Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kafası Karışmışlar İçin Adorno
Kafası Karışmışlar İçin Adorno

Kafası Karışmışlar İçin Adorno

Alex Thomson

Yirminci yüzyılın en etkili filozof ve kültür kuramcılarından bir olan Adorno’yu okumak zorlu bir iştir. Çalışmaları çoğu zaman çetrefil ve nüfuz edilemez görünür, özellikle…

Yirminci yüzyılın en etkili filozof ve kültür kuramcılarından bir olan Adorno’yu okumak zorlu bir iştir. Çalışmaları çoğu zaman çetrefil ve nüfuz edilemez görünür, özellikle de onun yaslandığı felsefe gelenekleri hakkında pek fazla bilgisi olmayanlar için. Onun ortak duyu saydığımız şeyleri yıkma ve yirminci yüzyıl Avrupa ve Amerika kültüründe baskın gördüğü eğilimlere saldırma tarzı okurun önündeki güçlükleri daha da pekiştirir.

Kafası Karışmışlar için Adorno, Adorno’nun düşüncesine ilişkin, okuru küçük görmeye ya da yanıltmaya yeltenmeyen, teşvik edici ve anlaşılabilir bir açıklama sunuyor. Hem Adorno’yu henüz tanımayanlar hem de onun çalışmaları hakkında mesafe katetmek için uğraşanlar, anlaşılır bir tarzda yazılmış, kapsayıcı, özel olarak tam da onun metinlerini okumayı ve anlamayı zorlaştıran meseleler üzerine odaklanmış bu çalışmayı çok değerli bir kaynak olarak görecekler. Adorno’nun çalışmalarındaki anahtar temalar etrafında düzenlenmiş metin, onun yazılarında estetiğin merkezi konumu, popüler kültür üzerine çokça yanlış anlaşılmış denemeleri ve Adorno’nun felsefesinde özgürlük fikrinin önemi başta olmak üzere, konulara duru ve ufuk açıcı açıklamalar getiriyor.

İçindekiler
KISALTMALAR……………………………………………………………………. 7
GİRİŞ…………………………………………………………………………………….. 9
1 SAHİCİLİĞE KARŞI ……………………………………………………….. 23
Weimar Yılları…………………………………………………………………. 26
Amerika Yılları ……………………………………………………………….. 38
Adorno’nun Kültür Eleştirisi ………………………………………….. 45
Dönüş ……………………………………………………………………………… 55
Ölümünden Sonra…………………………………………………………… 63
2 SANAT VE KÜLTÜR………………………………………………………. 69
Adorno ve Popüler Müzik………………………………………………. 77
Müzik Estetiği…………………………………………………………………. 88
Modernizm mi, Avangard mı? ……………………………………….. 95
Tarih ve Hakikat-İçeriği………………………………………………… 102
Kültür Endüstrisi…………………………………………………………… 112
Estetik Kuramı ve İdeoloji Eleştirisi………………………………. 122
3 ÖZGÜRLÜK VE TOPLUM …………………………………………….133
Yanlış Hayat: Adorno’nun Minima Moralia’sı…………………139
Adorno ve Kant………………………………………………………………148
Özgürlük ve Toplum………………………………………………………153
Aydınlanmanın Diyalektiği ……………………………………………163
Düşünmenin Ahlakı……………………………………………………….172
Suçlulukla Yaşamak ……………………………………………………….178
4 FELSEFE VE TARİH……………………………………………………….185
Felaketi Yazmak……………………………………………………………..191
Aklın Krizi ……………………………………………………………………..201
Tarihselciliğe Karşı…………………………………………………………209
Felsefenin Görevi……………………………………………………………219
Adorno ve Marksizm ……………………………………………………..228
Sonuç………………………………………………………………………………236
EK OKUMALAR ………………………………………………………………..243
KAYNAKÇA………………………………………………………………………249

GİRİŞ
Kavrayış zorlukları nadiren metindeki anlaşılabilirlik
sorunlarından kaynaklanır; bu zorluklar genelde bir şokun
sonucu olarak ortaya çıkarlar.
(NL II 228-9)
Bir düşüncenin değeri, tanıdık olanın sürekliliğine olan
mesafesiyle ölçülür.
(MM 80)

Theodor Adorno’nun (1903-1969) felsefi ve eleştirel eserleri, yirminci yüzyılda üretilmiş en zorlu eserler arasındadır. Bu eserler iki anlamda zorludurlar: Kelimenin daha zayıf anlamıyla, okurun önüne müthiş anlama ve yorumlama güçlükleri koyarlar; kelimenin güçlü anlamıyla da, kanıksadığımız pek çok şeyi yeniden düşünmek ve çağdaş dünyadaki felsefenin, sanatın ve ahlaki yaşamın gerçek imkânını sorgulamak yönünde bizi zorlama peşindedirler. Adorno’nun yazı tarzı çoğu zaman çetrefil, nüfuz edilemez ve ürkütücü görünebilir; onun yaslandığı felsefe gelenekleri hakkında pek fazla bilgisi olmayanlar için bir kat daha böyledir bu. Ancak daha da güçlük yaratan şey, ortak duyu saydığımız şeyleri yıkmak ve yirminci yüzyıl Avrupa ve Amerika kültüründe baskın gördüğü—ölümünden bu yana daha da yoğunlaşmış olan—eğilimlere saldırmak için sıklıkla benimsediği yoldur. Bunun sonucu olarak çoğu okur, düşünsel olduğu kadar fiziksel olarak da hırpalayıcı olabilecek bir sarsılma yaşarak Adorno’yu okumaya yönelik bir karşı koyma duygusu içine girer. Metinlerinin uyandırdığı ilk soru “Ne demek istiyor?” sorusuysa, ikinci soru çoğu zaman şöyle olacaktır: “Gerçekten bunu kast ediyor olabilir mi?”

Adorno bu etkiyi zaman zaman bir şok olarak, besteci Arnold Schoenberg’in eserleri başta olmak üzere kimi modern sanat türleriyle de ilişkilendirdiği bir şok olarak nitelendirdi. Ama şok derken Adorno’nun kastettiği, basitçe épater les bourgeois {burjuvayı şaşkına çevirmek}, halinden memnun insanları müstehcenlik, şiddet ya da ahlaka aykırılık üzerinden utandırmak değildir. Büyük entelektüel ilham kaynağı Walter Benjamin’den farklı olarak Adorno’nun, irrasyonalizmin kutsanması olarak gördüğü sürrealizme ayıracak pek fazla zamanı yoktu; tıpkı dostunun benimsediği devrimci Marksist politikadan şüphe duyduğu gibi. Hayır, Adorno için şok, bizzat felsefeyle ilişkilendirdiği bir şeydir: Metafiziğin, görünüşlerle yetinmeyip şeylerin görünen yüzeylerinin ötesine geçerek, salt kanaatlerin yerine hakikati geçirmek için çabalayarak, dünyayı dönüştürme itkisi. Kendisinin felsefi konumunun en sistematik anlatımı olan Negatif Diyalektik’te Adorno şu yorumu yapar: “Statükonun gücü, bilincimizin gelip toslayacağı aldatıcı görünüşler koyar. Bilincin bunları yarıp geçmeye çalışması gerekir” (ND 17). Sahip olmaya değer bir düşünce, zor olmalıdır. Zorluk hakkındaki bu esaslı ve kararlı tutum, Adorno okurlarının birçoğunun kafasını karıştırmış olan ek problemleri beraberinde getirir. Bu giriş bölümünde, Adorno’da başlı başına önemli olan esas zorluğa belki odaklanabiliriz düşüncesiyle, bu ikincil zorluklardan birkaçını tartışacağım.

Peki neden Adorno ile uğraşma zahmetine giriyoruz? Bunun en basit sebebi, yirminci yüzyılın en derin düşünürlerinden biri olmasıdır; böyle biri olması ise, tam da, kaçınmayı tercih edeceğimiz soruları gündeme getiren çalışmalarının zorluğu yüzündendir. Çalışmalarının merkezinde, günümüz dünyasında özgürlüğün imkânı üzerine derin bir müphemlik duygusu ve Kant’tan bu yana Batı entelektüel geleneğinin özgürlüğümüze dair vaatlerinin sorgulanması yatar: Bu vaatlere göre özgürlük, bireyler olarak özerkliğimizi savunmamıza bağlıdır; özgürlük, toplumsal normlara boyun eğmemizden—ya da onlara başkaldırmamızdan—kaynaklanır; özgürlük estetik deneyim yoluyla gelir; özgürlük, ahlaki yasaya uymakla gelir. Fakat, Adorno’nun çalışmalarının hemen hemen tamamı için geçerli olan bir müphemliktir bu. Anahtar soruları şunlardan ibarettir: Sanat mümkün mü? Özgürlük mümkün mü? Felsefe mümkün mü? Verdiği cevaplar alışılmadık olsa da, Adorno son üç yüz yıldır Batı düşün yaşamının merkezinde yer almış olan meseleleri ele alır.

Adorno’nun çalışmalarının bu felsefi boyutu üzerinde ısrar ediyorsam, bunun sebeplerinden biri, bu boyutun sürekli olarak hafife alınmasıdır. Adorno çoğu zaman, hem eleştirmenleri hem de hayranları tarafından bir tür sosyolog olarak takdim edilir. Şurası kesinlikle doğrudur ki Adorno’nun çalışmalarının en çekici yanı, çalışmalarının soyut olmayıp etrafımızdaki dünyanın en küçük ayrıntılarıyla ilgileniyor olmasıdır. Ama Adorno sadece dünyayı betimlemek için yola çıkmaz, yukarıda belirtildiği gibi, görünüşler dünyasını parçalamak ve şeylerin gerçekte nasıl olduğunu göstermek ister. Fakat dünyanın bize kendini sunma şeklinin ötesine geçmeye yönelik tüm girişimler hep bir spekülasyon meselesidir ve bu nedenle de Adorno en iyi şekilde bir filozof olarak tanımlanabilir, her ne kadar çalışmaları kimi kök salmış felsefi kabullere meydan okuyor, hatta onları bozuma uğratıyor olsa da. Bu durumun ortaya çıkardığı kendine özgü zorluk da şudur ki Adorno tarihsel argümanlar gibi görünen taslaklar ortaya koyduğunda, bunların sosyolojik olmaktan çok spekülatif argümanlar olarak anlaşılması gerekir.

Kapitalizmin eyleme ve düşünme biçimlerimiz üzerindeki etkilerine yönelik bütün ilgisine rağmen, Adorno’nun işi belirli ekonomik veya tarihsel dönüşümlerin etkisi altında aklın deformasyonunu kataloglamaktan ibaret değildir. Bu, tarihin ne olduğunu ya da ekonominin nerede başlayıp nerede bittiğini bildiğimizi önceden varsaymak olur. Adorno, aksine, tarihsel veya ekonomik düşünme tarzının çözüm olduğu kadar sorunun bir parçası da olabileceğini hesaba katarak, toplumsal yaşamın apaçık hüsranlarını açıklamakta aklın yetersiz kalışını sorgulamanın yollarını bulmaya çalışır. Sabırsız eleştirmenler bunu çelişkili bir durum olarak görmüşlerdir: Adorno aklı sorgulamak için akla mı yaslanmaktadır? Ama bu eleştiri, ancak aklın ne olduğunu önceden bilirsek mantıklıdır. Oysa Adorno’ya göre düşüncenin gücü, tam da güvenli zemini terk edebilmesi ve terk etmek zorunda olmasından, tehlikeli sulara açılmasından gelir. Bunun beraberinde getirdiği kaçınılmaz riske girmedikçe, dogmatik metafizikten, yani dünyaya ilişkin kavrayışımızı belirli bir inanç kümesine uygun olarak kurmaktan gayrı her şeyin imkânından vazgeçmiş oluruz. Bu bakımdan Adorno, bir yandan sorgulamaya çalıştığı Aydınlanma düşüncesi geleneğini sürdürmektedir. Negatif Diyalektik’te şu yorumu yapar: “Başlı başına düşünce, bütün özgül içeriklerden önce, bir olumsuzlama, kendisine dayatılana karşı bir direnme edimidir” (ND 19). Düşünceye dayatılan şey, katılaşmış, donmuş düşünme kalıplarıdır. Dogmaya karşı direniş, bütünüyle sekülerleşmiş olduklarını iddia etseler bile ve Tanrı inancına mı, serbest piyasa yasalarına mı, yoksa tarihin değişmez yasaları sayesinde proletaryanın zaferine mi dayandıklarına bakmaksızın, bağnaz düşünme biçimlerine karşı koymak anlamına gelir.

Adorno’nun çalışmalarının aşkınsal boyutunun yeterince ayırt edilememiş olması, ki metodolojiyle ilgili yazılarında Kant’a neredeyse sürekli atıfta bulunmasıyla yakından bağlantılı bir boyuttur bu, birçok yanlış anlamanın sorumlusu olmuştur. Örneğin Adorno, sık sık, endüstrileşmiş kitle toplumunda kendini gösteren yabancılaşma ve sömürünün kültür penceresinden eleştirildiği bir gelenekle, Matthew Arnold’dan F.R. Leavis’e ve Raymond Williams’a uzanan Britanya geleneğiyle karşılaştırılmıştır. Adorno’nun da, mevcut haliyle toplumu, kültür üzerinden toplum adına öne sürülen iddialarla karşılaştırdığı söylenebilir. Fakat ötekiler, Adorno’nun sanat, şiir, müzik, felsefe gibi genellikle yüksek kültüre ait görülen alanların gücü hakkındaki amansız şüpheciliğini paylaşmazlar. Hem kusurlu toplumlarımız hem de bu toplumların sorunlarını çözme iddiasındaki sanatlar eleştirilmelidir. Bu yüzden, Adorno’nun sanatın ve felsefenin dünyayı değiştirme potansiyeline olan tutkulu bağlılığına rağmen, onun çalışmaları bu güç hakkında esaslı bir tereddüt de barındırır.

Adorno’nun eserinin, onu okumak için ihtiyaç duyduğumuz yolu belirleyen felsefi boyutunu ayırt etmek, onun temel stratejilerinin birçoğunun ve felsefi terminolojisinin büyük kısmının, yakın zamana kadar Britanya ve Amerika’da (büyük ölçüde, daha önceki Britanyalı filozoflar kuşağının taşkınlıklarına yönelik bir tepki yüzünden) son derece modası geçmiş bir filozof olarak kalmış olan Hegel’in çalışmalarına atıfta bulunuyor olması gerçeğiyle daha da zorlaşmaktadır. 

Hegel’in diyalektiğinin evrenin özbilincinin spekülatif bir inşasını amaçladığını akılda tutmazsak, “diyalektik, yanılgının nesnel bağlamının özbilincidir” (ND 406) gibi bir yorum pek bir anlam ifade etmeyecektir: Hegel’in anlayışıyla felsefe, dünyanın hem nesnel hem de öznel bir bakış açısından bütünsel öz-kavranışıydı. Adorno bu fikri tersine çevirir: Diyalektik bize dünyanın hakikatini değil, onun hakikat-dışılığının bilgisini verir. “Yöntemini” Hegel’den “öğrendiğini” belirttiği Minima Moralia’da Adorno, “bütün, yanlış olandır” (MM 16, 50) diye yazar. Negatif Diyalektik’in bizzat başlığı, bize, Adorno’nun çalışmalarını anlamak için, Hegel tarafından öne sürülen iddiaları ve bunların Adorno’nun gözünde neden bu kadar güçlü olduğunu ve de neden değişikliğe ya da düzeltmeye ihtiyaç duyduğunu anlamamız gerektiğini söyler. Fakat Adorno’nun Hegel üzerine kendine has denemelerinden birinin {‘Skoteinos, ya da Hegel’i Nasıl Okumalı’}* başlığında yer alan ve karanlık ya da bilinmezlik anlamına gelen Yunanca kelime, bunun işleri daha da kolaylaştırmayabileceği konusunda bizi uyarmaya yeter.

Tüm bunları söyledikten sonra, Adorno’nun Negatif Diyalektik’teki yorumunu aklımızda tutmalıyız: “Felsefe, dünyanın en ciddi işidir; ama o kadar da ciddi değil” (ND 14). Aslında, Adorno’nun felsefeye yönelik bütün tavrı şüpheci ve eleştireldir. Çalışmaları, sistemler kurmaktan çok, onları yıkmaya yöneliktir. Bu yıkım projesinde Adorno’nun ilham kaynağı on dokuzuncu yüzyıl sonlarının en kötü şöhretli ve put kırıcı şahsiyetlerinden biri olan Nietzsche’dir; ahlak felsefesi üzerine 1965 yılındaki dersinde, geçerken yaptığı bir yorumda da görülür bu: “Tüm büyük addedilen filozoflar arasında en çok—Hegel’den bile daha fazla—Nietzsche’ye borçluyum” 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur