Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İnsanlar Uyurlar Ölünce Uyanırlar
İnsanlar Uyurlar Ölünce Uyanırlar

İnsanlar Uyurlar Ölünce Uyanırlar

Dr. Emre Dorman

İNSANLAR UYURLAR ÖLÜNCE UYANIRLAR Pek çok insan dünya hayatının geçici ışıltısına aldanıp istek ve arzularının peşinde yok yere tüketir ömrünü. Tıpkı bir yaprak misali…

İNSANLAR UYURLAR
ÖLÜNCE UYANIRLAR

Pek çok insan dünya hayatının geçici ışıltısına aldanıp istek ve arzularının peşinde yok yere tüketir ömrünü. Tıpkı bir yaprak misali savrulur durur yaşam içinde. Bir gün öleceği gerçeğini unutup ölüm sonrası için kayda değer bir hazırlık yapmadığı gibi, değersiz ve anlamsız bir şekilde yaşar hayatını. Oysa ölüm, yaşamın ikiz kardeşidir. Yaşamla birlikte var edilmiştir. Alınan her bir nefesin yarısı yaşam, yarısı ölüm için alınır. Ölüm bize bu kadar yakındır.

Ömür, anne karnı ile toprak altındaki iki karanlık arasında yakılan bir kibrit alevi gibidir. Alev almasıyla sönmesi an meselesidir. Göz açıp kapar gibi geçecek ve bir gün son bulacaktır. Uyanmak için uyumak gerekiyordu önce. Ölmek için yaşamak. Ve biz yaşıyorduk. Yaşıyorken de uyuyorduk. Derin bir uyku içindeyken kendimizi, yaşıyor sanıyorduk.

Bu gerçek ile yüzleşmeye, dünya uykunuzdan uyanmaya ve yaşamınızı sorgulamaya cesaretiniz var mı? Eğer yok ise bu kitabı elinizden bırakabilir, yaşantınıza kaldığınız yerden devam ederek sizin için ayrılan sürenin sonuna gelebilir ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp, hiç yaşamamış gibi ölebilirsiniz. Kaçınılmaz olan ölüm ile yüzleşmeden önce, yüzleşin kendinizle.

“Bir zamanlar, bir adam bir yandan buz satıyor, bir yandan ‘Sermayesi eriyen şu adama yardım ediniz’ diye bağırıyordu.

Bir zât, bu sözleri duyar duymaz, yolun ortasına öylece yığılıp kaldı. Kendisine geldiğinde, sebebini sordular. Dedi ki:

– Satıcının eriyip giden buzları, bana eriyen ömür sermayemi hatırlattı.”

***

Yaşama başlarken;
bir su damlacığının hikâyesi

İLK YARIŞIMIZ…

Küçük bir su damlacığıyım ben; kimsenin önemsemediği, haberdar dahi olmadığı. Oysa ne potansiyeller barındırıyorum içimde. Hele bir kazansam şu yarışı, işte o zaman herkes görecek benim kim olduğumu. Sabırsızlanıyorum. Sanki on beş milyar yıldır bu anı bekliyorum. Daraldım, artık ortaya çıkmak istiyorum.

Heeey, ben de varım, buradayım, işte bakın artık ben de dünyadayım demek istiyorum! Hâlâ bekliyorum. Çok sıkıldım. Öyle çok bekledim ki, kesin ben kazanmalıyım bu yarışı. Milyonlarca rakibimi geçerek birinci olmalıyım. Ben bunu hak ediyorum…

İLK EVİMİZ…

Çok yoruldum ama kazanacağım. Şurada bir tabela var: “Fallop Tüpü”. Galiba bu bir tünel. Buradan gidersem belki kestirme bir yol bulurum kendime. Amma da uzun bir tünelmiş. Nereye çıkıyor acaba? İşte orada bir tabela daha gördüm! Rahme gider. Şansımı denemeliyim. Bir şey kendine doğru çekiyor beni…

Of başım çok ağrıyor. Ne oldu bana? Neredeyim ben? Çok karanlık burası. Çok sessiz. Arkadaşlarım nerede? Kimse yok mu? Asılı kaldım bu duvarda. Çok sıkılıyorum, bir çıkış yolu bulmalıyım. Hayalini kurduğum dünya bu mu yoksa? Ben daha iyi bir yer hayal etmiştim oysa…

Kendimde bir değişim hissediyorum bu aralar, ne oluyor bana? Karşımda yanıp sönen ışıklar var sanki. Tam okuyamıyorum ama bir şey yazıyor. Tamam, gördüm sanırım. Preembriyonik aşamaya hoş geldiniz yazıyor. İki hafta boyunca sizi biz ağırlayacağız. Bu sırada hücreleriniz çoğalacak. Rahat ve huzurlu iki hafta geçirmenizi dileriz. Of ne zaman biter bu iki hafta. Onca milyar yıl bekledim ama o süre bile şu iki hafta kadar uzun gelmemişti bana…

Embriyonik aşamaya hoş geldiniz. Hücre tabakalarından temel organların ortaya çıkmaya başlayacağı bu aşamada altı hafta boyunca birlikte olacağız. Altı hafta mı? İnanamıyorum, bu ne ya! İki hafta zor dayandım zaten şimdi altı hafta nasıl beklerim? Galiba hiç bitmeyecek bu süre…

Fetal aşama devresindesiniz. Bu aşamanızın sizin için oldukça zevkli geçeceğine inanıyoruz. Rahat bir şekilde arkanıza yaslanıp gelişmeleri gözlemleyebilirsiniz. Bu aşamada yüzünüz, elleriniz ve ayaklarınız oluşmaya başlayacak, dış görünüşünüzün belirginleştiğini hissedeceksiniz. Yaklaşık otuz iki hafta kadar misaftrimizsiniz. Bu süre zarfında açık büfe mutfağımız size hizmet verecek; daha önce tatmadığınız lezzetler ile ikramda bulunacaktır. Yaşasın, işte bu! Doğru yerdeyim. İnanamıyorum. Ama ne, otuz iki hafta mı? Sadece otuz iki hafta yaşamak için mi bekledim bunca zamandır? Bütün ömrüm bu kadar mı? Peki, sonra ne olacak bana? Ölmek istemiyorum daha bu genç yaşımda. Daha doyamadım dünyaya…

GEÇİCİ EVİNİZE HOŞ GELDİNİZ…

İçimde bir huzursuzluk, bedenimde bir sancı var bu ara. Sona yaklaştım ve yakında ölüyorum galiba. Dursana, ne yapıyorsun? Çekiştirip durmasana. Sana söylüyorum çek o ellerini üzerimden bak fena olacak sonra… Hey kime söylüyorum? Bırak şu başımı. Ne istiyorsun benden? Ölmek istemiyorum ne olur kesmeyin yaşamla bağımı, ayırmayın beni huzurlu dünyamdan.

Çekin şu ışığı gözümden. Kim bunlar, ne diye seviniyorlar böyle? Hey size söylüyorum gülünecek bir şey mi var? Ölüye saygısı kalmamış kimsenin. Neredeyim ben? Ne kadar çok ses ve gürültü var burada. Kim bu etrafımdakiler? Ölümümü kutluyorlar galiba…

Hey bırak şu bacaklarımı. Vurup durma popoma. Bak avazım çıktığı kadar bağıracağım şimdi. Siz istediniz bunu alın bakalım. Ingaaa. Bu ne ya, nasıl bir ses bu böyle, benden mi çıktı bu ses. Dur bir daha deneyeyim. Ingaaa. Ne yaptınız bana böyle? Kimim ben?

Şimdi anlıyorum ki, annemin karnı değilmiş yaşayacağım dünya, öldüğümü sandığım anda meğer gelmişim gerçek dünyaya. Ama alışamadım henüz, bilmem neden burası çok sıkıntılı geldi bana…

Of çok sıcak burası… Amma da sarıp sarmaladınız beni. Daraldım yemin ederim. Ağzıma tıkıştırıp durmasanıza şu biberonu. Ben sanki beslenmesini bilmiyorum. Siz mi beslediniz beni kırk haftadır.

Şu annem olmalı. Gözleri çok sıcak bakıyor. Şu da kardeşim herhalde, beni boğacak gibi duruyor. Nasıl bir yer burası. Lütfen bana söyler misiniz, neden beni yerimden ettiniz?

ŞİMDİ OKULLU OLDUK…

Bugün okula başlıyorum ve tam altı yaşına bastım. Altı koca yıl. Annemin karnında geçirdiğim kırk haftayı hatırladım bir an. Tüm ömrümü o kırk haftadan ibaret sanmıştım. Altı koca yıl geçti gözlerimi açalı şu koca dünyaya.

