Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İşte İnsan – Ecce Homo –
İşte İnsan – Ecce Homo –

İşte İnsan – Ecce Homo –

Azra Erhat

“Homeros’ta ‘insan’ dedim yola çıktım. Beden-ruh ikiliği dikildi karşıma, aldım inceledim; derken Platon’un insan anlayışı, toplum görüşü çeldi aklımı, onu da kavrayayım derken açıldım…

“Homeros’ta ‘insan’ dedim yola çıktım. Beden-ruh ikiliği dikildi karşıma, aldım inceledim; derken Platon’un insan anlayışı, toplum görüşü çeldi aklımı, onu da kavrayayım derken açıldım uçsuz bucaksız bir düşünce alanına. Özgürlük, mutluluk, insancılık… Yaşanmadık bir konu, bir düşünce, bir söz yoktur bu kitapta. Ölesiye yaşamak dersem, gülersiniz belki. Her an inandım ki bu kitabı yazdıktan sonra öleceğim. ‘Sevgi’yi ahlak edindim kendi kendime. İnsancılığı yalnız sevgide gördüm ve sevgiden bekledim kitabımı satır satır yazdırsın bana. Yanılmadım da: Ecce Homo’yu bana sevgi yazdırdı.”

I . 

İLKÇAĞ 

(Monologos)

Konu

İnsanım, seni sana söylemek istiyorum.

Sen kimsin?

Gözümü açtığım günden beri hep seni gördüm ışıl ışıl göğün altında, kıyıların çakılları kadar çok, onlar kadar çeşitli. Seni anlattı bana okuduğum her kitap, gördüğüm her yapı, duyduğum her ses. Sen bensin, ama ben sen olayım diye uğraştım durdum. Sen ben nasıl öğreneceğiz kim olduğumuzu? Yüzyılların bunca çabası bizi dile getirmek için. Bilincimize varalım diyoruz. Varılır mı gökte ışıldayan yıldıza? Bir gün varılacak diye, bir yandan toprak anamızın memesinde ağzımız, bir yandan ışığın geldiği parıltılı enginde gözlerimiz.

Ben sana ne diyeceğim senden? Hem niçin söyleyecekmişim seni? Bana göründün de ondan: Bir heykel olarak canlandın gözümde. Bilirsin ya, şu insanlığımızın doğuş çağlarında kendimize bir biçim vermişiz, taştan bir insan yontmuşuz, kolları gövdesine yapışık, bacakları birer tomruk, kalçası, göğsü, omuzları gücün topluca fışkırması. Kuros, delikanlı demişiz ona. Bir de kadını var: Kore, daha biçimli, daha süslü. Kuros ağacın dimdik gövdesi, Kore dalları, yapraklarıdır. Kore’nin saçları alnını usulca sarar, incecik boynundan dökülür, dolgun göğsünde belik belik dinlenir.

Gözleri kapalıdır Kuros’la Kore’nin, dudaklar elmacık kemiklerine doğru yaylanır. Gülümsüyor mu bu dudaklar? İçine çevrik bakışları ne görüyor da gülümsüyor? Bedenleri öne atılmış, elleri bir bekleyişe açılacak gibidir.

Ben bu insanda mutluluk sezdim. Ve sordum kendi kendime: Uygarlığın eşiğine basan bu insan neden mutlu? Gücünü bir ışığa mı yöneltmiş, bir aydınlığa mı varmış? İlkçağ sanatının bu heykelinden çıktım yola. İnsan niçin mutlu, niçin mutsuz, nasıl mutlu, nasıl mutsuz diye araştırdım, kitaplarda bin bir serüvenini okuduğum insanlar arasında. İlkin, uygarlığımızın ilk ozanı, yurttaşım Homeros’a başvurdum. Koca ozan insanlarını çırılçıplak sermişti gözümüzün önüne. Karşılıksız bırakmadı sorularımı. Üç bin yıldır akan ırmağın kıyılarında bir o insana baktım, bir sana baktım, çağdaşım. Bu arada neler duydumsa senin üstüne söylenmiş, onları da katmaya çalıştım düşünceme. Geliştiği gibi veriyorum düşüncemi. Konum sensin, ne anlayabildimse.

Beden ile Rub

Odysseus, tek bir kökten fışkıran, dalları sarmaş dolaş

ağacının oyuğunda, kuru yaprakların içine gömülmüş uyuyor. Yedi yıl kaldığı Kalypso’nun adasından bir salla denize açılmıştı. Zeus’un buyruğuyla dönecektir artık çok özlediği yurdu İthake’ye. On yedi gün, on yedi gece, gündüz güneşe, gece Kutup Yıldızı’na baka baka kayar enginin durgun sularında. Ama Poseidon’un öfkesi diner mi? Çok çekmiş, çok katlanmış yiğidin gözüne toprak puslu ufukta bir kalkan gibi görünürken, Tanrı salar üstüne tekmil yelleri. Deniz kabarır, kapkara bir gece çöker gökten aşağı. Azgın dalgalar saman çöpü gibi dağıtır salın hezenlerini. Kabarmış enginde Odysseus iki gün iki gece çalkalanır durur. Üçüncü günü gül parmaklı Şafak onu Phaiakların toprağına ulaştırır. Denize dikine inen dağların karaltısında yüzerek bir koy, bir kumsal arar ki, kıyıya çıkabilsin. Bir ırmağın ağzına varır. Kurtulmuştur. Irmak kıyısı çakıllarla örtülü. Çakıllığın ardında kuytu bir ormancık. Orada, ikiz zeytinlerin dibinde Odysseus uyuyadursun; dost Tanrıça Athena uyku dökmüş gözlerine, bunca yorgunluğu giderecek bir uyku.

Ötede, Alkinoos’un konağında Nausikaa da uyur. Alkinoos, Phaiakların kralı, Nausikaa da biricik kızıdır. Nausikaa uyurken Athena girer düşüne: “Ne uyuyorsun Nausikaa?” der, “Çarşafların, örtülerin, urbaların pislik içinde. Yarın, öbür gün gelin olacaksın. Düğüne hazırlık yapmak aklından geçmiyor mu?” Tanrıça böyle dürter Nausikaa’yı, tan ağarmadan kalksın, babasından katır arabasını istesin de, hizmetçilerle derede çamaşır yıkamaya gitsin diye. Yunak Odysseus’un uyuduğu çalılığın yanı başındadır. Kızlar tertemiz yıkar urbaları, kuşakları, gömlekleri, kıyıya çakılların üstüne sererler hepsini. Sonra da derede bir güzel yıkanırlar, misk kokulu yağlar sürünürler, sepetten yemekleri çıkarıp yerler. Çamaşır kuruyuncaya dek ne yapsınlar? Top oynamaya koyulurlar. Yanı başlarında Odysseus mışıl mışıl uyumaktadır. Gökgözlü Tanrıça onu nasıl uyandırsın? Topun üstüne bir üfler, uçurur dereye. Bir bağrışma, bir çığrışmadır kopar. Odysseus uyanır. Çalılığın arasından bakar ki, cıvıl cıvıl kızlar koşuşuyor kıyıda. Kendisi çırılçıplak, deniz suyu, köpük, yosun leke leke yapışmış gövdesine. Nasıl görünsün bu kızlara? Nasıl görünmesin ki, ölümü kalımı onların elinde. Erkekliğini gür yapraklı bir dalla örtüp çıkar ortaya. Gene bir bağrışma, bir çığrışma. Pır diye kaçışır kızlar dört bir yana. Yalnız Nausikaa kalır olduğu yerde: Athena silmiştir korkuyu yüreğinden. Bakadurur dize gelmiş, yalvaran bu insan azmanına. Kimsin? Nereden geldin, diye sormaz ama. Âdet değildir, kim olursa olsun, Tanrı misafirine adını sormak. Nausikaa körpecik, genceciktir, ama kral kızıdır, bilir âdetleri. Dinler uzun uzun Odysseus’un yakarmalarını, sonra çağırır hizmetçi kızları yanına; buyurur yıkasınlar konuğu ırmakta, yeni yunmuş urbaları temiz pak giydirsinler. Odysseus yıkanır, giyinir, kokulu yağlar sürünür, bir tanrı gibi pırıl pırıl dikilir Nausikaa’nın karşısına. Kral kızı şaşakalır, bakakalır boyuna boşuna, güzelliğine. Üç gün-üç gece aç susuz kalmış yiğit, Phaiak kızlarının uzattığı ekmeği yiyedursun, tulumdan şarabı içedursun, biz gelelim konumuza, soralım Homeros denilen şu koca ozana:

Kim o? Kim bu adam?

Binlerce dizelik iki destanında, binlerce ad, binlerce kılıkla bize anlattığı, aradan binlerce yıl geçtiği halde, Nausikaa’nın karşısında dikildiği dirilik, canlılıkla bizim de karşımıza dikilen bu İNSAN kim?

Homeros, üstünde yaşadığımız bu toprakların ilk ozanı, bize adından gayrı her şeyi vermiştir. Neler verdiğini saymaya hiç girişmeyeyim, başa çıkamam. Yalnız şunu diyeyim ki, dün, bugün ve yarın da ozan, sanatçı, düşünür, bilgin yahut düpedüz insan nereden gelip nereye gittiğini anlamak istiyorsa başvurmak zorundadır Homeros’a. Ben de öğreneyim bakayım dedim bu koca ozan, insanı nasıl anlatmış. Açtım okudum, derledim, topladım. Çalışmamın sonucunu veriyorum.

İnsanı kavramak için hangi açılardan bakacağız ona? İnsan nedir, nasıl incelenir? Bu soruyu sorduk mu hemen karşımıza iki kavram dikilir: beden ile ruh, madde ile gene ruh yahut daha yeni bir terimle tin. İnsan dediğimiz, bu iki öğenin birleşimi mi? Türkçe böyle düşünülür de Batı düşüncesinde başka türlü mü? Değil. Le corps et l’âne, Körper und Geist… Hep aynı ikilik, aynı karşıtlık. Bizim kafamıza saplanmış, istesek de, istemesek de düşüncemizi yöneltecek bu görüş Homeros’un insanına uyar mı, uymaz mı sorusunu şimdilik bir yana bırakalım da, bu iki düşünce kalıbının nereden geldiğini araştıralım. Platon, Phaidon diyaloğunda Sokrates’e şöyle sordurur: “Bizde iki şey var, biri beden, öteki ruh, değil mi?” Kebes de amin dercesine: “Evet,” diye baş sallar. Sokrates’in öyle soruları vardır ki, karşısındakini sımsıkı bir çemberin içine alır. Ama beden-ruh ikiliğini kesinleyen bu sorudan daha etkeni de olmadı sanırım: Aradan yirmi beş yüzyıl geçtiği halde kurtulamadık bu düşünce kalıbından.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Deneme
  • Kitap Adıİşte İnsan – Ecce Homo –
  • Sayfa Sayısı296
  • YazarAzra Erhat
  • ISBN9786254295249
  • Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Homeros – Gül ile Söyleşi ~ Azra ErhatHomeros – Gül ile Söyleşi

    Homeros – Gül ile Söyleşi

    Azra Erhat

    “Homeros’u konuşalım burada, kimliğini, özelliğini kavramaya çalışalım, yapıtından da parçalar okuyalım hep birlikte. Ama bunu yaparken biraz da gezelim, eğlenelim, olmaz mı? Sizinle bir...

  2. Mitoloji Sözlüğü ~ Azra ErhatMitoloji Sözlüğü

    Mitoloji Sözlüğü

    Azra Erhat

    Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat´ın geniş bilgi ve kültürünün son ürünü, ustaca yazarlığının en yüksek aşamasıdır. Titizlikle hazırlanan kitap, başta Anadolu efsaneleri olmak üzere, Yunan...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Yatağına Kırgın Irmaklar ~ Ahmet Turan AlkanYatağına Kırgın Irmaklar

    Yatağına Kırgın Irmaklar

    Ahmet Turan Alkan

    Niçin hep güzeldiler; trajediden drama, dramdan komediye, oradan yeniden trajediye doğru şimşek hızıyla geçişiveren o herc-ü merc günlerinde onları, başkalarının yazdığı sinsi ve hesâbî...

  2. Son Yüzler ~ Cezmi ErsözSon Yüzler

    Son Yüzler

    Cezmi Ersöz

    “Öylesine dolu dolu yaşadım ki inan, bazen, “Artık yeter!” diyorum. Doydum!” diyorum. Öyle bir an gelirse, yani bu duygunun sahiciliğine tamamen inanırsam, hayatıma kendi...

  3. Kapıyı Anahtarla Açmak ~ Hıncal UluçKapıyı Anahtarla Açmak

    Kapıyı Anahtarla Açmak

    Hıncal Uluç

    Kapıyı Anahtarla Açmak Hıncal Uluç’un Sabah Gazetesi’ndeki ses getirmiş yazılarından oluşuyor. Hepinizin bildiği gibi mutluluk, sevgi, aşk konularına şaşırtıcı düşünceler geliştiriyor. Bu kitapta onun...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur