Fotoğraf çekerek geçireceği huzurlu bir sabah, sahilde seksi bir yabancıyla uğraşmak, Natalie Conner’ın planları arasında yoktu. Onun fotoğraflarını çektiğini nereden çıkarmıştı ki hem? Kimdi ki o? Kesin olan bir şey varsa, o da çok yakışıklı ve Natalie’nin yaralı ruhuna dokunacak kadar romantik olduğuydu.
Luke Williams dünyanın onu biraz rahat bırakmasını istiyordu, o yüzden bir kameranın daha yüzüne odaklandığını görünce, lenslerin arkasındaki güzel kadının üstüne atladı. Kendisinin kim olduğunu bilmediğini öğrendiğindeyse, kadın ilgisini çekmiş ve onu baştan çıkarmıştı bile. Natalie seks için yaratılmış bir vücuda, küstah bir havaya sahipti ve Luke ona doyamıyordu. Ama ona kim olduğunu söylemeye de hazır değildi.
Yalanlara ve sırlara gelemeyen ve akıllı bir kadın olan Natalie, Luke’un sakladıklarını öğrendiğinde bu yeni ilişkiye ne olacak dersiniz?
***
Birinci Bölüm
Işık bu sabah muhteşemdi. Canon ‘umu kendime çevirdim ve deklanşöre bastım. Klik. Puget Sound pembe, sarı, mavi renklere bürünmüştü ve rüzgâr ilk defa neredeyse hiç esmiyordu. Dalgalar nazikçe ayaklarımın önündeki bariyerleri yalayıp gidiyordu ve ben önümde uzanan bu güzelliğin içinde kaybolmuştum.
Klik.
Sol tarafıma döndüğümde kaldırımda yürüyen genç bir çift gördüm. Alki Plajı, birkaç inatçı ve benim gibi sabahın köründe uyanan erkenciler dışında genellikle boş olurdu. Genç çift, birbirlerine gülümseyerek el ele uzaklaşırken, ben objektifimi onlara yönelttim ve klik. Spor ayakkabılı ayaklarına ve birbirine kenetlenmiş ellerine yakınlaşarak birkaç poz daha çektim, fotoğrafçı bakış açım onların plajdaki bu özel anlarından keyif almıştı.
Tuzlu havayı içime çekip, kırmızı yelkenli bot suyun üzerinde yavaş yavaş süzülürken Puget Sound’a bir kez daha baktım. Sabahın ilk ışıklarının botun etrafında belli belirsiz panldamaya başladığı anı yakalamak için fotoğraf makinemi tekrar denize döndürdüm.
“Ne halt ediyorsun sen öyle?”
Hızla, kızgın sesin geldiği yöne dönüp gözlerimi, parlak sabah denizini yansıtan mavi gözlere diktim. Bu gözler çok ama çok kızgın bir yüze aitti.
Sadece kızgın da değildi. Öfkeden deliye dönmüştü.
“Affedersiniz?” diye çıkıştım sesimi yükselterek.“Ne- den hiçbiriniz beni yalnız bırakmıyorsunuz?” diye bağırdı önümdeki yakışıklı -gerçekten yakışıklı – yabancı sinirden titreyerek. İçgüdüsel olarak geri adım attım, kaşlarım çatılmıştı ve ben de ona sinirlenmeye başlamıştım. Sen ne yaptığını sanıyorsun?
“Ben seni rahatsız etmiyordum,” diye cevapladım, sesimin kızgınlıkla güçlü çıkmasına mutlu olmuştum ve bir adım daha geri çekildim. Öyle görünüyordu ki Bay Güzel Mavi Gözlü ve Seksi Yunan Tanrısı Suratlı tam bir çatlaktı. Ne yazık ki geriye doğru hamlemi takip etti ve korkumun bedenimi ele geçirmeye başladığını hissettim.
“Beni takip ediyordun. Fark etmeyeceğimi mi sandın? Kamerayı bana ver.” Uzun parmaklı elini uzattı, ağzım açık kaldı. Kameramı göğsüme bastırdım ve korumacı bir tavırla kollarımı etrafına sardım.
“Hayır.” Sesim şaşırtıcı derecede sakindi. Etrafta kaçmak için bir yol aramak istiyordum, ancak gözlerimi onun kızgın deniz mavisi gözlerinden ayıramıyordum.
Yutkundu, gözlerini kısıldı, zor nefes alıyordu.
“Şu lanet olası kamerayı bana verirsen seni dava etmem. Sadece fotoğrafları istiyorum.” Sesi alçalmıştı ama hâlâ tehditkârdı.
“Fotoğraflarımı çekemezsin!” Bu herif de kimdi? Koşmak için arkamı döndüğümde kolumdan yakalayıp yüzüne bakmam için beni kendine çevirdi ve kameramı yakaladı. Bağırmaya başladım, kapımın Önünde saldırıya uğradığıma inanamıyordum. Beni bıraktığında, beli bükülmüş, elleri düzlerinin üstünde, kafası titriyordu. Ellerinin titrediğini fark ettim.
Lanet olsun.
Geriye doğru bir adım daha attım, koşmaya hazırdım ama kafası hâlâ aşağıdayken elini kaldırdı ve “Bekle,” dedi.
Kaçmalıydım. Hem de hızla. Polisi arayıp bu kaçığı bana saldırdığı için tutuklatmalıydım ama kıpırdayamadım. Nefes alıp verişim düzelmeye başladı, paniğim yok oldu ve neden bilmiyorum, onun bana zarar vereceğini sanmıyordum.
Tabii, eminim Green River Katili ’nin kurbanları da onun kendilerine zarar vermeyeceğini düşünmüşlerdir.
“Ah, iyi misin?” Soluk soluğaydı sesim. Kameramı hâlâ, neredeyse kendimi acıtacak kadar göğsüme bastırmaya çalıştığımı fark ettim, sonra kafasını geriye yasladığında ellerimi rahat bırakıp indirmeye başladım.
“Fotoğrafımı çekme sakın.” Sesi alçak, ölçülü ve kontrollüydü, fakat hâlâ titriyor ve sanki maraton koşmuşçasına zor nefes alıyordu.
“Tamam, tamam. Çekmeyeceğim. Lens kapağını kapatıyorum,” derken kapağı kapattım, gözlerimi yüzünden ayırmamıştım, o ise dikkatle ellerimi izliyordu.
Tannm.
Derin bir nefes alıp kafasını salladığı sırada yüzünden başka yerlere bakma fırsatım oldu. Vay canına. Biçimli bir yüz, çizilmiş, hafif sakallı bir çene ve o derin mavi gözler. Dağınık san saçlar. Uzun boylu, 1.70’ten uzun, fit, geniş omuzlu. Kot pantolon ve siyah bir tişört giymiş, her ikisi de formda vücudunu tam da doğru yerlerde sarmış.
Kahretsin. Çıplak muhteşem görünürdü. İşin garibi şu ki onun objektifimin önünde olmasını isterdim.
Yeniden gözlerimin içine baktığında bir an için tamdık geldi. Onu bir yerlerden tanımam gerektiği hissine kapıldım ama bu kısacık tanıma anı konuştuğu zaman uçup gitti.
“Kameranı bana vermen gerek, lütfen.”
Ciddi mi bu adam? Hâlâ beni gasp etmeye mi çalışacak?
Kısa bir kahkaha atıp sonunda göz temasını kestim, artık mavi gökyüzüne bakıyor ve kafamı sallıyordum. Gözlerimi kapatıp açtığımda, gözlerini dikkatle bana diktiğini gördüm.
Kendimi gülümseyerek, “Bu kamerayı asla sana vermeyeceğim,” derken buldum.
Kafasını yana eğdi ve gözlerini yeniden kıstı. Onun bu seksi bakışı karşısında alt karın kaslarım kasıldı. Kendi kendimi azarladım sessizce. Seksi sabah gaspçın tarafından başlan çıkarılayım deme sakın.
“Kameramı alamazsın. Kim olduğunu sanıyorsun ki sen?” Artık sesim yükseliyordu ve bundan dolayı kendimle gurur duyuyordum.
“Kim olduğumu biliyorsun.”
Cevabı kafamı karıştırdı, gözlerimi kısıp ona tekrar baktım ve bir kez daha onu daha önceden tanıyor olabileceğim hissine kapıldım, ancak reddederek başımı iki yana salladım.
“Hayır, bilmiyorum.”
Kaşını kaldırdı, elini ince dudaklarına götürüp mükemmel dişlerini gösterecek şekilde gülümsedi. Gözleri dudaktan gibi gülmüyordu.
“Yapma ama tatlım, oyun oynamayı bırak. Ya bana kamerayı verirsin ya da fotoğrafları silersin ve ikimiz de yolumuza gideriz.”
Neden fotoğraf! arımı istiyordu? Birdenbire, onun fotoğraflarını çektiğimi düşünmüş olabileceği geldi aklıma.
“Burada sana ait hiç fotoğraf yok, tatlım diye yanıtladım.
Gözleri yeniden kısıldı ve gülümsemesi yok oldu. Bana inanmamıştı.
Ona doğru bir adım attım. Gözlerimi gittikçe genişleyen mavi bakışlarına dikerek tane tane konuşmaya başladım. “Kameramda. Sana. Ait. Hiç. Fotoğraf. Yok. Ben portre fotoğrafçısı değilim.” Yanaklarımın kızardığını hissettim ve yüzümü bir an yere eğdim.
“Neyin fotoğrafını çekiyordun?” Ses tonu artık düzelmişti ve kafası karışmış gibi görünüyordu.
“Denizin, kayıkların.” Ellerimle ağzımdan çıkanları gösteren jestler yapıyordum.
“Ben bankta otururken kameranı bana doğrulttuğunu gördüm.” Arkamdaki bankı işaret ediyordu. Burası, el ele yürüyen genç çiftin fotoğrafını çektiğim yerin yanındaydı. Kameramı yeniden önüme alırken, gerildiğini gördüm ama buna aldırış etmeden kameramı açıp, ona ait olmasından korktuğu fotoğraftan buluncaya kadar çektiğim fotoğrafların arasında gezinmeye başladım. Ona doğru yürüyüp yanında durdum, kolum neredeyse onun koluna değiyordu ve onun seksi vücudunun sıcaklığını hissediyordum. Kendimi bu fikirden uzaklaştırdım.
“İşte, benim çektiğim fotoğraflar.” Ekranı ona çevirdim ve bütün fotoğrafları ona göstererek ilerlemeye başladım. “Çektiğim diğer fotoğrafları da görmek ister misin?”
“Evet,” diye fısıldadı.
Dağların, kayıkların, denizin, gökyüzünün fotoğraflarını göstermeye devam ettim. O, alt dudağını başparmağı ve işaret parmağı arasına almış her birini dikkatle inceleyerek fotoğraflara bakarken, kendimi onun temiz kokusunu içime çekmekten alıkoyamıyordum. Kaşında bir iz vardı.
Aman Tanrım, harika kokuyor.
Bu sabah iki yüzden fazla fotoğraf çekmiştim, dolayısıyla hepsine bakmak birkaç dakika aldı. Bitirdiğimde, gözlerimin içine mahcup bir ifadeyle bakıyordu, emin değilim ama neredeyse üzgün bile görünüyordu diyebilirim.
Çekinmeden, gerçek anlamda güldüğünde kalbim duracak gibi oldu, üzüntüyü silip atarcasına başını yavaşça iki yana salladı. Bu gülümsemeyle buzulları eritebilirdi. Savaşlara son verebilirdi. Ulusal borç krizini çözebilirdi.
“Üzgünüm.”
“Olmalısın da.” Kamerayı kapattım ve uzaklaşmaya başladım.
“Hey, gerçekten özür dilerim.”
“Elinde fotoğraf makinesi olan herkesin senin fotoğraflarını çektiğini düşünüyorsan, korkunç derecede kendini beğenmişin teki olmalısın.” Yürümeye devam ettim; elbette, bana yetişti ve yanımda yürümeye koyuldu.
Neden hâlâ burada ki?
“Hafifçe öksürdü. “Adını sorabilir miyim?”
“Hayır,” diye yanıtladım.
“Ah, neden?” Kafası karışmıştı.
Kahretsin, asıl kafası karışan bendim.
“Gaspçılara adımı söylemem.”
“Gaspçı?” Tam adım atacakken durdu, beni de dirseğimden tutarak yanında durmam için çekti. Kafamı eğip eline baktım, gözlerimi onun gözlerine çevirerek öfke dolu bir bakış fırlattım.
“Bırak beni.” Anında kolumu bıraktı.
“Ben gaspçı değilim.”
“Kameramı çalmaya çalıştın. Buna başka ne diyebilirsin?” Yürümeye devam ettim, ancak evimin tam tersi yöne gittiğimi fark ettim. Kahretsin.
“Bak, ben gaspçı değilim. Bir dakika durmayacak mısın, haydi ama?” Yeniden durdu, elleriyle yüzünü ovuşturdu ve bana baktı. Fotoğraf makinem boynumda güvenle sallanırken, ellerimi kot pantolonla sarılmış kalçalarıma koyup ona dönüp baktım.
“Kim olduğunu bilmiyorum,” dedim, en kayıtsız ses tonumu takınarak.
“Şüphesiz,” diye yanıtladı, dudaklarına hafif bir gülümseme yerleşirken ve kendimi, midemde bir kasılmayla, bana yine o büyük gülümsemesiyle karşılık vereceğini ummaktan alıkoyamıyordum. Benim onu tanımayışım, onu mutlu etmiş görünüyordu ama beni deli ediyordu. Onu tanıyor muydum?
“Neden gülüyorsun?” Ona gülümserken yakaladım kendimi.
Beni süzüyordu; gözlerini, gelişigüzel toplanmış koyu saçlarımda, göğüslerimi saran günlük kırmızı tişörtümde, kotumda, kıvrımlı kalçalarımda gezdirdikten sonra derin mavi bakışlarını benimkilere tekrar yöneltti. Gülümseyişi yüzüne yayıldı ve benim nefesim kesildi.
Vay canına.
“Ben Luke.” Önce, tokalaşmak için bana doğru uzattığı eline güvensiz bir bakış attım, sonra tekrar ona baktım. Gözdağı verircesine kaşını kaldırdı ve ben küçük elimi onun iri, güçlü eline koyup sıkıca elini sıktım.
“Natalie.”
“Natalie,” diye tekrarladı yavaşça, ben alt dudağımı ısırırken dudaklarıma bakarak. Derin bir nefes aldı ve yeniden gözlerimin içine baktı.
Kahretsin, çok yakışıklı. Elimi avcundan çekip, başka ne diyeceğimi bilemeden ve neden hâlâ orada onunla olduğum konusunda kafam karışmış hâlde yere doğru baktım.
“Ben… Ben gitmeliyim,” dedim kekeleyerek, ani bir endişeyle. “Seninle tanışmak… oldukça ilginçti, Luke.” Etrafından dolaşıp evime doğru yöneldim, önüme doğru bir adım attı.
“Bekle, gitme.” Elini dağınık altın renkli saçlarının arasında gezdirdi. “Bütün bu olanlar için çok özür dilerim. Bunu telafi etmeme izin ver. Kahvaltı?”
Sanki bunu söylemek istememiş gibi belli belirsiz suratı asıldı ama sonra umul dolu gözlerle bana baktı.
Hayır de, Nat. Evine git. Yatağına dön. Mmm… Luke’la yatağa… Ter içinde kalmış vücutlar, buruşuk çarşaflar, bacaklarımın arasındaki kafası, orgazm olurken kasılan bedenim…
Yeter!
Kafamdaki fantezileri bir kenara atmaya çalışır gibi kafamı iki yana salladım, “Hayır teşekkür ederim. Gitmem gerek,” deyiverdim.
“Evde seni bekleyen bir kocan mı var?” diye sordu, yüzüksüz parmağıma bir bakış atarak.
“Ah, hayır.”
“Erkek arkadaş?”
Hafifçe gülümsedim. “Hayır.”
Rahatlamış görünüyordu. “Kız arkadaş?”
Bu defa gelen kahkahamı durduramadım. “Hayır.”
“Güzel.” Yine o kocaman gülümsemesini yerleştirmişti yüzüne; bu yakışıklı yabancıya çaresizce evet demek istiyordum ama sağduyum devreye girdi ve bunu güvenli olmadığını hatırlattım kendime, onu tanımıyordum ve her ne kadar mest edici olsa da, o hâlâ bir yabancıydı benim için.
Ben yabancıların tehlikeli olabileceğini herkesten çok daha iyi biliyordum.
Bu yüzden bacaklarımın arasındaki kasılmayı göz ardı ederek, ona bir gülücük daha atıp olabildiğince nazik ve etkili bir şekilde, “Neyse, teşekkür ederim. İyi günler, Luke,” dedim.
Tabii ki nazik ve etkili şu an bana çok imalı geliyor.
Lanet olsun.
Ben hızlıca uzaklaşırken, “Sana da iyi günler, Natalie,” diye mırıldandığını duydum.
Evime giden yolun köşesini dönene kadar Luke’un gözlerini Kardashianımsı kalçalarımda hissederek hızlıca eve doğru yürüdüm. Neden daha uzun bir bluz giymemiştim ki sanki? Kalbim güm güm atıyordu, tek istediğim evimin içinde, seksi gülüşlü gaspçılardan uzak, güvende hissetmekti. Bedenim çok uzun zamandır bir erkeğe böyle tepki vermemişti ki bunun çok hoş bir his olduğunu kabul etmeliydim, ayrıca Luke da çok… Vay canına.
Kapıyı kapayıp kilitledikten sonra mutfaktan burnuma güzel kokular gelmeye başladı. Jules kahvaltı hazırlıyor!
“Selam Nat, bu sabah güzel kareler yakalayabildin mi?” En yakın arkadaşım Jules, fınnda pişen pastırmanın kokusu mutfağı sarmış hâlde, tam da benim sevdiğim gibi, hazırladığı krepleri tavada çeviriyordu. Fotoğraf makinemi mutfak tezgâhına yerleştirirken kamım guruldadı ve bir sandalye çekip oturdum.
“Ya, evet, güzel bir sabahtı,” diye yanıtladım. Luke’tan bahsedip bahsetmemeye karar veremedim. Jules olaylara romantik tarafından yaklaşmaya bayılırdı ki muhtemelen konuşmanın sonuna doğru bizi evlendirirdi de. Ama güvenip her şeyimi anlatabileceğim tek kişi oydu, yani neden anlatmayacaktım ki? “Birkaç güzel kare yakaladım. Neredeyse gasp ediliyordum… Oldukça sıradan bir sabahtı anlayacağın.”
Jules, nefesi kesilmiş hâlde, elindeki krepi yere düşürerek aniden arkasını döndüğünde ben kendi kendime gülümsüyordum.
“Ne? Sen iyi misin?”
“Ben iyiyim.” Nefes alıp anlatmaya koyuldum. “Bir adam onun fotoğraflarını çekmiş olabileceğimi düşünüp biraz sinirlendi.” Ona karşılaşmamızdan bahsettim, bitirdiğimde tatlı tatlı gülümsüyordu.
“Adam senden etkilenmişe benziyor.”
Burnumdan soluyordum. “Her neyse. Sıradan bir adam işte.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) +18 Kitaplar Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKaç Benimle
- Sayfa Sayısı392
- YazarKristen Proby
- ÇevirmenGizem Pekin
- ISBN9786055175542
- Boyutlar, Kapak13 x 21 cm , Karton Kapak
- YayıneviASPENDOS YAYINCILIK / 2014-04
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Pollyanna (Ünlü Çocuk Romanları – 5) ~ Eleanor Hodgman Porter
Pollyanna (Ünlü Çocuk Romanları – 5)
Eleanor Hodgman Porter
Ünlü Çocuk Romanları Bu seri dünya klasiği kitaplardan oluşmaktadır. Bu serinin ilk beş kitaplarında; mecara, kahramanlık, sevgi, dayanışma gibi insan onuruna yakışan olaylar dizgesini...
- Lost / Nesli Tükenen Tür ~ Cathy Hapka
Lost / Nesli Tükenen Tür
Cathy Hapka
Oceanic Havayolları’nın 815 no.lu uçağının düşmesiyle her şeylerini yitiren 48 yolcu, kendilerini ıssız, tropik bir adada bulurlar. Dostlar, düşmanlar, aileler ve yabancılardan oluşan bu...
- Suç ve Bela Öyküleri ~ Emel Aslan
Suç ve Bela Öyküleri
Emel Aslan
“Hayatım boyunca iki şeyden kaçamadım: Suç ve bela…” Emel Aslan’ın suça fazlasıyla karışmış, belaya ziyadesiyle bulaşmış öyküleri, sürprizli sonlarıyla polisiyenin ne kadar tekinsiz bir...