Chuck Palahniuk’in bademciklerinin bu aralar nerede ikâmet ettiğini bilmek ister misiniz? Peki ya Chuck’ın MTV’de bir video klipte görünmesinin hikâyesini? Mutfak dolaplarınızda saklanmış bir mankeni aradığınız oldu mu hiç? Şu bizim Chuck’ın özyaşamıyla ilgili, adamın insan içine çıkmasını zorlaştıracak bazı anekdotlardan haberdar olmak cazip geliyor mu size?
Bütün bunlar ve daha neler neler. Hepsi Kaçaklar ve Mülteciler’de. Yazar Katherine Dunn, Portland’da herkesin en az üç yaşamı ve üç kimliği olduğunu söylüyor. Amerika denen memleketteki “en kafayı sıyırmışların” toplandığı Portland’ın sokaklarında, Palahniuk’la birlikte maceradan maceraya koşmaya, şehrin ünlü ünsüz sakinleriyle tanışmaya ne dersiniz?
Hiçbir gezi rehberinin size veremeyeceği şeyler var bu kitapta: Biraz tarih; biraz söylence; tekinsiz mekânları, güzel restoranları ve çılgınlıklarıyla capcanlı bir şehrin nabzını tutma olanağı. Her köşe başında rastlayacağınız dost canlısı insanları da cabası.
Kişilere özel garip müzeler de dahil olmak üzere bütün o ilginç mekânlar, her yıl yinelenen tuhaf etkinlikler ve hayalet öyküleri. Şehir merkezinin altındaki kanallarda turlayın. İster homoseksüel ister hetero olun, seks kulüplerini ziyaret edin.
Söz verin gerçek hayalet öykülerini duyduğunuzda, yaşayan ölülerle burun buruna geldiğinizde korkmayacağınıza! Hayvanat bahçesinde insanoğluna şaşırtıcı derecede benzeyen filleri muhabbet ederken gördüğünüzde şaşırmayacaksınız!
Halihazırda Portland’da kaçaklarla mültecilerin arasında yaşayan Palahniuk, bir elinde fotoğraf makinesiyle şehri bize kare kare gezdirirken, “tarih”, “(öz)yaşam öyküsü” ve “kurmaca” kavramlarını da “yeraltı”ndan gün ışığına çıkarıyor.
***
Giriş:
Marjinal grubu çözmek
“Portland’da herkes en az üç yaşam sürer” diyor Geek Love’ın yazarı Katherine Dunn. “Herkesin en az üç kimliği vardır,” diyor.
Katherine ortadan ayrılıp arkada bağlanmış uzun san saçlarıyla, sigara sarıp içerek Portland’ın kuzeybatısmdaki dairesinin penceresinde oturuyor. Gözünde kara çerçeveli bir gözlük var. Radyatörlerden madeni bir ses çıkıyor ve dört kat aşağıdaki Glisan Caddesi’nden siren sesleri duyuluyor.
“İnsanlar bakkalda kasiyer, arkeolog ve bisikletçi,” diyor Katherine, “Ya da şair, travesti ve kitapçıda tezgâhtar.”
Bir sigara daha sararken, “Aldatıcı bir durum, zira bütün zenginler kılık değiştiriyor,” diyor. “Tezgâhın arkasında duran hırpani herifin aslında bütün mağazayı satın alacak, sonra da çiğneyip tükürecek zenginlikte olup olmadığını hiç bilemiyorsun.”
Sigarasını içerek. “Süveter takımları ve incileriyle West Hills’li o ufak tefek tatlı yaşlı kadınlar var ya, hepsi de idam cezasının bağnaz savunucularıdır,” diyor.
Yeşil ağaçlı tepeler. Katherine’in arkasındaki pencerenin manzarasını oluşturuyor. Duvarlar sanat eserleri ve kitap raflarıyla kaplı. Odalar ağır mücevherimsi koyu kırmızı ve yeşil renklerine boyanmış. Yemek odasındaki masada duran vazoda sarı frezyalar açıyor. Mutfakta, lavabonun üzerinde Katherine’in anneannesi Tressie’nin çerçevelenmiş bir fotoğrafı var. O Tressie ki on sekiz yaşında batıya, Dakota’ya seyahat ederken bir yandan da demiryolu işçilerine yemek pişirirmiş.
Katherine’in teorisine göre, kendine yeni bir yaşam arayan herkes batıya göç ediyor, Amerika’yı katederek Pasifik Okyanusu’na ulaşıyor. Bir kez oraya vardılar mı, yaşayacakları en ucuz şehir Portland. Böylece memleketteki terelellilerin en kafayı sıyırmışları bizim başımıza kalıyor. Çıkıntı tipler arasındaki çıkıntılar.
“Garip insanlar gittikçe daha fazla toplanıyor buraya,” diyor Katherine. “Kaçaklar ve mülteciler. Biz buyuz işte.”
1989’da çok satan romanı Geek Love‘ı yazarken, Katherine Portland’da geçen bir hikâye kurgulamıştı. Roman -ki sirkte yan gösteri yapan, bilet satışlarını artırmak için sakat bırakılmış ve doğuştan sakat çocukları çalıştıran dışlanmış bir aileyle ilgiliydi- kenti, Katherine’in hikâyesini insanların kafalarında çağrışımlar yaratmadan geçirmek istediği bir fon olarak kullanan en ünlü kitaptır kuşkusuz.
“Paris’te genç bir kadınken” diyor Katherine, “Şehri empresyonistlerin (izlenimcilerin) gözleriyle görmeden dolaşmam imkânsızdı. Çünkü Paris’e onların gözlerinden bakıyordum, başka bir şekilde bakmak mümkün değildi.”
Geek Love‘ın doğuşu da burada gerçekleşti. Bir gün Katherine’in yedi yaşındaki oğlu Ben onunla birlikte Uluslararası Gül Melezleme Bahçesi’nin içinden geçmeyi reddetti, Katherine de melez güllerin arasında tek başına dolaştı. “Kendi kendime ‘Nasıl ki bunlar doğada tek başlarına oluşamadılarsa, ben de daha iyi bir çocuk tasarlayabilirdim,’ diye düşündüm.”
Katherine, Metropolitan Eğitim Merkezi’nin bodrum katındaki havuzda yüzüyor, bir yandan da kafasında kitabını yazıyordu. Yıllarca haftalık bir gazetede Portland’daki garip olayların kanıtlarla desteklendiği “Dilim” adlı sütunu yazdı.
Artık Portland’ın kendi kimliği var, diyor Katherine. Portland Seattle ya da Walla Walla denildiğinde kimse boş boş bakmıyor.
Şimdilerde Katherine Dunn yeni bir kitap üzerinde çalışıyor. Yeni kuşak hayranları için Geek Love tekrar basılıyor. Portland’dan ayrılmayı hâlâ düşünmüyor.
“Her şeyden önce” diyor. “Ben araba kullanamam. Üstelik, caddede yürüdüğün zaman burada her köşenin bir hikâyesi var.” Sigarasından bir nefes çekip Glisan Caddesi üzerindeki penceresinden dışarıya üflüyor. “Burada” diyor, “hayatın akıp giden hikâyesi baktığın her yerde karşında duruyor.”
HEM KATHERİNE HAKLI. Her köşenin bir hikayesi var; ve her tepe yamacının.
1980’de, lise mezuniyetimden altı gün sonra, Portland’a, Güneybatı Barbour Bulvarı’nda, Burlingame Fred Meyer süpermarketinin hemen üzerinde yer alan böğürtlen kaplı dik bir tepenin yamacında yükselen Burlingame View Apartmanı’na taşındım.
İki ev arkadaşım restoranda çalışıyor ve dolabımız kutu kutu çaldıkları yemeklerle dolu. Kasa kasa şampanya. Üç galonluk tenekelerde zeytinyağına basılmış konserve salyangoz. Otumuzu Kuzeydoğu Killingsworth Caddesi’nde yaşayan bir çömlekçiden alıyoruz. Adam evinin bodrumunda çalışıyor ve taş gibi olmuş kafasıyla aynı kahve fincanını günde elli kere elinden fırlatıyor. Etrafında fırına atılmayı bekleyen birbirinin eşi yüzlerce kahve fincanıyla dolu raflar var. Yirmi beş yirmi altı yaşlarında olmalı. Dinozor yani.
Ben gündüzleri kurye olarak olarak çalışıyorum, Oregonlu gazetesinin reklam taslaklarının teslimatını yapıyorum. Geceleri Yunus’un Balık Restoranı’nda bulaşık yıkıyorum. Arkadaşlarım eve geldiğinde birbirimize yemek fırlatıyoruz. Bir keresinde kocaman, yapış yapış, avuçlar dolusu kirazlı turta. On sekiz yaşındayız. Kanunen erişkiniz. İşte böyle kafayı buluyoruz, her gece şampanya içip mikrodalga fırında salyangozumuzu pişiriyoruz. Tatlı hayatın keyfini çıkartıyoruz..