Ve okuldayım. Sınıf arkadaşlarım ile tanıştım. Topu topu yirmi kişiyiz sınıfta. Geçmişi hatırladım bir an. Milyonlarca arkadaşımı geçerek birinci olduğum o günleri. Bu on dokuz kişi mi benden daha başarılı olacak? Mümkün değil. Ben en iyisiyim…

Bıktım artık ödev yapmaktan. Sabah erkenden uyanıp okula gitmekten. Okumak istemiyorum. Hem öğretmenimi de sevmiyorum, hep kızıyor bana sınıfta. Teneffüsler de çok kısa zaten. Arkadaşlarımla oynayamıyorum. Çok sıkıcı bu okul.

Annemler üniversiteyi de okumalısın diyorlar. Yoksa iyi bir iş bulamaz ve yüksek bir maaş alamazmışım. Şöyle bir hesaplıyorum da aşağı yukarı on beş yıl var üniversiteyi bitirebilmem için. Mümkün değil, bu süre geçmez. Bittim ben…

Mezuniyetim var bugün. Tam yirmi bir yaşındayım. Annemle babamı daha iyi anlıyorum şimdi. İyi ki onları dinleyip üniversitede okumuşum. Bir çok arkadaşım oldu. İleride hepsi iyi birer iş sahibi olacaklar. Belki birlikte bir iş bile yapabiliriz. Şimdi iş bulup biraz para biriktirmem lazım. Malum Defne ile birbirimizi seviyoruz ve evlenmeyi planlıyoruz.

YENİ BİR İŞ YENİ BİR DÜNYA…

Tam bir yıl oldu. İş aramaktan yıldım ama henüz bir iş bulamadım. Çok mutsuzum. Bunca yıl boşuna mı okudum yoksa? Bunca öğrendiğim bilginin hiç mi değeri yok? Maillerime bir bakayım bari ne var ne yok. İşte bu! Geçenlerde görüştüğüm iş yerinden bir mail gelmiş ve beni ikinci görüşmeye çağırıyorlar. Çok heyecanlıyım. Çok iyi görünmem ve kendimi onlara ispatlamam gerek. Hemen hazırlıklara başlamalıyım.

Kaç lira dediniz? Ben yanlış duydum herhalde. Haftalık mı bu önerdiğiniz para yoksa kötü bir şaka mı? 800 TL maaş ile işe mi başlanır? Ben üniversite mezunuyum. Yabancı dilim de var…

İşyerimdeki bir yılımı doldurmak üzereyim. Günde ortalama on saat çalışıyorum. İki saatim de yollarda geçiyor. Galiba bu gidişle Defne ile evliliğimiz bir hayal olmaktan öteye geçemeyecek. Oysa ne çok seviyoruz birbirimizi. Evet, bir çare bulmam gerek. Ama ne? Tamam, patron ile konuşarak maaşıma zam isteyip aksi takdirde istifa edeceğimi söyleyeceğim.

Hayır efendim, şey yani öyle demek istemedim aslında. Tabii ki efendim, siz nasıl isterseniz. Eee. Şeyyy. Yok, tabii ki çalışmak istiyorum. Emredersiniz hemen işimin başına dönüyorum. Hiç bu kadar yerin dibine battığımı, mutsuz ve çaresiz olduğumu hatırlamıyorum. Çok sıkıldım. Burası çok sıkıcı. Başka bir iş bulmam gerek. Hemen ilanlara bakmalıyım.

Yok, yok, yok! Bana uygun bir iş ilanı yok. Para kazanmanın bir yolunu bulmam gerek. Patronumdan daha güçlü ve zengin olmalıyım. Anladım ki bu dünyada paran yoksa itibarın da yok. Tek istediğim bir evim bir de arabam olsun. Defne ile evlenip yuva kuralım. Çocuklarımız olsun. İnsan hayattan başka ne bekleyebilir ki?

Maaşı daha iyi bir iş buldum sonunda. Ama eski iş yerimdeki çalışma şartlarını arar oldum. Dosyalardan başımı kaldıracak vaktim yok. Neyim ben, modern bir köle mi? Ne diye bu kadar yüklenip dururlar ki insana…

Üniversiteden mezun olalı tam sekiz yıl oldu. Yirmi dokuz yaşına bastım. Eski hareketliliğim azaldı sanki, kendimi büyümüş hissediyorum. Beni tek mutlu eden şey artık Defne ile evlenebilecek olmamız. Yakında onu ailesinden istemeye gideceğiz, çok mutluyum. Acilen bir ev bakmam gerek.

EVLENİYORUZ…

Son üç ayım ev bakmakla geçti. Ayaklarıma kara sular indi. Sonunda bir yerde karar kıldık ama aslında çok da hoş bir yer değil. Biraz eski ve küçük. Bir sürü eşya almamız gerek. Ev aksesuarları, avize ve perdeler…

Aşkım ben de en güzeli olsun istiyorum ama bak bunların fiyatı daha uygun, bunu alsak olmaz mı, hepsi aynı işi görmüyor mu en nihayetinde? Neden daha fazla para verelim yok yere? Kavga, gürültü, patırtı. Evlendik en sonunda. Evimizdeyiz…

Masraflarımız arttı. Gelirimiz giderlerimizi karşılamaz oldu. Maaşı daha dolgun olan yeni bir iş bulmam gerek. Defne diyor ki her sene aynı tatili yapıyoruz. Mete ile Esra geçen seneki tatillerini yurtdışında geçirmişler, biz neden gitmiyoruz? Haklı galiba, daha iyi bir iş bulmam gerek. Daha iyi bir hayat yaşamak için daha çok para kazanmalıyım. Ama nasıl?

Annem diyor ki çok şımartıyorsun bu kızı. Hesabınızı bilin biraz. Biz babanla kıt kanaat geçinip yetiştirdik abinle seni. Saçımızı süpürge ettik okutalım diye ikinizi. Ama anne devir değişti ihtiyaçlar arttı diyemiyorum ki. Belki de annem haklıdır. Ama bir ben mi haksızım? Ne istiyor, ne bekliyorum ki şu hayattan; bir evim bir de arabam olsa yeter, başka bir şey istemem.

KIRKA VARDIK NİHAYET…

Geçen Cuma 40 yaşına bastım. İyi bir işim, çoğunlukla mutlu giden bir evliliğim, bir evim ve bir de arabam var. Defne ile bir çocuğumuz oldu. Adı Ali. Çok sevimli kerata tıpkı benim küçüklüğüm. Oyunlar oynuyoruz onunla. İş yerindeki tüm yorgunluğumu unutturuyor bana. Defne kendisine de bir araba alma zamanının geldiğini düşünüyor. Çok zor oluyormuş arabasız. Taksitleri de yeni bitirmek üzereyim. Ama belli ki yeni bir araba ödemesi daha başlayacak. Ne yapalım, gerçekten ikinci bir araba şart. Öderiz artık.

Ali büyüyor. Evimiz küçük olduğu için artık sığmamaya başladık. Bu koca binalarla sarılmış şehir sokaklarında oynamak mümkün değil. Yeni bir eve geçmemiz şart. Defne’ye aldığımız yeni arabanın taksitleri daha bitmedi. Hele bir bitirelim yeni eve de geçeriz.

Ali okula başlıyor. Defne tüm arkadaşlarının çocuklarını özel okula gönderdiğini ve kendi çocuğunun da iyi bir eğitim alması için özel bir okula gitmesi gerektiğini söylüyor. Hani haksız da değil. Neticede Ali bizim her şeyimiz ve tüm hayatımızı ona adadık. İyi bir eğitim almalı. Ama okul parasını ilk duyduğumda dudağım uçukladı. Şaka yapmıyorum, gerçekten uçukladı dudağım. Yeni bir yük biniyordu sırtıma ama ne yapalım hayat işte, insan hayattan ne bekleyebilir ki; çoluk çocuğu rahat etsin, mutlu olsun yeter.

KOŞUŞTURMACA İÇİNDE GEÇEN HAYATIN SONUNDA…

Merdiveni elliye dayadım sayılır. Hayatın yorgunluğu omuzlarımın sızısında gizli. Sanki yıllar daha mı çabuk geçiyor ne! Tutamaz oldum zamanı. Ellerimin arasından kayıp gidiyor. Yeni evimize taşındık. Ali okuluna devam ediyor.

Bugün ilk defa kalbim tekledi ve doktora gittim. Çok yormuş hayat sizi, artık dinlenmelisiniz, dedi doktor. Ama yeni evin taksitleri var, dinlenme lüksüm yok henüz. Emekli olunca dinleniriz artık.

Küçükken sanki dertlerim de küçüktü. Büyüdüm de ne oldu demek geliyor içimden. Hayatımda hep bir şeylerin eksikliğini hissettim durdum ama ne olduğunu bir türlü bulamadım. Herhalde yanlış yerde aradım mutluluğu. Eski günlerim geldi bir anda aklıma. Çok eski. Popoma ilk şaplağı yemeden önceki günlerim. Ekmek elden su gölden geçinip gidiyordum ne güzel. Yediğim önümde, yemediğim arkamda. Derdim de tasam da yoktu. Çok sıkıcıymış bu hayat. Bir düşündüm de galiba hayatımda en rahat ettiğim yer o karanlık, küçücük odaymış. Sıcak, huzurlu ve rahat.

Şöyle bir hesap yaptım kendi kendime. Altmış yaşındayım şu an. Günde sekiz saat uyuyarak ömrümün yirmi yılını uykuda, ortalama sekiz saat çalışarak bir yirmi yılımı da işte geçirmişim. Yeme, içme, gezme, yol, trafik, televizyon, internet, eğlence derken kalan yirmi yılı da tüketmişim. Bir an durup şunu sordum kendime: “Ben gerçekten yaşadım mı?” ya da “Böyle bir hayat yaşamak için mi var oldum?’’ ya da “Neden bu soruyu tüketilmiş bir ömrün sonunda sordum kendime?” Hakikaten kısa bir masal gibiymiş insan hayatı. Bir varmış bir yokmuş…

VE SON…

Neredeyim ben, burası neresi. Neden bu kadar karanlık, hiç ışık yok mu? Herkes nerede? Bu tahtalar da neyin nesi? Kim attı üzerime bu toprağı? Ne oldu bana? Çok karanlık, çok sessiz burası. Ailem nerede? Dostlarım? Kimse yok mu!..

İnsanların büyük çoğunluğu benzer şekilde tıpkı bir yaprak misali savrulur durur yaşam içinde. Öyle sıkı bağlanır ki hayata, bir gün öleceğini unuttuğu gibi ölüm sonrasıyla ilgili de kayda değer bir hazırlık yapmaz kendine. Oysaki ömür; anne karnı ile toprak altındaki iki karanlık arasında yakılan bir kibrit alevi gibidir. Alev almasıyla sönmesi an meselesidir.

Belki bu dünyadaki yaşantımız için yeryüzündeki insan sayısı kadar farklı hikâye oluşturmak mümkün olabilir. Ancak başrolde kim olursa olsun yaşama bir su damlacığı olarak başlaması da, yaşamının son bulmasıyla toprağın altına kon-

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi
  • Kitap Adıİnsanlar Uyurlar Ölünce Uyanırlar
  • Sayfa Sayısı184
  • YazarDr. Emre Dorman
  • ISBN6051312019
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviNesil Yayınları / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. O Ve Ben (kod6) ~ Necip Fazıl KısakürekO Ve Ben (kod6)

    O Ve Ben (kod6)

    Necip Fazıl Kısakürek

    Hayatını, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ni “Tanıyıncaya Kadar” ve “Tanıdıktan Sonra” diye iki ana bölüme ayıran Necip Fazıl, Efendisine doğru kendisini cezbeden hâdiseleri de mânâlandırdığı otobiyografik...

  2. Cebimde Yoktu Yüreğimden Verdim ~ Kasım Hasan ÜnalCebimde Yoktu Yüreğimden Verdim

    Cebimde Yoktu Yüreğimden Verdim

    Kasım Hasan Ünal

    Aşk tutkusu ve halkı uğruna verdiği kavgayla ne uğruna ve nasıl yaşanacağını insanlara gösterdi.Nâzım Hikmet’in sadece yazıları değil, yaşamı da geride kalanlara bir mirastı....

  3. Yılmaz – Hakkari’den İstanbul’a Bir Şöhret Yolculuğu ~ Muhsin KızılkayaYılmaz – Hakkari’den İstanbul’a Bir Şöhret Yolculuğu

    Yılmaz – Hakkari’den İstanbul’a Bir Şöhret Yolculuğu

    Muhsin Kızılkaya

    Muhsin Kızılkaya, bu biyografik romanda en yakın arkadaşı Yılmaz Erdoğan’ın Hakkari’den İstanbul’a yani şöhrete uzanan hikayesini anlatıyor. Onun aşklarını, özlemlerini, hayallerini, hayatındaki önemli kişileri,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur