İş insanı ne iş yapar? Değişen dünyada yeni sorumlulukları nelerdir? Karşı karşıya olduğumuz küresel, yerel sorunların çözümüne iş insanları nasıl katkıda bulunabilir? “Dünyanın en iyi saklanmış sırrı” Türkiye’nin yeni hikâyesi ne olabilir? Bülent Eczacıbaşı elinizdeki kitapta, yönetim, ekonomi, sürdürülebilirlik, toplum ve kültür-sanat alanlarına odaklanarak, bu ve benzeri pek çok ufuk açıcı soruyu gündeme taşıyor. Her biri konusunun uzmanı on akademisyenle gerçekleştirdiği söyleşilerden ve kendi deneyimlerinden yola çıkarak, yakın tarihe, bugüne ve geleceğe ilişkin görüşlerini dile getiriyor. İşim Gücüm Budur Benim, iş dünyasını merak edenler, iş yaşamına yeni giren ya da girmeyi düşünen gençler için yazıldı.
Her Şeyi Bilen İş İnsanları
Öte yandan, iş insanlarından toplumun talepleri de yüksek. Ekonominin motoru olmaları, yatırımlar yapmaları, işsizliğe çare bulmaları, ihracat yapmaları, döviz yaratmaları, teknolojiler ve yeni ürünler geliştirmeleri, sosyal sorumluluk projeleriyle topluma katkıda bulunmaları bekleniyor. Hele isimleri az çok bilinen, başarılı bulunan iş insanlarından beklentilerin neredeyse sınırı yok. Ülkenin her türlü sorunuyla ilgili çare önerileri onlardan soruluyor; eğitim ve sağlık sorunlarını çözmeleri, dış ilişkilerde aktif olmaları, hatta politikaya girmeleri isteniyor. İş insanları için, “mademki para kazanmayı beceriyor, bunu da becerir” gibi bir bakış yaygın görünüyor. İtiraf etmek gerekir ki, iş insanlarının “bilmiyorum” demekten pek hoşlanmaması da bu talepleri yükselten etkenlerden biri… Biz iş insanları “bilmiyorum” demek alışkanlığına kapılırsak insanlar bize nasıl güvenir, ürünlerimizi nasıl satın alır, yönettiğimiz kurumlarda nasıl çalışırlar? O nedenle biz her konudan konuşmayı severiz, her fırsatta yorumlar yaparız, görüşlerimizi anlatırız — bu kitapta da görebileceğiniz gibi! Biz anlattıkça insanlar da daha fazla sorar, her yerde mikrofon uzatır, bizden daha fazlasını ister ve beklerler. Biz de, sanki her konunun uzmanıymışız gibi konuşup yazmaya ve fikirlerimizi belirtmeye devam ederiz. İş yaşamım boyunca iş insanlarından beklentilerin ne ölçülere varabileceğini gösteren pek çok durumla karşılaştım. Anımsadığım zaman beni hâlâ gülümseten bir olay Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nde (TÜSİAD) görevli olduğum yıllarda başımdan geçti. Bir toplantı için Paris’e gitmiştim. Otele vardığımda telefonla arandığımı belirten bir not buldum. Arayan önemli gazetelerimizden birinin muhabiriydi. Konu acildi, kendisini aramamı rica ediyordu. Kendisine ulaştığımda benden niçin acilen cevap istendiğini anladım! Soru şuydu: Rusların Soyuz uzay aracı uzayda arızalanmıştı, kozmonotların hayatının tehlikede olduğu belirtiliyordu. Acaba kozmonotların salimen Dünya’ya dönebilmeleri için ne yapılmalıydı? Herhalde muhabir arkadaşımız, “Bunu TÜSİAD’ı yönetenler bilmezse kim bilecek?” diye düşünmüştü. Orada kendisine, “Her şeyden önce bir plan yapmak ve dikkatli olmak gerekir” diye başlayan bir yanıt verseydim, eminim bu konuyu iyi bildiğime hemen kendimi de inandırırdım. Kendilerinden beklenenlere bakınca anlıyorsunuz ki, ülkemizde iş insanlarının işleri gerçekten zor…
“Dalgacı Mahmut”
Benim meslek seçimi üzerinde kafa yorduğum zamanlar, “68 kuşağı” gençlerinin dünyayı ayağa kaldırdığı yıllara rastlar. O dönemlerde iş insanının veya şimdilik hâlâ daha sık kullanılan şekliyle “iş adamı”nın itibarı pek yüksek değildi. Belki, “Bugünkü kadar bile yüksek değildi!” demek daha doğru olur. Zamanın Türk filmlerinde Hulusi Kentmen tarafından canlandırılan, Bedri Koraman’ın karikatürlerinde rastlanan ağzı purolu, göbekli, ceplerinden paralar fışkıran tipler, toplumun büyük bir kesiminin gözünde iş adamının örnekleriydi. 68 Hareketi’nin de etkisiyle, dünyada olup biteni izleyen, ülke sorunları üzerinde tartışmayı seven gençler arasında ise “solculuk”, hatta “devrimcilik” modaydı. Bu modaya uygun kitaplar okumak, müzik dinlemek gerekiyordu. Marksist düşüncenin temelleri hakkında bilgi sahibi olmak şarttı. Sartre okuyacaktınız, Brecht’i sevecektiniz, Nâzım Hikmet hayranı olacaktınız, Joan Baez ve Bob Dylan dinleyecektiniz. Das Kapital’i okumuş olmanız gerekmezdi, nasıl olsa okumuş olduğunuz varsayılırdı, Marksist terminolojiye biraz hâkim olmanız yeterliydi. “Aydın” veya “entelektüel” olmakla “solcu” olmak neredeyse eş anlamlıydı. İş adamı, “kapitalist” veya “komprador”, “kötü adam”dı, insanları sömürerek kendini zenginleştiren kişiydi. Nefret odağı olmadığı zaman iş adamı bu gençlerin sohbetlerinde alay konusuydu. İş adamının en zararsızı ve en iyisi, hiçbir işe yaramayanı idi. Bir keresinde kitap meraklısı bir arkadaş grubuyla romanlardan ve hikâyelerden paragraflar okuyup, hayali kişilerin yaşamlarıyla ilgili senaryolar üreterek bir oyun oynadığımızı hatırlıyorum. Bir arkadaşımız Orhan Veli’nin bilinen şiirinden bir bölüm okuduktan sonra bunları söyleyen kişinin mesleğini sormuştu:
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
Üstelik yanıt için de dört seçenek veriyordu: Boyacı, sanatçı, iş adamı, üçkâğıtçı… Şakanın amacı belliydi. Cevaplar hemen ve hep bir ağızdan, istenen yönde geldi: İş adamıııı!.. Sonra, tartışmalar biraz ileri gittiğinde bazı duyarlı arkadaşlarımdan o zamanlar işitmeye alışmış olduğum sözler: “Bülent, üzerine alınmıyorsun, değil mi?” Bir rahatsızlık duydum ama içimden sordum: Orhan Veli’nin “Dalgacı Mahmut”u kartvizit bastırsaydı, isminin altına ne yazardı acaba?
Farklı Bir Model: Nejat Eczacıbaşı
Benim gözümün önünde ise bambaşka bir iş insanı modeli vardı. Babam Nejat Eczacıbaşı, yükseköğrenimini o zamanın dünyadaki en iyi üniversitelerinde yapmış, biyokimya alanında doktorasını aldıktan sonra Türkiye’ye dönerek iş yaşamına girmişti. Türkiye’nin öncü iş insanlarından biri olarak biliniyordu. Çok çalışıyordu, başarılıydı, kurduğu şirketler hızla büyümekteydi. Türkiye’de yeni sanayilerin kurulmasına öncülük ediyor, insanlara iş olanakları yaratıyor, toplum sorunlarına eğilen sosyal girişimleriyle de saygınlık kazanıyordu. Her açıdan imrenilecek ve örnek alınacak bir başarı öyküsü ortaya koyuyordu. Yaptıklarının ona verdiği mutluluk ve heyecan kişiliğine yansıyordu. Nejat Eczacıbaşı’na göre, iş insanı “ekonomide değer yaratmak sorumluluğu taşıyan” kişiydi. Mutluluğu, “bir şeyler yaratmak, yaratırken saygı görmek” olarak tanımlıyordu. Onun oğlu olup iş insanlığına özenmemek pek mümkün değildi. Kendi kurduğu işlerin ileride oğulları tarafından sahiplenilmesini çok istediğini de saklamıyordu. Kardeşim Faruk’la ben, aile değerlerini ve geleneklerini yaşatmanın ne kadar önemli olduğunun sürekli vurgulandığı bir ortamda yetiştiriliyorduk. İş insanı olmayı yeterince ciddi ve anlamlı bir kariyer seçeneği olarak görmemem riski karşısında, babamın sık sık ileri sürdüğü bir görüş de şuydu: İş insanı olmak demek, sadece para kazanmak için çalışmak demek değildi. Başarılı bir iş insanı, sahip olduğu olanakları, merakı ve tutkusu olan alanlarda girişimler başlatmak, katkıda bulunmak, hizmet etmek için kullanabilirdi. Örneğin kendisi müziğe çok meraklıydı ama bu alanda iş insanı olarak katkıları, bir müzisyen olarak yapabileceğinden çok daha fazlaydı.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Ekonomi İş Dünyası
- Kitap Adıİşim Gücüm Budur Benim – İş İnsanının Yeni Sorumlulukları
- Sayfa Sayısı228
- YazarBülent Eczacıbaşı
- ISBN9789750854651
- Boyutlar, Kapak13,5x21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023