“Aramızda intiharla uğraşanlar intihar davranışı konusunda her şeyi bildiklerini söyleyebilirler, yalnızca insanların neden intihar ettiklerini söyleyemezler.”
Nedenleri, yöntemleri ve sonuçlarıyla, farklı kültürlerde yüklenen anlamlarıyla her daim tartışmalara konu olan İntihar, tarih boyunca Hayat’a karşı en keskin tepkilerin başında gelir. Psikolojik, sosyolojik ve antropolojik açıdan incelemelere konu olsa da her bir gönüllü ölüm edimi geride bıraktığı işaretler kadar bazen bilinçli bilinmezlikleriyle yeniden yorumlanmaya açık bir özgünlük barındırır. Bu nedenle Camus’nün de “tek tutarlı felsefi eylem” şeklinde yorumladığı insanın kendi hayatına son verme kararı, geride kalanlar açısından da sorgulayıcı ve çözüme muhtaç olan sarsıcı bir deneyimdir. Dolayısıyla İntiharlar Sözlüğü gönüllü ölümü yalnızca psikolojik ya da toplumsal bir bozukluğun sığınağı olarak değil edebi, felsefe ve etik yönleriyle de incelemeye tabi tutuyor.
Antik Çağ’dan günümüze iz bırakmış gerçek ya da kurgusal intihar vakaları, intihar olgusu hakkında geliştirilmiş teoriler, siyasi ve sosyolojik kuramlar ve uygulamalar ile çeşitli ülkelerden yaş ve cinsiyete dayalı istatistikleri kapsayan 300’e yakın başlıkla İntiharlar Sözlüğü, bu yakıcı konuyu ona yaraşan ciddiyetle kuşatan bir başvuru kitabı…
AÇLIK GREVİ. Toplumdaki haksızlıkları ya da hak mağduriyetlerini protesto amacıyla kamunun ya da yetkili mercilerin dikkatini çekmek üzere ve gerektiğinde ölünceye kadar her türlü beslenmeden gönüllü olarak feragat etmek olan açlık grevi, bir bireyin ya da, daha genel olarak, bir grup insanın kendileri veya başkaları için özel bir kazanım elde etmeyi hedefledikleri bir tür kamusal şantajdır. Siyasi türde bir stratejidir ve amacı da pasif haldeki duyarlıkları uyandırmak, bir şeyleri harekete geçirmektir. Bütün çareler tükendiğinde ya da başka türlü pazarlık yolları tıkandığında, açlık grevi davanın kazanılması amacıyla nihai bir başvuru oluşturmaktadır.
Her türlü sözel iletişim yararsız hale geldiğinden, açlık grevi her ne kadar kendine uygulanan bir şiddet olsa da, başkalarına karşı şiddet içermeyen aşırı bir davranış aracılığıyla durumun denetimi ele geçirilmek istenir. Grevciler zayıf bedenlerini güçsüz konumlanışlarının simgesi olarak sergilerler. Kendilerini kurbanlar olarak göstermek suretiyle kamuoyunu alarma geçirmeye, yetkilileri sarsabilecek ve onları politikalarını değiştirmeye zorlayabilecek yoğun bir merhameti* kışkırtmaya çalışırlar. Kamusal vicdana yönelik bu gösterisel çağrı ancak kamuoyunun gerçek bir erke sahip olduğu ve yönetenlerin kararlarında ağırlık taşıdığı siyasi rejimlerde mümkündür. Yurttaşların merhamet duygusu aracılığıyla yetkili merciler üzerinde uygulanan baskı ancak bireylerin hayatına değer verilen ve insan hayatına her türlü saldırının nefret uyandırdığı toplumlarda etkili olabilir.
Totaliter rejimlerde ve yoksul ülkelerde, açlık ve ölüm her gün karşılaşılan şeylerdir. Bir açlık grevi, buralarda dikkat bile çekmeyecek, ayaklar altına alınmış hakları talep edebilecek ya da önemli toplumsal değişimler yaratabilecek bir halk seferberliğine yol açmayı başaramayacaktır. Bir açlık grevinin nedeninin doğru ya da yanlış olduğuna kamuoyu karar verir. Gerçekten de nedenin doğru olması yetmez, aynı zamanda halkı, durumun ivediliğine ve grevcilerin güvenilirliğine ikna etmek de gerekir. Grevciler, ölüm karşısında gerilemeyerek girişimlerinin sonuna kadar gitmeye hazır görünmek zorundadırlar. Buna karşılık grevcilerin nedenleri ne kadar meşruiyet taşırsa taşısın, önceden kaybedilmiş gibi görünmemelidir, davanın kazanılma şansı fazla olmalıdır. Bu yüzden kamuoyunu etkilemek için medya desteği kaçınılmazdır çünkü daha sonra o kamuoyu yetkililer üzerindeki gücünü kullanarak onları boyun eğmeye zorlayacaktır.
Açlık grevi bir yandan da simgesel türden bir eylemdir. İyi düzenlenmiş bir ritüel sayesinde, ortak imgeseli etkilemek üzere açlığı teşhir eder. Grevcilerin zayıflamış yüzleri, egemen grupların avantajların en büyük kısmını sahiplenirken güçsüz olanlara yalnızca kırıntıları bıraktıkları, gerileyen bir toplum yapısını açınlar. Sanki şöyle demektedirler: Bizi bu açlığa kendimiz değil, toplum mahkûm ediyor, sistemin mükellef sofrasında beslenen siz tuzu kurular mahkûm ediyorsunuz; mezarımızı kazan biz değiliz, toplumdur! Açlık grevi, en güçlülerin çıkarları üzerinde temellenmiş bir toplumsal düzenin radikal bir şekilde çiğnenmesidir. Hak yiyicilerin yenmeyeni de yedikleri doymak bilmez bir dünyada, açlık grevi etik türden bir kaygı uyandırır. Toplum vicdanını uyandırır ve onu, devletin temel politikalarını ve yurttaşların somut yaşam koşullarını sorgulamaya iter. Açlık, radikal bir deneyimdir. Bir yandan, doğduğumuz sırada duyumsadığımız ve belleğimizin unutmayı reddettiği o başlangıçtaki duyuma dönüşü oluşturur. Öte yandan, ölüme sıkı sıkıya bağlı bir deneyimdir. Aç olanların aşırı zayıf bedenleri cesetleri andırır. Ölüm süreci başlamıştır. Özel hak taleplerinin ötesinde, grevciler dünya üzerindeki açlığı ve adalete susamışlığı simgelerler. Olmak eksikliğini, yaşamak eksikliğini, bir yırtığı, açık bir yarayı dile getirirler. “Aç olmak, aç olduğunun bilincine sahip olmaktır, açlığın dünyasına atılmış olmaktır” (J.-P. Sartre). Açlık grevi, kamuyu merhamete ve yönetenleri de değişmeye çağırarak etik bir işlevi yerine getirir. Sistemdeki adaletsizliklere ve yapısal değişikliklerin ivediliğine işaret eder. Kamuoyu tarafından bakıldığında, seslerin kendilerini duyurabilmeleri ve grevciler ile mevcut iktidar arasında aracılık etmeleri başat önem taşır. Bu rol, kiliselere ve toplumsal gruplara düşmektedir.
İlgili yetkili mercilere düşen etik görev, kısa vadede, greve konu olan nedeni yeniden gözden geçirmek ve gerektiğinde uzman ellere aktarmaktır. Yeni ve daha tarafsız bir bakış, ilk ağızda çıkışsız gibi görünen idari ve hukuki, siyasi ve ekonomik problemlere özgün çözümler getirmeyi başarabilecektir. Böylece gereksiz ölümler önlenebilecektir. Daha uzun vadede, yasalarda bazı reformlar ya da mevcut yasaların daha adil bir şekilde yorumlanıp daha akıllıca uygulanması düşünülecektir. Söz konusu hükümetten haklı olarak beklenen en önemli dönüş, onu toplulukların ya da toplumsal grupların ihtiyaçlarına yaklaştıracak olan yakınlık politikalarının kurumlaştırılmasıdır.
Grevcilerin kendilerine gelince: Durumu dikkatle gözlemeleri ve çözümlemeleri önem taşır. İnsanın kendi yaşamıyla oynadığı bu yüksek risk içeren alanda hiçbir şey doğaçlamaya emanet edilemez. Kamuoyunun, grev nedenini büyük ölçüde doğru bulma ve merhamet duygusuyla etkilenme şansının bulunduğuna, yetkililerin konumlarını gözden geçirebileceklerine inanmak için yeterli nedenler gerekir. Açlık grevinin etkili olabilmesi onun akılcılığına ve simgesel gücüne bağlıdır ama yön değiştirmelere açık bir toplumsal konjonktür, stratejik bir yer ve toplum vicdanını harekete geçirebilecek bir ritüel de gereklidir. Bir açlık grevinin, özellikle de uzun sürme ihtimali varsa, beden ve akıl sağlığı için yaratacağı geçici ya da kalıcı zararların doğru bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Beri yanda, bu fazlasıyla siyasi ve simgesel stratejiden her türlü ciddi risk öğesini dışlamak da mümkün değildir, aksi takdirde başarısızlığa uğramış olacaktır.
Açlık grevi, gerçekten gönüllü ölüme yol açsa bile, insan varoluşuna özgü ikircikli nice başka edimler gibi, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, duygu yüceliği ile kısmi çıkarların kaçınılmaz bir şekilde birbirine karıştıkları bir eylem olarak kalmaktadır. “Eğer adaletsizliğe uğradığını düşünen bir ulusun kendisini ezenlere savaş açmasına ve dolayısıyla da çok sayıda cinayete neden olmasına izin veriliyorsa, adaletin sağlanması yönündeki ortak bir amacı paylaşan insanların, bu amaç uğruna başkalarınınki yerine kendi hayatlarını adamaları nasıl yasaklanabilir? İncil ahlakına bunlardan hangisi daha yakındır:
Adaleti elde etmek uğruna öldürmek mi, yoksa adaletin başkalarına da tanınması için ölümü göze almak mı?” (E. Robillard, Québec Blues: Reflexions chretiennes sur le suicide [Québec Blues: İntihar Üzerine Hıristiyanca Düşünümler], Montréal, Paulines, 1983, s. 163). Gönüllü ölümün ya da ölme tehdidinin arkasında, çoğu kez bireylerin ya da grupların, yapılanmaların ya da toplumsal münasebetlerin itiraf edilmemiş sorumlulukları şekillenir. Açlık grevini gizli bir cinayet haline getirmeksizin, Durkheim’ın* tanımı uyarınca onu özgecil bir intihar ya da bir adanış* gibi düşünmek mümkündür. Açlık grevi nihai bir çığlıktır ve insanlığa seslenişindeki şiddetle dayanılmaz konumlanışları duyurmak istemektedir. Bu dünyanın ıssızlığı içinde bağıran bu “ilahi” ses bizi zihniyetleri ve kurumları değiştirmeye çağırmaktadır.
Bkz. Etik, İntihar Tipolojileri, Medya organları ADANIŞ. Halbwachs* intihar ile adanış arasındaki ortak noktaları ve farklılıkları belirtir: “İntihar eden kişi, kendini adayan kişi gibi, yalnız kendine kulak vermektedir. Hem biri hem de öteki, nedenleri kolektif temsiliyet ya da deneyimlerde yatan bir edimi infaz etmektedir. Ama toplum, kamusal olarak örgütlediği adanışa yön verir, bunun sorumluluğunu üstlenirken, intihara müdahil olduğunun söylenebilmesini arzu etmez. Onu salık vermiş ya da anıştırmış olsa da, sahiplenmek şöyle dursun, kendi istencinin ya da anıştırmalarının bir dışa vurumu olarak fiil bir kez gerçekleşti mi, onu reddeder: Bunu istemiş olan o [toplum] değildir” (Les causes du suicide [İntiharın Nedenleri], s. 475). Baechler’e* göre, adanış eyleminde, özne yaşamını başkaları için ya da bir neden uğruna vermektedir. Kendini adama özne bir başkasının yerine öldüğünde –örneğin Rahip Kolb, Auschwitz’de, doğru dürüst tanımadığı ama yaşamının bekâr olan kendisininkine kıyasla daha önemli olduğunu düşündüğü ölüme mahkûm edilmiş bir babanın yerini aldığında– doğrudan bir edimdir. Hayatını, bir değere duyulan saygıdan ötürü ve sonuçlarını dikkate almaksızın feda etmek de mümkündür. Adanış, o zaman araçsal bir nitelik kazanır. 1903’te doğup 1944’te ölen, İkinci Dünya Savaşı’nda sosyalist bir direnişçi olarak çarpışmış öğretmen ve gazeteci Pierre Brossolette’in durumu budur.
Paris’te Almanlar tarafından tutuklandığında, önemli sırları işkence altında düşmana vermemek ve daha başka hayatları ölüm tehlikesiyle karşı karşıya getirmemek için kendini gestapoya ait bir binanın penceresinden aşağıya atmıştır. “Kısacası, izledikleri amacın gerçekleştirilmesini doğrudan sağlayan adanışlar ve bireysel adanışın tek başına gerçekleştiremeyeceği bir amaç uğruna başvurulan araçlar olarak ortaya çıkan adanışlar vardır” (J. Baechler, Les suicides [İntiharlar], s. 225). Bkz. Din, İntiharda Eşlik, İntihar Tipolojileri, Kamikaze, Sati, Şehit ADLER, Alfred (1870-1937). 7 Şubat 1870’te, Viyana banliyösünde Yahudi bir ana-babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. 1895’te Viyana Üniversitesi’nden hekimlik diplomasını aldı. Tıp mesleğine göz hekimi olarak başladı ama çabucak genel tıp alanına atıldı.
1907’de psikiyatriye yöneldi. Viyana Psikanalitik Derneği üyesi olduysa da 1911’de, Freud’un* düşüncesiyle kuramsal yönden ters düştüğü için dokuz meslektaşıyla birlikte istifa ederek Bireysel Psikoloji Derneği’ni kurdu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Viyana ordusunda hekim olarak önce Rus cephesinde, ardından da bir çocuk hastanesinde görev yaptı. Savaştan sonra, devlet okullarına bağlı kliniklerde ve eğitmenlerin yetiştirilmesinde son derece etkin oldu. Long Island Tıp Fakültesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. Aberdeen Üniversitesi’nde ders vermek üzere gittiği İskoçya’da 28 Mayıs 1937günü geçirdiği kalp krizi sonucunda öldü. Adler’in intihar konusundaki tutumunu bireysel psikoloji kuramı içinde konumlandırmak gerekir. Bu kurama zamanının insana ilişkin kültürel modeli ve Nietzsche’ci güç istencine yakın duran, “kişinin birliği” ve “kurgusal erekçilik” izleği egemendir. İnsan kişiliği bir ve bölünmezdir. Mükemmelleşmeye ya da kendi’nin gerçekleştirilmesine yönelen içsel bir güç tarafından itilmektedir.
Bu güç onu “sanki” gelecek daha şimdiden ellerindeymiş “gibi” eylemeye götürür. Bununla birlikte, bütün insanlar, az ya da çok, onları projelerini bütünüyle gerçekleştirmekten alıkoyan belli bir “aşağılık duygusu”yla yaralıdır. “Organik” aşağılık duygusu, fiziksel ya da anatomik türden zafiyetlere bağlıyken “psikolojik” aşağılık duygusu başkalarının bizim hakkımızda oluşturdukları ya da bizim bizzat kendimiz hakkında oluşturduğumuz olumsuz yargılardan kaynaklanır. “Sanki” yeterli değilmişiz “gibi” düşünür ve eyleriz. Adler’in eserleri arasından şunları sayalım:
Le temperament nerveux [Nevrotik Yapı Üzerine](1912), Paris, Payot, 1948; Connaissance de l’homme [İnsanı Tanıma Sanatı] (1927), Paris, Payot, 1949; Le sens de la vie [Yaşamın Anlamı ve Amacı] (1933), 1950. Bkz. H. L. ve R. R. Ansbacher, The lndividual Psychology of Alfred Adler [Alfred Adler’in Bireysel Psikolojisi], New York, Harper and Row, 1964. İntihara eğilimli kişi patolojik nitelikte derin bir aşağılık duygusunun pençesindedir. Kişisel zorluklarının üstesinden gelmek ve geleceğe doğru uzanmak için fazlasıyla zayıf olduğu inancındadır. Toplumla, yakınlarıyla ya da eğitmenleriyle olan tüm bağlarını keserek, her türlü “toplumsal ilgi”sini giderek kaybeder. Bir ideali hedef almak ve hayatta kendine bir yol açmak için gerekli saldırganlığını kendi kişiliğine yöneltir. Kendi “yaşam tarzı” içinde küçük düşme, tabiyet, kendine eziyet ya da mazoşizm üstünlük duygusuna ve uygulanmasına baskın çıkmaktadır; ama kendini öldürürken, onu içten yaraladığını düşündüğü bir başka kişiye saldırmak istemesi de pekâlâ mümkündür. Bknz. A. A. Leenaars, Suicide Notes. Predictive Clues and Patterns [İntihar Notları. Belirtici İpuçları ve Örnekler], New York, Human Sciences Press, 1988, s. 65-72.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İnceleme/Araştırma
- Kitap Adıİntiharlar Sözlüğü
- Sayfa Sayısı328
- YazarEric Volant
- ISBN9789755702360
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2024