryüzünün insan ve doğal kaynaklarını milletlerin seçtiği hükümetler değil,CEO’lar yönetiyor.

Medyayı, akademileri, sivil toplum örgütlerini yönettikleri gibi.
Açlığın, cehaletin, savaşların, adaletsizliğin tam ortasında hepimiz düzenin birer parçasıyız.

Kabul etmediğimiz gerçek ise şu:
Sürekli eleştirdiğimiz sistemin ‘tüketici’ olarak vazgeçilmeziyiz.

Büyük komplo teorilerini bir kenara bırakıp sisteme ağırlığımızı koymamızın zamanı geldi.

Forbes 500 listesini insana, doğaya, hayata karşı adil şirketlerle, organizasyonlarla, örgütlerle dolduralım.

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları ile tüm dünyayı büyük uykudan uyandıran John Perkins, önceki kitaplarında ve Zeitgeist’te anlattıklarını son yılların gerçekleriyle birleştiriyor. Büyük Resim’i önümüze koyuyor.
Gerçekçi, hayata geçirilmiş ve geçirilebilir çözümler öneriyor.

“John Perkins, Kafes’te, derin analizler ve dramatik hikayelerle dünyayı aydınlatmakla kalmayıp, daha iyi bir toplum yaratmamız için bize pratik önerilerde bulunuyor.”
-Howard Zinn

Giriş

Ben, bir ekonomik tetikçiydim; zamanımızda büyük şirketlerin ve Amerika Birleşik Devletleri’nde belli kesimlerin çıkarlarına hizmet etmek için oluşturulmuş seçkin bir kiralık asker” ordusunun bir parçası olan bir ekonomik tetikçi.

Gösterişli bir unvanım Baş Ekonomist ve yetenekli ekonomistlerden, yönetim danışmanlarından ve yasal görünen etkileyici raporlar hazırlayan finansal uzmanlardan oluşan bir kadrom vardı ama asıl işim Üçüncü Dünya’yı kandırıp yağmalamaktı.

Biz ekonomik tetikçiler her ne kadar farklı biçimlerde çalışsak da, en olağan işimiz, şirketlerimizin arzuladıkları kaynaklara sahip ülkeleri belirlemektir. Sonra da bu ülkelerin liderlerini kendi vatandaşlarını sömürmeleri için ayartır, rüşvet verir ve zorlarız. Onlar da ülkelerini asla geri ödeyemeyecekleri borçların altına sokar, milli varlıklarını özelleştirir, hassas çevrenin mahvolmasını yasallaştırır ve en sonunda da arzulanan bu kaynakları bizim şirketlerimize yok pahasına satarlar. Eğer aralarında direnen bir lider çıkarsa, CIA-destekli çakallar tarafından ya devrilir ya da öldürülür.

Üçüncü Dünya’da o kadar başarılı olduk ki, patronlarımız bizi benzer stratejileri ABD’de ve dünyanın geri kalanında da uygulamaya yönlendirdi. Sonuç: Bugünkü ekonomik krizin arkasındaki itici güç olan sürdürülemez bir kapitalizm biçimi. Geçici toparlanmalara karşın, bu kriz aslında küresel bir tsunaminin habercisi.

Bu cümleleri İzlanda Havayolları’na ait Boeing 757 uçağında, 5 Mart 2009 tarihinde sabahın erken saatlerinde Florida’dan tüm gece süren yorucu bir uçuş sonrası Reykjavik Havaalanı’na inerken not etmiştim. Pencereden dışarıdaki karanlığa bakarken, birden 1800’lü yılların sonunda, bir posta arabasının içinde bir Vahşi Batı kasabasına belki Arizona’da Tombstone ya da Güney Dakota’da Deadwood geliyormuşum duygusuna kapıldım. Ve kasabanın çöküşünün tsunaminin güç kazanmakta olduğunun bir göstergesi olduğu duygusuna.

Yakın zamanlara kadar Avrupa’nın fakir ve az gelişmiş uzak bir akrabası olarak kabul edilen İzlanda’nın ekonomisi ani bir patlama yaşamış ve bu ülke Dünya Bankası’nın 2007 sıralamasında, kişi başına düşen gelir bakımından dünyanın üçüncü en zengin ülkesi olmuştu. Reykjavik, insanların bir gecede servet yaptıkları bir ‘mantar kent’e dönüşmüştü. Ünlü kişiler, kumarbazlar, dolandırıcılar ve ekonomik tetikçiler kente sürü hâlinde akın ediyordu. Morgan Stanley, Goldman Sachs ve Wall Street’in büyük şirketlerinin çoğu, kravatlı ordularını buraya gönderiyordu. Benim eskiden yaptığım işi yapan insanlar, petrol ve diğer değerli doğal kaynaklarından dolayı kendilerini birden materyalizmin içinde bulan Endonezya, Nijerya, Kolombiya ve benzerlerini sömürmek için hayata geçirdiklerine benzer bir model uygulayarak, kişileri ve devleti boğazlarına kadar borç altına girmeye ikna ettiler. İnsanlar tam bir Hollywoodvâri satin alma çılgınlığına kapıldılar. Miami’de malikâneler, Beverly Hills’de apartman daireleri, İngiltere’de büyük mağazalar, Danimarka’da havayolları, Bentley ve Rolls Royce otomobiller, Norveç’te elektrik santralleri, hatta bir İngiliz futbol takımı bile satın aldılar. 2007 yılında ülkenin vatandaşları, 2002 yılında sahip olduklarının yaklaşık 50 katı yabancı varlığa sahiptiler. Izlanda borsası, 2003 yılından 2007 yılına kadar 9 kat yükseldi. (Aynı süreçte ABD borsaları sadece 2 kat yükselebilmişti.)

Reykjavik’teki taşınmaz mal fiyatları üçe katlanırken, ortalama bir ailenin serveti de, 3 yıl içinde 3 katı arttı.’

İzlanda’daki bu patlamanın ardındaki kaynak, bir başka söylemle ülkenin ihya olmasının arkasındaki altın madeni, hidroelektrik ve jeotermal güç idi. Buzullar, nehirler, yanardağlar ve yeraltı sıcak su kaynakları sınırsız miktarda enerji sunuyor gibiydi. Bu kaynak, kutuya ya da fıçıya doldurulamayacağından, bulunduğu yerde kullanılmak zorundaydı. İşte böylece 1960’lı yılların sonlarına doğru yüksek miktarda enerji kullanan şirketlerin en büyükleri olan alüminyum üreticileri İzlanda’ya gelmişti. Takip eden 40 yıl içinde alüminyuma olan küresel talep hızla yükselince, İzlanda’nın yöneticileri, sadece yabancıların sahip oldukları bu izabe tesislerine güç sağlamak üzere elektrik santralleri kurulması konusunda ikna edildiler. Alcoa şirketi, İzlanda’nın harita üzerindeki yerini herkese öğretecek bir teklifte bulundu. Bu, ülkenin kuzeyinde devasa bir ‘sudan-alüminyuma’ tesisi yapmak için bir anlaşmaydı. İzlanda’nın yapması gereken tek şey, kilovat-saat satışından elde edilmesi beklenen gelir ile teminat altına alınacak büyük miktarda bir borcun altına girmek ve tek bir izabe fırınını çalıştırmak için gerekli 600 megavatin üzerindeki enerjiyi (tüm İzlanda halkının kullandığı 300 megavat ile karşılaştırın) üretecek baraj ve elektrik santralini inşa etmek üzere yabancı şirketlerle anlaşmaktı.

Bu, tabii ki o kadar basit değildi. Bilim adamları, barajın yapılacağı yerin bir deprem fay hattının tam üzerinde oturduğunu ve sular altında kalacak arazinin de Manhattan kadar bir alanın (Kentucky eyaletinden biraz küçük bir ülkede) ender bulunan bazı ekosistemleri barındırdığını keşfettiler. Seçtikleri hükümet, çevre kanunlarını rafa kaldırıp, özel durum’ inşaat izinleri verirken, insanlar görmezden, duymazdan geldiler. Alcoa şirketi 2007 yılının Haziran ayında, ABD’nin en büyük mühendislik şirketlerinden Bechtel Grup tarafından inşa edilen

alüminyum tesislerinin açılışını yaptı. Bu yeni tesisin yılda 346 bin metrik ton alüminyum üretmesi planlanmıştı, ki bu miktar ülkenin ilk alüminyum tesisinin kapasitesinin 10 katına denk geliyordu.

İnsanlar bu olayı kutladılar! Ta ki, Alcoa’nın izabe fırınlarını devreye soktuğu her saat, ülkenin yeni tesislerinin onbinlerce dolar kaybettiğini öğrenene kadar.

6 Ekim 2008 tarihinde, o güne kadar duyulmamış bir şey oldu. Ülke ekonomisinin birkaç katı kadar büyüme gösteren İzlanda bankaları bir anda çöktü. 100 milyar doları bulan kayıplar her geçen gün artıyordu. Ülkenin borcu, gayrı safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) %850’sini buldu ve İzlanda iflas etti.2

Uçağım pistte ilerlerken Reykjavik kentinin de yakında, Tombstone ya da Deadwood gibi altın madeni tükendikten sonraki gibi olup olmayacağını; bir saat sonra bir hayalet şehrin, sadece hırsızlar, dilenciler, tükenmiş silahşorlar ve belki birkaç sarhoş ekonomik tetikçinin takıldığı bomboş sokaklarında yürüyor olup olmayacağımı düşündüm.

İzlanda’nın bir haberci olduğundan en ufak bir şüphem yoktu. Bu yolculuğa kalkışmış olmamın nedenlerinden biri de, gelişmiş bir ülkede gerçekleşen bu ‘vurgun’u çevreleyen ayrıntıları anlamak istememdi. Eğer geri kalanlarımız bu ülkenin trajedisinden bir ders almazsak, benzer sonuçlarla karşı karşıya kalabilirdik

ABD ve birçok ülkeyle birlikte İzlanda da kapitalizmin belli bir türünden muzdarip olmuştu; işletme fakültesindeki profesörlerimin 1960’ların sonlarına doğru öngördükleri ve şiddetle karşı çıktıkları bir sapma. Bu sapmanın yandaşları, Wall Street’den Şangay’a kadar iş dünyasının ve devletin ileri gelenlerine, be-nim ‘Ekonomik Tetikçi’ saflarına katıldığım 1970’lerin ilk yıllarından itibaren, bizleri Üçüncü Dünya ülkeleri ve şimdi de İzlanda’da yaşananlar gibi çöküşlere götürecek bir dizi değer yargısı aşılamışlardı. Kapitalizmin bu türünün önde gelen felsefesi, kaynakların özelleştirilmesine, şirket yöneticilerine sınırsız yetkiler tanınmasına ve modern köleliğe (kişiler için olduğu kadar, ülkeler için de) neden olacak kadar aşırı borçlanmayı teşvik etmeyi içeren kesin ve uzlaşmaz inançtır. En güçlü şirketlerimizi yöneten CEO’ların, normal insanların aksine, kurallarla sınırlanmalarına gerek duyulmayan, özel ve ayrıcalıklı bir sınıf oluşturdukları varsayımına dayanan bu anlayış, jeopolitik tanımları kökten değiştirmiştir. Artık, şehir-devletlerin yerlerini ülkelere bıraktığı çağlardan çok farklı olmayan bir döneme girmiş bulunuyoruz. Fark şu ki, bugünkü ülkeler dev şirketler tarafından gasp edilmişlerdir.

Sorun, işletme profesörlerimin de anlamış oldukları gibi, kapitalizm değildi. Sorun, kapitalizmin kötüye kullanılması ve bu mutasyona uğramış virüsün birçok insana bulaşmış olmasıydı.

Uçak sarsılarak dururken, bir salgın hâline gelmeden önce bu virüsü kontrol altına alabilme şansımızı düşündüm.

Uçaktan indim, gümrükten geçtim ve kendini şoförüm olarak tanıtan, bir güreşçi kadar yapılı genç bir adam tarafından karşılandım. Beni dışarı çıkarttı. Yeni bir günün solgun ışıkları ve her an kara dönüşebilecek gibi duran buz gibi bir çisenti ile loş bir hava vardı. Kendimi, şoförün kocaman cipine binmek için yukarı çekerken, Deadwood’a giden bir posta arabasına biniyormuşum hissine kapıldım.

“Keşke daha küçük bir araba alsaydım,” dedi adamcağız özür dilercesine. Belli ki bir anlık tereddüdümü bir ayıplama göstergesi olarak yorumlamıştı. “Ama bu neredeyse bir yıl önceydi. Böyle olacağını kim öngörebilirdi ki?”

Havaalanından ayrılmamızın üzerinden fazla geçmeden, sisler arasında karanlıkta kalan bir sıra binaya işaret etti ve Pentagon 2006 yılında boşaltana kadar o binaların, 1.200’den fazla personel barındıran bir ABD askeri üssü olduğunu söyledi.

“Burası artık hayalet bir şehir mi?” diye sordum. “Pek sayılmaz,” diye yanıtladı. “Binaları üniversitelerimizden biri devraldı, askerlerin yerini de öğrenciler aldı.”

Diliyle bir ciklama sesi çıkarttı. “Devletiniz, boşaltmadan önce bu tesislere bir servet gömdü.” “Neden?”

Onu hayal kırıklığına uğratan öğrencisine bakan bir hoca gibi bana baktı. “Müteahhitlerin bu işten oldukça para kaldırdıklarını duydum.”

Yağmur damlaları ön cama vururken, ben de dışarıdaki çorak araziye baktım. Sanki kızgın bir tanrı avucunu açıp, içindekileri gelişigüzel savurmuş gibi taş ve çakıllarla kaplıydı.

“Volkanik lavlar,” dedi şoförüm. Sonra, bulutlarla birleşiyor gibi görünen karla kaplı bir alanı işaret ederek, ekledi. “Tüm bunlara neden olan dağ da işte şu.”

NASA’nın, onları aya göndermeden önce, Apollo astronotlarını burada eğittiğini okuduğumu söyledim.

“Evet, bu doğru,” diye onayladı. “Ama sonunda troller onları yerlerinden etti.”

“Trol?”

“Kuzeyli mitolojik yaratıklar, bir tür çin ve dev karışımı. Çetin yaratıklar.” Durdu ve sırıtarak bana baktı. “Alcoa şirketi, yeni izabe fırınını yapmaya başlamadan önce, hiçbir trolün yerinden edilmeyeceğini doğrulatmak adına bir büyücü tuttu. Söylentiye bakılırsa, adam bir şarlatan çıkmış ve İzlanda’nın eko…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları ~ John PerkinsBir Ekonomik Tetikçinin İtirafları

    Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları

    John Perkins

    ABDDE TAM 24 YAYINEVİNİN YAYINLAMAYA KORKTUĞU, YAZARIN 5 KEZ YAZMAYA KARAR VERİP, HER SEFERİNDE RÜŞVET VE TEHDİTLERLE VAZGEÇİRİLDİĞİ, YAYINLANDIĞI ÜLKELERDE GÜNDEMİ SARSAN, TÜYLER ÜRPERTEN...

  2. Bir Ekonomik Tetikçinin Yeni İtirafları ~ John PerkinsBir Ekonomik Tetikçinin Yeni İtirafları

    Bir Ekonomik Tetikçinin Yeni İtirafları

    John Perkins

    ‘Ekonomik tetikçiler (ET’ler) yerküre üzerindeki ülkeleri trilyonlarca dolar dolandıran yüksek ücretli profesyonellerdir. Dünya Bankası, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı ve diğer yabancı “yardım” kuruluşlarından büyük...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur