Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İntibah
İntibah

İntibah

Namık Kemal

Biz daima Avrupa lisanlarının edebiyatça gerek intihap ettikleri kavaid-i külliyeye gerek ihtiyar eyledikleri tarz-ı taklide tâbi olmak mecburiyetindeyiz. Çünkü gerek o kavaid-i külliye gerek…

Biz daima Avrupa lisanlarının edebiyatça gerek intihap ettikleri kavaid-i külliyeye gerek ihtiyar eyledikleri tarz-ı taklide tâbi olmak mecburiyetindeyiz. Çünkü gerek o kavaid-i külliye gerek o tarz-ı taklit Avrupa’nın evham-ı heveskâranesinden çıkma birtakım hayalât değil sırf hakikat ve tamamıyla sevk-i tabiattır.

Namık Kemal

İntibah genel olarak aşk ve kıskançlık temaları etrafında kurgulanmış psikolojik ve kısmen sosyal muhtevalı bir eser olarak tanımlanır. Bu ve buna benzer konular Türk edebiyatında daha önceki dönemlerde mesneviler ile halk hikâyelerinde de işlenmiştir. Ancak Namık Kemal, savunduğu “edebiyat-ı sahiha” adına, tahlil ve tasvirleriyle mümkün olduğunca eskilerden ayrılmaya gayret etmiş, söz konusu bir kısım duyguları eskilerin aksine hayalî olarak değil beşerî ve gerçekçi planda ele almaya çalışmıştır.

Abdullah Uçman

Edebiyatımızın ilklerinden İntibah’ı, Namık Kemal’in romana sunuş olarak yazdığı ama yayımlatmadığı “Son Pişmanlık’ın Mukaddimesi” yazısıyla birlikte, orijinal metniyle sunuyoruz.

NAMIK KEMAL
İNTİBAH
SERGÜZEŞT-İ ALİ BEY

Sunuş

Modern romanımızın kurucu metinlerinden biri kabul edilen İntibah’ın yayımlandığı günden bugüne kadar gerek eski harflerle gerek Latin harfleriyle sayısız basımı yapılmıştır. Ancak muteber kabul edilen yayınlarda dahi esas alınan özgün metnin basım yılı, basım yeri gibi künye bilgileri bulunmayabilir. Bu sorunun kökenini romanın ilk yayımlandığı yıllarda aramak gerekir.

İntibah, Namık Kemal’in 9 Nisan 1873-19 Haziran 1876 tarihleri arasında 38 ay süren ve edebiyat hayatının en verimli devresi sayılan Magosa sürgününde kaleme aldığı eserlerindendir. Bu basımda yer verilen ve 1873’ün Eylül sonları ile Ekim’i arasında bir tarihte kaleme aldığı, Faik Reşad’a mektubunda Namık Kemal, “Son Pişmanlık” adlı bir hikâye yazdığını söyler. Söz konusu mektuba romanın mukaddimesini de eklediği halde Maarif Nezareti’nden ancak 1875 sonuna doğru basım izni alınabilmiş, kitap Magosa sürgününün son aylarında matbaaya gidebilmiş ve yazarın İstanbul’a dönüşünü takip eden günlerde yayımlanabilmiştir. Vakit Matbaası’ndan üç cüz halinde yayımlanan romanın sansürce sakıncalı bulunan “Son Pişmanlık” adı İntibah-Sergüzeşt-i Ali Bey olarak değiştirilmiş, “birçok yerleri çizilmiş”, matbaaya gittiği sırada Namık Kemal neşriyattan men edildiği için de isimsiz olarak yayımlanmıştır. Sonradan izinsiz ve korsan pek çok baskı yapılmıştır; söz konusu baskılarda da yazarın adı, kitabın basım tarihi gibi künye bilgilerine yer verilmemiştir. Mustafa Nihat Özön, bu korsan baskılarla ilgili, “Sonraki baskılara göre düzgünce olmakla beraber ilk baskıda bazı eksiklikler, yanlışlıklar, düşüklükler vardır. Ötekiler ise harap bir haldedir, mana çıkarmak şöyle dursun, bir roman okumak zevkini yok edecek biçimsizliktedir,” tespitini yapar. İntibah’ı yayıma hazırlarken Atatürk Kitaplığı, İSAM Kütüphanesi, Milli Kütüphane, Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nden edindiğim ve elden geçirme fırsatı bulduğum eski harfli sayısız metin, Özön’ün tespitini doğrular nitelikteydi.

İntibah’ın yayına hazırlanması sürecinde araştırmacının önündeki ilk handikap birinci baskının tespiti sırasında ortaya çıkar. Gerek korsan basımlar gerekse dönemin yayıncılık anlayışında kitabın basım yeri ve basım yılına dair bilgilerin dış kapakta yer alması ve sonraki yıllarda kütüphanelerde kitapların ciltlenmesi sırasında dış kapakların çoğunlukla atılması günümüzde bu gibi bilgilere ulaşmamızı güçleştirmektedir. “Namık Kemal’in Eserleri ve Eserlerinin Çeşitli Basımları” başlıklı yazısında Nejdet Sançar, İntibah’ın eski harflerle beş farklı baskısını tespit ettiğini belirtir. Sançar, birinci basım hariç, üzerinde bibliyografik bilgi bulunmayan bu farklı basımları boyutları, sayfa sayıları ile kâğıt ve baskı kalitelerinden hareketle ayırmaya çalışmıştır. Sançar, ilk baskının özellikleriyle ilgili şu bilgileri verir:

İntibah’ın 1293 (1876) yılında İstanbul’da Vakit Matbaası’nda cüz cüz neşrolunan birinci basımı 17×12 boyunda, 308 sayfadır. Müellifinin adından mahrum bulunan bu basımın dış kapağında İntibah-Sergüzeşt-i Ali Bey ismi ve bu ismin altında “İşbu sergüzeşt, Maarif Nezaret-i Celilesi canibinden ita buyurulan ruhsat üzerine Vakit Matbaası’nda tab olundu,” cümlesi, iç kapakta ise sadece “İntibah-Ali Bey’in sergüzeştini hâvidir,” kaydı vardır. (Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, Cilt 4, Sayı 2, 1955, s. 65-66.)

Ömer Faruk Akün ise titiz bir araştırmanın ürünü olan “Namık Kemal’in Kitap Halindeki Eserlerinin İlk Neşirleri” başlıklı makalesinde bu ilk baskının yeni bir baskısı için Kanunusani 1300’de (Ocak-Şubat 1885) verilmiş bir izin olduğunu belirtir. Bu yeni baskı Kitapçı Arakel tarafından yapılmıştır. 1301 tarihli Arakel Kitaphanesi Esâmi-i Kütübü adlı kitapta konuyla ilgili şu bilgiler verilmiştir:

İntibah –yahut– Ali Bey’in Sergüzeşti. Kalem-i bedi’ül-beyanlarıyla benâm olan üdebâ-yı ‘ızâmdan elyevm Midilli Mutasarrıflığı’na sâye-bahşâ saadetlû Kemal Beyefendi hazretlerinin cümle-i cemîle-i âsâr-ı adîde-i âlempesen-dîdelerinden olup münderecâtı Dersaadet agniyâ evladından Ali Bey nam delikanlının bir peri-peykere taaşşukla sevdazede olmasından dolayı müddet-i ömründe dûçâr olduğu enva-ı müthiş ve mehâlik hallerini sairine iber-i intibah olacak surette tasvir ve metninde nice nice nesâyih-i hikemîye tahrîr edilmiş olmakla sair sergüzeştlere makîs olmayıp illa kalem-i muciz-beyanlarının helâvet-i şive-i ifadesinden lezzet-yâb olmak üzere mütalaası câlib-i kulûb-ı kariiyûn-ı kirâm olur âsâr-ı mergûbedendir. 15 kuruştur.” (Arakel Kitaphanesi Esâmî-i Kütübü, 1301, s. 78-79; akt. Akün, “Namık Kemal’in Kitap Halindeki Eserlerinin İlk Neşirleri”, Türkiyat Mecmuası, No. 18, 1973-1975, s. 55.)

Ö. F. Akün tarafından aktarılan bu bilgiye dayanarak yeni edisyonlarda kullandığımız metnin İntibah’ın birinci basımının, bu ikinci yeniden basımı olması kuvvetle muhtemeldir. Atatürk Kitaplığı’ndan temin edilen K/3155 numaralı nüsha, 308 sayfadır ve Kitapçı Arakel neşriyatındandır. Dış kapak bilgisi olmadığı için basım tarihinin 1300/1301 olduğu tahmin edilmektedir. Edisyonlar için en özgün nüshayı tespit etmek nazik bir aşama olsa da çalışmanın tamama erebilmesi için yine de yeterli değil.

Takdir gören her iyi işin, aslında bir dayanışmanın ürünü olduğunu şu son yıllarda daha iyi anladım sanırım. İntibah’ı yayıma hazırlarken imdat çağrılarımı karşılıksız bırakmayan, merakımı ve tedirginliklerimi gideren isimlerden bazılarını burada özel olarak anmak isterim. Karşılıklı okumalardaki dikkati için Zeynep Zengin’e, bilgi ve deneyimlerini benimle cömertçe paylaşan Müjgân Çakır, Sezer Özyaşamış Şakar, Hatice Aynur ve Fatih Altuğ’a ne kadar teşekkür etsem az. Mukaddime ile roman metnindeki Farsça beyitleri de Müjgân Çakır çevirmiştir. Sayın Abdullah Uçman’a beni kırmayıp kitaba bir önsözle katkıda bulunduğu için minnettarım. Son olarak, Mustafa Çevikdoğan’ın desteği ve yol göstericiliği olmasaydı bu çalışma okurla buluşamazdı.

Edebiyat tarihimizin temel metinlerinden birine yakışacak şekilde mümkün mertebe eksiksiz, hatasız bir basım ortaya koyabildiğimizi umuyorum.

Bengü Vahapoğlu

Nâmık Kemal’in İntibah Romanı Üzerine Birkaç Söz

Nâmık Kemal, 1876 yılında yayımlanan İntibah romanını Magosa sürgünündeyken 1873 yılında kaleme alır. Yazıldığı zaman “Son Pişmanlık” olan romanın adı, basılırken, Maarif Nezareti tarafından sakıncalı bulunarak İntibah şeklinde değiştirilmiştir. Nâmık Kemal’in bu romanı yazmaktaki esas amacı, doğrudan doğruya roman türüne bir örnek vermektir.

Kronoloji itibarıyla gerek Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat romanı, gerekse Ahmet Midhat Efendi’nin Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Dünyaya İkinci Geliş, Yeryüzünde Bir Melek ve Felatun Bey ile Rakım Efendi gibi romanları daha önce yayımlanmış olsa da, çeşitli edebiyat tarihçileri İntibah’ı türünün ilk örneği kabul ederler. Bunda Nâmık Kemal’in devri içindeki edebî veya fikrî kişiliğinden ziyade romanın, diğerlerine göre daha bir “edebî karakter” taşıyor olması söz konusudur.

İntibah genel olarak aşk ve kıskançlık temaları etrafında kurgulanmış psikolojik ve kısmen sosyal muhtevalı bir eser olarak tanımlanır. Bu ve buna benzer konular Türk edebiyatında daha önceki dönemlerde mesneviler ile halk hikâyelerinde de işlenmiştir. Ancak Nâmık Kemal, savunduğu “edebiyat-ı sahiha” adına, tahlil ve tasvirleriyle mümkün olduğunca eskilerden ayrılmaya gayret etmiş, söz konusu bir kısım duyguları eskilerin aksine hayalî olarak değil beşerî ve gerçekçi planda ele almaya çalışmıştır.

İntibah, esas itibarıyla tutkulu bir yapıya sahip olan ve iyi bir eğitim aldığı halde hayatın gerçeklerinden habersiz yetiştirilen Ali Bey’in başından geçen ve sonu felaketle biten bir aşk macerasını anlatır. Bütün bir ailenin yok olmasına sebep olan bu macerayı anlatırken yazarın asıl amacı biraz da toplum hayatımızdaki çocuk terbiyesinin yanlışlığına dikkati çekmektir.

İntibah’ın konusu İstanbul’da geçer fakat gerçek bir olaydan alınmamış, büyük ölçüde yazarın muhayyilesinden icat edilmiştir. Yazar bu konuda şunları söyler:

İnsanın aşka meyli her şeyden ziyade görülür. Bu sebepten dolayı hikâyelerin, tiyatroların hâvî olduğu hisse-i hikmeti ekseriyet üzere aşka dâir olan birçok kıssa içinde setr ederler [gizlerler]. Onun için biz de şu eser-i âcizânenin hâvî olduğu bikr-i hayali [el değmemiş hayal] bir hikâye-i muhayyele ile yaşmaklamak istedik.

Nâmık Kemal, Celal Mukaddimesi’nde ise bu romanından bahsederken, “Lisanın o yolda olan istidadını tecrübe yolunda tertip olunmuş ise de tasavvur ve tasvirde bir suubete [güçlük] düşmemek için mevzuu gayet sade tuttuğum halde yine fıkdân-ı istidat [kabiliyetsizlik] cihetiyle gönlümün istediği dereceye götüremedim,” diyerek eseri Türkçede roman türüne bir örnek vermek için yazdığını söyler. Ancak buradaki “dilin istidadı” meselesine bakarsak, yeni edebiyata itiraz eden Abdi Efendi’ye eserin mukaddimesinde şöyle bir cevap verdiğini görürüz: “Lisan öyle taş kovuğundan yetişen incir ağaçları gibi kendi kendine kemal bulmaz. Asırlarca terbiye-i efkâra hizmet için vakf-ı vücut etmiş birçok üdeba ve hükema lazımdır ki bir lisanın intizamına, zenginliğine imkân hasıl olabilsin.”

Buradan da anlaşılabileceği gibi Nâmık Kemal roman için önce işlenmiş bir dilin esas alınması gerektiğini ileri sürmüş ve belki de bu yüzden eserde devrine göre sade sayılabilecek bir dil kullanmıştır.

Romanın konusu da oldukça basit ve sadedir; ayrıca Nâmık Kemal’in diğer eserlerinde gütmüş olduğu gayeyle de uzaktan yakından herhangi bir ilişkisi yoktur. Doğrudan doğruya sadece bir roman yazmak istediği anlaşılan Nâmık Kemal, İntibah’la, Tanzimat döneminde ilk edebî roman örneğini ortaya koymuştur. Gerek kahramanların psikolojilerinin tahlili gerekse realiteye yer verişi bakımından İntibah, Nâmık Kemal’in diğer eserlerinden daha başarılı bulunmuştur. Celal Mukaddimesi’nde romanı, “Vukuu mümkün olan bir olayı ahlak, gelenek, duygu ve fikir unsurları da göz önünde bulundurularak tasvir etmek” diye tarif ettiğine bakılırsa, İntibah’ın bu tarife aşağı yukarı uyduğu anlaşılır.

Romanda önemli bir nokta da, diğer eserlerinde sabit karakterler yaratan Nâmık Kemal’in bu eserinde canlandırdığı kahramanların psikoloji ve davranışlarının, olayların akışına göre değişmesi durumudur. Ancak bütün bunlarda tamamen kitabi olan yazar, ilk roman denemesinin verdiği acemilikten de kurtulamamıştır.

Nâmık Kemal İntibah’ta aynı zamanda insan psikolojisinin çeşitli olaylar karşısında nasıl etkilendiğini ve yön değiştirdiğini de göstermek ister. Romanın başındaki toy ve saf Ali Bey ile romanın sonundaki görmüş geçirmiş, tecrübeli ve pişmanlık azabıyla dolu Ali Bey’in psikolojisi birbirinden çok farklıdır. Roman boyunca yaşadıkları Ali Bey’i büyük ölçüde değiştirmiştir; ancak çok geç gelen bu değişim Ali Bey’e ve çevresine bir fayda sağlamamış, kendisiyle birlikte onları da mahvetmiştir. Ancak bu tür değişimler nedense diğer kahramanlarda görülmez.

Nâmık Kemal’in Ali Bey’in psikolojisindeki değişmeleri tam olarak verebildiği iddia edilemez; çünkü o dönemde kullanılan dil henüz bu tarz derin duygu ve düşünceleri aksettirebilecek tasvir ve tahlile elverişli değildir. Nâmık Kemal, bazı makalelerinde zaman zaman eleştirdiği Divan edebiyatının suni, basmakalıp tasvir ve ifade tarzına, belki farkında olmadan bu romanda kendisi de başvurmuştur. Romanın başında yer alan ve eski kasidelerin nesiblerine benzetilen Çamlıca tasviri ile Mehpeyker’in yalısının ve Dilaşub’un tasvirleri bu durumun en dikkate değer örnekleridir.

Gerçekçilik iddiasıyla yazılan İntibah’ta, bu anlayışa uymayan bir yığın tesadüflerle de karşılaşılmaktadır. Romandaki düşmüş bir kadını sevme ve onun tarafından sevilme meselesi ön plana çıkmış olduğundan, eserin bir ölçüde Alexandre Dumas Fils’in La Dame aux Camélias [Kamelyalı Kadın] romanından, bazı yönleriyle de Manon Lescaut’dan etkilendiği üzerinde durulmuştur.

Çeşitli yönleriyle devrin yaşayışını ve kılık kıyafetlerini de yansıtmaya çalışan yazar, canlandırdığı kahramanlar arasında çok belirgin bir şekilde taraf tutar. Zaman zaman “habise, facire, fahişe, hınzıre, melune” gibi tabirlerle nitelediği “düşmüş” bir kadın olan Mehpeyker’i, sorumlu olmadığını bildiği ve açıkladığı halde, “düşmüş” olduğu için suçlu görür ve sonunda da cezalandırır. Beri yandan cariye Dilaşub ise geri planda kalmakla beraber, tamamen kusursuz ve mükemmel bir karakter olarak canlandırılmıştır. Öyle ki iyilikle kötülük, güzellikle çirkinlik, çıkar amaçlı maddi aşkla gerçek aşk, iyilerle kötüler roman boyunca sürekli olarak karşı karşıya getirilir.3 Buna rağmen kahramanları canlandırmada pek de başarılı olduğu söylenemeyen romanda, eserin merkezinde Ali Bey olmasına rağmen, yine de en canlı tip, sosyal bir varlık olarak ele alınan ve belli bir sınıfı temsil eden Mehpeyker’dir.

Roman boyunca ahlak, namus, terbiye ve doğruluk kelimelerini sık sık zikreden yazarın, yine de eseri belli bir gaye uğruna yazdığı açıktır; romanın sonunda da bunu net bir şekilde söyler: “Son pişmanlık fayda vermez!”

Bütün kusur ve eksikliklerine rağmen İntibah, realiteye mümkün mertebe riayet edişi ve psikolojik tahlilleri bakımından eski hikâye geleneğinden uzak, yeni ve farklı bir eserdir. Hatta daha sonraki yıllarda Recaizade Ekrem’in Araba Sevdası ile Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt romanlarının onun etkisi altında yazıldığı da ileri sürülmüştür.

Roman önce yazarın adı konulmadan, İntibah – Sergüzeşt-i Ali Bey adıyla 1876 yılı ortalarında cüzler halinde yayımlanmaya başlanmış, ilk yayımından sonraki birkaç yıl içinde üç baskısı yanında korsan baskıları da yapılmıştır.2 Romanı geniş bir değerlendirmeyle birlikte 1944 yılında ilk defa Mustafa Nihat Özön yeni harflerle yayımlamış, genellikle bu baskı esas alınarak daha sonraki tarihlerde eserin sadeleştirilmiş ve sadeleştirilmemiş şekilde daha birçok baskısı yapılmıştır. M. Nihat Özön, İntibah’ın Intibah ou les Aventures d’Ali Bey adıyla Mercure de France dergisinde (No. 553-555, Temmuz-Ağustos 1921), Reşat Nuri Drago tarafından yapılan Fransızca çevirisinin de yayımlandığını belirtmektedir.

Çeşitli edebiyat tarihlerinde Nâmık Kemal’e ayrılan bölümlerde,4 doğrudan doğruya Türk edebiyatında roman konusunu ele alan eserlerde5 ve Türk edebiyatıyla ilgili ansiklopedilerde İntibah üzerinde de durulduğu görülmektedir.6 Edebiyat tarihçileri arasında özellikle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde Nâmık Kemal’e ayırdığı bölümde İntibah’ı, daha ziyade eski hikâyecilik geleneğinden farklı olarak, anlatıma dayalı roman türüne getirmeye çalıştığı yenilikler açısından ele aldığı dikkati çekmektedir. “Hakikatte kadınını anlamayan bir erkeğin romanını yazmak istiyordu,” diyen Tanpınar, romanı hem türün bizdeki ilk örneklerinden biri hem de yazarın romancılıkta acemi oluşu yüzünden pek de başarılı bulmaz.

Tanpınar’dan sonra İntibah üzerinde en geniş şekilde duran Güzin Dino olmuştur. Güzin Dino, Türk Romanının Doğuşu2 adlı hacimli incelemesinde eseri, “Eylem ve kurgu, kişilerin yeni boyutları, işlenen temalar ve üslup” gibi çeşitli yönleriyle değerlendirmiş ve farklı açılardan yorumlamıştır.3 Doğrudan doğruya İntibah etrafında gerçekleştirilen bu çalışmanın öncekilerden farkı, romanın kurgulanışı ve yapısı bakımından yabancı etkiler yerine, Hançerli Hanım hikâyesi gibi yerli kaynaklarla mukayese edilmesinden ileri gelmektedir.

İntibah üzerinde, Güzin Dino’nun söz konusu çalışmasından sonra geniş kapsamlı incelemelerden biri Mehmet Kaplan’a, diğeri Orhan Okay’a aittir. Mehmet Kaplan, ölümünden bir süre önce kaleme aldığı ve ölümünden sonra yayımlanan “İntibah” adlı makalesinde romanı kronolojik düzeni içinde edebî bir metin olarak incelemiş, gerek olayın kurgulanışı ve gelişmesi gerekse karakterlerin özellikleri açısından ayrıntılı şekilde tahlil ederek yazarın roman türüne getirmiş olduğu yeniliği ortaya koymuştur.5 Orhan Okay ise romanı yayımlandığı tarihten başlayarak gerek uygulanan teknik ve muhteva, gerekse devrinde ve daha sonra gördüğü ilgi etrafında edebiyat tarihçileri ve münekkitlerin birbirinden oldukça farklı değerlendirmeleri çerçevesinde mukayeseli olarak ele almıştır.

Gayretli ve çalışkan öğrencilerimden Bengü Vahapoğlu tarafından hazırlanan İntibah’ın elinizdeki baskısı, diğer baskılarla da karşılaştırılmak suretiyle, eserin aslına daha uygun olduğu anlaşılan baskısı esas alınarak titiz bir çalışma sonucu ortaya çıkmıştır. Eserin orijinal şekli ile mümkün olduğu kadar metne bağlı kalınarak günümüz Türkçesine uyarlanmış şekli iki farklı baskı olarak çalışılmıştır.

Türk romanının geçmişini öğrenmek isteyen okuyucuların Nâmık Kemal’in İntibah’ını da merak ve ilgiyle okuyacaklarını tahmin ediyorum.

Abdullah Uçman

Son Pişmanlık’ın Mukaddimesi

Şu kitabın tahririne başlandığı sırada Hakayık’ta, Ceride-i Havadis’te birkaç makale görüldü.

“Reşad” imzasıyla Hakayık’ta neşrolunan varakaya tamamıyla hem-efkâr olduğumuzu şu eser-i âcizanenin tarz-ı tertip ve şive-i ifadesi göstereceğinden o hususa tatvil-i makala lüzum göremeyiz.

(Meram anlayalım: Gerek o Reşad imzalı zatın –ki şahsı bizce meçhuldür– gerek bizim muteriz olduğumuz edebiyat sırf kendi lisanımıza aittir; yoksa Arabi’nin âsâr-ı edebiyece dünyada en zengin, en mükemmel lisanlardan olduğunu ve Farisi’de pek güzel, pek makbul eserler bulunduğunu âsâr-ı Şarkiyeyle tevaggulu olanlardan hiçbir sahib-i temyiz inkâr edemez. Amma Türkçemizin âsâr-ı edebiyesine tariz etmekte hakkımız var mıdır yok mudur? Zirde ufacık bir bahis irat edelim de ona göre hükmolunsun.)

Şimdi, Reşad imzasıyla Hakayık’ta bend veren zata “Abdi” imzasıyla mukabele eden sahib-i kalem tarz-ı atikte yazılan âsârımızın müdafaasına kendinde iktidar görmüşken ona dair yazdığı makalenin baş tarafında “şu yolda istimali tasavvur olunan sükûtun derman-degî ve acze hamlolunmak ihtimali silsile-cünban-ı hamiyet ve gayret olarak” diyor. Eğer edebiyatın letafeti buysa fariğ olduk; şu on üçüncü asr-ı hikmet içinde Osmanlı zürefasına öyle zincirleme tabirlerle zincirli gayret gibi mazmunların lüzumu yok!

Yine Abdi namında olan sahib-i kalem o makalesinde tiyatroyu Şiilerin Muharrem’de icra edegeldikleri mateme teşbih etmiş!1 Acaba Hakayık’ı mütalaa eden ashab-ı fikir bu tasavvura ne demiş olsalar gerek? Şüphe yok ki, “Bu zat ya tiyatro görmemiş ya Muharrem’de Valide Hanı’na2 gitmemiş,” diyecekler; çünkü tiyatro denilen timsal-i edebî matem dedikleri taklid-i Acemaneye benzemenin ba’de’l-müşahede imkânı hiç kimse için kabil olamaz.

Yine bu zat tiyatro, kendi zannı gibiyse lisan-ı Osmani’de daha güzel yapılabileceğini iddia ediyor. Eğer efendinin başka bir lisana vukufu olsaydı bu davada bulunmazdı. Lisan öyle taş kovuğundan yetişmiş incir ağaçları gibi kendi kendine kemal bulmaz. Asırlarca terbiye-i efkâra hizmet için vakf-ı vücut etmiş birçok edib-i hakîm lazımdır ki bir lisanın intizamına, zenginliğine imkân hâsıl olabilsin.

Arabi, dünyada en müntahap bir lisandır. Fakat o lisanın ehlinden şimdi dünyada mevcut olan insan adedince allameler, fazıllar, hakîmler, müellifler, şairler, edipler, hatipler zuhur etmiş ve bahusus en kısa bir suresi fesahat ve belagatte kıyamete kadar sihr-âferinân-ı cihanı icâza kâfi olan Kuranı Kerim gibi bir teyid-i ilahiye mazhar3 olmuş.

Farisi milel-i mütemeddineye kendini beğendiriyor. Lakin onda Şehname’ler var, Hamse’ler var, Mesnevi’ler4 var, Nasir-i Tûsi gibi, Sadi gibi, Feyzi-i Hindî gibi, Câmî5 gibi hükemanın, urefanın, üdebanın, zürefanın âsârı var.

Biz bunlardan neye malikiz ki temeddünle meşhur olan Avrupalılardan edebiyatta daha güzel eserler meydana getirmeye muktedir olalım?

O Abdi imzalı zat her kimse oynanması ve hiç olmazsa dinlenmesi kabil olmak şartıyla yani içinde olan kelimelerinin umumunu oynayanların, dinleyenlerin anlayacağı surette manzum ve hatta mensur iki perdeli bir tiyatro meydana getirsinler. O zaman kendilerini muterizleri bulunan Reşad Bey’in yahut efendinin değil, benim değil, umumen Osmanlı ashab-ı kaleminin üstad-ı hüneri, lisanımızın mucid-i edebi olan birkaç zat idadına ithal etmek vezaifimizden addolunur. Yoksa öyle hamiyet ve gayrette zencir tasavvur edenlere, tiyatroyu Muharrem matemine teşbih eyleyenlere, diğer bir bende ilmin intişarını fesad-ı âleme bais göstermeye çalışanlara göre kalemini “lisan-ı mu’ciz-beyân-ı hâme” terkib-i Acemane ve acemiyanesiyle tavsif etmek üdeba beyninde –hangi manasıyla olursa olsun– makbul olacak hallerden değildir zannederim.

(Bir istitrat daha yapmaya mecbur olduk. Bahsettiğim edebiyat-ı Arap, Şarkça asr-ı cahiliyetten1 Mutâsım-ı Abbasi2 zamanına ve Garpça, Endülüs’ün inkırazı vaktine kadar yazılan şeylerden ibarettir, yoksa şimdi Mısır’da, Tunus’ta, ötede beride söylenilen birtakım kasideler filanlar bihakkın Arap edebiyatından madut olamaz. Benim bahsettiğim âsâr-ı celile mesela Mütenebbî’nin

Levlel meşakkatü sâdennâsü küllühümü

Elcûdü yüfkırü vel ikdâmü kattâlü

Yahut Ebu’l-Alâ’nın 

Velev bâne addî mâ teessesefe menkıbi

Velev mâte zendî mâ begethül enâmilü

beyitleri gibi âlimane, âlicenabane ve hakîmane sözlerdir, şimdiki dalkavuk müdaheneleri değil.)

Gazetelerde bu mübahase üzerine bir varaka daha görüldü ki güya iki tarafın reyini tevfike çalışır da ahlakımızın tehzibini Ahlak-ı Alâî3 ve Makamat-ı Harîrî4 yolunda birtakım kitapların teksir ve tercümesine talik ettikten sonra şimdi yazılan hikâyattan ahlak-ı milliyece bir hizmet husulü memul olmadığını söyler. Halbuki Ahlak-ı Alâî kadar ciddi bir kitabı –velev ne kadar lisan-ı avamda yazılmış olursa olsun– okuyup ondan istifade etmek zaten terbiye görmüş âdemlerin kârıdır.

Makamat-ı Harirî ise bilakis ahlakı ifsat eder. (Ebu Zeyd Sürûcî’nin kadı huzurunda zevcesiyle geçen muhaveresi okunsun.)

Bu zat varakasında, “Zamanımızda yazılan hikâyeler mi ahlaka hizmet edecek?” diye soruyor.

Evet, onlar hizmet edecek! İnsan öyle kuru kuruya mevize dinlemeye kani olmuyor, eğlenerek istifade etmek istiyor. Ne yapalım? Tabiat-ı âlemi değiştirmek elimizden gelir mi?

İtikad-ı âcizaneme kalırsa hikâye hakikaten insanlar arasında nail olduğu itibara layıktır. İnsan eğlencesinde de fayda görecek birtakım nasayih bulursa zarar mı etmiş olur?

Ahlak-ı Alâî’den terbiye görmek hapiste ıslah-ı nefs etmeye, Télémaque1 gibi hikâyattan bir şey istifade etmekse bir muntazam bahçede ders okumaya benzer. Mahpeslerde, zindanlarda kaç kişi ıslah-ı nefs edebiliyor? Muntazam bahçeli mekteplerden ne kadar erbab-ı daniş çıkıyor?

Ahlak-ı Alâî’yi milletimize edebiyatça numune-i ibret addeden zatın tabiatını bilemem fakat ben o kitabı –havi olduğu birçok efkâr-ı hikemiyeyi takdirle beraber– mütalaa etmekte[n] ise mütalaası için lazım olan vakit kadar mahpeste kalmayı tercih ederim. Bildiğim ashab-ı kalemin hangisine sordumsa onlar da bu reyimi tasvip ettiler.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap Adıİntibah
  • Sayfa Sayısı248
  • YazarNamık Kemal
  • ISBN9789750749360
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Rüya ~ Namık Kemal, Ziya PaşaRüya

    Rüya

    Namık Kemal, Ziya Paşa

    “Mademki Devlet-i Âliye dahi Avrupa familyasından sayılmaktadır, bütün âleme muhalif olarak bizim bu halde bekamız imkân dahilinde olamaz. Millet meclisi, dokunsa dokunsa vekillerin bağımsızlıklarına...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. O Topraklar Bizimdi ~ Cengiz DağcıO Topraklar Bizimdi

    O Topraklar Bizimdi

    Cengiz Dağcı

    Cengiz Dağcı, O Topraklar Bizimdi romanında bizleri yine mahzun Türk ülkesi Kırım’a götürüyor. Bu kez başkent Akmescit’in Çukurca köyüne… Onlar da İnsandı romanından tanıdığımız...

  2. Kayıp Gezegen 2. Dünya ~ Yahya TürkeliKayıp Gezegen 2. Dünya

    Kayıp Gezegen 2. Dünya

    Yahya Türkeli

    Zihnin sınırlarını zorlayan evrenin sonsuzluğu, büyük patlama sonrası oluşan galaksiler ve galaksilerin etrafını saran gezegenler ve bu gezegenler arasında yer alan 2.Dünya’ya yapılan yolculuk,...

  3. Müderris Ve Virtüöz ~ Selçuk OrhanMüderris Ve Virtüöz

    Müderris Ve Virtüöz

    Selçuk Orhan

    “Şimdilik gördüğü iki Doğu’yu da içine sindirememişti. Biri, sarayları bile ahşap barakalar gibi kuruveren, kanaatkâr olmaktan çok, aceleci bir Doğu’ydu; bir diğeri, aynı acelecilikle...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur