İdam mahkûmlarını, daha sonra öldürebilmek için ölümü beklerken canlı tutuyorlar. Mahkûmları, zamanı geldiğinde yargılayabilmek için, intihar etmesinler diye gözetim altında tutuyorlar. Hiç anlamlı değil. Birini ölüme mahkûm etmek doğal ama insanların bunu kendilerinin yapması değil, öyle mi? Size ne düşündüğümü söyleyeyim: Kendinizi öldürmeye çalıştığınızda insanlar sinirleniyorlar; çünkü bu, onların sizin hayatınızı birazcık bile kontrol edebilmesini engelliyor.
1. GÜN
1. GÜN Astronotların uzayda salınıp yeryüzüne döndükten sonra, burası onlara çürüyen bir et gibi koktuğu için midelerinin kötü olduğunu okumuştum bir yerlerde. Biz diğer insanlar, her gün soluduğumuz için bu iğrenç kokuyu fark etmiyoruz; hava bize normal geliyor, ama aslında içine saldığımız bir sürü çöp, kimyasal ve kirletici maddeyle dolu. Sonra, dünya birinin eski arabasıymış da, dikiz aynasına büyük boy bir çam kokusu asıyormuşuz gibi etrafa başka saçmalıklar sıkıp havanın daha iyi kokmasını sağlamaya çalışıyoruz.
Şimdi tıpkı o astronotlar gibi hissediyorum. Bir süre uzayda salınıp tertemiz oksijeni soludum ve Aydaki Yüz’le konuştum. Sonra aniden her şey değişti ve yıldızlardan aşağı düştüm. Hep bir meteor olsam nasıl olurdu, diye düşünmüşümdür. Artık biliyorum. Düşüyor, düşüyor, düşüyorsun; sonra bulutlar tarafından sarmalanıyorsun ve atmos- fere girince de yanmaya başlayan vücudun karıncalanıyor. Ama o kadar hızlı düşüyorsun ki, yanma yalnızca bir saniye sürüyor, okyanus sana doğru hızla yaklaşıyor ve sonra gülü- yor, gülüyor, gülüyorsun, ta ki başın da suyun içinde ka- lana, tamamen batana kadar. O zaman güvende olduğunu anlıyorsun; düşüşü atlattın ve yüzeye çıkarken mavi-yeşil suya milyonlarca kabarcık üflüyorsun. Sonra başın dalgaları yarıyor ve iğrenç kokan havayı derin nefeslerle içine çekiyorsun.
Annelerinin içinden çıktık- larında içeride, güvende oldukları yerde kalmış olmaları gerektiğini anlayan bebekler gibi ölmek istiyorsun. Ben şu anda oradayım. Bir uzay çöpü gibi okyanusta yüzüyor ve her nefes alışımda kusmamaya çalışıyorum. Aslında gerçekten okyanusta değilim. Hastanedeyim. Beni buraya dün akşam getirdiklerini söylüyorlar, ama hiç- bir şey hatırlamıyorum; kafam yerinde değildi. Aslında birinin, neredeyse ölü olduğumu söylediğini duydum.
Ölümün eşiğinde, işte. Bense gerçekten uzayda sağa sola uçtuğumu sanıyordum. En azından kısa bir süre için. Sonunda Mars’ta birilerinin yaşayıp yaşamadığını keşfediyor olduğumu düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra sanki biri ayağımdan yakalayıp beni aşağı, yeniden dünyaya çekti. Dönmek istemediğimi haykırdığımı hatırlıyorum, ama uzayda sesiniz çıkmadığın- dan, benim de sesim yutulmuş oldu. Nerede bulunduğumu artık bildiğime göre, ölmemiş olmamın daha iyi olduğundan pek emin değilim.
Belki de ölüyüm. Yani, burası cehenneme de benziyor bi- raz. İnsanların beş saniyede bir gelip beni kontrol ettiği bir odadayım. İnsanlardan kastım, hemşireler, özellikle de Hemşire Goody. Inanabiliyor musunuz? Adı “iyilik timsali” an- lamına geliyor. Kendi de öyle. İyi biri yani. Sürekli gülümsüyor ve bir şeyler isteyip istemediğimi soruyor. Bu durum gerçekten sıkıcı, çünkü tek isteğim beni yalnız bırakmaları, ancak görünen şu ki, burada yapmadıkları tek şey de o.
Odaya o kadar çok insan girip çıkıyor ki, kendimi turistik anit gibi hissediyorum. Bahse girerim Hemşire Goody kapı önünde dikilmiş, karnavallardaki ucube gösterisini izlemeye girsinler diye insanlara para verdirmeye uğraşan o adamlar gibi bilet kesiyordur. O adamlara çığırtkan deniyor sanırım. Hemşire Goody de bir çığırtkan. Kapımın önünde dikilmiş, çığırıyor. İçeride ilginç bir şey olduğundan değil. Ne televizyon var ne oda arkadaşı (şimdi düşünüyorum da, bu aslında iyi bir şeymiş sanki). Dergi ya da kitap bile yok. Sadece yatağında yatan, kırıp dışarı atlayamayasın diye tellerle örülmüş bir pencereden dışarı bakan ben varım. Sanki benden önce biri camı kırmaya çalışmış, ama sonra vazgeçip tırnaklarıyla kazıyarak çıkmaya karar vermiş gibi, pervazın boyası yer yer dökülmüş. Dikkat edince, odanın görünümünün eski olduğunu fark ettim. Duvarlar kirli beyaz, boyada yer yer çatlaklar ve tavanda insan yüzüne benzeyen kahverengi bir leke var.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap Adıİntihar Notlarım
- Sayfa Sayısı256
- YazarMichael Thomas Ford
- ISBN9789944717878
- Boyutlar, Kapak12 x 18, Karton Kapak
- YayıneviOn8 Kitap / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sevgilimden Son Mektup ~ Jojo Moyes
Sevgilimden Son Mektup
Jojo Moyes
En azından şunu bil ki bu dünyada seni seven bir adam var. Seni her zaman seven ve bu ona zarar verse de hep sevecek...
- Mavi Tüy – Gönülsüz Bir Mesihin Serüvenleri ~ Richard Bach
Mavi Tüy – Gönülsüz Bir Mesihin Serüvenleri
Richard Bach
İşte sana yeryüzündeki görevinin tamamlanıp tamamlanmadığını anlaman için bir test: Eğer yaşıyorsan, tamamlanmamış demektir. *** Jonathan Seagutt (Martı) yayımlandıktan sonra bana çok sorulan sorulardan biri...
- Fare Dörtlemesi ~ Haruki Murakami
Fare Dörtlemesi
Haruki Murakami
“Fare Dörtlemesi” zamanımızın yaşayan en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Haruki Murakami’nin edebiyat yolculuğunun en önemli izleklerinden birini temsil ediyor. Başlarda “Fare Üçlemesi” olarak anılan...