Yorgun yıldızların gittiği yerIşıklı Kaplumbağa Adası, kâinatın uzak mı uzak bir yerinde yaşayan minik bir yıldızın, o yıldızın kulağına büyümenin sırrını fısıldayan bir masal kuşunun hikâyesini anlatıyor; aramızdan ayrıldıktan sonra da ışımaya devam eden o benzersiz yıldızların hikâyesini…
İçindekiler
Yaşlı Adam ve Torunu, 9
Üç Küçük Yıldızcık, 13
Küçük Leta Kayan Yıldızın Peşinde, 15
Kutup Yıldızı’nın Küçük Leta’ya Yanıtı, 21
Leta Işıklı Kaplumbağa Adası’nı Arıyor, 24
Leta’nın Rüyası: Karanlıklar Cini, 26
Leta ve Yıldız Kuşu Martima, 33
Martima ve Kardeşleri Küçük
Prens’le Karşılaşıyor, 37
Yıldız Kuşları Dünyayı Dolaşıyor, 41
Martima’nın Leta’ya Vedası, 48
Işıklı Kaplumbağa Adası, 51
“Bağa”nın İçinde Saklı
Kalan Sözcükler, 55
Kaplu kaplu bağalar
kanatlanmış uçmağa
Yaşlı Adam ve Torunu
Gökyüzünde yıldız çokmuş, gökyüzünde yıldız yokmuş. Nerenin kara, nerenin deniz olduğunun belli olmadığı bir vakitmiş. Oturduğu kıyıdan karşıya, ufuk çizgisinde belli belirsiz görülen adalara bakmış yaşlı adam. Yanı başında oturan torununun omuzuna eliyle dokunarak uzaktaki adaları işaret etmiş. Karşıya, ufuk çizgisinde belli belirsiz görülen adalara bakmış çocuk. “Uzakta,” demiş yaşlı adam derin derin iç geçirerek, “bir zamanlar buralardan çok uzakta, Kara Ada diye bilinen ıssız bir adada yaşlı bir şair yaşarmış. Sevdiklerinden, özlediklerinden uzakta geceleri, gökyüzündeki yıldızlara bakarak ışıklı düşler kurar; gündüzleri de bu düşlerden aklında kalanları kalın ciltli defterine yazarmış. Yaşlı şair yine böyle gecelerden birinde, sevdiklerinin özlemiyle gökyüzüne bakarken usulca mırıldanmış:
Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Şöyle diyebilirim:
Gece yıldızlardaydı
ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler.”
Kendini yaşlı şairin yerine koyarak okuduğu bu iç yakıcı şiirin torunu üzerindeki etkisini sınamak istercesine bir süre susmuş yaşlı adam. Martıların suya değen kanatlarının çıkardığı sese kulak kabartmış. Artık çok eski zamanlarda kalmış olan mutluluk dolu, uzak bir Akdeniz gecesi geçmiş aklından. Bütün bir ömrü birlikte geçirdiği insanı, artık hayatta olmayan çok sevdiği yaşam yoldaşını düşünmüş; karanlık gecelerde yüreğini ışıtan o benzersiz yıldızın, son kez öyle güzel bakarak veda edişini… Her şey yıllar önceki o yaz gecesine ne kadar da benziyormuş. Yıldızlar yine öyle elle tutulacak kadar yakın, dünyanın tüm ormanlarındaki en gizli patikaları aydınlatacak kadar çokmuş. Yaşlı adam bir an için kim olduğunu, yaşadığı zamanı ve karşıda belli belirsiz görünen adanın hangi ada olduğunu unutmuş, öylece kalakalmış. “Dede dede, yine daldın gittin; kaçıncı defadır sesleniyorum, duymuyorsun!”
Yaşlı adam torununun uyarısı üzerine daldığı düşler âleminden uyanarak gülümsemiş: “Haklısın yavrum,” demiş, “dalıp gitmişim işte. Nerede kalmıştık?” “Uzaklarda üşüyen mavi yıldızlarda kalmıştık,” demiş çocuk. “Bana Işıklı Kaplumbağa Adası’nın hikâyesini anlatacaktın, unuttun mu?” “Yok yok, unutmadım,” demiş yaşlı adam, “unu – tur muyum hiç, aklımda.” “Işıklı Kaplumbağa Adası’nın hikâyesi, kâinatın uzak mı uzak bir yerinde yaşayan bir minik yıldızın, o yıldızın kulağına büyümenin sırrını fısıldayan masal kuşunun hikâyesidir küçüğüm. Aramızdan ayrıldıktan sonra da ışımaya devam eden o benzersiz yıldızların hikâyesi.” Yaşlı adam, “Ama sen de unutma ki,” diye devam etmiş, “hikâyemiz biraz uzun. Sabır ve dikkat gerek – tiriyor. Can kulağı ile dinlemelisin anlatacaklarımı!” Kısa, çok kısa bir sessizlik olmuş. Sonra yaşlı adam, başını gökyüzünde sabitleyerek usulca anlatmaya başlamış.
Üç Küçük Yıldızcık
Çok ama çok eskiden, bundan milyonlarca yıldız yılı kadar önce, gökyüzünde, şu herkesin bildiği ünlü Büyük Ayı Takımyıldızı’nın hemen altında, üç küçük yıldızcık yaşarmış. Gün boyu oyundan başka bir şey düşünmeyen bu üç kafadarın en büyük eğlencesi, gökyüzündeki küçük yıldız atlarını yakalayıp yarıştırmakmış. Doğrusu bu iş hiç de kolay değilmiş. Kafadarlar böylesi zorlu bir iş için henüz pek miniklermiş. Ayrıca yıldız atları ne kadar küçük olsalar da nihayetinde soylarının güçlü özelliklerini taşıyorlarmış. Öyle kolay geme gelmez, direnir, toynaklarından çıkan kıvılcımlarla ortalığı yangın yerine çevirirlermiş. Yıldız atlarını yakalamaya güç yetiremedikleri zamanlarda, üç küçük yıldızcık, bir süre birbiriyle konuşmaz, sonra aniden, önceden sözleşmiş gibi tehlikeli bir cesaret oyununa tutuşurlarmış. Sonsuz derinlikte, korkunç bir karanlığın hüküm sürdüğü kara deliğe en çok kim yaklaşacak oyunuymuş bu. Kaçıncı adımda kara deliğin çekim alanına girecek – lerini bilememenin getirdiği bir tedirginlik yaşar ama yine de ona doğru yaklaşmaktan geri durmazlarmış. Günlerini bir oyundan diğerine koşturmakla geçiren üç küçük haylaz, ne kadar yorgun düşerlerse düşsünler, Işığın Bende adlı oyunu oynamadan köşelerine çekilmezlermiş. Bir gece önce kim sobelenmişse, o ebe olur; “Elim sende ışığın bende, sabaha ışıksız kalk sen de!” diyerek diğerlerini kovalarmış.
Sabah uyandıklarında yaptıkları ilk iş, ışıltılarının yerinde durup durmadığını kontrol etmek olurmuş. Daha “Günaydın!” demeden, birbirlerine nasıl görün – düklerini, göz kamaştırıcı olup olmadıklarını sorar; “Evet, en parlak biziz!” diye birbirlerini onayladıktan sonra da dönüp kâinata şu soruyu yöneltirlermiş: “Ey kâinat söyle bize, şu koskoca ülkende bizden daha parlak bir başka yıldız var mı?” Kâinatın yanıtı her zaman: “Hayır, sizden daha parlak bir başka yıldız yok!” olurmuş. Doğrusu bu ya, gözlerini kör eden kendini beğen – mişlik kulaklarını da sağır ettiğinden böyle duyarmış kâinatın yanıtını bizim üç kafadar.
Küçük Leta Kayan
Yıldızın Peşinde
Gel zaman git zaman, bizim haylazların kendi kendilerine hayranlıklarından mest oldukları bir gece, içlerinde en küçücük olanın, minik Leta’nın gözü az ötede kayıp giden bir yıldıza takılmış. Yıldız o kadar parlakmış ve o kadar büyük bir hızla hareket edip gözden kaybolmuş ki Leta şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacakmış. “Işık hızı dedikleri bu olmalı,” diye geçirmiş aklından. “İyi ama,” demiş sonra, “bir yıldız, minik de olsa bir başka yıldızın bile izleyemediği bir hızla nereye gider ki?” “İstesem ben de gidebilir miyim? Ya kardeşlerim, onlar da gidebilir mi?” “Kime sormalı, doğru yanıtı kimden almalı?” Sonra, “En iyisi en yakından başlamak,” diyerek kardeşlerine sormuş:
“Mutlaka siz de fark etmişsinizdir,” demiş, “daha önce böylesini ne gördüm ne duydum, şimşek hızıyla akıp gitti önümüzden. Bu nasıl bir yıldızdır ki bir se – lam bile vermeden, bir nasılsın demeden yoklara ka – rıştı? Acaba istesek biz de böyle hızlı kayabilir miyiz şu koskoca gökyüzünde? Böyle akıp gidebilir miyiz?”
“Sen böyle tuhaf sorularla kafanı yorma Leta’cı – ğım!” demiş ortanca kardeş. “Yıldız dediğin kâinata bir kere gelir, gönlünce uçup gidiyor işte, boş ver, sen kendi hayatını yaşamaya bak!” demiş en büyükleri. Leta başını çevirip sonsuz gökyüzüne bakmış. Ne kıvırcık saçlarına fırtına kuşlarının yuva kurduğu komşu yıldızdan bir ses çıkmış ne de uzaktan uzağa göz kırpan Kartal Yıldızı’ndan. Sorularının yanıtsız kalmasından çok kardeşleri – nin kayıtsızlığı üzmüş Leta’yı. Hayal kırıklığı içinde sessizce köşesine çekilmiş. Ertesi gün uyandığında Leta’nın kafası yine aynı sorularla doluymuş. Bu soruların yanıtlarını bulmak arzusuyla yanıp tutuşuyormuş. Bir an önce yola çıkmak, tıpkı o kayan yıldız gibi izlenemez bir hızla hareket etmek; sorularına yanıt bulacağı, kimsenin bilmediği, kimsenin görmediği yerlere gitmek istiyormuş. Ama nasıl?
Ama nereye? Yeni bir gün yeni bir umuttur düşüncesiyle bu kez daha ötelere, kâinat var olduğundan bu yana sanki hiç yerlerinden kıpırdamamışlar, olup biten her şeyi biliyorlarmış izlenimini veren yıldız kümelerine, o sıra sıra dizilen takımyıldızlara seslenmiş: “Siz ki takımyıldızlar olarak bilinirsiniz ve kâinatın en ücra köşelerinde bile eksik değilsiniz. Bir yıldız gördüm, önümden ışık hızıyla geçip gitti. Geçip giderken göreniniz, görüp de nereye gittiğini bileniniz var mı? Hey, sen Gümüş Balığı! Uçan Balık Takımyıldızı içinde pulları en alazlı olan, en ışıl ışıl olan sensindir. Tek bir şey söyle, kayan yıldızımı gördün mü? Ya sen Büyük Ayı? Sen ki görünmek söz konusu olduğunda mesafeleri geçersiz kılar, kâinatın en uzak yıldızından bile fark edilirsin. Önümden ışık hızıyla geçip sonsuzlukta kaybolup gitti; çok ama çok parlaktı, o benim kayan yıldızımdı, gördün mü?” Ne Kuzey Tacı Takımyıldızı’ndan bir ses çıkmış, ne de Küçük Suyılanı’ndan. İkizler Takımyıldızı da yanıt vermemiş Leta’nın seslenişine, Tekboynuz Takımyıldızı da… Koskoca kâinat ve o uçsuz bucaksız kâinatta yaşayan milyonlarca yıldız ürkütücü bir sessizliğe bürünmüş. Ne yakın ne de uzak hiçbir yıldızdan yanıt gelmemiş. Bu sessizlik çok ürkütmüş Leta’yı.
“Lütfen,” diye yakarmış uzay boşluğuna doğru, “lütfen, çok korkuyorum, bu derin boşlukta yitip gitmekten, kaybolmaktan korkuyorum. Bu muazzam, başı sonu belirsiz karanlıkta benim kayan yıldızım da kaybolup gitmesin sonra.” Çaresizce etrafına bakıp yinelemiş: “Lütfen, söyleyin bana! Bir yıldız hiç kimseye bir şey demeden ve üstelik böylesine benzersiz bir parlaklıkla ışıl ışıl ışıldarken birden, apansız nasıl kaybolur? Nereye gider?”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Marangozun Köpeği Kaştanka ~ Anton Çehov
Marangozun Köpeği Kaştanka
Anton Çehov
Çehov’dan çocuklara… Marangoz Luka ve oğlu Fedyuşka’yla beraber pek de keyifli olmayan bir yaşam süren Kaştanka, bir gün sahibiyle dolaşırken sokakta kaybolur. Döner dolaşır,...
- Derz ~ Hakan Günday
Derz
Hakan Günday
Bu hikâyeyi kimseye anlatmadım. Kayra’ya bile anlatmadım. Ne o sordu ne ben söyledim. İşlediğim ilk cinayet hakkında hiç konuşmadım. Tek kelime bile etmedim. Ama...
- Elmer ve Wilbur ~ David McKee
Elmer ve Wilbur
David McKee
Bir zamanlar, bir fil sürüsü yaşarmış.Hepsi aynı renkteymiş ve çok mutlularmış.Ama Elmer onlardan farklıymış.Fil renginde değilmiş Elmer, yamalı bir filmiş.