“İstanbul, musikisiyle, edebiyatıyla, güzel, sanatlarıyla, tasavvufu, güzel hayatı, leziz yemekleri, zarif insanları ve nükteleri ile bitip tükenmez… Fakat biz tükendik, üzüntüden, yeisten, ümitsizlikten tükendik… Zira ‘yıkıldı, yandı, ağaçlar kesildi, balık tükendi, çayırlar kurudu’ demekten yorulduk…” Münevver Ayaşlı, Dersaadet adlı eseriyle; bahçeleri, yüksek duvarları, konak-yalı mimarisi, sahil-sarayları ve hepsinden öte insanlarıyla eski İstanbul’un şimdi tarih sayfalarında kalan siluetini zamanımıza düşürüyor. Devraldığı Osmanlı kültürü ve estetiğiyle birlikte, sadece İstanbul masalını değil, tarih ve felsefesini de anlatıyor.
ÖNSÖZ
Dem bu dem
Devran bu devran
Mest-i hayranız bugün
Terk-i hestî eyleyen âşıklarız
Geldik bugün…
Uzun zamandan beri, canım kadar sevdiğim aziz İstanbul hakkında bir yazı serisi kaleme almak istiyordum. Fakat mevzuun azameti karşısında irkiliyor, haşyet1 ile geri çekiliyordum. Mamafih yazmak istediğim İstanbul’un hikâyesi öyle derin bir yazı olmayacaktı. Tanzimat sonrası İstanbul’unun hafif ve zarif kıssaları, nükteleri, rivayetleri, efsaneleri, hatta dedikodularıyla bu muazzam şehrin bir masalı olacaktı. Fakat neticede böyle olmadı. İstanbul’un şen, şuh bir hikâyesi yerine, Cenab-ı Hak lütfetti, kerem etti, inayet etti, bize cesaret verdi ve biz, tarihi ve felsefesi ile İstanbul’u yazmaya koyulduk… Kalem bize değil, biz kaleme tabi olduk, ram olduk2 … Dem bu dem Devran bu devran Evet, büyük çark dönmekte, ezelden ebede kadar döneceği gibi… Tertib-i ilahi bu, kimse karşı duramaz!
Feleğin bu çarkı içinde, bir an bile olsa bizim ve bizim gibi kimselerin çok kısa ve küçük ömürleri de beraber dönüyor. Binaenaleyh3 bu devran ve bu dem içinde kendi hayat hikâyelerimizi tamamıyla ayırma imkanı yok, bu suretle bir “otobiyografi” meydana gelmiş oluyor. Bunun için okuyucularımıza özür beyan eder ve bizi bağışlamalarını rica ederiz. Ayrıca, her yazımızda üzerinde ısrarla durduğumuz gibi, bu yazımızda da tekrar ediyoruz: Biz tarihçi değiliz ve tarih yazmıyoruz. İnsanların hayat hikâyelerini kaleme aldığımız gibi, bu sefer de bu azametli şehrin, bu emsalsiz metropolün bir anlık hayat hikâyesini yazıyoruz. Bu misli olmayan şehrin hayat hikâyesini, bu şehir için olduğu kadar, bizim millî varlığımız, imparatorluğumuz ve bütün dünya için muazzam bir hadise olan İstanbul’un fethini yazmamak mümkün mü? Hazreti Fatih’i, Şeyh Akşemseddin’i ve Ak Şeyh’in kerameti ile büyük sahabe Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin kabirlerinin bulunması hadisesi yazılmadan olur mu? Eyyûb Sultan yazıldıktan sonra diğer nice sahabe-i kiram da Eyyûb Sultan’ın arkasından İstanbul’un tarihine dahil oluyorlar. “Bu kadar sahabe, Bizans’ın taht şehrine nasıl gelmişler?” sualine karşı, Arapların İstanbul seferlerini kısa dahi olsa yazmak gerekiyordu. İşte bu suretle kitap, kendiliğinden bir tarihî eser hüviyetine bürünmüş oldu. Bu hususta da takdim-tehirler4 , tarih ve isim yanlışlıkları varsa şayet, okuyucularımızın müsamaha göstermelerini istirham ederiz. Biz ise Hakk’ın rahmetine ve mağfiretine sığınmış bir kuluz. Tevfik ve hidayet Allah’tan.
(Beylerbeyi 1973-1974)
Münevver Ayaşlı
Arapların İstanbul Seferleri
İslam tarihinde, Arapların Bizans’a karşı ilk seferi, Peygamber Efendimiz’in(sav) emriyle, miladî 629 tarihinde ve ashabdan Zeyd İbni Hârise’nin kumandasında açılmış olması sebebiyle, Müslümanlarla Bizanslıların o tarihten, İstanbul’un fethine kadar tam 824 senelik uzun bir mücadele tarihi vardır. O ilk sefer, Bizans’ın Filistin arazisine karşı yapmış olduğu saldırıya mahdut5 bir karşılıktan ibaretti. Doğrudan doğruya İstanbul’a karşı açılan seferlerin birincisi, Bizans’ın Filistin’e yapmış olduğu seferden 26 sene sonra, miladın 655’inci senesine tesadüf etmektedir. Bu vaziyete göre, İslam devletlerinin seferleri 655 tarihinden 1453 tarihine kadar 798 yıllık, yani sekiz asırlık uzun bir devir boyunca devam etmiştir. Bu büyük ve kanlı tarih iki devre ayrılır: Hazreti Peygamber’in(sav) işaret buyurduğu muhteşem hedefe karşı ilk hamleleri Araplar yapmışlarsa da, feth-i mübin Araplara müyesser olmamıştır. Nihayet miladın 11. asrında Anadolu’yu fetheden Türkler birçok hamleden sonra Allah’ın lütf u keremi ile İstanbul’un fethine muvaffak olmuşlardır.
Birinci devirdeki Arap hamlelerinin başlıcaları beş seferden ibarettir ve bunların yalnız ikisinde, İstanbul şehri ciddi surette muhasara edilmiştir. İkinci devirde, Türklerin, Osmanlılardan evvel yalnız bir, Osmanlılar zamanında da yedi seferi vardır. Birinci devirdeki beş Arap seferiyle, ikinci devirdeki sekiz Türk seferi, Bizans’a karşı tam sekiz asır boyunca 13 İslam hamlesi teşkil ediyor demektir.6 Arapların, İstanbul seferleri içinde en mühim olanları Emeviler devrindedir. Abbasi devrindeki seferler o kadar sık ve o kadar muvaffakiyetli olmamıştır. Abbasi hilafetinin inkıraza7 yüz tutmasından sonra, Haleb’in Hamdanî hükümdarı “Seyfu’d-Devle” Bizans İmparatorluk arazisine akınlar yapmaya devam etti. Fakat Nicephore Phocas gibi kuvvetli bir düşmanla karşılaşınca, Arapların Bizans’a karşı yaptıkları akınlar inkıtaa8 uğradı. Bu akınlara daha sonraları Türkler tarafından devam edildi ve bu seferler muvaffakiyetle neticelendi.
Emeviler Devri
İstanbul seferleri için, Arapların kuvvetli bir donanmaya ihtiyaçları vardı. Bu devirdeki İstanbul seferleri, Araplar mühim bir deniz kuvveti kurabildikleri zaman açılabildi. Müslümanlar, kuvvetli bir donanmaya sahip oldukları zaman Mısır ve Suriye sınırlarından Rumlara karşı seferler açmışlar ve İstanbul’u Çanakkale Boğazı’ndan muhasara etmişlerdir. Hicrî 34 (Miladî 655) seferi, Hazreti Osman’ın(ra) hilafet makamında, Muaviye’nin de Suriye valiliğinde bulunduğu zaman,doğrudan doğruya İstanbul üzerine olmuştur. Bu, Bizans’a karşı açılan harplerin ruhu mesabesindedir. Bu bir deniz harbi idi, Direkler Harbi (Zatü’s Savarî) adını almış ve Araplar bu muharebede Bizanslıları bozguna uğratmalarına rağmen müspet bir netice elde edememişlerdir. Hicrî 48-49 (Miladî 668-669) seferi de Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin iştiraki ve Yezid İbni Muaviye’nin kumandasında olmuştur. İslam tarihinde pek meşhur olan bu sefer, İstanbul’u muhasara eden birinci sefer olmuştur. Bu büyük sefere Ebu Eyyûb’den başka, İbni Abbas, İbni Ömer, İbnü’z-Zübeyr gibi büyük şahsiyetler de iştirak etmişlerdir. Ebu Eyyûb, Medine’de Efendimiz’i(sav) evine misafir etmiş ve bir sefer müstesna bütün muharebelere iştirak etmiştir. Ve bir muharebeye iştirak etmemiş olması Hazreti Ebu Eyyûb’un yüreğini daima sızlatmış ve yaşı çok ilerlemiş olmasına rağmen bu İstanbul seferine iştirak etmiştir. Araplar ise Ebu Eyyûb’ün bu muharebeye iştirak etmesini istiyor, bu sayede seferin uğurlu olacağına inanıyorlardı. Belki de İstanbul’un ashabdan biri devrinde fethedileceği hakkında rivayet edilen bir hadisten dolayı bu sefere iştirak etmiş bulunuyordu.9 Hz. Ebu Eyyûb daha yolda hastalandı ve, “Beni düşman arazisinde gidebileceğiniz en uzak yere kadar götürün; çünkü İstanbul surlarının önünde mübarek bir adamın defnedileceğini Resulullah’tan işitmiştim, umarım ki o adam ben olayım” diye vasiyet etmiştir. Filhakika Ebu Eyyûb İstanbul surları önünde defnedilmiştir. İşte Ebu Eyyûb’ün mezarı, Türklerin 1453’te İstanbul’u fethi üzerine Şeyh Akşemseddin Hazretleri tarafından keşif ve kerametle bulunmuştur.
Hazreti Fatih, o kadar heyecanlanmıştır ki yere yığılıverecek hale gelmiş ve hemen oraya bir türbe ve cami inşasını emretmiştir. Osmanlı padişahları, tahta çıktıkları zaman, kılıç kuşanmak üzere hep oraya gitmeyi âdet edinmişlerdir. Hicrî 54-60 (Miladî 674-680) arasında yedi sene süren sefer, Muaviye devrinin sonlarında yapılan deniz seferidir. Araplar kış gelince çekiliyorlar ve baharda yine harekete geçiyorlardı. Bu hareket tam yedi sene sürmüştür. Araplar bu seferde Rodos’u fethetmişler ve bu adada yedi sene kalmışlardır.
Mesleme’nin Hicrî 97-99 (Miladî 715-717) Seferi
Arap akınları Muaviye’den sonra da devam etmiştir. Lakin Hicrî 96 (Miladî 715) tarihinde tahta çıkmış olan Süleyman İbni Abdülmelik devrine kadar büyük çapta bir hareket görülmemiştir. Süleyman ibni Abdülmelik, kardeşi Mesleme ibni Abdülmelik kumandasında Bizans’a bir ordu sevk etmiştir. Bu Mesleme ordusu da İstanbul’u muhasara etmiştir. Bizanslılar kendilerini meşhur “Grégeois” ateşi ile müdafaa etmişlerdir. Araplar yine bu muharebede karadan İznik ve İzmit’e kadar ilerlemişlerdir. Nihayet Süleyman İbni Abdülmelik’in halefi Ömer İbni Abdülaziz, Mesleme’ye avdet emri vermiştir. Çok mühim olan bu sefer, arkasında birçok efsanevî hatıralar bırakmıştır. Mesleme İstanbul’da bir cami de yaptırmıştır. Bu camide Fatimî halifeleri namına hutbe okunduğu gibi, Selçukî Sultanı Tuğrul Bey namına da hutbe okunmuştur.
Abbasiler Devri
Emevilerin Bizans’a karşı giriştikleri teşebbüsler, Mesleme’nin seferi ile nihayet bulmuştur.
Hicrî 158-169 (Miladî 775-785) senelerinde Abbasi halifesi El Mehdî devrinde yine bir hareket görüyoruz. Bu seferi halifenin oğlu Harun kumanda etmiş ve Boğaz’a kadar dayanmıştır. Bu sefer esnasında (Hicrî 164-Miladî 781) veliaht Harun, halife olup Er-Reşid unvanını almıştır. Harun Reşid halife olunca, Anadolu’ya seferler devam etmişse de hiçbiri Boğaziçi’ne kadar dayanamamıştır. Herhalde Harun Reşid’in bu seferini Arapların İstanbul üzerine son seferleri olarak kabul etmek lazım gelir. Hülasa olarak, mecmuu10 beşi bulan bu seferlerin üçü Muaviye devrine tesadüf eder, diğer ikisinden biri Süleyman ibni Abdülmelik ve diğeri ise Abbasi halifesi El Mehdî devrindedir
Hadis-i Şeriflere Göre İstanbul’un Fethi
Hadis rivayetlerine göre, İstanbul seferleri bizzat Peygamber Efendimiz(sav) tarafından tebşir edilmiştir. Peygamber Efendimiz(sav), “İstanbul elbette fethedilecektir. Onu fethedecek emir ne mutlu emir ve o asker ne mutlu askerdir” buyurmuşlardır. İşte İstanbul’a açılan bütün seferlerin ruhu buradadır. İstanbul’a karşı duyulan bu arzu ve iştiyak11 maddî olmaktan ziyade manevîdir. Bütün İslam hükümdarları ve halifeleri bu hadisin mazharı olmak istemektedirler. Bu hadis-i şerif dolayısıyla, Emeviler ve Abbasiler devrinde İstanbul’un fethi en büyük ideal haline gelmiştir. Ve her iki hanedan halifeleri nazarında Konstantiniyye yolu, dünyevî olduğu kadar uhrevî bir saadet yoluydu. İstanbul üzerine yürümek, bir din ve dünya cennetine sefer etmek gibi idi.12 İstanbul’da ve Anadolu’da, bu beş Arap seferine iştirak edip şehit düşen sahabe kabirleri vardır. Bu kabirler çok harap olmalarına rağmen hâlâ kutsiyetini muhafaza etmektedir. Sahabe oldukları unutulmuş ve halk nazarında her biri evliya olarak kabul edilmiştir. Şüphesiz bu sahabe kabirleri içinde en mühimi ve halkın en kutsî bildiği makam, büyük sahabe, yine halkın tabiriyle Eyyûb Sultan’dır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı-Biyoğrafi
- Kitap Adıİstanbul
- Sayfa Sayısı264
- YazarMünevver Ayaşlı
- ISBN9789753626477
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2024