Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İyi Yerliler
İyi Yerliler

İyi Yerliler

Stephen Graham Jones

Bram Stoker En İyi Korku Romanı Ödülü Shirley Jackson En İyi Korku Romanı Ödülü “Stephen King’in O ve Peter Straub’un Hayalet Hikâyesi kitaplarının hayranları…

Bram Stoker En İyi Korku Romanı Ödülü

Shirley Jackson En İyi Korku Romanı Ödülü

“Stephen King’in O ve Peter Straub’un Hayalet Hikâyesi kitaplarının hayranları İyi Yerliler’de sevecek çok şey bulacaklar.” —Silvia Moreno-Garcia

Korku edebiyatının postmodern yazarı Stephen Graham Jones son zamanların yükselen yıldızlarından biri. Paul Tremblay, Grady Hendrix, Joe Hill ve Victor LaValle gibi isimlerle birlikte yeni nesil korku edebiyatının bayrak taşıyıcılarından olan Jones’un en ünlü eseri İyi Yerliler intikam, kültürel kimlik ve gelenekten kopuş gibi temaları işleyen karanlık bir roman.

Ricky, Gabe, Lewis ve Cassidy kökenlerine bağlı, toplum tarafından dışlanmış ve doğanın uçsuz bucaksız genişliğinde kapana kısılmış dört Amerikan yerlisi. Bu dört adam on yıl önce gittikleri geyik avında yaşadıklarını herkesten saklamaya çalışsa da şimdi sevdiklerinin suretine bürünen ve hayatlarına, evlerine dadanan bir ruhla karşı karşıyalar.

İyi Yerliler doğanın belki de hiç şansı olmayan kayıp bir nesilden aldığı intikamı anlatıyor. Onları dışlayan bir toplumun sınırlarında kendi şeytanlarıyla savaşmak zorunda kalan bir nesilden.

*

Bu vahşet sahneleri geyikler ülkesinde her mevsim sıkça yaşanır. Yıllardır avcıların korkunç çığlıkları ormanları inletir.
–Don Laubach ve Mark Henkel, Elk Talk

WILLISTON, KUZEY DAKOTA

Kaba Kaburga Richard hakkındaki gazete manşetleri, BARIN ÖNÜNDE ÇIKAN KAVGADA BİR YERLİ ÖLDÜ şeklinde olacaktı.

Böyle de söylenebilirdi.

Ricky, Kuzey Dakota’da bir sondaj ekibinde işe girmişti. Tek Yerli o olduğu için Şef diyorlardı ona. Yeni ve muhtemelen geçici olduğu için de zincirlere göz kulak olma işini hep ona veriyorlardı. Parmakları kopmadan geldiği her seferinde, platformun her yerinde ne kadar şanslı olduğunu ve bunların hiçbirinin ona dokunmayacağını göstermek için başparmaklarını kaldırarak dolaşıyordu.

Kaba Kaburga Ricky.

Kardeşi Cheeto birilerinin oturma odasında aşırı dozdan ölünce ani bir kararla rezervasyondan1 ayrılmıştı; Ricky’ye söylediklerine göre, televizyonda sürekli süpermarket otoparkına bakan kamera görüntüsü vardı. Ricky’nin kafasında dönüp dolaşan tarafı da buydu işin: Bu kanalı sadece ciddi yaşlılar izlerdi. Bu da rezervasyonun ne kadar boktan, ne kadar sıkıcı ve ne kadar lüzumsuz olduğunun bir göstergesiydi. Küçük kardeşi normal televizyonu bile doğru dürüst izlemezdi çünkü o kadar hareketsiz duramazdı, dursa çizgi roman okurdu.

Cenaze evinde durmak ve yukarıda, East Glacier’in öte tarafındaki aile kabristanında boy göstermek yerine (herkes arabalarını arkadaki orman yoluna park ediyor, böylece arabalarını döndürürken doğrudan mezarlıktan geçmek durumunda kalıyordu) Ricky, Kuzey Dakota’ya atmıştı kendini. Planında Minneapolis vardı – orada bazı sondaj kuyularında tanıdıkları vardı– ancak yarı yolda işçi arayan petrolcülere rastladı. Soğuğa dirençleri nedeniyle Yerlileri sevdiklerini söylüyorlardı. Kış gelince sıvışmayacakları anlamına geliyordu bu.

Ricky iş görüşmesi için köpek kulübesini andıran turuncu karavana girdi ve işi kabul etti: Evet, Karaayaklar soğuğa aldırış etmezlerdi ve hayır, haftanın ortasında onları yüzüstü bırakıp gidecek değildi. Tabii onların bu berbat ceketler yüzünden üşüdüklerini ve artık şikâyeti bırakmaları gerektiğini çünkü şikâyet etmenin insanı ısıtmayacağını söylemedi. Ayrıca ilk maaş çekiyle topuklayıp Minneapolis’e gideceğini de söylemedi.

Görüşmeyi yapan ustabaşı, bulaşık süngerini andıran sakalıyla hafif sarışın, ayazda kararmış, iri yapılı bir adamdı. Ricky’nin elini sıkmak için masanın diğer tarafından uzanarak gözlerinin içine bakınca, modern dünyaya uzunca bir mola verilmiş oldu. Branda çadırda iki adam karşılıklı dikiliyordu. Ustabaşının sırtında bir süvari ceketi vardı, Rick ise aralarındaki masanın üzerinde duran ve az önce imzasını attığı kâğıdı tamamen unutmuş, ustabaşının ceketindeki pirinç düğmelere bakıp duruyordu.

Son birkaç aydır bu sahneyi sürekli yaşayıp duruyordu.  Avın kötü gittiği geçen kıştan başlayıp bu iş görüşmesine kadarki zaman hep böyle geçmiş, o koltukta ölümle pençeleşen Cheeto için bile duraksamadan çekip gitmişti.

Cheeto onun gerçek adı değildi ama çilleri ve kızıl saçları vardı, hem bu isimle alıp veremediği de yoktu.

Ricky cenazenin nasıl geçtiğini merak ediyordu. Şimdi oralarda tüm o ölü Yerlilerin çevresine gerili tel çitin üzerinden burnunu uzatmış koca bir katır geyiği var mıydı, merak ediyordu. O büyük katır geyiğinin tam olarak ne gördüğünü merak ediyordu. Tüm bu iki ayaklıların çıkıp gitmesini mi bekliyordu orada?

Cheeto onun güzel bir geyik olduğunu düşünmüş olmalıydı. Ricky’yle sabah erkenden kalkıp şafak sökerken ormana dalan bir çocuk olmamıştı hiç. Bira dışında devirmekten hoşlandığı bir şey yoktu. Rezervasyonda böyle bir seçenek olsaydı, muhtemelen vejetaryen olurdu. Gerçi kızıl saçlarıyla zaten tüm dikkatleri üzerine çekiyordu. Bir de çiğ sebzelerle beslenmesi hâlinde daha çok budala Yerlinin eleştirisine hedef olurdu.

Ama o gün o kanepede ölmüştü işte. Başka birinden değil, sadece kendisinden ötürü. Ricky’ye göre o noktadan kurtulma şansı da vardı, kahretsin! Olsa olsa o tayfanın bir iki hafta daha zincir maymunu olacaktı, o kadar. Evet, bu dört beyaz çocukla rüzgârın sallayıp durduğu karavanda, bu köpek kulübesinde uyuyabilirdi. Hayır, Şef olmayı umursadığı yoktu, gerçi biliyordu ki bufalo avına çıkıldığı günlerde yaşasaydı yine bir nefer olurdu. Buradaki zincir maymununun oklu ve yaylı versiyonu her neyse, Kaba Kaburga Ricky’nin görevi de o olurdu.

Çocukken kütüphanede bir resimli kitap vardı, adı Kafa Patlatan mıydı neydi, Karaayak atalarının hayvanları sürüler hâlinde sürükleyip düşürdükleri bufalo uçurumu hakkındaydı. Dana postunu sırtına geçirip koca bufalo sürüsünü peşine takmak üzere seçilen çocuğu hatırladı; büyüklerin çocuklar için düzenlediği tüm yarışları kazanıyor ve tüm ağaçlara en iyi o tırmanıyordu. Tonlarca etin önünde koşmak için hızlı olmak gerekiyordu. Uçurumdan atlarken adamların oraya bıraktığı ipi son anda yakalayıp sağ salim aşağıdaki oyuntuya girmek için de güçlü ellere ihtiyaç vardı.

Bufalolar tepeden aşağı böğürerek akın ederken, uzansa ulaşabileceği bir mesafeden onları izlemek nasıl bir histi acaba? Hayvanlar düşerken bacakları muhtemelen gergin oluyordu çünkü zemine ne zaman ulaşacaklarını bilmiyorlardı.

Tüm kabileye et götürmek nasıl bir histi?

Geçen Şükran Günü’nde neredeyse yapacaklardı bunu, kafaya koymuşlardı. Ricky, Gabe, Lewis ve Cass, bir kereliğine de olsa böyle birer Yerli olacak, Browning’deki herkese bu işin nasıl yapıldığını göstereceklerdi ama sonra büyük bir sulu kar yağışı başlamış ve hayat tam bir cehenneme dönmüştü; bunun sonucunda da Ricky âdeta soğuktan kaçarcasına burada, Kuzey Dakota’da kalakalmıştı.

Siktir!

Şimdi Minneapolis’te avlayabileceği tek şey tako ve bir yataktı.

Ama o zamana kadar, biraz bira iyi giderdi.

Bar duvardan duvara serserilerle doluydu. Henüz kavga çıkmamıştı ama eli kulağındaydı. Başka bir Yerli daha vardı; muhtemelen Dakota – bilardo masalarının yanında, elinde bir şişeyle ziftleniyordu. Ricky’yi fark etmiş, Ricky de baş selamıyla karşılık vermişti fakat ikisinin arasındaki mesafe, Ricky ile iş arkadaşları arasındaki mesafe kadardı.

Daha da önemlisi, sarışın bir garson kız vardı. Masalar arasında mekik dokuyor, elinde ustaca tuttuğu tepsiyle boşları topluyordu. Üzerinde rahat elli çift göz geziniyordu. Ricky onu Lewis’in temmuz ayında Great Falls’a birlikte kaçtığı uzun boylu kıza benzetti. Ricky’ye göre kız şimdiye kadar Lewis’ten paçayı sıyırmış olmalıydı. Yani Lewis de şimdi bunun gibi bir başka barda, tıpkı onun gibi birasının etiketini yolmakla meşgul olsa gerekti.

Ricky ta uzaktan şişesini kaldırarak selam verdi.

Dört bira ve dokuz country şarkısından sonra işemek için sırada bekliyordu. Ama sıra koridorun sonuna kadar uzanıyordu ve en son buraya geldiğinde hem çöp kutusuna hem de lavaboya işeyen adamlar görmüştü. İçeriyi kaplayan sarı ve tozlu hava, kazara ağzını açmaya yeltense Ricky’nin dişleri arasında çıtırdıyordu. Sondaj sahasındaki fıçılardan daha kötü değildi ama sahaya çıktıktan sonra zaten istediğin yerde fermuarını indirip mesaneyi boşaltmak mümkündü.

Ricky sıradan çıktı, birasını kafasına dikti çünkü polisler açık havada bira şişesiyle dolaşan Yerlilere bayılırlardı. Dışarı çıkıp temiz hava almak ve fena hâlde sulanması gereken bir çit direği bulmak için davrandı.

Tam çıkarken barın fedaisi, dolgun elini Ricky’nin göğsüne uzattı ve onu ayrılma konusunda uyardı. Kelle sayısı ve itfaiye şefiyle ilgili bir şeyler söyledi.

Ricky içeri girmek için bekleyen serseriler ve kovboylara açık kapıdan baktı. Ona bakarken adamların gözleri parlıyordu ama bir şey istedikleri yoktu. Ricky geri dönmeye kalkarsa yeniden bu kadar adamın arkasına geçecekti. Ama artık pek bir seçeneği kalmamıştı. Doksan saniye içinde burada işiyor olacaktı muhtemelen, üstünü başını batırmamak için şansını deneyip bunu yapabileceği başka bir yer bulabilirdi.

Elbette o sarışın garson kızı keserek bir otuz dakika daha dikilmeyi de tercih edebilirdi. Ricky ne yaptığını bildiğini söylercesine başıyla işaret ederek fedainin yanından sıyrılıp geçerken, serserilerden biri hemen bir adım ileri atarak onun yerini aldı.

Barın yanında, çöp konteynerlerinin olduğu yerdeki dumanı üstünde poşet yığınının başında duracak zaman da yoktu. Ricky doğruca yürüdü, hemen hemen muntazam park etmiş çift kabinli kamyonetler denizinin arasına daldı, daha durmadan kendini koyuverdi ve itfaiye hortumundan boşalır gibi akan idrara bulanmamak için biraz geri çekildi.

Haftalardır hissettiği en katıksız zevkin etkisiyle gözlerini kapadı ve açtığında artık yalnız olmadığını fark etti.

Kendini toparladı.

Barda oturdukları koltuğun üzerinde hak iddia eden bir avuç sert beyaz adama sadece aptal Yerliler bulaşmayı göze alırdı. Aralarına girmiş bir Yerli şefini zincir maymunu olarak kullanmaktan herkes hoşlanırdı ama konu beyaz kadına göz dikmeye gelince, bu tamamen başka bir şeydi, değil mi?

Aptal, dedi Ricky kendi kendine. Aptal aptal aptal.

İleri bakıp üzerinden kayacağı kaputu gözüne kestirdi. O an kamyonetin kasasında ayak bileğini incitecek bir şeylerin olmamasını diledi çünkü bir sonraki adımını oraya atacaktı. Bir grup beyaz adamın bir Yerliyi yere sermesi işten değildir, evet, buna hiç kuşku yoktur; her hafta sonu burada, Hi-Line’da yaşanan bir şeydir bu. Ama önce onu yakalamaları gerekiyordu.

Hem şimdi, boşalttığı sıvı sayesinde tahminen yaklaşık bir buçuk kilo daha hafifti ve hızla ayılıyordu ki içlerinde eski koşucu filan bile olsa, Ricky’nin gömleğine parmağını bile değdirmesi mümkün değildi.

Ricky bıyık altından güldü, cesaretini toplamak için başını salladı, bırakmaya gönlü razı olmadığı için toplayıp geldiği tüfekleri düşündü; sahadaki kamyonetinin koltuğunun arkasında gerçekten duran tüfekleri. Browning’den ayrılırken amcalarının ve büyükbabasınınkiler de dahil hepsini almıştı. Tamamı ön kapının yanındaki aynı dolaptaydı. Sonra da bu silahlara uyacağını düşünerek rasgele mermilerle dolu kocaman poşeti de kapmıştı.

Minneapolis’e vardığında acil paraya ihtiyacı olacağını düşünmüştü ve tüfekler hemen hemen her şeyden daha hızlı nakde çevriliyordu. Ama bu sefer yol üzerinde iş bulmuştu. Amcalarının kış için buzdolabını doldurması gerektiğini de düşünmeye başlamıştı.

Kuzey Dakota’daki serserilerin takıldığı barın geniş park alanında Ricky, hepsini postayla geri göndereceğine söz verdi. Tüfekler kullanılır olmaktan çıksın diye parçalarını sökmesi ve ayrı ayrı postalaması mı gerekirdi?

Ricky bunu bilmiyordu ama şu anda o .30-06 pompalıyı istediği kesindi. İş o noktaya gelirse ateş etmek içindi ama daha çok namlusunun yanaklarda, kaşlarda ve göğüs kafeslerinde yarımaylar bırakıp insanları kalçalarından ısıran etkileri oluyordu.

Bu otoparkta kendi sidiğine basarak kaçmayı başarabilirdi, ama bu pis beyaz çocuklar bu Karaayaklıyı unutmayacak ve bir dahaki sefere onu barlarına girerken gördüklerinde iki kez düşüneceklerdi.

Keşke Gabe burada olsaydı. Gabe dünyanın bütün park yerlerinde kovboy-Yerli oyunu oynamıştı ve bu gibi pis işlere bayılırdı. Deli gibi savaşır, cehennemin ortasına balıklama dalardı. Saçma hayatının her gününü yüz elli yıl önce de geçirebilirdi.

Yine de onunla, Gabe’leyken… Ricky gözlerini kıstı, güç toplamak için tekrar başını salladı. Yine rol yapacak, Gabe gibi olmaya çalışacaktı. Ricky, Gabe’le birlikteyken hep böyle bir heyecan yaşamak isterdi. Bu beyaz çocuklarla yüzleşmek için arkasını döndüğünde, elinde bir savaş baltası varmış gibi hissederdi. Yüzü sert, ufalanan siyah ve beyaz boyalarla bezenmiş, belki de sağ tarafta parmak boyu kırmızı bir çizgi olabilirdi.

Yıllar böyle geçip gidebilir, dostum.

“Eee,” dedi Ricky, yumruklarını sıktı, göğsü şişti ve bu işi bitirmek için arkasına döndü; dişlerini de iyice sıkmıştı, böylece döndüğünde bir yumruk yerse bile bu onu fazla sarsmayacaktı.

Ama… neredelerdi?

“Ne oluyor…?” dedi Ricky. Bir an durakladı; evet, orada bir şey vardı.

İnci gibi beyaz, yabancı bir 280Z’nin üzerinden yükselen devasa bir karartıydı bu.

Bir at da değildi; sanki kafasına diz yemiş gibiydi. Ricky gülümsemekten kendini alamadı. Bu bir geyik değil miydi? Buranın hayvanların değil insanların geldiği bir yer olduğunu anlayamayacak kadar aptal, etine dolgun, büyük bir hayvandı. Bir kez burun deliklerinden soludu ve sağındaki kamyonete atılarak o küçük Nissan’ın bayağı eğimli kaputunu tam ortasından göçürttü. Ama en azından araba bu konuda sessiz kalmıştı. Geyiğin daldığı kamyonet ise bunu daha çok üzerine alındı; tiz alarmı o kadar gürültü çıkardı ki dört ayağı üstünde öylece kalakaldı hayvan. Bu sesten sonra yapabileceği mantıklı yirmi kadar harekettense, gürültülü kamyonun kaputunu tırmaladı ve diğer taraftaki boşluğa atladı.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kolera Günlerinde Aşk ~ Gabriel Garcia MarquezKolera Günlerinde Aşk

    Kolera Günlerinde Aşk

    Gabriel Garcia Marquez

    Kolera Günlerinde Aşk, terk edilmiş bir sevgilinin, yeniyetmelik yıllarından başlayıp yaşlılığın alacakaranlığına dek süren yarım yüzyıllık aşkının öyküsü. Büyülü gerçekçilik akımının büyük ustası Gabriel...

  2. Augie March’ın Maceraları ~ Saul BellowAugie March’ın Maceraları

    Augie March’ın Maceraları

    Saul Bellow

    Nobel Edebiyat Ödüllü Saul Bellow’un yazarlık hayatında bir zirve, bir dönüm noktası olan Augie March’ın Maceraları unutulmaz bir zihinsel ve ruhsal enerji romanı. Genç...

  3. Nana ~ Émile ZolaNana

    Nana

    Émile Zola

    Nana, 19. yüzyılın büyük Fransız romancısı Émile Zola’nın, bir ailenin tarihini anlatan yirmi romanlık dizisinin en ünlü eserlerinden biridir. Dizinin bütünü içinde bağımsız bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur