Julia Teyze’yi de aynı gün öğle yemeğinde ilk kez görmüştüm. Lucho Amcamın karısının kız kardeşiydi ve önceki gün akşam Bolivya’dan gelmişti. Kocasından yeni boşanmış ve başarısız evliliğinin etkisinden kurtulup dinlenmek üzere Lima’ya gelmişti.
Ailenin en şom ağızlısı olan Hortensia Teyze, “Aslında yeni bir koca aramak için…” diye kestirip atmıştı bir aile toplantısında. 1950’ler Lima’sında yerel bir radyo istasyonunun haber servisinde çalışan edebiyat heveslisi genç Marito’nun tekdüze yaşamı Bolivya’dan gelen iki beklenmedik ziyaretçinin etkisiyle rayından çıkar: İlki sevilen radyo dizilerinin ünlü ismi Pedro Camacho’dur; ikincisiyse akrabası Julia… Mario Vargas Llosa kendi geçmişinden de izler taşıyan bu tutku dolu romanda aşk ve melodramı kıvrak bir mizahla buluşturuyor.
1
O zamanlar çok gençtim; Miraflores’te, Ocharan Sokağı’nda, beyaz duvarlı bir köşkte dedemlerle birlikte oturuyor, San Marcos Üniversitesi’nde hukuk okuyordum. İçimden yazar olmak istememe karşın, ileride hayatımı bir serbest meslekte kazanmaya razı olmuş gibiydim. Unvan, cafcaflı, ücreti şöyle böyle, görevleri kuraldışı ve saatleri lastikli bir de işim vardı: Radio Panamericana’da haber müdürlüğü! Yaptığım iş, gazetelerde çıkan ilginç haberleri kesip haber bültenlerinde okunacak hale koymak üzere rötuşlamaktan ibaretti.
Müdürü olduğum redaksiyon servisi, Pascual adında, saçları briyantinli, felaket haberleri meraklısı bir gençten oluşuyordu. Saat başlarında birer dakikalık, ayrıca öğleyin ve dokuzda on beşer dakikalık haber bültenleri yayınlanıyordu; fakat biz bir defada birkaç bülten birden hazırladığımızdan, ben çoğu kez büromdan çıkıp Colmena’da kahve içmeye, ara sıra da derslerime gitmeye vakit buluyor ya da benim çalıştığım yerden daha hareketli olan Radio Central’in bürolarına uğrayabiliyordum. İki radyo kanalı da aynı adama aitti; idare yerleri San Martín Meydanı’na çok yakın olan Belén Sokağı’nda ve yan yanaydı. İki kanal birbirine hiç mi hiç benzemiyordu; tersine, trajedilerde görülen, biri güzelliklerle bezenmiş,öteki kusurları yüklenmiş iki kız kardeş gibi, karşıtlıklarıyla birbirlerinden ayrılıyorlardı. Radio Panamericana yepyeni bir binanın ikinci ve teras katlarına yerleşmişti; personelinde, amaçlarında ve programlarında hafiften kozmopolit ve züppece bir hava; modernlik, gençlik ve seçkinlik kaygısı seziliyordu.
Sunucuları Arjantinli olmamalarına karşın (Pedro Camacho böyle derdi herhalde) öyle olmayı hak ediyorlardı. Panamericana bol bol müzik yayınlıyordu: bir yığın caz ve rock, bir tutamcık da klasik müzik. New York’un ve Avrupa’nın son hitleri Lima’da ilk kez buradan yayınlanıyordu, ama biraz “sofistike” olmak koşuluyla Latin Amerika müziğine de burun kıvrılmıyordu; ulusal müziğe temkinli olarak ve yalnız vals düzeyinde yer veriliyordu. Entel havalı programlar da vardı: Geçmişten Portreler, Uluslararası Olay ve Yorumlar gibi, soru-cevap yarışmaları, Şöhret Merdiveni gibi magazin programlarında bile fazlaca aptallık ve bayağılığa düşmemeye özen gösterildiği fark ediliyordu.
Panamericana’nın kültürel kaygılarının bir göstergesi de Pascual’le benim yürüttüğümüz bu haber dairesiydi; Lima’nın çöplüklerine ve sömürge döneminden kalma son pencerelerine hâkim olan terasa kurulmuş küçük bir kulübede yapıyorduk bu işi. Terasımıza, kapılarının duruştan önce açılmak gibi tehlikeli bir alışkanlığı bulunan eski bir asansörle ulaşılıyordu. Buna karşılık Radio Central, bir sürü iç avlular ve kuytu köşelerle dolu eski bir eve tıkışmıştı; halka, alt tabakaya, hatta ayaktakımına yönelik bir görev üstlenmiş olduğunu anlamak için, ağzından argo düşmeyen, kemiksiz dilli spikerlerini duymak yeterliydi. Haber yayını çok azdı; bu yüzden, And Dağları’nınki de dahil Peru müziği burada mutlak egemendi; Kızılderili sahne şarkıcılarının da halka açık yayınlara katılmaları sıkça görülürdü; bu yayınlar, saatler öncesinden, stüdyo kapılarına kalabalık ların yığılmasına neden olurdu. Central’in dalgalarında, tropikal müzik ile Meksika ve Arjantin müzikleri de aynı rahatlık ve cömertlikle dolaşırdı. Programlar fazla hayal gücü gerektirmeyen, basit ama etkili yapımlardı: dinleyici istekleri, yıldönümü veya doğum günü şarkıları, gösteri dünyasından dedikodular, film ve sinema… gibi. Fakat Central’in dinleyicilere sunduğu asıl besleyici yemek; hiç bıkmadan sunulan ve tekrarlanan ve bütün kamuoyu yoklamalarına göre ona en büyük dinleyici kitlesini kazandıran yapımlar, radyofonik oyun dizileriydi. Günde en az yarım düzine dizi geçiyordu kanallardan; ben de bunları oynayan (daha doğrusu konuşan) “yorumlar”ı kayıt sırasında çaktırmadan gözetliyordum:
Meslek yaşamlarının sonuna gelmiş aktör ve aktrislerdi bunlar; eski püskü giysiler içinde, bir deri bir kemik zavallılar… Genç, okşayıcı ve billur gibi sesleri; kırışık yüzleri, buruklukla büzülen ağızları ve yorgun bakışlarıyla tam bir karşıtlık oluşturuyordu. Onlar stüdyonun camlarının ardında, büyük bir akvaryumdaki balıklar gibi, ellerinde metinlerle mikrofonun başına toplanmış, Alvear Ailesi’nin yirmi dördüncü bölümüne başlamaya hazırlanırken, Oğul Genaro dışarıdan parmağıyla işaret ederek olacakları haber veriyordu: “Peru’ya televizyon kurulduğu gün, bunların intihar etmekten başka çareleri kalmayacak.” Gerçekten de, Luciano Pando’nun sesini duyunca heyecanlanan ev kadınları onun eciş bücüş vücudunu ve şaşı gözlerini görseler ya da Josefina Sánchez’in müzikli fısıltılarını duyunca gönüllerinde tatlı anılar uyanan emekliler onun çifte gerdanını, bıyığını, yelken kulaklarını ve varislerini görseler, ne büyük bir düş kırıklığına uğrarlardı!.. Fakat televizyonun Peru’ya gelmesi öyle bugünden yarına beklenen bir şey değildi ve radyo tiyatrosu emekçilerinin mütevazı geçim yolları şimdilik güvenlik içinde görünüyordu.
Ninemin tüm öğleden sonralarını dolduran; Laura Teyzemin, Olga Yengemin, Gaby Yengemin ya da çok sayıdaki kuzinlerimin evlerine gittiğimde (ailemiz Kitabı Mukaddes’teki aileler kadar geniş ve birbirine tutkun olup “mutena semtler”den Miraflores’te ikamet ederdi) durmadan kafamı şişirdikleri o dizilerin hangi kalemlerden çıktığını hep merak etmişimdir. Bunların dışarıdan satın alındığını tahmin ediyordum, ama Genaro’ların onları Meksika’dan ya da Arjantin’den değil de Küba’dan ithal ettiklerini öğrenince yine de şaşırdım. Goar Mestre’nin yönetiminde bir çeşit radyo-televizyon imparatorluğu olan CMQ üretiyormuş dizileri. Bu kır saçlı bayı, Lima’ya uğradığında, herkesin saygılı bakışları önünde, etrafında dört dönen patronlarımızla, Radio Panamericana’nın koridorlarından geçerken, ara sıra gördüğüm olmuştu.
Ayrıca, Radyoda sunucu, yapımcı ve operatörlerden bu CMQ hakkında o kadar çok şey duyuyordum ki o dönemde Hollywood sinemacılar için neyse, CMQ de bu insanlar için oydu; öyle mitolojik, masalsı bir âlemi temsil ediyordu, Javier ve ben Bransa’da kahvelerimizi içerken bazen bu dünyayı kafamızda canlandırmaya çalışıyorduk. Uzaklarda, palmiyeleri, cennet plajları, sokak çeteleriyle ve turistleriyle o büyülü Havana’da, Goar Mestre’nin kalesindeki klimalı bürolarda, ses çıkarmayan yazı makinelerinin başında bir yazarlar ordusu, bütün bu ihanet, intihar, tutku, karşılaşma, miras, dindarlık, rastlantı ve cinayet selini üretip Antiller’in şirin adasından Latin Amerika’nın üstüne boca ediyor olmalıydı; bu dalga, Luciano Pando ve Josefina Sánchez gibi sanatçıların seslerinde billurlaşarak, bütün ülkelerdeki nine, teyze, yenge, kuzin ve emeklilerin öğleden sonralarını pembe hayallerle dolduruyordu.
Oğul Genaro bu programları telgrafla ve kiloyla alıyordu (daha doğrusu CMQ onları öyle satıyordu). Kitapçıkları birilerinin kendisi, kardeşleri veya babası yayından önce okuyup okumadığını sorduğumda şaşırmış, “Deli misin! Yetmiş kilo kâğıdı sen okuyabilir miydin?” diye karşılık vermişti, hoşgörülü bir babacanlıkla; El Comercio’nun pazar ekinde bir öykümün çıktığını gördüğünden beri onun gözünde bir “aydın” olmuştum ben de… “Ne kadar zaman gerekir, bir hesapla bakalım. Bir ay mı, iki ay mı?.. Bir radyo oyununu elden geçirmek için kim iki ay harcayabilir? İşi rastlantıya bırakıyoruz; çok şükür şimdiye kadar Mucizeler Mesih’i bizi korudu.” En iyi durumlarda, oğul Genaro reklam ajansları, meslektaş veya dostları aracılığıyla, kendisine önerilen dizinin kaç ülke tarafından satın alındığını ve dinleyici sondajlarının sonuçlarını öğrenmeyi başarabiliyordu; en olumsuz durumlarda ise ya dizinin başlığına göre karar veriyor ya da ne çıkarsa bahtına deyip alıyordu.
Dizilerin kiloyla satılması, bu usulün sayfa veya kelime sayısı ölçütüne göre daha az yanıltıcı olmasıydı; hiç olmazsa kontrolü mümkündü. “Okuyacak zaman bile yoksa,” diyordu Javier, “o kadar kelimeyi sayacak zaman haydi haydi olamaz.” Fiyatı et, yağ ve yumurta gibi teraziyle belirlenen, altmış sekiz kilo otuz gramlık bir roman fikri aklına geldikçe Javier bir tuhaf oluyordu. Fakat bu yöntem Genaro’lara bazı sorunlar çıkarıyordu. Metinler Küba’ya özgü deyimlerle doluydu ve yayından birkaç dakika önce Luciano, Josefa ve öteki meslektaşları iyi kötü (iyiden ziyade kötü) bunları Peru ağzına çevirmeye çalışıyorlardı. Öte yandan, Havana’dan Lima’ya gelirken, gemi ya da uçak ambarlarında veya gümrüklerde, daktiloyla yazılmış kâğıt topları bozulup dağılıyor, kimi bölümler olduğu gibi kayboluyor, sayfalar karışıyor, ıslanıp okunmaz oluyor ya da Radio Central’in depolarında fareler tarafından kemiriliyordu.
Bu durumlar ancak son dakikada, Genaro kitapçıkları dağıttığı sırada ortaya çıktığı için, herkes korkulu anlar yaşıyordu. Tek çözüm hiçbir şeye aldırmadan, soğukkanlılıkla, yitik bölümü atlamaktı; bunun yapılamayacağı daha kötü durumlarda ise Luciano Pando veya Josefina Sánchez bir gün hasta ediliyor, böylece kazanılan yirmi dört saat içinde, oyunu fazla yaralamadan, keserek, ekleyerek, düzelterek, kayıp kilo ve gramların onarılması mümkün oluyordu. Bütün bunlardan başka, CMQ’nün fiyatları da üstüne üstlük hayli yüksek olduğundan, Pedro Camacho’nun varlığını ve yeteneklerini keşfettiğinde oğul Genaro’nun neden o kadar mutlu olduğu kolayca anlaşılır. Genaro’nun bana radyoculukta olay yaratan bu dehadan söz ettiği günü bile iyice anımsıyorum, çünkü Julia Teyze’yi de aynı gün öğle yemeğinde ilk kez görmüştüm. Lucho Amcamın karısının kız kardeşiydi ve önceki gün akşam Bolivya’dan gelmişti. Kocasından yeni boşanmış ve başarısız evliliğinin etkisinden kurtulup dinlenmek üzere Lima’ya gelmişti.
Ailenin en şom ağızlısı olan Hortensia Teyze, “Aslında yeni bir koca aramak için…” diye kestirip atmıştı bir aile toplantısında. Ben perşembe günleri öğle yemeğine Lucho Amcalara gidiyordum; o gün öğle vakti aileyi hâlâ pijamalı buldum; acı soslu midye ve soğuk birayla uykusuz geçen gecenin etkisini gideriyorlardı. Sabaha kadar yeni gelen konuklarla çene çalmışlar, üçü bir şişe viskiyi bitirmişlerdi. Hepsinin başı ağrıyor, Lucho Amca bürosunun altüst olacağından yakınıyor, Olga Yenge cumartesi dışında böyle geç saatlere kadar uyanık kalmanın ayıp olduğunu söylüyor, yeni gelen ise yalınayak, sabahlıklı ve başı bigudili, valizini boşaltıyordu. Kendisini, içinde hiç de güzellik kraliçesine benzemediği bu dağınık kıyafette görmemden sıkılmadı. “Demek sen Dorita’nın oğlusun ha,” dedi yanağıma bir öpücük kondurarak; “liseyi bitirmişsindir herhalde, değil mi?
Oracıkta ondan nefret etmeye başladım. O sıralar ailemle bütün sürtüşmelerim, on sekiz yaşında yetişkin bir erkek olduğum halde bana hâlâ bir çocukmuşum gibi davranmakta inat etmelerinden kaynaklanıyordu. Beni Marito diye çağrılmak kadar kızdıran bir şey yoktu. Adımın böyle değiştirilmesi, sanki beni kısa pantolonlu halime geri götürüyordu. “Hukuk birinci sınıfta ve gazetecilik yapıyor,” dedi Lucho Amca, bana bir bardak bira uzatarak. “Doğrusunu istersen,” diye öldürücü darbeyi vurdu Julia Teyze, “daha ağzın süt kokuyor, Marito.” Yemekte, yetişkinlerin budalalara ve çocuklara söz söylerken takındıkları sevecen tavırla, bana nişanlım olup olmadığını, balolara gidip gitmediğimi, hangi sporu yaptığımı sordu ve kasıtlı mı iyi niyetle mi yapıldığını anlayamadığım, fakat ta yüreğime işleyen bir hınzırlıkla, olanak bulur bulmaz bıyık bırakmamı öğütledi. Esmerlere yakışıyormuş ve kızlarla işleri kolaylaştırırmış. “O ne etek düşkünü ne de eğlence,” diye açıkladı Lucho Amcam, “o bir entelektüel. El Comercio’nun pazar sayfalarında öykü bile yayımladı.”
“Ayağını denk alsın, Dorita’nın oğlu, yanlış tahtaya basmasın!..” diyerek kahkahayı bastı Julia Teyze ve kendimi onun eski kocasıyla tam bir dayanışma içinde hissettim. Fakat renk vermedim, gülümseyerek onun suyuna gittim. Yemek boyunca berbat Bolivya fıkraları anlatıp beni homurdattı durdu. Gideceğim sırada yaptıklarını bağışlatmak ister gibi, nazik bir dille kendisini bir akşam sinemaya götürmemi istedi; sinemaya bayılıyormuş…
Radio Panamericana’ya tam zamanında yetişip Pascual’in saat üç bülteninin tümünü, Ultima Hora’da yayımlanmış bir habere, Rawalpindi’nin egzotik sokaklarında mezarcılarla cüzamlılar arasında çıkan kanlı kavgaya ayırmasını önledim. Saat dört ve beş haberlerini de hazırladıktan sonra kahve içmek için çıktım. Radio Central’in kapısında oğul Genaro’ya rastladım, etekleri zil çalıyordu. Koluma girip beni Bransa’ya sürükledi: “Sana akıl almaz bir şey anlatacağım, gel…” İş için birkaç günlüğüne La Paz’a gitmiş ve orada, o tek kişilik orduyu, Pedro Camacho’yu işbaşında görmüştü.
“Adam değil, başlı başına bir sanayi,” diye sürdürdü, hayranlık içinde. “Bolivya’da yayınlanan tiyatro oyunlarının tümünü o yazıyor ve de oynuyor! Ayrıca bütün radyo dizilerini de yazıyor, sahneye koyuyor ve başrollerini de hep kendisi oynuyor!” Fakat Genaro’yu asıl etkileyen, adamın üretkenliği ve yeteneklerinin çeşitliliği değil, halk tarafından tutulması olmuş. La Paz’daki Saavedra Tiyatrosu’nda onu görebilmek için karaborsadan iki misli fiyatına bilet bulmak zorunda kalmış…
“Boğa güreşi gibi, anlıyor musun?” diyordu şaşkınlıkla. “Oysa, şimdiye kadar Lima’da kim bir tiyatroyu doldurabildi, ha?” İki gün üst üste, her yaştan kız ve kadınların yığın yığın Radyo Illimani’nin kapılarını tutup imza istemek için idollerinin çıkışını beklediklerini görmüş. La Paz’daki McCann-Erickson Araştırma Şirketi de, Pedro Camacho’nun Bolivya radyolarının en büyük dinleyici kitlesine seslendiğini belirtmiş ona. Oğul Genaro o sıralar ilerici emprezaryo denmeye başlanan türden biriydi: Şandan şereften çok iş düşünür; Club Nacionel’e üye olmamış, olmak da istemez, yedi kralla barışık ve bu dinamizm yüzünden hep yorgun bir yayıncı… Kararına çabuk biri olduğundan, Radio Illimani’ye yaptığı ziyaretin ardından Pedro Camacho’yu, yalnızca Radio Central’de çalışmak üzere Peru’ya gelmeye ikna etmişti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıJulia Teyze
- Sayfa Sayısı456
- YazarMario Vargas Llosa
- ISBN9789750757891
- Boyutlar, Kapak, Karton kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İlk Aşk (19 Başarısız Denemeden Sonra) ~ John Green
İlk Aşk (19 Başarısız Denemeden Sonra)
John Green
Konu ilişkiler oldu mu, Colin Singleton’ın tipi Katherine isimli kızlar… Ve konu Katherine isimli kızlar oldu mu, Colin her seferinde terk ediliyor. Tam sayı...
- Leylak Zamanı ~ Maeve Binchy
Leylak Zamanı
Maeve Binchy
Her Cuma akşamı leylak rengi bir minibüs, içinde yedi yolcusuyla Dublin’den üç saat uzaktaki taşra kasabası Rathdoon’a doğru yola çıkar. Minibüsün hiç değişmeyen yedi...
- Semerkant ~ Amin Maalouf
Semerkant
Amin Maalouf
Amin Maalouf, Doğu´ya, İran´a bakıyor. Ömer Hayyam´ın Rubaiyat´ının çevresinde donen ıçiçe iki öykü 1072 yalında, Hayyam ın Semerkant´ında. başlayan ve 1912´de Atlantikte bitmeyen:bir serüven…...