Bir fedakârlık anında, üzerine Lourdes’li Meryem Hastanesi’nin etiketi yapıştırılmış, formaldehit dolu bir kavanoz içerisinde çocukluğumda aldırdığım bademciklerimi buluyorum. Bir dilek tutup, görkemli bir hareketle ağzı kapalı kavanozu balkondan aşağıya, tepenin yamacını kaplayan böğürtlen çalılıklarının içine fırlatıyorum.
Eskiden aileniz ya da arkadaşlarınız Portland’ı ziyarete geldiğinde işler kolaydı. Onları ilkönce Van Calvin Manken Müzesi’ne götürürdünüz. Orada, bayıltıcı sıcaklıktaki bir depoda kâbus gibi bir ortama yerleştirilmiş yüzlerce tozlu mankeni görürlerdi. Benim favorim yetmiş kadar çıplak, hırpalanmış çocuğun dev bir televizyon konsolunun önünde oturarak siyah beyaz çizgi filmler seyrettiği odaydı.
Sonra turistlerin evlendiği ve rahip tarafından alenen rezil edildiği Elvis’in Yirmi Dört Saat Açık Kilisesi’ni ziyaret ederdiniz. Daha sonra da Western Bigfoot Society’i. Sonra UFO Müzesi’ni. Belki eski Carriage Room’daki striptizcileri seyretmeye giderdiniz. Ya da insanları alıp, içleri doldurulmuş ve sigara dumanıyla leş olmuş onlarca nadir aslanı, kaplanı ve leoparı bir diskoda görsünler diye Safari Club’a götürürdünüz. Belki de bir ORGASM (Oregon Guild Activists of S/M) partisine gider, kölelik ve işkence gösterileri izlerdiniz. Bundan sonra, herkesi Dünyanın En Küçük Demiryolu olan Samtrak’ta bir gezintiye götürürdünüz ve böylece hafta sonu enikonu bitmiş olurdu.
Ronald Reagan ve baba George Bush’un Portland’ı “Küçük Beyrut” diye adlandırdıkları, buraya gelmekten ödlerinin koptuğu eski güzel günlerdi bunlar. Başkanın seçim kampanyası sırasında siyasi bir nutuk atmak için kente yapacağı kısa bir ziyaret, anarşistlerin Hilton Oteli’ndeki başkan süitinin önünde, Batı Broadway boyunca toplanmaları demekti. Göstericiler beyaz, ya da gıda boyasıyla kırmızı ve maviye boyanmış patates püresi yerlerdi. Sonra da konvoy göründüğünde kusturucu şurup içip şanlı Kırmızı, Beyaz ve Mavi’yi otelin her bir tarafında kusmuk gölleri oluşturarak çıkartırlardı.
Tamam, tamam, hiç kimsenin bilmediği konu mide asitinin mavi gıda boyasını yeşile dönüştürdüğüydü. Bu nedenle olay da İtalya’ya karşı bir protestoymuş gibi görünürdü… Asıl önemli olan şey düşünce.
İç çekiş.
Marjinal grubun tek sorunu, çözülme eğiliminin olması.
Şimdilerde Portland, Tonya Harding ve Bob Packwood’un memleketi. Seri katillerin profillerini çıkartan FBI dedektiflerine göre Kuzeybatı Pasifik “Amerika’nın Cinayet Tarlaları”, çünkü buradaki insanlar arkadaş canlısı ve karşılarındaki kişiye hemen güveniyorlar. Vahşi tabiat daima yanı başınızda. Yağmur yağıyor ve her şey çabucak çürüyor.
Bundan sonraki bölüm, Portland’ın bir nevi şipşak fotoğrafları. Bir nevi bugünkü halinin fotoğraf albümü. Baltalı cinayetlerden, ayakkabı fetişisti penguenlere kadar. Yeraltındaki esrarkeş bitirimhanelerinden seks şovlarına, itfaiye arabasıyla yapılan yolculuklara kadar. Bunlar Portland’a ait hiçbir resmi tarih kitabında bulamayacağınız türden hikâyeler. Taşkın Noel Babalar’dan Yıkamatik Ev’e kadar. Burası Oregon, Portland buzdağının sadece tepesi. Söylenceler. Söylentiler. Hortlak hikâyeleri. Yemek tarifleri. Bundan sonraki bölüm biraz tarih, biraz efsane, daha çok da dost canlısı, samimi ve büyüleyici insanlar hakkında. Belki çenelerini tutsalardı haklarında daha hayırlı olacaktı.
Tanışılacak insanlarla gidilecek yerler arasında ise kartpostalları bulacaksınız. Bunlar mekânlardan ziyade belirli Portland anlarına ait.
