Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İslam Bilim I
İslam Bilim I

İslam Bilim I

Ali Şeriati, Hicabi Kırlangıç

Tanıma ve anlama meselesi, bilme meselesinden ayrı bir şeydir. Tanıma ve bilme arasındaki ayrımı bilmeyen biri, ne bir şeyi tanıyabilir, ne de bir şeyi…

Tanıma ve anlama meselesi, bilme meselesinden ayrı bir
şeydir. Tanıma ve bilme arasındaki ayrımı bilmeyen biri, ne bir şeyi
tanıyabilir, ne de bir şeyi bilebilir, isterse tanınmış bir bilgin, büyük bir
allame olsun. Bir kitap ya da bir ekol ile ilgili olarak pek çok şey bilen, ama
ne o kişiyi, ne o ekolü, ne de o eseri tanıyan bir sürü insan vardır. İslam
âlimlerinden kimileri, İslam’ı tanımaktadırlar. Kimileri ise İslam âlimidirler
ama İslam’ı tanımıyor olabilirler. Bunun tersine kimileriyse İslam’ı tanımakla
birlikte İslam âlimleri arasında yer almazlar.

İslam, ne kültür, ne de ilimdir, İslam bir inanç
ekolüdür. İslambilim de tahsil edilmesi gereken bir kültür ve bilimler dizgesi
değildir. Elbette İslam ilimleri ve İslam kültürü, oldukça değerli ve zengin
olup İslam uygarlığının övünç kaynağıdır. Ama İslambilim, İslam ideolojisi
anlamındadır, İslam ilimleri anlamında değil.
İÇİNDEKİLER
Ali Şeriati
Yayıncının Notu
Farsça Yayıncının Notu
BİRİNCİ ve İKİNCİ DERSLER
İtikadî Altyapı ve Üstyapı
Dünyagörüşü
İslambilim ya da Hümanizm
Toplumbilim
Tarih Felsefesi
İdeoloji
Medine-i Fazıla (Ütopya)
İdeal İnsan
Dünyagörüşü-Tevhit
İnsanbilim=Adem’in Yaratılışı
Çelişki: “Allah-İblis”,
“Ruh-Balçık”
Tarih Felsefesi, “Hâbil-Kâbil”
Toplumbilim
İdeoloji=İslam
İdeal Toplum=Ümmet
İdeal İnsan=Allah’ın Halifesi
Okuyucuya
ÜÇÜNCÜ DERS
Tevhidî Dünyagörüşü
Mukaddimetun bî Rabtatun
Tevhit Bilgisine Giriş İçin Birkaç
Kaynak
Çok Tanrıya İnanılabilir Ama Bunların Tezat
ve Çelişkisine Hayır mı?
Tevhidî Dünyagörüşünde “Çokluk” ve
“Birlik”
“Doğru Anlama” Adında Tek Bir
Güç
Maaş ve Mead Birliği
Kur’an’da Sünnet ve Ayet
Kur’an’ın Diliyle Tevhide Dayalı
Dünyagörüşü
Ayet Nedir?
Fenomenler=Tezahür=Görüngüler
DÖRDÜNCÜ DERS
Birinci Aşama
İkinci Aşama
Toplumsal Altyapı (Structure
Sociale)
Köleliğe Dayalı Üretim Altyapısı
Feodalite Döneminde Üretim
Altyapısı
Burjuvazi Döneminde Üretim
Altyapısı
Şirk Toplumbilimi
BEŞİNCİ DERS
Dersin Genel Planı
Tarihsel Tevhit
Tarihin Anlamı
Tarih Felsefesi Olarak
Varoluşçuluk
“Tarih Felsefesi”, Bir Doğu
Ekolü
Hümanizm
Skolastik
Hümanist Öğretiler
Toplumbilim
İdeoloji Olarak İslam
Karşılaştırmalı ya da Ölçmeli
İslam
İmamet
Hedefimiz
Fezayı Neler Oluşturur?
ALTINCI DERS
Kalkalım ve Bir Adım Öne
Yürüyelim
“Düşünmek” de Sabit Bir Yön
Umutsuzluktaki Umut
Niçin Varım?
Geçiş Döneminde Fırsat Kaygısı
Umutsuzluk Karanığında Bir Işık
Aydının Yükümlülüğü
“İslam Tarihi”, İlk İslam’ın Bilinçlendirici
ve Uyandırıcı
Kaynağına Bir Tünel
Selefiye
Seyyid Cemal ve Abduh’un Yaptığı
Ne Yapmalı
YEDİNCİ DERS
Tevhit: Bir Tarih Felsefesi
Tarih Felsefesinde Tevhit
Dinî Görüşün Başlangıcı Şirk mi Yoksa Tevhit
mi?
Dini Görüşün Başlangıcı Şirk
midir?
Dinî Görüşün Başlangıcı Tevhit
midir?
Tanrıların Yaratıcısı Kron!
Şirkin Güzergâhı Girit
Tanrılar Hücumunun Başlangıcı
“Zeus”
Tarihin Başlangıcı “Tevhit”
Bedevî Tevhit: “Totemcilik”
Hayrın ve Şerrin Tevili
“İkicilik”
Teslis
Yaratıcı Değil, Rab
SEKİZİNCİ DERS
Ahlâk Felsefesi
Tevhidin Dünyagörüşü Doğrultusunda İnsanbilim
Felsefesi ya da Ahlâk Felsefesi
Genel Anlayışta Ahlâk
Bilimsel Ahlâk
Gerçek ve Doğru Tanımıyla Ahlâk
İdeal İnsan ve Günümüz İnsanı
Dünya ve Ahiret
Kur’an’da Ekmeğin Yüceltilişi
Hayır ve Şer
Ahlâkın Üç Temeli
İsâr
Alışveriş Çeşitleri
Ebram Mantığı
Hayır ve Şer İlkesi
Emredici ve Alıkoyucu
Günümüz İnsanının Bunalımı, Ahlâk
Bunalımı
Felsefede Materyalist, Ahlâkta
İdealist
Alinasyon
Aline Edenler
Cehalet, Çıkar ve Korku: Beşerî Sapmanın
Temel Etkenleri
DOKUZUNCU DERS
Hac: Tevhidin ve İslam’ın Somut
Tezahürü
İslam’ın Altyapısı Anlamında
Tevhit
İslam’ın Tevhit Temeli Üzerindeki
Üstyapısı
Ben-Biz
“Ben” Nedir?
“Sakınmak” Değil “Takva”
İslam’da Ahlâk Felsefesi
Yalancı Ben
Kültürel ve Tarihsel Kopukluk
Tefrika
Parçalama
Sükûn ve Sükûnet
Zamana Yabancılaşma
Hedefsizlik: İnanç ve Amel Arasında
Yabancılık
İkicilikler
Materyalizm ve İdealizm
Kuşkucu Dünyagörüşü
(Scepticisme)
Saçmacı (Absurde) Dünyagörüşü
Ben Merkezci Dünyagörüşü
(Egocentrisme)
EKLER
Birinci Dersin Soru ve Cevapları
İkinci Dersin Soru ve Cevapları
Üçüncü Dersin Soru ve Cevapları

BİRİNCİ ve İKİNCİ DERSLER

ALİ ŞERİATİ
23 Kasım 1933’te Horasan eyaletine bağlı Sebzivar’ın Mezinan köyünde dünyaya geldi. 1950’de Meşhed’deki Öğretmen Koleji’ne girdi. 1952’de Meşhed yakınlarındaki Ahmedâbâd köyünde öğ-retmenliğe başladı. 1955 yılında Mekteb-i Vâsıta’yı yazdı. Ebuzer-i Gıfarî’yi tercüme etti. 1956’da Meşhed Üniversitesi’ne girdi. Ulusal Direniş Hareketi’ne üye olduğundan, babası ve di-ğer üyelerle birlikte tutuklandı, altı ay tutuklu kaldı. 1959’da Alexis Carrel’den Dua’yı tercüme etti. Üniversiteden başarıyla mezun oldu. 1960’ta Fransa’ya gönderildi, orada sosyoloji ve dinler tarihi üzerine çalıştı. Cezayir Kurtuluş Hareketi’ne aktif olarak katıldı. Bu faaliyetlerinden dolayı Paris’te tutuklandı; bu arada birçok makale, konuşma ve çevirisi değişik dergilerde yayımlandı. Sosyoloji ve dinler tarihi alanında doktorasını tamamlayarak 1962’de İran’a dönerken sınırda tu-tuklandı; aylarca hapiste kaldı. Hapisten çıktıktan sonra öğretmenlik yapmaya başladı ve Meşhed Üniversitesi ve diğer merkezlerde konferanslar verdi. Hüseyniye-i İrşad 1973 Eylül’ünde kapatıldı. Savak, Şeriati’yi aramaya başladı. Kendisini bulamayınca babasını tutukladı. Babası bir yıl kadar hapsedildi. Şeriati teslim oldu ve on sekiz ay hücrede kaldı. 1975-77 arası Savak’ın takibinden sürekli kaçıp başkalarının evlerinde kalarak çalışmalarına devam etti. Sabahlara kadar süren konuşmalar yaptı. 16 Mayıs 1977’de Avrupa’ya hicret etti. Otuz gün sonra İngiliz İstihbaratı’nın yardımıyla Savak tarafından şehit edildi.

YAYINCININ NOTU
Yayınevimiz, Şeriati düşüncesini külliyat olarak okurlarına sunmakla önemli bir hizmet vermek-tedir. Merhum Şeriati, dünyanın bugün yaşayan iki önemli medeniyeti olan, İslam ve Batı medeniyetini yakından tanıma fırsatı bulmuş ender şahsiyetlerden biridir. Dahası, bir sosyolog gözüyle incelediği konuları, dahiyane bir düşünce işçiliği ile işlemiş ve Fars edebiyatının kendisine kazandırdığı akıcı üslupla ortaya koymuştur. Bilimsel liyakati, özgün bakış açısı, dindarlığı ve inandığı doğrular uğruna can verecek kadar yürekli kişiliği ile sadece İran gençliğini arkasından sürüklemekle kalmamış, dünya Müslümanlarının öze dönüş çabasına katkıda bulunarak bir döneme damgasını vurmuştur. Onun bu özgün ve özgürlükçü tutumu, sadece İslam düşmanlarının tepkisini çekmekle ve onlar tarafından şehit edilmekle kalmamış, dost ve kardeş bildiği Müslümanlardan da çok büyük tepkiler almıştır. Çünkü onun düşünceleri, Batılı saldırı karşısında çok derin ve güçlü bir mukavemet oluştururken İslam geleneğini kirleten ve çöküntüye sebep olan bidat ve hurafelere de ağır darbe indiriyordu. Tabiî bu da bilinçsiz kesimler nezdinde İslam’ın kendisine yapılan bir saldırı olarak algılanıyordu.
Kendi tabiriyle içinde doğup büyüdüğü geleneksel Safevî Şiîliğine yönelttiği eleştiriler yüzünden İran’da dışlanırken, Şiî bakış açısı nedeniyle de Sünnî dünyadan önemli tepkiler almıştır. Ancak Şeriati, her ne kadar Ali Şiası ve Safevî Şiası ayrımı yapsa ve Safevî Şiîliğini eleştirse de eleştirdiği düşünceden bütünüyle kurtulamamış ve söz konusu etkilerle Sünnî dünyanın kabul edemeyeceği kimi düşünceler serdedebilmiştir. Sahabiler hakkında kullandığı ifadeler hoşgörü sınırını zorlayan kusurlar olarak değerlendirilebilir. Ayrıca yaşadığı çağ ve çevrenin etkisiyle Fransız sosyalistlerinden etkilendiği ve kimi yorumlarında bu etkinin izlerinin görüldüğü de söylenebilir.
Ali Şeriati’nin de her insan gibi hata edebileceğini, hatalarının ve savaplarının sadece kendisini bağlayacağını okuyucunun takdir edebileceğine inanıyoruz. Fecr Yayınevi olarak, ölçümüzün Kur’an-ı Kerim ve onun numunei timsali olan Hz. Peygamber (a.s) olduğuna inanıyor, Şeriati de dahil bütün insanların bu ölçüler içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Onun her görüşünü onaylamadığımız halde eserlerini yayınlıyor, ama katılmadığımız görüşlerine de müdahale etmeyi uygun görmüyoruz. Çünkü böyle bir müdahalenin düşüncelerin doğru anlaşılmasına engel olacağı, bunun da hem yazar hem okur açısından bir hak ihlali sayılacağı kanaatindeyiz. Buna rağmen kimileri, tasvip etmedikleri düşüncelerden dolayı bilinçsiz okuyucuların olumsuz etkileneceği gerekçesiyle vebal alacağımızı düşünebilirler. Fakat biz, genelde Müslüman olmanın, özelde Şeriati okuru olmanın, okuduğu her şeyi kabullenen değil, eleştiren bir seviye gerektirdiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla bütün olumsuzluklarına ve kusurlarına rağmen Şeriati’nin o engin birikiminin bizlere çok şey kazandırdığına ve kazandıracağına inanarak eserlerini külliyat olarak yayınlamaya karar vermiş bulunuyoruz. Buna paralel olarak hem Fars hem de Türk edebiyatına vukufiyetiyle temayüz etmiş mütercimlerden oluşan bir heyet oluşturarak eserlerin en az hata ile çevrilmesine de özen gösterdik. Bu nedenle tercümeler, sadece söz konusu eserleri dağınık vaziyette sunulmaktan kurtarmayacak, Şeriati okurunun liyakatsiz tercümelerden çektiği sıkıntıları da asgariye indirecektir.
Külliyattaki kitapların bazılarında yazara ait olmayan dipnotlar yer almaktadır, İran’daki Dr. Ali Şeriati Eserlerini Derleme Bürosu tarafından eklenen notların sonunda (Derleyen), yayınevimiz tarafından ilave edilen notların sonunda (Fecr), mütercimlerin ilave ettiği notların sonunda ise (Çev.) ifadeleri kullanılmıştır. Bunların dışındaki dipnotlar Ali Şeriati’ye aittir.
Bütün hassasiyet ve çabamıza rağmen, insan olmamız hasebiyle gözümüzden kaçan kusurlar olursa okurumuzdan özür diler, eleştirilerine müteşekkir kalırız. Bu vesileyle Şeriati’ye Allah’tan rahmet diler; başta değerli mütercimler olmak üzere, editörlere, tashih ve redakte heyetine ve eserlerin sizlere ulaşmasında emeği geçen bütün dostlara gönülden teşekkür ederiz.
FECR YAYINEVİ

FARSÇA YAYINCININ NOTU

Elinizdeki eser, Şehit Muallim Dr. Ali Şeriati’nin 1350-1351 (1971-1972) yıllarında “‹slambilim” adı altında Hüseyniye-i ‹rşad’da verdiği bir dizi dersi kapsamaktadır. Bu derslerin bazıları Şeriati hayattayken kasetten metne aktarılarak yayımlanmış olup kitabı hazırlarken bunları esas aldık. Şehit Muallim’in üzerinde çeşitli değişiklikler yaptığı bu metinler, yeniden kasetle karşılaştırılmış ve o zaman çeşitli nedenlerle çıkarılan bazı konular yeniden eklenmiştir. Geri kalan derslerde ise mevcut kasetlerden kaynak olarak yararlandık ve metinleri emanete tam riayet ederek metne aktardık. Ayrıca bazı derslerin sonunda Şehit Muallim, sorulan sorulara cevap vermiş veya zarurete göre bazı açıklamalar yapmıştır. Soru ve cevaplarla açıklamalar “Ekler” bölümüne alınmıştır.
“Tarih ve Dinlerin Tanınması” derslerinin devamı olan “‹slambilim” dersleri, üç cilt halinde tanzim edilmiş olup ‹rşad’da “‹slambilim” adı altında anlatılanların tamamını içermektedir.
Son olarak, okuyucuların dikkatini aşağıdaki hususlara çekmek istiyoruz:
1- Şehit Muallimin nezaretinde tanzim edilen derslerde alt başlıklar aynen kullanılmıştır.
2- Bir kelime veya ifade eklenmesi durumunda bunlar [  ] köşeli parantez içerisinde verilmiştir.
3- Kasetten anlaşılmayan, hatta tahmin edilebilir bile olmayan kelimelerin yerleri …* şeklinde gösterilmiştir.
4- Bazı sorular zorunluluk yüzünden özetlenmiştir.
Bu cilt, Hüseyniye-i ‹rşâd’da verilen ‹slambilim derslerinin sekizi yanı sıra beş bölümden oluşan ekler kısmını içermektedir. Söz konusu derslerin veriliş tarihi aşağıdaki gibidir:
Onuncu Ders 8/2/1351 (28 Nisan 1972)
On Birinci Ders 15/2/1351 (5 Mayıs 1972)
On ‹kinci Ders 22/2/1351 (12 Mayıs 1972)
On Üçüncü Ders 29/2/1351 (19 Mayıs 1972)
On Dördüncü Ders 5/3/1351 (26 Mayıs 1972)
On Beşinci Ders 12/3/1351 (2 Haziran 1972)
On Altıncı Ders 19/3/1351 (9 Haziran 1972)
On Yedinci Ders 26/3/1351 (16 Haziran 1972)
Başlangıçta Yayın Kurulunun kararı, ‹rşad ‹slambilim derslerinin birbirini izleyen dokuz dersine (10-19. dersler) bu ciltte yer verme yönündeydi. Fakat konuyu bilen kişilere sorup araştırdıktan sonra 18. Dersin (Tarih, Dinlerin Tanınması ve ‹slambilim Dersleri silsilesinden 32. ders) verileceği oturumun gerçekleşmediği anlaşılmıştır. Hatta bazıları, söz konusu oturumda bütün öğrencilerin bulunmayışı nedeniyle, ‹slambilim derslerine devam etmek yerine “Âdem’in Mirası” veya “Âdem’in Vârisi Hüseyin” metninin bir bölümünün Şehid Muallim tarafından yeniden okunup açıklandığını ısrarla belirtmişlerdir. ‹slambilim dersleri zaman bakımından sistemli bir şekilde (yedi günde bir) düzenlendiğinden, söz konusu dersin (28/3/1350 – 18 Haziran 1971 tarihinde verilen “Âdem’in Mirası” dersi) tarihi, önceki derslerin zamanlamasına uymadığından ve ayrıca “Âdem’in Mirası” kasetindeki metnin “Âdem’in Vârisi Hüseyin” konferansının metninin aynısı olup Dr. Şeriati tarafından tam ve dikkatli bir biçimde tashih edilip külliyatın 19 numaralı kitabına alındığından, Yayın Kurulu, Şehit Muallim eserlerinin okuyucularının dikkatlerini dağıtmamak için -çünkü “Tarih, Dinleri Tanıma ve ‹slambilim Dersleri Silsilesi” 41 derstir- sadece “Âdem’in Mirası” kasetindeki metnin giriş kısmını “Ekler” bölümünde yayımlamayı ve bu dersi ‹slambilim derslerinden biri olarak düşünmemeyi uygun görmüştür.
Zorunlu açıklama olarak şunu belirtelim ki “Ekler” bölümünde Tarih ve Dinlerin Tanınması derslerine ilişkin (külliyatın 14. ve 15. eserleri) iki soru-cevap yer almaktadır. Birinci soru-cevap, 9/2/1350 (29 Nisan 1971) tarihli olup Tarih ve Dinlerin Tanınması derslerinin ikincisiyle ilgilidir. ‹kinci soru-cevap ise 31/2/1350 (21 Mayıs 1971) tarihli olup Tarih ve Dinlerin Tanınması derslerinin dördüncüsüyle ilgilidir. Bu iki soru-cevap metni elimize geç (yani 14. ve 15. Kitapların basımından sonra) ulaştığı için bunları bu kitabın Ekler bölümüne almayı gerekli gördük.
Bitirirken hatırlatalım ki “Âdem’in Mirası” metninin giriş bölümüyle Tarih ve Dinlerin Tanınması derslerinin 2. ve 4.’nün soru ve cevaplarının bu kitaba alınmasının temel sebeplerinden biri, bunların konu bakımından ‹slambilim dersleriyle genel anlamda uyumlu olmasıdır.
Şehit Muallim Dr. Şeriati Külliyatı Tedvin
ve Tanzim Bürosu

 

İlkin, burada tarih ve dinlerle ilgili olarak ders programı duyurulduğunda, üç yıl içerisinde tamamlanması gereken kapsamlı bir program düşünülmüştü. Program üç dönemden oluşuyordu: Birinci dönem, “Tarih ve Dinlerin Tanınması”, ikinci dönem “Dinî Toplumbilim”, üçüncü dönem “İslambilim”.
Tarih ve dinlerin tanınması, 20 Ferverdin 1350 (10 Nisan 1971) tarihinden başlayıp oldukça daraltarak hızla geçtiğimiz dönemdi. Bunun nedeni de her on beş günde bir toplanmamız ve bu konuyu kapsamlı olarak ele alacak yeterli fırsatımızın bulunmayışıydı.
İkinci dönem, ikinci yıldan itibaren başlanması gereken dinî toplumbilim konusuna ayrılmıştı. Üçüncü dönem (İslambilim) de üçüncü yılda yer alacaktı. İki nedenden, bu programı değiştiriyoruz. Şimdi başlayıp öğrenim yılının sonuna değin İslambilim konusunu kapsayan son programı başlatıyoruz.
İkinci nedense şu ki öğrenimlerinin son yılında bulunan öğrenci hanım ve beylerden kimileri, bana bu yıl öğrenimlerinin sona ereceğini, öğrenimin bitişinden sonra zorunlu olarak askere gideceklerini ya da iş arayacaklarını, dolayısıyla her birinin bir yana gideceğini ve artık derslere katılma olanaklarının bulunmayacağını defalarca söylediler. Bu iki nedenden, programı değiştirme kararı aldım. Öğrenim yılının sonuna kadarki kalan sürede, başarabilirsem İslambilim dersine başlayacağım, sonunda yine oldukça daraltarak. Açıklanıp yorumlanmasını size bırakıp ele almakta olduğum farklı konuşma ve derslere dönmek istiyorum. Böylece, fırsatı bulunmayan kimseler, en azından öğrenimlerinin bir döneminde yılsonuna dek benim anladığım anlamda İslamî toplumbilimi ya da “İslambilim”i ders biçiminde görmüş olacaklar. Dinî toplumbilim dönemine ise olanak bulursak daha sonra başlayacağız.
İslambilim, başlı başına zihnimizde İslambilim (İslam Şinâsî) kitabını çağrıştırmaktadır.1 İslam Şinâsî, beş yıl önce Meşhed Üniversitesi’nde verdiğim şifahî derslerden ibarettir. Hâlbuki bu dört ya da beş yıl içinde ben düşündüm, çalıştım. Yeni konular geldi aklıma. Dolayısıyla şimdiden başlayarak İslambilim konusunda söylediklerim, İslam Şinâsî kitabının tamamlanması yönünde olacaktır. Tamamlama derken de İslam Şinâsî kitabında ortaya koyduklarımı daha çok açıklayacağım ya da yorumlayacağım ve böylece İslam Şinâsî kitabına yoğun bir muhalefet gösteren birtakım kimseler benim bu kitaba inancımın kalmadığı yolunda benden bir itiraf duyup mutlu olacaklar anlamında söylemiyorum bunu. Her geçen gün, eleştiriler arttıkça, bu kitaba inancım daha bir sağlamlaşmaktadır. Şu anda başlayan dönemin ders yönü ve dershane niteliği oldukça fazladır. Şimdiye değin, kalabalık olması ve dershanede iki üç bin kişi bulunması nedeniyle gerçek anlamda ders verilemiyordu. Kaçınılmaz olarak şimdiye değin, herkesçe anlaşılabilir olması için ders ve konferans arası bir karışım yapıyordum. Ama şimdi hem öğrenciler doğal bir biçimde seçildiler hem de önceden ders için daha çok hazırlık yapıldı. Dolayısıyla dakik, yorucu ve yoğun bir çalışma yapılabilir. Bu yüzden, şimdiden başlayarak bizim ders ortamımız gerçekten resmî bir ders şeklinde, sınıfta var olduğunu bildiğimiz şekilde olacaktır. Sizden, derslere bu gözle bakmanızı ve onu bütünüyle bir ders olarak algılamanızı rica ediyorum. Ek olarak, derste açıklanamayan bir şey bulunursa, burada gündeme getirilen konular çevresinde etraflıca irdeleyerek, doğal olarak var olan eksikliği tamamlayınız. Bu yüzden dersin bitiminde tartışma ve eleştiri oturumunda, burada ders olarak anlatılanların tamamlanması için incelenmesi gereken birtakım kitapları belirteceğim.
Şimdi kendi inancıma göre, çağının bilincinde olan İslambilir bir Müslümanın (aradığım niteliklerin hiçbiri rastgele değildir, çünkü bir insan Müslüman olabilir ama İslambilimci olmayabilir veya İslambilimcidir ama bu çağın adamı değil, taş devrinin adamıdır) yalnızca dinî bir inanç olarak değil, aynı zamanda bir düşünsel öğreti ve bir ideoloji olarak İslam’a ilişkin taşıdığı düşünce ve inanç yapısının geometrik şeklini ve itikadî-zihinsel tasvirini ortaya koyacağım. Bachelard (Çağımızın büyük düşünürlerinden olup birkaç yıl önce ölmüştür. Gazetelere, söyleşilere, fotoğraflara ve magazine konu olmadığı için değeri bilinemeyen derin düşünceli büyüklerden ve bu yüzyılın büyük simalarındandır.) tıpkı Descartes ve Eflatun benzeri düşünürler gibi, bir idenin, bir inancın, geometrik şekil kazandığında kendisinin doğru anlatımını bulduğuna inanır. Bunu bir kez daha tekrarlıyorum çünkü bu söz oldukça derindir: Bir inanç geometrik şekil kazandığında kendisinin en iyi anlatımını ya da anlatım dilini bulmuş olur. Bir geometrik şekil içerisinde anlatılıp tasvir edilebilen her inanç, mantıklı ve doğru olduğunu kanıtlamış olur. Çünkü dünyadaki en kesin bilimsel kavramlar, matematiksel kavramlardır. Felsefî ya da dinî inançlarımızı geometri ya da matematik diliyle anlatabilirsek hem kendi inancımızı anlatmada en iyi dili bulmuş hem de inancımızın aklî, bilimsel ve mantıklı olduğuna ilişkin en iyi dayanağı elde etmiş oluruz. Tartışmayı, cedelleşmeyi, asılsız kanıtlar ileri sürmeyi, zihin yormayı, benzetmelere girişmeyi vs. -ki bunlar kanıtlama ve mantık bakımından güçsüzlüğün dilidir- gerektiren felsefe ve dinlerin tersine bunların yerine bu düşünsel, felsefe ya da din, hatta edebiyat ve sanat ekolü için anlatım dili olarak matematikten yararlanılabilirse o zaman bir ekol hem anlatım bakımından başarılı hem mantıksal kanıtlama ve mantıklı olma açısından başarılı olacaktır. Böylelikle o ekol, bilimsel temellerinin bulunduğunu gösterir. Bir şey daha eklemek istiyorum: Bir ekolün anlatıldığı geometrik şekil, kendisinin doğal bir şekil olup olmadığını, normal ya da anormal bir şey olduğunu, uyumlu ve sağlıklı ya da birbirine girmiş uyumsuz bir yapıda bulunduğunu gösterir. Bir ekolün bu geometrik yapısından, o ekolün doğallık ve sağlık ölçüsü belirlenebilir.
Tanıma ve anlama meselesi, bilme meselesinden ayrı bir şeydir. Tanıma ve bilme arasındaki ayrımı bilmeyen biri, ne bir şeyi tanıyabilir, ne de bir şeyi bilebilir, isterse tanınmış bir bilgin, büyük bir allame olsun. Bir kişi, bir kitap ya da bir ekol ile ilgili olarak pek çok şey bilen, ama ne o kişiyi, ne o ekolü, ne de o eseri tanıyan bir sürü insan vardır. Bu ikisi arasında ne gibi bir ayrım bulunmaktadır? Bu ikisi arasındaki ayrımı açıklayabilirsem İslam âliminin, İslam’ı tanıyan kimseden apayrı olduğunu açıklayabilirim. İslam âlimlerinden kimileri, İslam’ı tanımaktadırlar. Kimileri ise İslam âlimidirler -oldukça da âlimdirler!- ama İslam’ı tanımıyor olabilirler. Bunun tersine kimileriyse İslam’ı tanımakla birlikte İslam âlimleri arasında yer almazlar. Öyle ki bu ayrım, edebiyat konusunda da bir kitap ya da bir kişi ile ilgili olarak da vardır. Bu edebiyat fakültesi içerisinde “esatid-i girâm/değerli üstatlar”dan (herkesçe bilinen radyogram gibi, çünkü “gram” Avrupa kökenlidir, Arapçası “kirâm”, Farsçası da “girâmî”dir. Bu ikisi birbirine montaj edilmiş, olmuş “girâm”) birçok kimse bulunduğu açıktır. Bunlar, örneğin Hafız Divanı’ndan ya da Şahname’den veya Mesnevi’den kaç bin nüsha bulunduğunu, her bir nüshanın nerede olduğunu, her nüshanın ağırlığının ne olduğunu, eni ve boyunun ne kadar olduğunu bilirler; bunlar bilgidir. Bu kişiler, her nüshada falan gazelin ne gibi değişikliklerle kaydedildiğini, Hâfız’ın divanında örneğin, adları geçen ve şairin memdûhu olan kimselerin kimler olduklarını, nasıl yaşadıklarını, nasıl bir dönemin adamı olduklarını, durumlarının ne olduğunu bilirler. Hatta Hâfız’ın memdûhu olan falan hânın bıyığının uzunluğunun kaç milimetre olduğunu bile bilirler bu kimseler. Tüm bu özellikleri bilirler bunlar. Bunlar, Hâfız’ın divanında kaç Farsça, kaç Arapça kelime bulunduğunu, Hâfız’ın ayetlere, rivayetlere ve tarihsel olaylara yaptığı işaretleri, bu rivayetlerin, bu tarihsel göndermelerin hangileri olduklarını bilirler. Oysa Hâfız’ı hiçbir şekilde tanımazlar, bir gazeli bile anlayamazlar. Güzel bir anlatımı, Hâfız’ın duygularının zarifliğini hissedemezler. Hâfız’ı tanımak ayrı bir şeydir. Aslında bu Hâfız bilicilerin, Hâfız gibi bir tiple ruhî ve fikrî bir uyumları yoktur.
Dolayısıyla Hâfız’ı tanımak, Hâfız konusunda geniş ve derin bilgiler edinmekten başka bir şeydir, kişi de böyledir. Bir düşünürü göz önüne alın ya da büyük bir sanatçıyı: Biri gelip bu kişinin tüm vücut özelliklerini, kanındaki globülin sayısını, vücudunda bulunan üre miktarını ve vücudunun tümünü hücre hücre açıklar, fizyolojisini bilir. Bu bireyin yaşını başını bilir, hayatıyla ilgili bilgilere sahiptir, ama o bireyi bir düşünür ya da bir ruh olarak en küçük bir ölçüde bile hissetmez, tanımaz, anlamaz. Oysa başka biri, bir görüşmeyle, bir temasla, basit ve kısa bir söyleşiyle, hatta suskun bir bakışla, bu bireyi, onunla ilgili olarak birkaç eşek yükü bilgiyi kafasında taşıyan kimseden daha fazla, daha iyi ve daha derinlemesine tanıyabilir.
Ekol de böyledir. Ekolü tanımak, ekole ait kültür ve bilimlerde uzman olan kişilere özgü bilimsel ve dakik bilgilere sahip olmak anlamında değildir. Bu ekolün yönünü ve bütünsel tasvirini hissetme anlamındadır tanımak (ekolü parça parça, tek tek, öğe öğe anlamak ya da bir parçasında uzman olmak ve öteki parçalarını algılamamak, anlamamak ve görmemek değil). Ekolü tanımak, bir ekolde ya da bir dinde ya da bir ideolojide gizli bulunan anlam ve ruhu, insanın etiyle, kemiğiyle, duyularıyla hissetmesidir.
Büyük yazar ve şairlerimize bir bakın. Yaşadığımız bu çağda bunlardan hiçbirinin edebiyat fakültesi mezunu olmadığını söyleyebiliriz. Çağdaş şairlerimizin listesine bir göz atın: Nîmâ’dan tutun da Umîd’e2 varıncaya değin, hatta Umîd’den sonrasına, yeni nesle varıncaya değin -ki şiirin yeni dalgası onlardan gelmektedir- hiçbir şair edebiyat fakültesinde resmî olarak öğrenci olmamış, bu fakülteyi bitirmemiştir. Biri güzel sanatlar okulundan gelmiş, biri tıp fakültesinden gelmiş, biri iktisat okumuş, biriyse kesinlikle hiçbir şey okumamıştır. Günümüzün şiirinin ruhunu anlayanlar, edebiyatın devinim yönünü duyumsayanlar işte bu kimselerdir. Merhum Celâl’in3 söyleyişiyle: “Benim büyük başarılarımdan biri, Allah’ın benim kalbimden edebiyat fakültesinden doktora alma vesvesesini yok etmesidir. Bu yüzden, edebiyat kalbimde diri kalmıştır.”
İslambilim bu anlamdadır, tahsil edilmesi gereken bir kültür ve bilimler dizgesi anlamında değildir. Elbette İslam ilimleri ve İslam kültürü, oldukça değerli ve zengin olup İslam uygarlığının övünç kaynağıdır. Ama İslambilim, İslam ideolojisi anlamındadır, İslam ilimleri anlamında değil. Edebiyat fakültesinde okumamış şair ve yazarlar sanat ve edebiyatı anlarlar anlamındadır, resmî hocalar edebiyat öğretirler anlamında değil. Fransa’da 19. ve 20. yüzyıl edebiyat ekollerinin tümü Sorbonne Üniversitesi dershanelerinde değil, kafelerde oluşmuştur. İlkin kitle arasında, fikir gücü, duygusu, hareketi, heyecanı ve cesareti bulunan kişiler arasında müzikte, resim sanatında, edebiyatta ve şiirde yeni bir ekol oluşur; gruplar içinde, topluluklar arasında, sokaklarda, kişiler arasında var olan ilişkiler yoluyla bir ekol şekillenir. Sonra üniversite bu yeni akımla savaşır, bu yeni akımı bozgunculuk olarak niteler. Bunlar edebiyatı yıkmak istiyorlar, sanatı yıkmak istiyorlar, bunlar kültürel ve edebî özgürlüğün düşmanıdırlar, diyerek bu akıma karşı koyar. Kavga ve savaş başlar. Ne var ki zamanın ve mantığın gerekliliği, bu yeni akımı güçlü kılıp yeni mantıkla silahlandırır ve eski direnişi güçsüzleştirip altüst eder. Sonra birkaç yıl geçer, bu kaçak mahkûm ekol, resmî bir kişilik kazanır. Sonundaysa üniversiteye yüklenir, üniversiteye girer. O zaman üniversitenin resmî hocası, yeni bir kürsünün başkanlığını, yeni şiirin ya da falanca sanat ekolünün üniversitede öğretimini üstlenmekle övünç duyar. Şairimiz Nîmâ’yı düşünün, otuz yıl boyunca bütün çocukların ve büyüklerin oklarının değişmez ve sabırlı bir nişan tahtası olmuş, her türlü sövgü ve saldırı iğnesinin iğneliği haline gelmişti. Ne var ki dünyaya egemen olan ilahî yasa gereği, yeni bir yol (her türlü alanda) açma durumunda olan kimselerin özelliklerinden biri, Allah’ın onlara, sövgüler karşısında büyük bir dayanma gücü bağışlamasıdır. Otuz yıl boyunca bu adam, karşılaştığı herkesin sövgüsüne uğruyordu. Herkes, bir yerde kendisini göstermek istiyor, ben burada oturuyorum, bana da dikkat edin, dercesine Nîmâ’ya bir sövgü yolluyordu. Ona yapılan sövgünün uzaması, söven kişinin eski hocalardan ve fazıllardan olmasına alametti.
Dipnotlar

1 İslam Şinâsî külliyatın 30. Kitabı olup İslam Nedir Muhammed Kimdir adıyla yayınlanmıştır.(Fecr)
2 Mehdi Ehavan Sâlis (Çev.)
3 Celâl Âl-i Ahmed (Çev.)

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) İslam Felsefesi
  • Kitap Adıİslam Bilim I
  • Sayfa Sayısı392
  • YazarAli Şeriati
  • ÇevirmenHicabi Kırlangıç
  • ISBN9786055482145
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • Yayınevi / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Şia ~ Ali ŞeriatiŞia

    Şia

    Ali Şeriati

    Dünyanın bugünkü tezadını halletmede bizim yanlışımız, mülhit mücahitleri mümin oturanlar ile kıyaslamamız ve meseleyi çözmekten âciz kalmamızdı. Bu ölçme mantık olarak yanlıştır. Mülhit mücahitler...

  2. İran ve İslam ~ Ali Şeriatiİran ve İslam

    İran ve İslam

    Ali Şeriati

    Acaba İran İslam’ı kabul etmek için hazır mıydı ve İslam öğretisine ihtiyacın zamanı mıydı, değil miydi? Acaba İslam öğretisi, yedinci yüzyılda İran toplumunun ihtiyaçlarıyla...

  3. Muhtelif Eserler II ~ Ali ŞeriatiMuhtelif Eserler II

    Muhtelif Eserler II

    Ali Şeriati

    Cezayir’de gizli ordu eliyle şehit edilen, Fransa Sosyalist Partisi’nin sadık aydınlarından ve bilim adamı Albert Meilleur şöyle der: “Yahudiler İslam toplumunda öylesine huzur içinde...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur