Hz. Peygamber’in(sav) ahlakı Kur’an’dı.
Hz. Peygamber’in ahlakının
Kur’an ahlakı olması demek, Onun(sav) Kur’an’ı
en ince detayına kadar yaşaması demektir. O(sav), ilahi emirleri ve nehiyleri sadece tebliğ etmekle kalmamış aynı zamanda büyük bir aşkla öncü ve örnek olarak kendisi yerine getirmiş ve engin bir takva duygusu ile haramlardan sakınmıştır. Kur’an’ın fazilet olarak saydığı sıfatların hepsi bilâ istisna Onda(sav) mevcuttur ve O(sav) Kur’an’ın nehyettiği her türlü karakter özelliğinden ve davranıştan uzaktır.
Onun(sav) ahlakının Kur’an olması demek, yapı taşlarını Kur’an’ın belirlemesi ve ahlakının her cüzünü başka hiçbir şeye yer kalmayacak şekilde Kur’an’ın ruhunun doldurması ve donatması demektir.
Peygamberimize tabi olmak, insana kurtuluşu, Allah’ın rahmetini ve aydınlığında yürüyeceği bir nuru kazandırır. Bu nur da o kimseyi karanlıktan aydınlığa sevk eder.
İnsan ve Peygamber olarak Hz. Muhammed(sav), Hz. Peygamber’in(sav) insan ve peygamber yönleriyle bir bütün olduğunu ispat ederken Efendimiz’e hakkıyla tabi olmaksızın sırat-ı müstakim üzere olamayacağımız hakikatinden hareketle okurunu Hz. Peygamber üzerinde yeniden ve derinlikli bir tefekküre davet ediyor.
ÖNSÖZ
Yüce Allah insanı müstesna bir varlık kategorisinde yaratmış ve onu kullukla sorumlu tutmuştur. Bu vazifeyle görevlendirilen insanın dünyevi helâkten ve uhrevi azaptan kurtulup dünya ve ahiret mutluluğunu elde edebilmesini kolaylaştırması, hayra ve ona götüren yollara teşvik etmesi ve şerrin dünyevi ve uhrevi tehlikelerini göstererek insanı günahtan sakındırması için Yüce Allah, rızasına uygun bir yaşamı insanlara gösteren ve fıtri misyonlarına uygun hareket etmeleri konusunda onları eğiten peygamberler göndermiştir. Peygamberler, insanlığın yeryüzündeki mevcudiyetinin başladığı ilk günden itibaren Allah’ın izni ve iradesiyle insanlara yol göstermiş ve “ahsen-i takvim” olarak yaratılmış olan insanın “eşref-i mahlukat” makamından “esfel-i sâfilîn” derekesine düşmemesi için büyük çaba sarfetmişlerdir. Bu bağlamda nübüvvet müessesesi insanlık tarihi kadar eski olup, insanlığın en köklü müessesesidir. Nübüvvete Kur’ân bağlamında baktığımızda vahye muhatap olmuş toplumlarda peygamberlere atfedilen konum bakımından ifrat ve tefrit noktasında iki farklı tavır gözlenir. Bunlardan birincisi, bir beşerin peygamber olamayacağını ve Allah’ın kendileri gibi bir beşeri elçi olarak seçmesinin uygun olmayacağını savunan, beşer üstü peygamber tasavvuruna sahip anlayıştır. Aslında beşer üstü âlemin elçisine beşerî nitelikleri yakıştıramama ve onda olağanüstü özelliklerin tasavvuruna odaklanma mantığına dayalı olan bu anlayış, bir vehim ve hayalden başka bir şey değildir. Kur’ân’daki “insan peygamber” gerçeğinin anlam ve amaçlarını düşündüğümüzde bu yaklaşım kabulden uzaktır. Bir peygamberin mesela bir melek olması gerektiği fikri üzerine temellenen bu anlayışın diğer bir merhaledeki tecellisi ise peygamberi bir beşer olarak kabul etse de söz konusu psikolojik kaymadan hareketle ona tanrısal özellikler atfetme şeklinde belirir ve böylece insan olan peygamberin beşerî yönünü neredeyse yok sayarak mitolojik bir kimliğe büründürür. Psiko-sosyal pek çok sebebi bulunan bu anlayışın en bariz temsilcilerine; Hz. İsa’ya “Allah’ın oğlu” diyen Hristiyanları ve Hz. Üzeyr’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia eden Yahudileri örnek olarak verebiliriz. Bir de bu anlayışa bir tepki mahiyetinde gelişen ve peygamberin beşerî konumunu ön plana çıkartarak nebevî yönünü pasifize eden seküler bir yaklaşım söz konusudur. Bu anlayış peygamberi rasyonel şablonlara oturtmaya çalışır. Onun sosyal yönüne, zekâsına ve dahiyane özelliklerine atıflar yaparak nebevî konumunu sıradanlaştırmaya çalışır. Neticede her iki anlayış da peygamberi aslî konumundan çıkarır. Biz bu çalışmamızda, nübüvvet zincirinin son halkası olan Hz. Muhammed’in (sav) Kur’ân’da tayin edilen beşerî ve nebevî konumunu incelemeye çalışacağız. Bu çalışmayı yaparken konu ile ilgili ayetler ekseninde hareket edilmiş olup gerekli ölçülerde Temel İslam Bilimleri’ne kaynak olan eserlerden yararlanılmıştır.
Konuyu işlenmesi üç bölümde gerçekleştirilmiştir. Birinci bölümde nübüvvet ve risalet kelimelerinin kavramsal analizleri ve Kur’ân’daki nübüvvet geleneğinin mahiyeti üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde Hz. Peygamber’in (sav) beşerî konumu, üçüncü bölümde ise Hz. Peygamber’in (sav) nebevî konumunu el almaya çalıştık. Sonuç kısmında ise çalışmamızın ulaştığı nokta verilerek çalışmamız sona erdirilmiştir. Böylesi önemli bir konunun seçiminde ve çalışma aşamalarında sabırla bana yardımcı olan hocam Sayın Prof. Dr. İdris ŞENGÜL’e en içten teşekkürlerimi arz ediyorum.
Yasin PİŞGİN
Antalya, 2022
BİRİNCİ BÖLÜM
KUR’ÂN’A GÖRE ANA HATLARI
İLE NÜBÜVVET
Kavramsal Analiz
A. Nebî-Nübüvvet ve Resul-Risalet
İnsana ait bilgiler kavramlarla ifade edildiği gibi Kur’ân da muhataplarının anlayabilmesi için bazı kavramlar kullanır. Bu nedenle Kur’ânî terminoloji ne kadar iyi bilinirse kavram kargaşası ve anlama problemi de o derecede aşılır.1 Bir kelimenin mücerret aslî manasının yanında ona izafe edilmiş bir başka manası da olabilir. Örneğin kelime anlamı olarak “küfr” örtmek, “kâfir” ise tohumu toprağa koyup örten çiftçi anlamındadır.2 Bunlar söz konusu kelimenin temel anlamıdır. Oysa Kur’ân bu kelimeyi çok farklı bir anlam yükleyerek Allah’ı, resullerini ve iman esaslarını reddeden inkârcı anlamında kullanır.3 Kavram içeriklerinin bilinmesinin önemine binaen biz de Hz. Peygamber’in Kur’ân’daki beşerî ve nebevî konumunu incelemeye geçmeden önce nebî-resul ve nübüvvet-risalet kelimelerinin kavramsal çerçevelerini çizmeye çalışacağız. Öncelikle şunu ifade edelim ki Kur’ân bu kelimeleri kesin bir şekilde birbirinden ayırmaz. Çünkü bir kimse için bir yerde “resul” ifadesini kullanırken4 başka bir yerde aynı kişi için “nebî” ifadesini kullanır.5 Bazen de her iki kavram aynı kişi için kullanılır. Örneğin Meryem Suresi’nde Hz. Musa ve Hz. İsmail’in hem resul hem de nebî oldukları ifade edilir.6 Bu iki kavramın aynı kişi için kullanılması aralarında bir anlam farkının olmadığını göstermeyip Hz. Musa’nın ve Hz. İsmail’in hem Allah’tan haber alan bir nebî hem de bunları insanlığa ulaştıran birer resul oldukları ifade eder.78 Öte yandan bir ayette Yüce Allah şöyle buyurur: “Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermemişizdir ki o bir şey yapmayı arzu ettiğinde şeytan onun arzularına şüphe karıştırmasın.”9 Bu ayet resul ve nebî kelimelerinin kullanım şekli, aralarında kavramsal bir farkın olduğu izlenimi verir. Bundan dolayı resul ve nebî dolayısıyla nübüvvet ve risalet kavramlarının muhteva ve kapsam bakımından açıklanması gerekir. Nebî ve nübüvvet kelimeleri aynı kök anlama sahiptir. Ancak nebî kelimesi sıfat, nübüvvet ise mastardır. Nebî kelimesinin iki farklı kökten gelmesi mümkündür. Biri n.b.v. kökünden “nebiyy” diğeri ise n.b.e. kökünden hemzeli olarak “nebîu” şeklindedir. Bu kelime n.b.v. kökünden alındığında yüce, ulu ve şerefli anlamlarını içerir. Mastarı “nebve” ya da “nebâvet” olarak gelir. Ayrıca makam ve mevkinin şöhreti dolayısıyla yüksek ve yüce olmak, bir şeye ulaştıran yol ve vasıta anlamlarını ihtiva eder.10 Nebînin bu kökten türediğini düşünenler onun yaratılmışların en yücesi ve şereflisi olmasını göz önünde bulundurmuşlardır. Çünkü nebînin sahip olduğu nübüvvet makamının kaynağı Allah’tan gelen ve diğer bilgi ve haberlere üstün olan ilahi vahiydir. Bu sebeple nebî kelimesi başkasının şerefini ve yüceliğini ifade etmek için kullanılmaz.11 Nebînin “dosdoğru yol” anlamına geldiğini söyleyen Zebîdî, Fâtiha Suresi’ndeki “Bizi dosdoğru yola ilet.” ayetindeki doğru yol anlamına gelen sırat-ı müstakimden kastedilen mananın Hz. Peygamber olduğunu ifade eder. Çünkü Hz. Peygamber de hidayete götüren bir yoldur.12 Nebî kelimesinin kökeniyle ilgili ikinci görüş hemzeli olarak n.b.e. kökünden türediğidir. Bu kök itibariyle manası; haber vermek ve bir yerden başka bir yere götürmek anlamlarını ihtiva eder. Buna göre nebî hem Allah’tan haber alan hem de aldığı haberleri hedef kitleye ileten anlamına gelir.13 Nebî kelimesi genelde hemzesiz olarak kullanılır. Fakat bu onun n.b.e. kökünden türemediği anlamına gelmez. Hemzeli kullanımdaki zorluk dolayısıyla hemze “ya” harfine dönüştürülmüş ve “nebî” olarak teleffuz edilmiş olabilir.14 Nebî; Allah’ın melek göndererek, vahy yoluyla ya da salih rüya ile uyardığı kimse olup15 tebliğ sorumluluğu olmayan kişidir.16 Başka bir ifade ile nebî; Allah’ın insanların içinden seçtiği ve tebliğ yükümlülüğü olmaksızın bazı hükümleri vahyettiği kimsedir.17 Tebliğ sorumluluğunun olmamasının sebebi kendisinden önce gelmiş bir resulün tebliğde bulunduğu topluluğa gönderilmiş olmasıdır. Yani önceki resul topluma tebliğde bulunmuştur. Fakat toplumsal dejenerasyon ve sapma dolayısıyla Allah önceki resulün şeriatine ve kitabına bağlı olan, kendisine özel bir kitap verilmeyen tamamlayıcı bir nebî gönderir.18 Resulün yeni bir şeriat getirdiğini ifade etmiştik. Fakat bazı bilginlere göre bu durumun bazı istisnaları vardır. Örneğin Hz. Davud ve Hz. Süleymân resul oldukları halde Tevrat’ın hükümlerini tebliğ etmişlerdir. Aynı şekilde Hz. İsmail de bir nebî ve resul olduğu halde Hz. İbrahim’in şeriatını tebliğ etmiştir.19 Nebî kelimesi Kur’ân’da sadece peygamberler için kullanılmıştır. Kur’ân bazı ayetlerde birtakım kimselere hikmet ve nübüvvet verildiğinden bahseder.20 Bu ayetlerde geçen nübüvvet din bilginlerince hem yüce makam hem de peygamberlik olarak yorumlanmıştır.21 Resûl kelimesi r.s.l, sülasi mücerred fiil kökünden türemiş olup elçi, sözü getiren aracı, sefir ve ulak anlamlarına gelir. Dolayısıyla risalet kelimesi de elçilik ve sefâret manalarını ihtiva eder.22 Aynı kökten türeyen “irsâl” göndermek, “mürsel” gönderilen, “mürsîl” ise gönderen demektir.23 Kur’ân bu kavramı önemli bir iş için gönderilen ulak anlamında da kullanmıştır.24 Resûl; Allah’ın, kendisini insanlığa ilahi hükümleri tebliğ etmekle görevli olarak gönderdiği, kitap ve şeriat vererek bir misyon yüklediği peygamberdir.25 Tanımdan da anlaşılacağı üzere resule bir şeriat vahyedilmiştir. Hz. Cebrail’in ona bir kitap indirmesi, onu risalet misyonuna sahip kılmıştır. Bu sebeple resul, yeni bir şeriatı tesis eden peygamberdir.26 Kur’ân’da resul kelimesi kendisine yüklenilen farklı manalar itibari ile ölüm meleği,27 Cebrail,28 meleklerden seçilmiş olan elçiler29 ve kirâmen kâtibîn melekleri30 anlamlarında da kullanılmıştır. Öte yandan yine r.s.l. kökünden türemiş olan ve gönderilmiş elçi anlamına gelen “mürsel” kelimesi de Kur’ân’da melekler ve peygamberler için kullanılmıştır.31 Genel teamüle ve hukukî anlayışa göre bir elçi onu gönderen gibi addedilir. Bu sebeple mürselin söylediği her söz onu irsal eden mürsilin söylediği söz olarak kabul edilir. Bütün siyaset ve elçilik hukuku da bu karîneye dayanır.32 Bu anlayış da “Resûl size neyi getirirse alın, neyi yasaklarsa ondan vazgeçin.”33 ayetinin manasına mutabıktır. Bu bağlamda bütün hayat sahasında resulün prensiplerine bağlı kalmak ve ona uymak gerekir.34 Resûl kavramının bu şekilde tanımlanması “Muhakkak ki O Kur’ân, değerli bir elçinin (Cebrail’in) sözüdür.”35 ayetinde Kur’ân’ın Allah’ın kelamı değil de sanki Cebrail’in zatına ait bir kelam olduğu zannını izale eder.36 Yine aynı bağlamda “O, değerli bir elçinin” (Hz. Peygamber’in) sözüdür.”37 ayetinde, Kur’ân’ın ‘resul’den kastedilen Hz. Peygamber’in sözü olduğu vehmini de bertaraf eder.38 Kur’ân genelde resulün insanlar arasından seçilip onlara elçi olarak gönderilmesi ile ilgili olarak “bi’set” kelimesini de kullanır. Bu sebeple bu kelimeye kısaca değinmek gerekir. Bi’set, kelime anlamı olarak göndermek ve yöneltmek gibi anlamlara gelip39 Kur’ân’da peygamberlikle görevlendirme manalarını ihtiva eder.40 Bi’set kelimesi dinî terminolojide genelde Allah’ın bir kimseye risalet vermesi anlamında kullanılmakla birlikte41 Kur’ân resullerin bi’setinin yanında nebîlerin de bi’setinden bahseder.42 Ancak bu, İslamî terminolojide genelde risalet ile alakalı olarak kullanılan bir terimdir.43 Nebî-resul ve nübüvvet-risalet kelimeleri arasında bir mana farkının olup olmadığı meselesi tartışılmıştır. Din bilginleri arasındaki genel görüşe göre bu iki kelimenin arasında bazı farklar olmakla beraber esasen bir anlam farkının bulunmadığını savunanlar da vardır.44 Çünkü Allah, Kur’ân’da Hz. Peygamber’e bazen nebî, bazen de resul olarak hitap eder.45 Fakat genel yaklaşıma göre nebî ve resul kelimelerinin arasında, görevlerinin fonksiyonları bakımından birtakım farklar vardır. Bunları genel olarak şu şekilde ifade edebiliriz:
1. Eğer Allah bir kimseye vahyetmişse ve ona aynı zamanda bu haberi tebliğ misyonunu yüklemişse bu hem nebî hem de resul olarak isimlendirilir. Fakat başkalarına tebliğ ile sorumlu tutmamışsa bu, sadece nebî olarak adlandırılır.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma-İnceleme İslam Siyer
- Kitap Adıİnsan Ve Peygamber Olarak Hz. Muhammed (Sav)
- Sayfa Sayısı256
- YazarYasin Pişgin
- ISBN9786050846843
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2023