İlk dairem örneğin, şu Barbur Bulvarı’ndaki. Bir ay içerisinde ev arkadaşlarımdan bir tanesi üçüncü kez sarhoş araba kullanmaktan tutuklandı ve hapis cezasından yırtmak için Seattle’a tüydü. Diğer ev arkadaşım ise kendisine sapı yakutlu altın bir kokain kaşığı hediye eden İsveçli bir kadına âşık oldu, evlenmek için beraberce kaçtılar.
İki adamın Yunus’un Balık Restoranı’nı soyduğu geceye kadar kurye-bulaşıkçı-esrarkeş olarak üç hayat sürüyordum. Hırsızların kafalarında yastık kılıfları ve ellerinde namlusu kısaltılmış tüfekleri vardı. Alnım mosmor bir çürüğe dönene kadar kafamı otoparkın zeminine bastırdılar. Restoran sahibi polise olanları anlatırken, çalınan para miktarını iki katı olarak söylememi istedi. Böylece adam sigorta sahtekârlığı yapıp büyük bir avantaya konabilecekti. Hayatımda bir kere olsun doğruyu söyledim ve işten kovuldum.
Daireden ayrıldım ve kiralık bir odaya taşındım.
Bademciklerim hâlâ akçaağaç ve böğürtlen kaplı dik tepenin oralarda bir yerlerde, onları fırlattığım yerde duruyor.
Tuttuğum dilek ise günün birinde yazar olmaktı.
Dili konuşmak:
Portland sözcük dağarcığı dersi
Siz “OR-GON” dersiniz, ben “OR-e-GIN” derim. Başka hiçbir şey -California plakası hariç- yerel kelimeleri yanlış telaffuz etmeniz kadar hızlı bir şekilde yabancı kimliğinizi ele veremez. İşte size yerel argo ve Wilamette, Multnomah ve Couch gibi kelimelerin nasıl telaffuz edileceğiyle ilgili kısa bir rehber:
Ban Roll-on Binası: Güneydoğu Broadway 1000 numaradaki binanın takma adı. Bodrum katında Broadway Metroplex Sinemaları’nın bulunduğu binanın takma adı alçak, soluk bir kubbeye benzemesinden kaynaklanıyor.
Benson Fıskiyeleri: Şehir merkezinde yer alan ve kereste tüccarı Simon Benson tarafından yaptırılmış olan dört kollu, süslü çeşmelerin takma adı.
Blue Jean: Eugene’in takma adı, Oregon Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nin bulunduğu yer.
Büyük Pembe: Portland’ın en yüksek binası. Batı Burnside Caddesi’yle Güneybatı Beşinci Cadde üzerinde yer alan kırk üç katlı Amerika Bancorp Kulesi.
Cadı Evi: Simon Benson Konağı (ki bugünlerde restore edilip Güney Park Blokları’ndaki Portland Eyalet Üniversitesi kampusuna taşındı), yaşlı bir kadının konağın kulesindeki kubbeye oturup mahallenin çocuklarını gözetlediği Kuzey McClellan Caddesi 1441 numaradaki David Cole Köşkü, ya da Thurman Caddesi Köprüsü altında yer alan Baltch Deresi’nde İtalyan masonlar tarafından park süsü olarak yapılan Taş Ev. Bu yapılardan birine verilen isim.
Corn Vadisi: Oregon Eyalet Üniversitesi’nin bulunduğu Corvallis’in takma adı, eyalet ziraat okulu.
Couch: “Kuuç” diye telaffuz edilir. Kuzeybatı ve Kuzeydoğu Portland arasında yer alan bir caddedir, Oregon’un ilk yerleşimcilerinden Kaptan John. H. Couch’un anısına bu isim verilmiştir.
Elvis’in Kilisesi: Önceden 720 Güneybatı Ankeny Caddesi’nde yer alan enstalasyon ve anıt mezar.
Enayi Deresi Bataklığı: Oswego Gölü’nün. zenginlere yatak odası cemaatinin özel mülkü olarak parsellenip pazarlanmadan önceki orijinal adı.
Enema 21: Kuzeybatı Yirmi Birinci Cadde’deki Sinema 21 çalışanlarının işyerlerine taktığı isim.
Estee Lauder’in Yeri: C. C. Slaughter’daki gay barın takma adı.
Eski Kent: Şehir merkezinde Batı Burnside Caddesi’nin kuzeyiyle, kuzeybatı Broadway’in doğusunu kapsayan alan. Eskiden “Kuzey Çıkmazı”, “Şeytanın Şehri”, “Çorak Topraklar” ve “Koca Eddy” olarak da bilinirdi. Şehrin fahişelik, uyuşturucu ticareti ve kumar merkezi.
Et Mağarası: Balık Mağarası adlı balık restoranının takma adı. Popüler günlerinde bekârların avlanmaya çıktıkları bir mekân olup, Geek Love‘ın yazarı Katherine Dunn’ın da burada kokteyl garsonu olarak çalışmışlığı vardır.
Glisan: Orijinal olarak “GLISS-ın” olarak telaffuz edilmesine rağmen adı şimdilerde “GLEE-sin”e dönüşmüş olan, Kuzeybatı ile Kuzeydoğu Portland’dan geçen cadde. Caddeye ilk yerleşenlerden doktor Rodney Glisan anısına bu isim verilmiştir.
Göbekte Dolanmak: Gençlerin şehir merkezinden geçip, Güneybatı Broadway üzerinden güneye ve Güneybatı Dördüncü Cadde üzerinden kuzeye doğru bir yay çizerek gezmesi.
Gümüş Dildo: Erkek striptizcilerin şov yaptığı Silverado Barı’nın takma adı. Bkz. “Şeytan Üçgeni.”
Hap Tepesi: Portland şehir merkezinin hemen güneyinde bulunan ve aralarında Oregon Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin (OHSU) de yer aldığı birkaç hastanenin olduğu Marquam Hill bölgesi.
İşeyen Koro Çocukları: Batı Burnside Caddesi’yle Güneybatı Beşinci Cadde’nin köşesinde yer alan, beş kemerinin ucundan sular fışkırtan çeşmenin takma adı. “Araba Yıkamacısı” olarak da bilinir.
Jail Blazers: Yerel NBA takımı Portland Trailblazers. Bu isim takımın birkaç oyuncusunun çeşitli suçlarla tutuklanmasından sonra takıldı.
Kara Kutu: Güneybatı 200 numarada yer alan uluslararası bir mimari üsluba sahip Market Street Binası.
Kokarca Kent: St. John Köprüsü’nün güney ucu altında kalan ve terk edilmiş doğalgaz işleme fabrikasının bulunduğu bölgenin adı. Fabrikanın çökmekte olan ana binası, tepesinde yer alan dört cepheli saat kulesiyle beraber şehrin en çok fotoğrafı çekilen yapısı olarak kabul edilir.
Kordon Kent: Albina bölgesine, burada İrlandalı, İtalyan ve Alman demiryolu işçilerinin yaşadığı zamanlarda verilen takma ad. Kaynağı bilinmiyor.
“Louie Louie” Binası: Kingsmen topluluğunun “Louie Louie” şarkısının orijinal kaydını yaptığı 409 Güneybatı On Üçüncü Cadde’de yer alan bina. Şimdilerde, eski hali korunmuş olan ikinci kattaki bu stüdyoyu Food Chain Films adlı yerel bir yapım şirketi kullanıyor. Binanın önemini belirtmek için asılan pirinç levha ise çalındı.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKaçaklar ve Mülteciler
- Sayfa Sayısı147
- YazarChuck Palahniuk
- ÇevirmenEsra Arışan
- ISBN9789755394497
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviAyrıntı Yayınları / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Oyunbozan ~ Gemma Halliday
Oyunbozan
Gemma Halliday
Tina Bender L. A. Informer’ın dedidoku sayfasında köşe yazarlığı yapmaktadır. Çevresindekiler hakkında her şeyi bilmektedir. Ve bildiklerini yayımlamak konusunda da çok cesurdur, ta ki...
- Andrés Fava’nın Güncesi ~ Julio Cortázar
Andrés Fava’nın Güncesi
Julio Cortázar
Yasanın bir çiçek dürbünü olduğu o korkunç ülke, düşlerin ülkesi. Bir gece boyunca sokakta ya da ortak takıldığımız yerlerde hep rastladığım ve sevdiğim birinin...
- Satranç ~ Stefan Zweig
Satranç
Stefan Zweig
"Satranç daima kendini geliştiren ama kısır, hiçbir sonuca varmayan bir düşünüş tarzı, hiçbir şey hesap etmeyen bir matematik, eserleri olmayan sanat, materyalden mahrum bir mimari ve buna rağmen varlığının tüm kitaplardan ve eserlerden daha kalıcı olduğu ispatlanmış, bütün milletlere ve zamanlara ait, hangi Tanrı’nın can sıkıntısı gidermek, duyuları keskinleştirmek, aklı zorlamak amacıyla yeryüzüne gönderdiğini hiç kimsenin bilmediği tek oyun değil mi?"