Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İyimser Babanın Kızı
İyimser Babanın Kızı

İyimser Babanın Kızı

Eudora Welty

Ama insanın sevdiklerinden uzun yaşamasının sebep olduğu suçluluk hissini taşıması gerektiğine de inanıyordu. Onlardan uzun yaşamak onlara haksızlık etmek gibiydi. Ölüm fantezileri, yaşam fantezilerinden…

Ama insanın sevdiklerinden uzun yaşamasının sebep olduğu suçluluk hissini taşıması gerektiğine de inanıyordu. Onlardan uzun yaşamak onlara haksızlık etmek gibiydi. Ölüm fantezileri, yaşam fantezilerinden tuhaf gelmiyordu ona. Hayatta kalmaksa belki de aralarındaki en tuhaf fanteziydi.

Yargıç McKelva, Mount Salus adlı Mississippi kasabasının en muteber ve güvenilir isimlerinden biridir. Karısının ölümünden on yıl sonra Wanda Fay adlı uçarı bir kadınla evlenmesiyle herkesi, en çok da kızı Laurel’ı şaşırtmıştır. Aradan yıllar geçer; ani rahatsızlığı kızını doğduğu topraklara geri getirir. Laurel büyüdüğü, ailesine dair hatıralarla dolu bu evin içinde geçmişe dair hayaletler ve hesaplaşmalarla karşı karşıya kalacaktır.

Büyük Buhran yıllarından sonra Amerika’nın yoksul taşrasından William Faulkner, Truman Capote ve Carson McCullers gibi isimlerle yükselen Güney gotik yazınının en parlak ve özgün temsilcilerinden Eudora Welty’nin başyapıtı İyimser Babanın Kızı, 1973’te Pulitzer Ödülü’ne layık görülmüş, Ulusal Kitap Ödülü’ne aday gösterilmiş ve yazarını büyük bir üne kavuşturmuştur.

1

Kapıyı onlara bir hemşire tuttu. Önden Yargıç McKelva, onun peşinden yargıcın kızı Laurel ile karısı Fay doktorun hastalarını muayene ettiği penceresiz odaya girdiler. Yetmiş bir yaşında, uzun boylu iriyarı bir adam olan Yargıç McKelva, genellikle boynundan iple astığı gözlüğünü şimdi elinde tutuyordu. Doktorun taburesinin üstünde kalan, taht gibi yükseltilmiş sandalyeye geçip oturdu; Laurel bir yanına, Fay diğer yanına geçti. Laurel McKelva Hand, kırklı yaşların ortalarında, henüz saçına ak düşmemiş, uzun ince hatlı, dingin yüzlü bir kadındı. Üzerinde, kesimi ve kumaşı enteresan olsa da New Orleans havasına göre kalın kaçan, etek kısmı buruşmuş bir takım vardı. Koyu mavi gözlerinden uyku akıyordu.

Ufak tefek, soluk benizli bir kadın olan Fay’in üzerinde ise altın düğmeli bir elbise vardı. Fay ayağındaki sandaleti yere vurup duruyordu. Mart ayının başlarında bir pazartesi sabahıydı. New Orleans hepsine uzaktı.

İçeri tam vaktinde giren Dr. Courtland, kararlı adımlarla odanın öbür ucuna gelerek Yargıç McKelva’nın ve Laurel’ın elini sıktı. Yargıç McKelva’yla yalnızca bir buçuk yıldır evli olduğu için Fay’in doktorla tanıştırılması gerekti.

Doktor tabureye geçip topuklarını ayak koyma yerine dayadıktan sonra şükran dolu bir dikkatle başını kaldırdı: Sanki –ona bir hediye verecek ya da ondan bir hediye alacakmış gibi– Yargıç McKelva’nın New Orleans’a gelmesini bekleyen oydu.

“Nate,” dedi Laurel’ın babası, “belki de bütün mesele, eskisi kadar genç olmamamdır. Ama gözlerimde bir sorun olması da muhtemel.”

Tanınmış bir göz doktoru olan Dr. Courtland, taşralılara özgü kocaman ellerini sınırsız vakti varmışçasına kavuşturdu; bu parmaklar, camına dokunur dokunmaz saati dakikası dakikasına hissedebiliyormuş gibi gelirdi Laurel’a hep.

“Bu ufak rahatsızlık, George Washington’ın doğum gününde baş gösterdi,” dedi Yargıç McKelva. Dr. Courtland, sanki bu tarih, bu iş için uygunmuş gibi başını salladı. “Ufak rahatsızlığı bana ayrıntılarıyla anlatın,” dedi.

Yargıç McKelva, “Biraz gülleri budamıştım, içeri girmek üzereydim – emekliye ayrıldım da. Sonra ön verandamın ucuna gelince durdum, gözüm sokaktaydı – Fay ortadan kaybolmuştu,” dedi ve bunun üzerine kendince Fay’e doğru şefkatle gülümsedi, oysa daha ziyade kaşlarını çatmış gibi görünüyordu.

“Şehir merkezinin dışındaki kuaföre gitmiştim sadece, Myrtis’e saçımı sardırıyordum,” dedi Fay. “Derken incir ağacını gördüm,” dedi Yargıç McKelva. “İncir ağacını! Becky’nin yıllar önce akıl edip kuşları kaçırsın diye dallara astığı korkuluklar yanıp sönmeye başladı!”

İki adam da gülümsedi. Farklı nesillerden de olsa aynı memlekettendiler. Becky, Laurel’ın annesiydi. Yuvarlak teneke parçacıklarından oluşan ev yapımı bu derme çatma reflektörler, temmuz aylarında kuşları incirlerden bir gıdım uzak tutmaya yaramazdı aslında.

“Nate, sen de hatırlıyorsundur, o ağaç annenin ahırıyla benim arka bahçemin arasındadır,” dedi Yargıç McKelva. “Oysa ben onu adliyeye doğru bakarken gördüm,” diye devam etti. “Dolayısıyla arkamı görmeye başladığıma kani oldum.”

Fay bir kahkaha attı – alakargaların ötüşü kadar alaycı, tiz, tek bir nota. “Evet, bu gerçekten rahatsız edici.” Dr. Courtland tekerlekli taburesiyle ona yaklaştı. “Şimdi iyice bir bakalım.” “Ben baktım. Gördüğüm kadarıyla içine bir şey kaçmamış,” dedi Fay. “Şu yaban gülleri gözünü çizmiştir tatlım, ama diken içinde kalmamış.”

Yargıç McKelva, “Hafızamdan uçmuş gitmiş tabii. Becky olsa, müstahak sana derdi,” diyerek anlatmaya devam etti; sonra bir sır verircesine, “Tırmanan güller tomurcuk vermeden budanmaz,” dedi. Doktor, yargıcın dibine kadar girmişti. “Ama bana kalırsa Becky’nin tırmanan güllerinde küsecek göz yok.”

“Doğru, yok,” diye mırıldandı doktor. “Sanırım kız kardeşim hâlâ Miss Becky’nin tırmanan güllerinden kestiği filizi büyütüyor.” Ne var ki ışığı kapatmak için öne doğru eğildiğinde suratı kaskatı kesildi.

Fay, “Karanlık oldu!” diyerek küçük bir çığlık attı. “Arka tarafa gidip o çalılarla uğraşmasa olmazdı sanki! İki dakika evden çıktım diye gülleri budamaya mı girişti yani?” “Çünkü bizim oralarda George Washington’ın doğum gününde gül budamak âdettendir,” dedi doktor dostane bir edayla. “Keşke Adele’i çağırsaydınız, o budardı.”

“Ah, teklif etti zaten,” dedi Yargıç McKelva ve kısa bir el hareketiyle bu davayı kapattı. “Artık işin püf noktasını öğrenmişimdir diye düşünmüştüm.” Laurel babasını gülleri budarken izlemişti. Makası iki eliyle tutar, okkalı bir saray dansı tutturmuşçasına eşini selamlar gibi bir tutam oradan, bir tutam buradan keser, sarmaşıkları yapboza çevirip bırakırdı.

“Başka rahatsızlığınız oldu mu, Yargıç Mac?” “Ee, bir loşluk var. Ama o ilk seferki kadar dikkatimi çeken bir rahatsızlık yaşamadım.” “Bırakalım doğa derdine deva olsun, öyle değil mi ya?” dedi Fay. “Ben başından beri bunu söyleyip duruyorum.”

Laurel Chicago’dan gece uçağına binmiş, havalimanından da doğrudan buraya gelmişti. Hiç hesapta olmayan bu buluşma, bir gece önce şehirlerarası bir görüşmeyle kararlaştırılıvermişti. Mississippi’nin Mount Salus1 kentindeki eski evlerinde oturan babası mektup yazmak yerine bu sefer telefon etmiş, ancak konuşma sırasında ilginç bir şekilde suskunlaşmıştı. Neden sonra, “Bu arada Laurel, son günlerde görmeyle ilgili ufak bir zorluk yaşıyorum. Nate Courtland’e gidip bir göstereyim dedim, bakalım ne diyecek,” demiş, “Fay de benimle gelip alışveriş yapacağını söylüyor,” diye eklemişti.

Babasının kaygılandığını itiraf etmesi, sağlığıyla ilgili bir sorun yaşaması kadar alışılmadık bir durumdu, dolayısıyla Laurel uçağa atlayıp gelmişti. Cihazın ufacık parlak gözü, Yargıç McKelva’nın kıpırtısız suratıyla doktorun cihazın arkasında kalan suratı arasında havada duruyordu.

Bir süre sonra tavandaki lambalar yeniden yandı. Dr. Courtland ayağa kalkarken Yargıç McKelva’yla birbirlerine dikkatlice baktılar. Yargıç emekliye ayrılmadan önce mahkeme kararlarını açıklarken kullandığı işbirlikçi ses tonuyla, “Oyalanasın diye sana ufak bir şeyler getireyim diye düşündüm,” dedi.

“Sağ gözünüzün retinası kaymış, Yargıç Mac,” dedi Dr. Courtland. “Tamam, bunun çaresine bakabilirsin,” dedi Laurel’ ın babası. “Zaman çok değerli, hiç vakit kaybetmeden müdahale edilmesi lazım.” “Peki, ne zaman ameliyat edebilirsin?” Fay bağıra bağıra, “Bir çizik yüzünden olana bak! Şu pis güller kuruyup gitseydi ne olurdu sanki!” dedi. “Gözünde çizik yok. Sorun, gözünün dışında değil, içinde. Yanıp sönen ışıklar da öyle.

Görmesini sağlayan kısımda, Mrs. McKelva.” Dr. Courtland sırtını yargıca ve Laurel’a dönerek bir el hareketiyle Fay’i duvardaki şemanın yanına çağırdı. Fay parfüm kokuları saça saça şemanın yanına gitti. “Burası gözümüzün dış kısmı, burası da içi,” dedi doktor. Yapılması gereken işlemi şemanın üzerinde gösterdi.

Yargıç McKelva, kendisininkinden daha alçak bir sandalyede oturan Laurel’la konuşmak için öne doğru eğildi. “Gözün şakası yokmuş meğer!” dedi. “Bütün bunlar niçin benim başıma gelmek zorunda, bir bilsem,” dedi Fay

Dr. Courtland kapıya ve ardından koridora kadar yargıca eşlik etti. “Siz lütfen ofisime geçin. Sakıncası yoksa, hemşirem size birkaç soru daha soracak.” Muayene odasına döndüğünde hasta sandalyesine oturdu. “Laurel,” dedi, “bu ameliyatı ben yapmak istemiyorum.” Hızla sözüne devam etti, “Annenin ölümünü uzun zaman atlatamadım.” Fay’e döndü ve belki de ona ilk kez doğrudan baktı. “Ailem yargıcın ailesini çok uzun zamandır tanır,” dedi – söylenmesi zor şeylerin söylenmek üzere olduğuna dair uyarı niteliğinde bir cümle.

“Yırtık tam olarak nerede?” diye sordu Laurel. “Gözün ortasına yakın,” dedi doktor; Laurel gözlerini doktorunkilerden ayırmayınca, “tümör yok,” diye ekledi. “Ameliyata kalkışmanıza izin vermeden önce görüşünün ne kadar düzeleceğini bilmem gerekiyor,” dedi Fay. “Bu, ilk olarak yırtığın nereden başladığına bağlı,” dedi Dr. Courtland. “İkincisi, cerrahın ne kadar maharetli olduğuna, sonra da Yargıç Mac’in söylediklerimizi ne kadar uygulayacağına. Gerisi, kısmet. Bu hanım hatırlayacaktır.” Laurel’a doğru başını salladı.

“Benim bildiğim, böyle apar topar ameliyata girilmez,” dedi Fay. “Beklersek bu gözü tamamen kör olacak. Diğer gözünde de katarakt var zaten,” dedi Dr. Courtland. “Babamın kataraktı mı var?” dedi Laurel. “Mount Salus’tan ayrılmadan önce teşhis etmiştim. Yıllar içinde yavaş yavaş ilerlemiş. Babanın haberi var ama ilerlemenin duracağına inanıyor.” Gülümsedi. “Anneminki gibi. Onunki de böyle başlamıştı.” “Bak Laurel, ben işimi sağlama almayı severim,” diye itiraz etti Dr. Courtland. “O yüzden tedbiri elden bırakmam. Memleketteyken Yargıç Mac’e de Miss Becky’ ye de çok yakındım. Annenin başına gelenlerin her aşamasını bizzat takip ettim.”

“Ben de oradaydım. Biliyorsunuz, kimse sizi suçlayamaz, olacakları engelleyemezdiniz—” “Sonradan öğrendiklerimizi en başından bilebilseydik keşke. Meğer annenin hastalığında,” dedi, “göz işin yalnızca bir kısmıymış.” Laurel bir an için doktorun deneyimli suratına baktı, bu suratta art niyetten eser yoktu. Mazisindeki Mississippi taşrası, yüzünün her yanına yansıyordu.

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap Adıİyimser Babanın Kızı
  • Sayfa Sayısı168
  • YazarEudora Welty
  • ISBN9789750759949
  • Boyutlar, Kapak, Karton kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Mermer Adam ~ Jean Christophe GrangeMermer Adam

    Mermer Adam

    Jean Christophe Grange

    KÖTÜLÜK HİÇ BEKLENMEDİK BİR YERDEN GELEBİLİR. Yıl 1939, Berlin… Avrupa yeni bir dünya savaşının eşiğinde… Reich’ın ileri gelenlerinin güzel eşleri tek tek vahşi cinayetlere...

  2. Yürüyüş Pratiği ~ Dolki MinYürüyüş Pratiği

    Yürüyüş Pratiği

    Dolki Min

    Dolki Min, ilk romanı Yürüyüş Pratiği’nde bir uzaylının, insanın bedenine, çevresine, kendine yabancı hissetmesinin ve hissettiği derin yalnızlığın hikâyesini konu alıyor. Bu radikal edebi...

  3. Yüzleşme ~ Juliette FayYüzleşme

    Yüzleşme

    Juliette Fay

    Dana Stellgarten’ın boşanmasının üzerinden bir yıl geçmiş ve işler gittikçe zorlaşmıştır. Yedi yaşındaki oğlu, babasının yokluğuyla öfkeli ve huysuz bir çocuğa dönüşmüştür. Kızı Morgan’ın...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur