Kadınların çocukluklarından yaşlılıklarına ömürleri boyunca içinde yer aldıkları çeşitli durumları gösteren öyküler bunlar; yaşam boyu verdikleri var olma savaşı; anne, eş, kız çocuğu, sevgili, metres olarak sürekli kendilerini bir erkek üzerinden tarif etmenin ağır, uzun yolu; bu uğurda onları çoğu kez karşı karşıya getiren ilişkilerin eşitsiz aritmetiği?
Durumların bir aradalıklarından, öykülerin art arda dizilişlerinden bir üst cümle kurmak istedim. Dönüp tek tek hikayeleri, durumları yeniden gözden geçirmemizi sağlayacak olan bir üst cümle? Edebiyatın asıl gücünün burada saklı olduğunu düşünüyorum. Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir atmosfer yaratmak, bir dünya kurmak. Öğrenmiş gözlerle bize hayatı yeniden iade etmek. Yazdıklarım bir yana okuduklarımı okurla paylaşma isteğim de bu yüzden…
Yazarlar
Roald Dahl – Margaret Atwood – Flannery O’Connor – Judith Hermann – Jean Rhys – Katherine Mansfield – Dorothy Parker – Tama Janowitz – Doris Dörrie – Hanif Kureishi – Charles Bukowski – I. Bachmann – Italo Calvino – V. S. Pritchett – Marta Lynch – Vasco Pratolini – G. G. Marquez – D. Lessing – Alice Walker – Jhumpa Lahiri – Elsa Morante
İÇİNDEKİLER
Önsöz, Murathan Mungan
Son Perde, Roald Dahl
Tokalar, Margaret Atwood
Kırmızı Mercanlar, Judith Hermann
Saf, Temiz Köylüler, Flannery O’Connor
Böceklerin Dünyası, Jean Rhys
Kız, Hanif Kureishi
Resimler, Katherine Mansfield
271 No.’lu Çağdaş Azize, Tama Janowitz
Çatal ve Bıçakla, Doris Dörrie
Büyük Sarışın, Dorothy Parker
Kasabanın En Güzel Kızı, Charles Bukowski
Gomore’ye Bir Adım, Ingeborg Bachmann
Evli Bir Kadının Serüveni, Italo Calvino
Bir Aile Babası, V. S. Pritchett
Latin Âşık, Marta Lynch
Vanda, Vasco Pratolini
Señora Forbes’in Mutlu Yazı, G. G. Marquez
O, Doris Lessing
Kürtaj, Alice Walker
Gerçek Bir Kapıcı, Jhumpa Lahiri
Nine, Elsa Morante
Önsöz, s. 7-10
Yıllar önce üzerinde çalıştığım bir müzikal oyun nedeniyle yazdığım bir şarkıda geçen “kadınlık durumu” sözü, bir kadın arkadaşımı çok ilgilendirmiş, bu söz benim amaçlamadığım kadar konuya dikkatini diriltmişti onun. Kadın sorunlarının daha mahçup bir tonda, alçak sesle ve daha çok sosyalizm ve devrim sorunlarının yedeğinde tartışıldığı, bazı feminist metinlerinse dilimize yeni yeni çevrilmeye başladığı günlerdi. Arkadaşım, bu söze bizim edebiyatımızda ilk kez rastladığını, bu sözle birlikte birçok şeyi birdenbire farklı görmeye, adlandırmaya başladığını söylemişti. Onun bunu bana yıllar sonra bir kez daha tekrarlamış olması, o etkinin genç yaşların ilk keşiflerinin coşkusuyla ya da dönem duyarlığıyla açıklanamayacak derinlikte olduğunu gösteriyordu. Benim de başta Kate Millett olmak üzere bazı feminist yazarları keşfedip onların benim için zihin açıcı olmuş kitaplarını, metinlerini büyük bir coşkuyla okuduğum yıllardı. Yeni öğrenmeler, yeni bilgilenmeler, yeni adlandırmalarla tanıdık dünya, gözlerimizin önünde başkalaşıyor, daha öncesinde bilmediğimiz farklı bir derinlik kazanıyordu. Şimdi bir şey ifade eder mi bilmem ama, o yıllarda biz “bilinçlenmek” diyorduk buna.
Bazen bir olayı ya da bir durumu kavramsallaştıran bir tek sözcük bile, insan zihninde sanıldığından çok daha derin bir etki yaratabiliyor. Üzerinde hiç düşünmeden öylesine yaşadığımız nice gündelik olay, birdenbire bir kavramın, bir nitelemenin etrafında bambaşka bir anlam kazanabiliyor. Her gün içinden geçtiğimiz nice durumun dışına çıkıp, ona dışarıdan bakmamızı sağlayan çoğu kez bir tek kavram olabiliyor. İçimizde neredeyse bizden habersiz birikmiş onca şeyin adını bir tek söz koyabiliyor. Tıpkı “kadınlık durumu” gibi hayli sıradan görünüşlü sade bir sözün bile bir durumun adını koyabildiği gibi.
“Kadınlık durumu” dediğinizde, bunun herhangi bir şey değil, bir “durum” olduğunu, ortada “sorunsal”laştırılmış bir “durum”un bulunduğunu söylemiş olursunuz. Her sorunsal, kendi içinde kutupsallık taşır. Yolunda gitmeyen bir şeylerin varlığına, bütünlük sandığımız şeyin çelişik yapısına işaret eder. İncelenmeyi, konuşulmayı, tartışılmayı gereksinir. Belki de yıllar önce arkadaşıma olan buydu. Benim sözüm yalnızca bir anahtardı. Bu nedenle kitabın adı, ele aldığı durumlara sayısal olarak tam karşılık düşmese de 21 tanesinin hikâyesi diye okunabilir. Bir ömre denk düşen zamandizisel bir sıralama olmamakla birlikte, kadınların çocukluklarından yaşlılıklarına ömürleri boyunca içinde yer aldıkları çeşitli durumları gösteren öyküler bunlar; yaşam boyu verdikleri var olma savaşı; anne, eş, kız çocuğu, sevgili, metres olarak sürekli kendilerini bir erkek üzerinden tarif etmenin ağır, uzun yolu; bu uğurda onları çoğu kez karşı karşıya getiren ilişkilerin eşitsiz aritmetiği… Hepimizin bildiği hikâyeler işte!
Bildiğiniz gibi: Dünya sözcüklerlerle politikleşir. Dünya halinin doğal bir parçası sanılan durumlar, sözcüklerle politik anlamlarına kavuşur. Politika, bir anlamda terimlendirilmiş dildir. Kavramlar, terimler, adlandırmalar bunun içindir. Bütün bu söylediklerimden çıkarak ateşli feminist bir kitapla karşı karşıya olduğunuz düşüncesine kapılmanızı istemem; bundan olumsuz bir şeymiş gibi söz etmiyorum, kuşkusuz öyle bir seçki de yapılabilir, ben sadece yanlış anlaşılmamak, kitabı doğru anlatmak istiyorum. Bunlar yalnızca hikâye, tıpkı yaşarken olduğu gibi, bu hikâyelerin içinden geçerken olduğu gibi… Birçok şeyin farkında olmadan, adını koymadan, anlamını bilmeden yaşayıp gittiğimiz anlar gibi… Bugüne dek hazırladığım bütün seçkilerde gözettiğim temel bir ilke gereği, ben yalnızca durumların bir aradalıklarından, öykülerin art arda dizilişlerinden bir üst cümle kurmak istedim. Dönüp tek tek hikâyeleri, durumları yeniden gözden geçirmemizi sağlayacak olan bir üst cümle… Edebiyatın asıl gücünün burada saklı olduğunu düşünüyorum. Akıp gideni durup görmemizi sağlayacak olan bir atmosfer yaratmak, bir dünya kurmak. Öğrenmiş gözlerle bize hayatı yeniden iade etmek.
Bu kitabın ilk esini, Roald Dahl’ın “Son Perde” adlı öyküsünden geldi. Kadınları ilerleyen yaşlarında bekleyen sorunlardan biri olan “kuruma sorununun” bir “erkek yazar” tarafından bu duyarlılık ve derinlikte yazılması, has edebiyat söz konusu olduğunda, cinsiyetçi yaklaşımların sahte gündemlerinin nasıl ortadan kalktığına iyi bir örnek oluşturduğu için ayrıca heyecanlandırmıştı beni. Seçkiye başlarken, elimde iki, aklımdaysa onlarca öykü vardı. Elimdeki iki öyküyü başta ve sonda olmak üzere kullandım: “Son Perde” ve “Nine”. Aradaki öyküler konusunda tercih yapmakta çok zorlandığımı söylemeliyim. Bu çeşit toplamlar yaparken, elinizde bir değil, birden fazla ölçüt vardır çünkü. Yalnızca iyi yazarları, nitelikli öyküleri bilmeniz, onlara ait bir dolu ayrıntıyı capcanlı hatırlamanız yetmez. Asıl sorun, farklı yazarların farklı dünyalarını içeren parçaları bir araya getirmek ve onlardan bütünlüğü olan bir kitap yapmanızdır. Çünkü, yazarken olduğu gibi, yaparken de kitap bir kurgudur.
Edebiyatta kadın yazısının varlığını, gücünü kanıtlamış geçtiğimiz yüzyılın önemli adları olan Flannery O’Connor, Katherine Mansfield, Jean Rhys, Doris Lessing ve ne yazık ki dilimizde pek az öyküsü bulunan Dorothy Parker mutlaka bu seçkinin içinde yer alsınlar istiyordum. Öte yandan çok istediğim halde Carson McCullers, Virginia Woolf’tan birer öykü koyamadım. Bu gibi durumlarda, bazen öykülerin uzunluğu, bazen de kitabın geneli içinde yarattıkları tempo sorunu, onları üzülerek dışarıda bırakmanıza neden olabilir. Ama zaten bilirsiniz ki, her zaman bir şeyler dışarıda kalır. Her seferinde bir sonraki için çalışma isteğini veren de budur belki.
“Dişil mizah” diyebileceğim ayrı ve özel bir şeyin varlığına her zaman inandığım için, bunun parlak birer temsilcisi olduğunu düşündüğüm Tama Janowitz’e, Doris Dörrie’ye elimden geldiğince seçkilerimde yer vermek isterim. Bu kez de öyle oldu.
Türkçede daha çok romanlarından tanıdığımız, aynı zamanda çok iyi bir hikâyeci ve denemeci olan Margaret Atwood’un malzeme zenginliği karşısında ondan bir öykü seçmekte güçlük çektiğim gibi, hikâyelerine özel bir hayranlık duyduğum Ingeborg Bachmann’ın birbirinden güzel öyküleri arasından birini seçmekte de hayli zorlandım. Sonuçta, ele aldığı konunun ve sorunun farklılığı nedeniyle onun “Gomore’ye Bir Adım”ında karar kıldım.
Almanya’nın günümüz yazarlarının önde gelenlerinden biri olan Judith Hermann, bu seçkide yer alan öyküsüyle birlikte Türkçede ilk kez yayımlanmış oluyor. Umarım arkası gelir.
Hanif Kureishi, Jhumpa Lahiri gibi günümüz edebiyatının hem parlak, hem popüler sayılabilecek yazarlarının yanı sıra, böyle bir toplamda akla ilk gelecek adlar olamayacakları düşünülebilecek olan Bukowski, Marquez gibi yazarlara özellikle yer verdim. Bu “erkek yazarlar”ın kendi kitaplarından sökülmüş öyküleri, bu kitabın ışığında sanırım başka türlü görünecek, başka türlü okunacaklardır. Edebiyatın gücü, sahibinin hikâyesini aşar.
Öykü sanatını sevdirmede, okurları farklı yazarlara, farklı dünyalara göndermede, yeni tartışma ve sorgulama alanları yaratmada bu seçkilerin önemli ölçüde işlevi olduğuna inandığım için, önümüzdeki zamanlarda da farklı bağlamlar ve izlekler çevresinde, yeni biçimler altında bu seçkileri sürdüreceğimin bilinmesini isterim. Yalnız yazdıklarımı değil, okuduklarımı da paylaşarak okura daha çok yaklaştığımı duyumsuyorum.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Antoloji-Derleme Öykü
- Kitap AdıKadınlığın 21 Hikayesi - Murathan Mungan'ın Seçtikleriyle
- Sayfa Sayısı280
- YazarHazırlayan: Murathan Mungan
- ISBN9789753424776
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kibrit Çöpleri ~ Murathan Mungan
Kibrit Çöpleri
Murathan Mungan
Murathan Mungan’ın alışılmadık kısalıkta, 1-1.5 sayfalık kısa öykülerini, kitapta yer alan şu cümleleri çok iyi anlatıyor: En kısa hikâye parçasına an denir. Bazı anlar...
- Ustanın Dersi ~ Henry James
Ustanın Dersi
Henry James
Genç yazar Paul Overt, davet edildiği bir kır malikânesinde uzaktan uzağa hayranı olduğu ünlü romancı Henry St. George’la ve ilk görüşte âşık olduğu Miss...
- Bakışın Kirlettiği Ayna ~ Mehmet Erte
Bakışın Kirlettiği Ayna
Mehmet Erte
“Benim için gözler yoktu artık, gözleri dikenli teller gibi koruyan kirpikler vardı. Gözler vardı tabii ama kirpikleri aşıp ulaşamıyordum onlara. Gözler yoktu yani, ama...