Yakın gelecek, İzlanda. Empati Testi adı verilen yeni bir teknoloji, bireylerin merhamet seviyesini ölçerek iyi ile kötüyü ayırt etmeyi, böylece toplum huzurunu kaçıracak olası eylemlerin önüne geçmeyi vadediyor. Kısa bir süre sonra testin zorunlu tutulup tutulmayacağını oylamak için referanduma gidilecek. Ulus ikiye bölünmüş durumda. Bir taraf testin daha güvenli bir toplum yaratacağına inanırken diğer taraf işaretlemeyi gayriinsani görüyor.
Karar günü yaklaşırken dört karakter –kuşkucu öğretmen Vetur, önde gelen psikologlardan Oli, testi geçemeyen işkadını Eyja ve teste girmeme hakkı için savaşan Tristan– kendilerini ahlaki ikilemler, derin önyargılar, dehşet verici adaletsizlikler ve kişisel mücadelelerle dolu bir sorular yumağının içinde buluyor: Toplumsal haklar nerede sonlanır, özgür irade nerede başlar? Ütopya ne zaman distopyaya dönüşür? Ortak iyinin ne olduğuna kim karar verecek?
İzlanda edebiyatının aykırı sesi Frida İsberg’in tedirgin edici ve sürükleyici bu çağdaş romanı, bize korkuyla mı yoksa insanların birbirine olan inancıyla mı dönen bir dünyada yaşamak isteyeceğimizi soruyor.
“İsberg, kamu vicdanı ve bilinci üzerine âdeta bir başyapıt yazmış. Karakterleri o kadar biricik, insani ve yanılabilir ki şu anda telefonumu elime alıp onlardan birini arayabilirmişim gibi hissediyorum. Uzun zamandır okuduğum en besleyici çağdaş romanlardan biri.” –KAVEH AKBAR
Laíla, Sohbetlerimiz neden daima aynı yöne ilerliyor? Neden me- selenin “şahsi fikrimiz” olup olmadığını tartışmadan bir ko- nuşma yürütmemiz bu denli imkânsız? Hiçbir konuda kesin bir inancım yok. Tek istediğim, meseleyi iki taraftan da ele almak, iki görüşün de elle tutulur olup olmadığını görmekti. Bu arada kalmışlıktan nefret ediyorum. Toplumun birbiriyle savaşırken kendi cephesini koruyan iki tarafa bölünüp durmasından, ara- da kalan herkesin iki taraftan da ateşe tutulmasından nefret ediyorum. (Bahsi açılmışken: “Siyaset”, senin dediğin gibi “iki zıt kutup” anlamına gelmez. “Siyaset” kelimesi Yunanlıların “politeia” kavramından, “devlet işleri” anlamından gelir.)
Bu “ya bizimlesin ya da onların tarafındasın”anlamına veya bir Kuzey Kutbu bir de Güney Kutbu olmak zorunda olduğu anlamına gelmez, gelmemelidir de. Hiçbir şeye bahane üretmeye çalışmıyordum. Demek iste- diğim şu; kazlar V şeklinde uçar çünkü bu formasyon, rüzgâr direncini azaltır ve sürünün göç etmesi kolaylaşır. Tek bir kaz kanatlarını çırptığında, arkasındaki kazın yararına yukarı yön- lü bir hava akımı oluşur. Formasyondan ayrılan kuşun daha kuvvetli bir rüzgâra karşı uçması gerekir, o yüzden doğal ola- rak aceleyle yerine geri döner. Sürü bir arada kalır çünkü öyle uçmak avantajlarınadır, çünkü kuşların hayatta kalma ihtimalini yükseltir. Fakat bu, V şeklinde uçmanın, yetilerine göre bir hiyerarşiye sahip olmalarını gerektirmediği anlamına gelmez. En kuvvetli kuş, en önde uçar, diğerleri için rüzgârı yarar. Bir kuş ne kadar geriden uçuyorsa, uçuşu o kadar rahat olur. Aslında en kolayı V’nin tam ortasından uçmaktır ama buna asla müsamaha gösterilmez, böyle uçan bir kuş, sürünün genel he- define katkıda bulunmaz. Diğerleri anında ötmeye başlar. Bunu anlatırken, psikopatların –üzgünüm ama onlara “ah- laki bozukluğu olan kimseler” diye hitap etmemizi talep eden siyasi doğruculuğa karşıyım– en güçlü kuşlar olduklarını söylemeye çalışmıyorum. Genellikle psikopatlar formasyonun en önünde uçarmış gibi yapar, halbuki aslında V’nin ortasından uçarlar. Psikopatlar en güçlü kuşlar değil, zincirin en zayıf halkasıdırlar. (İzlandacada burada bir muğlaklık katmanı var elbette, zira veikur kelimesini hem “zayıf” hem de “hasta” anlamında kullanıyoruz. Bu ikiliği birbirine bağlıyoruz: güçlü ve zayıf, sağlıklı ve hasta. O yüzden zayıf halkalardan İzlanda toplumunun yararına çalışmayan kimselerden– bahsederken onları kelimenin tam anlamıyla hasta olarak nitelendiriyoruz.) Bu elbette aklıma Nietzsche’yi getiriyor. İyi ve kötü ile iyi ve fena arasındaki farkı. Şu an muhtemelen gözlerini deviriyor- sundur ama bu önemli.
Toplumun ahlaki ölçeğine göre genelin yararına olan özellikler (birlik, yardımseverlik) “iyidir”, genele tehdit oluşturan özellikler de (bencillik, ahlaksızlık) “fenadır”. Bu tabii hepimizin içgüdüsel olarak hissettiği şeye karşı gelir: “Bana iyi gelen iyidir, bana kötü gelen kötüdür.” Fakat bir grup (sürü, toplum) olarak güç ve psikopatlığı bir birine bağlıyoruz. Bunun sonucunda da uzun zamandır güçle bağdaştırılan birtakım insani özellikler testosteron ve kararlılık mesela– sadece utanç verici kusurlar olmakla kalmıyor, doğrudan hastalığın bir belirtisi olarak görülüyor. Bu da bıçakların kusur olduğunu, semptom olduğunu söylemek gibi bir şey. Elbette bıçaklar tehlikeli olabilir, sonuçta kaç kişi bıçaklar yüzünden öldü, yine de bıçağı her gün, dünyanın dört bir ya- nındaki mutfaklarda kullanmaya devam ediyoruz.
Durum nasıl bu noktaya geldi anlayabiliyorum elbette, di- yalog kurmak ve alçakgönüllü olmak gibi kavramları uzun zamandır hor görüyoruz. Fakat o zaman gerçekten de güçlü olan, diğerleri adına rüzgârı ikiye yaran kuşlara ne olacak? Alþingi’ye, parlamentonun tamamında işaretlenme zorunluluğu yürürlüğe girdiğinden beri olanlara baksana. Artık bütün ulus hiç kuşkusuz hiçbir milletvekilinin klinik olarak psiko- pat olmadığını biliyor; artık siyasetçileri uygun gördüğümüz zaman koca bir çürümüşlük yığınına süpürüp atamıyoruz. Buna rağmen hepsi kıvrak dilli bilmeceler anlatmaya devam ediyor. Kimse dobra olmaya cesaret edemiyor çünkü kararlılık artık şiddetle eşdeğer görülüyor. İşte böyle oluyor.
Kelimelere verdiğimiz anlamlar genişleyip daralıyor, değişiyor ve iç içe geçiyor. Gereçler cinayet silahları- na ve kuvvet de zayıflığa dönüşüyor. Hepsi o ânın bağlamına tabi. Yine de geri adım atmak, dün çıkıp gittiğim için özür dilemek istiyorum. Ancak artık köşeye sıkıştırıldığımda, siyasi doğruculuğa hak vermediğim takdirde kötü biri olduğum söylendiğinde nasıl tepki verdiğimi biliyor olmalısın. Bırak bir nefes alayım Laíla. Kuzu postu giymiş kurt olduğumu ilan etmeden önce bir durup düşünmeme izin ver. Felsefi spekülasyonları kişisel suçlamalara dönüştürmek adil değil. Eğer önümüzdeki yirmi yıl daha arkadaş olacaksak, her şey saldırı ve savunmaya, şok ve dehşete, ateş ve küle dönmeden sohbet edebiliyor olmamız gerekir.
1
Vetur işe giderken mahalledeki kafede koyu saçlı bir adam görüyor, adamın kasılmış omuzlarının duruşunda onu bir kez daha tetikleyen bir şeyler var. Köşeyi dönmeyi başarıp kafenin görüşünden çıktığı anda dizlerinin bağı çözülüyor, kollarını hareket ettiremiyor; her şey fazla keskin, renkler fazla parlak, ufak detaylar fazla büyük bir hal alıyor. Nabız, dakikada yüz seksen bir, diye bipliyor Zoé ve aynı his onu tekrar vuruyor: Vetur’u takip ediyor, nerede çalıştığını biliyor, tekrar başladı, saklanması lazım. Birileri yanına gelip iyi olup olmadığını soruyor ve Vetur ancak kelimeler sarf edildikten çok sonra duyuyor o kişinin sesini; denileni kavraması çok uzun sürüyor ve yardıma gelen kişiye iyi olduğunu, Zoé’ye de alarm vermemesini söylüyor; geçen seferki gibi sirenlerin bağır bağır ötmesini hiç istemiyor. Nefes veriyor, alıyor, tekrar veriyor. O buraya gelemez. Bu mahalleye giremez.
Kafedeki adam o olamazdı. Şimdi bir düşününce adam Daníel’a hiç benzemiyordu, gördüğü adam sinekkaydı tıraşlıydı ve güzel bir ceket giymişti, bu mahalleye ait biri gibi, bu mahalleye girebilen biri gibiydi. Vetur elleri dizlerinde öne eğiliyor. Tekrar doğruluyor ve bir ayağını diğerinin önüne koyup elinden geldiğince hızlı bir şekilde okula yöneliyor. Doğruca sınıfına geçip sakinleşmeye çalışıyor. Öğrenciler içeri girmeye başladığında artık titremesi duruyor. Öğlen olduğunda olup biten her şeyi neredeyse unutuyor bile.
Dersler bittiğinde İzlanda Psikoloji Derneği PSYCH’tan bir temsilci gelip öğrencileri nasıl hazırlamaları gerektiğine dair öğretmenleri bilgilendiriyor. “Geçmiş deneyimlerden yola çıkılacak olursa, büyütülecek bir şey olmadığını göstermek için testten önemsizmiş gibi bahsetmek daha iyi,” diyor, “aksi takdirde olduğundan daha önemliymiş gibi algılıyorlar.” “O halde testi onlara tam olarak nasıl aktarmalıyız? Bir çeşit ödül olduğunu mu söyleyeceğiz?” diye soruyor Húnbogi, avuçlarını öne çevirip ellerini uzatarak; ellerini hiddetle havaya kaldırmadan ellerini hiddetle herhalde ancak böyle kaldırabilir, diye düşünüyor Vetur. Temsilci başını yana eğip bir an düşünüyor. “Hayır,” diyor düz bir sesle.
“Ödül değil. Fakat referandum tarihi yaklaştıkça test stresi yüzünden uyku sorunu çeken daha çok gençle karşılaşıyoruz. Belki evdeki yetişkinlerin işaretlenme zorunluluğu hakkında kendi fikirleri vardır ve çocukların sünger gibi, pek bir bağlama sahip olmadan bütün gerginliği ve belirsizliği içlerine çektiklerinin farkında değillerdir. O yüzden on sekiz yaş altındaki kişilerle konuşurken buna ‘empati testi’ yerine ‘hassasiyet değerlendirmesi’ adını vermenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Kullandığımız dil önemli. Gençlerin, bunun başarısız olabilecekleri bir şey olduğunu düşünmelerini istemiyoruz. Kimseyi işaretlemiyoruz.” Ólafur Tandri Sveinbjörnsson adlı temsilci Vetur’dan muhtemelen yaşça biraz daha büyük, otuz kırk yaşları arasında bir yerde. Genelde PSYCH’ın basın sözcüsü oluyor. Okul müdürü özellikle onun gelmesini istedi. Vetur bu adamın alanında neden başarılı olduğunu anlayabiliyor. Alçakgönüllü, dobra bir havası var. Adam bir ev olsaydı kaya üstüne inşa edilmiş olurdu. Diğerleri gibi kum üstüne inşa edilmezdi. “Bu önlemler endişenin, huzursuzluğun, utancın ve hatta zorbalığın önüne geçer diye umuyoruz.
Öğretmenler olarak sürü psikolojisinin tuzağına düşmenin kolay olduğu, gruba ayak uydurmak isteyecekleri hassas bir yaşta olduklarını herkesten iyi bilirsiniz. Öğrencileriniz değerlendirmenin sonuçlarını hiçbir zaman görmeyecek. Gerekirse sınıf temsilcileriyle doğrudan iletişimde oluruz ama işaretli okullarda çok az sorun yaşıyoruz, genelde sadece travma ve ihmalkârlık gibi bariz sıkıntı belirtileri gösteren öğrencilerde görüyoruz.” “Pardon, kusura bakmayın,” diyor biri. Vetur, konuşanın aile birliği kurulundaki annelerden biri olduğunu görüyor. “Ebeveynler hangi öğrencilerin başarısız olduğunu ve hangilerinin geçtiğini öğrenmeyecek mi yani?” “Bu okul kuruluna bağlı,” diyor Ólafur Tandri. “Ancak dikkatli olmalıyız. Eğer bir çocuğa normalin altında olduğu teşhisi konulursa, onunla özel olarak ilgilenmemiz gerekir. O yüzden diğer ebeveynlerin bilgilendirilmesi daha mantıklı olur.
Birlikten kuvvet doğar, değil mi? Fakat o zaman da ebeveynlerin farkında olmadan kendi çocuklarını hasta olan çocuktan uzak tutmaları riski olur ve bu da değerlendirmenin amacına ters düşer. Asosyal davranışlar, topluma dahil edilerek çözülmeli. Eğer değerlendirme tecritle sonuçlanırsa çocuğu ateşe atmış oluruz.” “Böyle bir şey mahallemizde asla yaşanmaz,” diye yanıtlıyor anne. “Umarız olmaz,” diyor Ólafur Tandri. “Çocuğun sonucu normalin altında çıkarsa ne oluyor?” “Denetmenler müdahil olmaya gerek görürse, okul müdürü ve sınıf öğretmeniyle iletişime geçecekler ve birlikte ebeveynlere gerekli yardımı sağlayacaklar.” Vetur iş arkadaşlarından önce aceleyle çıkıyor. Üst sınıftan birkaç öğrenci girişte bekliyor; ikisi duvara yaslanmış elma yiyor, Vetur’un bir türlü aklının almadığı bir moda bu.
Okul bahçesinin içinden, şeffaf pleksiyle çevrelenmiş futbol sahasının yanından geçiyor. Hızlı yürüyor; bir iş arkadaşı 104,5’e, bu sabah Daníel’ı gördüğünü sandığı ve 104 ile 105 posta kodlarının arasında kalan kafeye gitmeyi teklif edince tiyatroya gideceğini söylemişti. Neden? Neden kendine böyle şeyler yapıp duruyor? Biri Vetur’a hangi oyunu izlemeye gideceğini sormuş, o da daha karar vermediğini, annesiyle gideceğini, sürpriz olduğunu söylemişti. Endişe yalandan beslenir. Artık pazartesi günü sorulara cevap verebilmek için bu akşam hangi oyunun sergilendiğine bakması gerekecek.
Bu tür toplantılardan sonra insanların yaptığı muhabbetle uğraşamazdı. İş arkadaşlarının temel konularda hemfikir olup önemsiz konularda fikir ayrılığına düşmesiyle, daha önce bin kez duyduğu tartışmaları ve bin kez duyduğu karşı argümanarı dinlerken çenesini kapalı tutmakla, Húnbogi’ye bir şey söylemek istemekle istememek arasında gidip gelmekle uğraşamazdı, Húnbogi’den hoşlanmakla da uğraşamazdı ama yine de hoşlanıyordu çünkü adam tatlıydı ve bir şekilde bilinenle bilinmeyenin ölümcül bir birleşimiydi; Vetur onu hayal ettiğinde adam özgüven ve özgüvensizlik katmanlarından oluşan bir kek gibiydi ve o bununla da uğraşamazdı, gerçi biri hakkında hayal kurmak, içinden beklenmedik bir şekilde geçen ürpertiden, ansızın onu dürten fiziksel çekimden ve elbette öz farkındalık ve sakarlık ve kötü esprilerden tabii ki farklıydı. Üst dairelerden birinde bir çocuğun ağladığını duyabiliyor. Mutfak çeşmesinden su akıyor, tabaklar şangırdıyor ve Vetur birinin akşam yemeğinin esintiyle birlikte süzülen leziz kokusunu alıyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap Adıİşaret
- Sayfa Sayısı232
- YazarFrida Isberg
- ISBN9786051983370
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dağın Sesi ~ Yasunari Kawabata
Dağın Sesi
Yasunari Kawabata
“Gerçekten, toprağın içine falan gömülüp dinlenemez mi insan? Elli bin yıl sonra kalktığında, kendi dertleri de toplumun sorunları da tümden çözülmüş olabilir, cennete dönüşmüş...
- Efsane ~ Adrienne Young
Efsane
Adrienne Young
TEHLİKELİ ANLAŞMALAR BEKLENMEDİK İTTİFAKLAR GÖMÜLÜ KALMASI GEREKEN SIRLAR Marigold’un Saint’ten kurtulmasıyla mürettebat yeni bir başlangıca yelken açmak üzereydi. Ancak Fable, babasının en büyük düşmanı...
- Aşk Sarmalı ~ Liz Carlyle
Aşk Sarmalı
Liz Carlyle
KARANLIK BİR ARZU NE ZAMAN KARŞI KONULAMAZ HALE GELİR? Zoe Armstrong son derece güzel, çekici ve zengin olmasına rağmen evlenilmesi mümkün olmayan bir kadındır....