Tommy’nin yapması gereken tek şey vardır: Hayatta Kalmak.
Fakat hayatta kalmak o kadar da kolay değildir. İnsanların kanlarını emmek için avlanmak her geçen gün zorlaşıyordur. Çünkü artık insanlar gecenin karanlığından korkuyorlardır. Kan emme arzusu sürekli Tommy’nin aklını kemirip, onu insanların gözünde bir canavara çeviriyordur. Özel bir polis birimi olan Vampir Kuvvetleri, her vampiri küle çevirmeye kararlıdır. Tommy de bu vampirlerden biridir.
Tommy’nin güvenebileceği tek insan ikiz kardeşidir. Aralarında sağlam bir bağ vardır. Tommy Danny’nin de yardımıyla, birlikte yaşamaya çalıştığı insan ırkını anlamaya çalışır. Arkadaşlığın ve ihanetin ne demek olduğunu öğrenecek, bazen en korkunç yaratıkların insanlar olduklarını fark edecektir. Ve ailenin kan bağından çok daha öte anlamlara geldiğini…
Tommy sadece yaşamını sürdürmek ister ve ne yapması gerektiğini çok iyi bilir. Fakat insanlar onun için sadece açlığını bastıracak kan depoları olmaktan çıkmaya başlayınca, yaşamın hayatta kalmaktan ibaret olmadığını anlayacaktır.
Tommy en sonunda insan olmanın ne anlama geldiğini keşfedecektir.
Bağımlılık yapan, yürek hoplatıcı, düşündürücü… ‘İnsan Olmak’ gerçekten insan olmanın nasıl bir şey olduğunu sorgulamanıza neden olacak ve aynı zamanda aramızda dolaşan canavarları görmemizi sağlayacak orijinal bir aşk, arkadaşlık ve aile öyküsü.
Daniel A. Kaine, Dawn of Darkness’ın yazarı.
İnsan Olmak son dönem vampir hikayelerinin içermediği her şeye sahip. Vampire dönüştükten sonra insanlığını geri kazanmaya çalışan Tommy’nin inanılmaz derecedeki etkileyici öyküsü, okuyucularda onla arkadaş olma ve ona yeniden insan olmayı öğretme isteği uyandıracak.
M.B. Mulhall, Near Death’in yazarı
***
Birinci Bölüm: İki Erkek Kardeş
Vampirler aslında birer insan olduklarını unuturlarmış, öyle söylenir. Vampire dönüşür dönüşmez hafızaları silinmeye başlarmış. Bir teori, bunun ihtiyaçtan kaynaklandığını söyler. Buna göre, açlığı ve susuzluğu giderme ihtiyacı, vampirlerin duyularını ele geçirir. Düşüncelerini tüketir ve insanlıklarının her küçük parçasını, onlar artık insan olduklarını hatırlamaz olana kadar, yıkayıp atar. Bir diğer teori ise, vampirlerin zihninin çok karışık olduğunu söyler. Vampirler artık bir insan gibi nasıl düşüneceklerini, hareket edeceklerini, konuşacaklarını ya da hissedeceklerini bilmezler. Son teori ise, vampirlerin belleklerini öylece bıraktığını söyler. Artık insan değillerse hatırlamanın ne anlamı vardır ki?
Belki de doğru olan, üçünün birleşmesinden oluşur.
Benim bildiğimse vampirlerin insan olduklarını unutmaları. Ben unuttum. En önemli ayrıntıyı bile hatırlayamıyorum. Annem-babamla iyi geçinir miydim ya da kötü bir tohum muydum? Okulda iyi miydim? Spor yapmayı sever miydim? Çok arkadaşım oldu mu? Belki bir kız arkadaşım bile…
Artık bilmiyorum ve umursamıyorum da. Neden umursayayım ki? O insan yaşamı arkamda kaldı ve ilk kanın tadıyla unutuldu.
İlk teorinin doğru olduğunu varsayalım. Gecenin bir yarısı boğazımda yanan bir susuzlukla uyandım ve şafak vakti midemdeki kaynamayla kendimi yatağa bıraktım. Bazen kendimi, hep bir sonraki vuruşumu, bir sonraki öğünümü, insanlara göre “kurban”ımı bekleyen bir bağımlı gibi hissediyorum.
Benim insan yaşamımdan, çok önemli olan bazı şeyler hâlâ var: olaylar, yerler ve özellikle de unutamadığım bir insan. Bu şeyleri biliyorum, çünkü bunlar, ben dönüştükten sonra oldu.
Küçük bir ormanlık alanda uyandığımda, aklıma gelen ilk şey, karanlık oldu. Karanlıktı, ancak aynı zamanda da değildi. Her şeyi görebiliyordum; her küçük ayrıntı, sanki ışıkla aydınlatılmış gibi açıktı. Ancak hiç ışık yoktu, gün ışığı bile. Küçük ağaçlıkta, sanki dünya beni duyu bombardımanına tutuyormuş gibi yörüngesini kaybetmiş bir şekilde tökezleyip duruyordum.
Kulaklarımda ince bir rüzgâr uluyordu ve sanki pençeler boydan boya yüzümü kesiyormuş gibi hissediyordum. Altımdaki dünya bana, sabit değilmiş, sanki yavaşça dönüyormuş gibi geliyordu. Zemine dokunmak için toprağa yaklaştığımda, parmaklarımın altındaki çimenler derimi ısırıyor, keskin ve düzensiz geliyordu. Elimi sanki çekiçle vurulmuş gibi hemen çekip, derin bir nefes almıştım. Toz, çimenler, kayalar, ağaçlar ve hayvanlar, artık orada değildi. Havada yüzlerce koku asılı geziyordu; burnum, her kokuyu alır ve aklım her şeyi ayrıştırabilirmiş gibi sürekli soluyordu.
Bu tanıdık – ama yine de yabancı- dünyanın içinde dururken hafızamın silinmeye başladığını hissetmiştim. İlk kaybolan şey, küçük ağaçlıkta olan şeydi. Onu sıkıca tutmayı denemedim. Sadece bir rüya, dedim kendime. Bana olmuş olamazdı. Çakılıp kalmadan önce, eve gitmem gerekliydi.
Belki de kötü bir tohumdum ben.
Eve yolculuk, bana hiç bitmeyecekmiş gibi geldi, ama aslında, sadece birkaç dakikaydı. Çok sık durdum. Öncelikle, yeni görme biçimimin beni sarsması nedeniyle, ancak ona alıştıkça durmalarım kafa karışıklığından kaynaklanmaya başladı. Nereye gidiyordum? Cevap eve gittiğimdi, ancak hemen sonra nedenini kavradım. Orada bir şeye mi ihtiyacım vardı? Bir içecek mi? Bu kadar basit olabilir miydi? Her şeyden sonra, boğazım sanki bir ağız dolusu sıcak kömür yutmuşum gibi yanıyordu. Aklımda yanan ateşin susuzluğunu giderme ihtiyacı, beni arkasından sürüklüyordu.
Eve vardığımda, küçük bir parça insan inkârcılığı hâlâ devam ediyordu. Kötü bir rüyaydı, bir bardak su iç ve yatağına git, diye fısıldadı. Ancak çok daha ısrarcı bir parçam çığlık attı: İçeri gir ve susuzluğunu yatıştır!
Evde sıcak karşılandım. Annem ve babam üzerime titriyordu. Annem iç çekerek yatağa gitmem gerektiğini söyledi, babamsa kaşlarını çatarak, sorumsuz olduğum için beni azarladı. Nereye gittiğimi söylemeden neden gözden kaybolmuştum? Vampirlerin, masumlarla beslenmek için gölgede beklediklerini bilmiyor muydum?
İnsanlar, vampirlerin var olduklarını biliyorlardı. İhtiyar vampirin dünyasında bir kaza, kasıtsız bir kayma olmuştu. Var olmaktan yorgun bir şekilde, ihtiyar vampir dışarıda oturmuş ve güneş ışığını beklemeye başlamış. Tam bir turist otobüsünün geçtiği sırada, güneş ışığı birden vampirin her yerini kaplamış ve bedenini turistlerin gözü önünde bir ateş topuna dönüştürmüş. Turist firması haber ajanslarını aramış, birkaç gazeteci, olayı incelemiş ve bir vampire ait olan bir kül yığını bulmuş. Küller, bazı testler için bilim adamlarına gönderilmiş. Bilim adamları, küllerin insana ait olduğunu belirlemiş ancak, onlar hakkında tam olarak yolunda olmayan bazı şeyler olduğunu, onların tam olarak insana ait olmadıklarını söylemiş. Daha sonra bir turistin çektiği video görüntüleri internette, sonra da televizyon haberlerinde dolaşmaya başlamış ve açık vampir sezonu başlamış olmuş.
Bu olaydan sonra görülen her vampir yakalandı, bağlandı ve sabah güneşini karşılamaya bırakıldı ya da yakıldı. Bir kül yığını bile geride kalmayana dek vampirleri yakmak için her şey yapıldı. Bilim adamları bir vampirin en iyi şekilde nasıl yok edileceğini bulmak için külleri topladı ve üzerlerinde çalışmalar gerçekleştirdi. Bu, elbette onay almış bir soykırımdı. Bu kadar kötü olan bir yaratığın yok edilmesine kim karşı çıkardı ki?
Şimdi de hikâyede her şeyin yoluna girdiğini söylememin beklendiği kısım geliyor. Dönüştüğümde ailem dehşete düştü, ancak beni bir vampir olarak kabul etti ve bunu gizledik.
Ancak olan şey bu değildi. Olan şey, vampir içgüdüsü benim son insan kalıntılarımı da yıkayıp atarken benim odamda saklanmam, köşelerde gizlenmemdi. Yalnız bir düşünce kalmıştı ve beni tüketmişti: açlık.
Açlık her düşünceyi yiyip bitiriyor, yüksek ısısıyla aklımı belirliyordu. Beni odamın dışına çıkardı ve koridora sürükledi. Kulaklarımda, sadece benim için çalan bir davul seti gibi ses çıkaran bir ritim yankılanıyordu. Belki de içgüdü ritimdi ve bana ne yapacağımı ve nereye gideceğimi söylüyordu. O zaman, tüm mesele ezici açlık duygusuydu ve onu tam olarak nasıl yatıştıracağımdı.
En gürültülü ritimlerin olduğu odanın kapısını açtığımda, tek ses bile çıkmadı.
Sonraki birkaç saniye yeni vampir hayatımın en iyisiydi. Kan ve sıcaklık, ölüme kayan yaşam, tümü de içinden kurtulamadığım bir nehir gibi içime akıyordu. Kiminle beslendiğimin farkında değildim, sadece açlığı ve ihtiyacı yatıştırıyordum. Bu, yapabileceğim en kutsal şeydi. Artık, annem ve babamı umursamıyordum. Onlar artık benim için tek bir anlam ifade ediyordu: besin.
İnsanın boğazının derinlerine gömülü azı dişlerimle, bana bir şey gelmişti. Sıcak bir el omuzuma dokunmuştu ve arkamdaki bir ritim, işaret etmişti. Ölü kadının kollarımdan kayarak, bej rengi halının üstünde yatan ölü adamın yanına düşmesine izin verdim. İkisi de arkamdaki insanın yüzüne döndüğümde, çoktan unutulmuştu.
Ritim durmuş ve ses kesilmişti. Tek bir çıtırtı bile yoktu. Dünyayla birlikte, alınan her nefes durmuştu. Bu insan…
Aynı bana benziyordu!
Bunu nasıl bildiğimden emin değildim. Benzediğim şeyin insan hafızası soluklaşmıştı ama kalbimin yattığı derinliklerde, ona benzediğimi hissediyordum: koyu kahverengi saçlı, güzel görünüşlü, gül pembe yanaklı ve gök kadar mavi gözlü. O da zayıf, kuvvetli ve uzundu. Sesi de benimki olmalıydı; ikimiz özdeştik ya da eskiden öyleydi.
O sağlıklı bir genç erkeğe benziyordu ve ben öyle olmadığımı biliyordum. Cildim, üzerindeki sürekli ölüm parıltısıyla soluklaşmış olmalıydı. Gözlerim hâlâ o kadar mavi miydi?
Mavi gözlerinde, ıstırap çekmiş bir görünüş parladı. Parmaklarıyla, gerçek olmadığımdan korkarmış gibi, yanaklarımı yokladı. Daha sonra bir kelime fısıldadı ve her şey değişti.
Erkek kardeşim, adımı söyledi.
İçime, beni ezen bir ağırlık çöktü. Arkamdaki insanlar, kandan fazlasıydı. Onlar annem babamdı ve ben onları öldürmüştüm. Bundan da kötüsü, kardeşimi de öldürmeyi planlıyordum. Bu düşünce, kasırga gibi beni bir uçtan bir uca geçti. Gözlerim kamaştı ve boğazım ağlayacakmışım gibi gerildi. Hiç gözyaşım akmadı ve fısıldadım: “Danny, ne yaptım ben?”
Cevap vermek yerine, “Tamam, geçti.” dedi. Önümde diz çöktü, gözlerini benimkilere dikti ve ellerini omuzlarıma koydu.
“Tamam, geçti.” dedi ve ismimi tekrar söyledi. “İyi olacaksın, sadece sakinleş…” dedi.
Rahatlama kelimesini kavramaktan aciz: “Nasıl?” diye sordum. Duyguların fikri yabancı geliyordu, onlar sanki artık benim için geçerli değildi. Sesim, kulağa duyguların boşluğu gibi geliyordu ki, kardeşimin yüzü titriyordu ve düşüncelerinin fısıltılarını duyabiliyordum.
Vampirler, umursamaz derler. O beni umursamaktan zaten vazgeçmedi mi?
Düşüncesine yanıt vermeyi düşündüm, ancak başka bir şey dedim. “Burada kalamam.”
“Neden?”
Gözleri, hâlâ benimkilere kilitliydi. İnsanlar, asla bir vampirin gözlerine bakmamalıdır. Düşünceler gözlerin arkasından fısıldar ve vampire, insanın ne düşündüğünü söyleyerek vampirin bu düşünceleri kontrol etmesini ve insanın iradesine ulaşmasını mümkün kılar.
“Benimle görünemezsin.” dedim. Ancak kendime şöyle söyledim: Seni öldüreceğimden korkuyorum. Onu korkutmak istemedim. Çok sakınarak davranıyordu, sesi titremiyordu, yüzü sakindi ve kokusunda hiç korku yoktu. Başka bir insan olsa, paniklerdi, çığlık atmaya başlardı ve korkusunun kokusu, direnemeyeceğim bir uyuşturucunun kokusu olurdu.
Belki de kardeşim, sakin kalmanın hayati olduğunu biliyordu. İkizim olduğundan, onu öldürmek istemeyeceğimi, bunu yapamayacağımı biliyordu. Bana dokunduğunda da bu yüzden durmuştum. Anne -babamı öldürmekten duyduğum dehşetse dinmişti. Onların ya da gelecek kurbanların ölümlerinde hiçbir suç olamazdı. İnsanlar, bu nedenle vampirlerin hisleri olmadığına inanır. Soğuk ve duygusuz canavarlar olduğumuzu söylerler.
Ama bu yalandır.
Sevgi, nefret ya da üzüntü… Bir vampir bunları hissetmeye devam eder. Tepkilerimiz sadece farklıdır, daha hızlıdır ve insanlar tarafından genellikle ıskalanır. Eğer o gece kardeşime zarar verseydim, çeşitli duygular hissedeceğimi biliyordum. Onu neden incittiğimi bilmek isteyen suç ve öfke, beni yıkacaktı.
“Kimin gördüğü umurumda değil.” dedi. “Beni bırakamazsın. Birbirimize sarılmalıyız.”
Onu ittim, gücüm onu odanın bir ucuna savurdu. Bir acı çığlığıyla tahta konsolun karşısına düştü. Ses içimi parçaladı, ancak dönüp bakmaya cesaret edemedim. Pencereden dışarı atladım, ayaklarımın üzerine indim ve koşarak uzaklaştım. İsmimi haykırdığını duydum. Sesi acıyla doluydu.
Koşarken, “Gitmem gerek.” dedim, beni duyamayacağını biliyordum. “Kardeşin öldü ve artık sadece ben varım.”
• • •
Bir insan olarak yaşadığıma emin olduğum kasabanın dışındaki ağaçlıkta durdum. Gökyüzü aydınlanmaya başlayana dek, ağaçların içinde gezindim. Çıplak ellerimle kazarak toprağın soğuk ve sessiz olduğu derinliklere ulaştım. Gün boyunca yarı bilinçli şekilde dolaştım, ancak hiç tam olarak uykuya dalmadım. Ölüyken uyumanıza gerek yoktur. Sadece uzanmaya ve dinlenmeye ihtiyaç duyarsınız.
Gün geçerken merak ettim. Beni dönüştüren vampiri değil, onun artık bir önemi yoktu. Vampirler sizi gözetmek için yanınızda duran sevgili anne- babalar değillerdir. Hayır, onlar sizi ısırır ve emerler, sizi dönüşmeye, yalnız uyanmaya, kafanızın karışmasına ve her şeyi kendi başınıza anlamak zorunda kalmaya bırakırlar. Sanırım, içgüdü her vampiri canlı tutmaya yeter.
Sürekli kardeşim hakkında kaygılanıyordum. Kendime engel olamıyordum; düşüncelerime engel olamıyordum. Düşüncelerim, davetsiz bir şekilde ona dönüyordu.
Bir gece öncesinden başka hiçbir hatıra yoktu. Onun hakkında hissettiğim başka hiçbir şey… Sevgi ve umursama, onun sağlığı hakkında kaygı… Onunla olan bağımı hissediyordum, ondan uzak olmak istemiyordum. Aynı şeyi onun da benim için hissettiğini biliyordum, bunu annemle babamın odasında, onun gözlerinde görmüştüm. Ölümde bile, ikiz bağı güçlüydü.
Gün batımı başladığında, bedenim enerjiyle titredi. İstekli bir şekilde yerden kalktım ve üstümdeki tozu silkeledim. İlk düşüncem beslenmekti. Açlık, içimde bir hayvan gibi kıvrılmış yatıyordu ve beslenmenin ne kadar iyi hissettirdiğini hatırlıyordum. Sıcaklık tüm bedenimden geçti ve beni güçlendiren, bana canlı olmaktan daha fazlasını hissettiren bir enerji patlaması verdi.
Sonra kardeşimi hatırladım.
Bir biçimde, onu gördüğümde kim olduğunu biliyor gibiydim, benim birisini öldürmemi istemeyeceğini biliyordum ve bu benim için önemliydi. Onun ne istediğinin önemi olmamalıydı, biliyordum, ancak vardı işte. O, benim için önemliydi ve onu üzme korkusu beni kemiriyordu.
Gece göğüne “Besin istiyorum.” dedim. İleri geri hızlı adımlarla yürüyerek, ihtiyacım olan kanı nasıl elde edeceğimi bulmaya çalıştım. Hayır, aslında beni iten ihtiyaç değil, istekti.
Nasıl?
Kardeşimi üzmeden nasıl beslenebilirdim?
Bunun imkânsız olduğunu hissediyordum, ona acı vermeden beslenemezdim. Hayal kırıklığına uğramış ve kafam karışmıştı, ağaca bir yumruk attım ve kuru ağaç parçalara ayrılırken, acıyla bir çığlık kopardım. Hırsımdan ağacı devirdim ve yere düşürdüm.
“Niye umurumda olsun ki?” diye bağırdım. “Başka her şeyi unutmuş gibiyken, seni neden unutamıyorum? Ben insan değilim! İnsan olmak istemiyorum!”
Bu sözler beni dondurmuştu. İnsan olmak istemiyordum artık… Vampir içgüdüsü bu kadar hızlı mı çalışıyordu? Ölümcül bir yırtıcı hayvandan başka bir şey kalmadan önce insan olan her şeyi yıkayıp silmek, sadece birkaç saatlik bir iş miydi? Bir dönemler insan olduğum fikrini bile kavrayamıyordum.
Avlanma ve kan içme dürtüsünü görmezden gelerek ve gecenin kayıp gitmesini seyrederek, kendimi orman toprağına bıraktım. Yukarıda yarasalar uçuyor, cırcır böcekleri cıvıldıyor, yıldızlar kıvılcımlara benziyor, ay parlıyordu. Hepsini görmezden geldim, kardeşim ve açlığım hakkındaki düşüncelerde kayboldum.
Sonunda doğruldum. Kardeşim hakkında yeterince derin düşündükten ve acı çektikten sonra, kendimi memnun etmenin zamanı gelmişti. Aklımda bir yer veya plan yoktu. Ağaçların içine daldım ve kasabaya yöneldim. Ne yapacağımı ve nasıl yapacağımı biliyordum. Acelem yoktu.
Peki, belki de bir acelem vardı. Gece ormanda o kadar saat harcadıktan sonra, çok fazla zaman kaybına tahammülüm yoktu. Gün içinde daha fazla saat vardı ancak ben o zaman bir işe yaramıyordum.
Sokaklarda kimsecikler yoktu, tüm insanlar evlerinin içindeydi, ben de dışarı doğru yürüdüm, yollarda dolaştım. Arabalar çok hızlıydı, bir tanesini yakalamaya bile çalıştım. Motorun sabit sesinin üzerinde, dört kalbin çarpış ritmi vardı. Baştan çıkarıcıydı, ancak ben sakin olmak istedim. Geri çekildim ve başka bir araba beklemeye karar verdim. Bir sonraki araçta, tek bir insan vardı, tek ritim çarpışı. Hızımı topladım, arabanın hızına yetişmek için tüm gücümü kullandım ve sıçradım.
Küçük arabanın tavanına sessizce indim. Her yerimi kırbaçlayan rüzgâr, yabani ve kaotikti. Bir saniye için durup, bu hissin tadını çıkardım. Bana çok saf geliyordu. Rüzgârı hiçbir şey bozamaz veya durduramazdı. Altımda çarpan kalbin ritmi gibi değildi.
Tavan sesi örtüyordu, insanın kalbinin ritmiyse neredeyse sesle yarışıyordu. Yeterli değil mi/ Yeterli değil mi/ Söylenen her şey/Yapılan her şey/ Sonunda benim olan her şeyi verdim/ Sevdiğim her şeyi senin için feda ettim/Ve seni her şey için bağışladım.
Son dize, kafama takıldı, sözlerde gerçek bir çınlama vardı.
Annemle babamı öldürmüş, kardeşimi öldürmeyi düşünmüştüm ve o hâlâ benden nefret etmiyordu. Bunun doğru olduğundan emin değildim. Ya vampire dönüşen ve annemle babamı öldüren benim kardeşim olsaydı, ben nasıl hissederdim?
Nasıl hissetmem gerektiğini gösterecek hiç anım olmadığından, dikkatimi altımdaki insana vermiştim. Çabukça, yolcu tarafındaki pencereyi parçaladım; bunun üzerine arabanın içindeki insan bir çığlık attı. Araba yalpalamaya başladı, kontrolden çıktı ve diğer şeride geçti. Çabucak hareket ederek, parçalanan camdan içeri süzüldüm, içgüdü beni yönetiyordu. Bakışlarım insanınkiyle çakıştı ve irademi onunkine karşı ittim. Araba durmak için yavaşladı ve kenara çekti. İnsan hareket etmedi, bakışları bana kilitlenmişti ve onun düşünceleri, irademin etkisi altındaydı. Onun ölmeyi düşünmesini istemiyordum. Bu ona mücadele etmeyi istetirdi.
Belki de bu, ilk cinayetimi annemle babam uyurken işlediğim içindi. Onlar bilinçli değildi, mücadele ya da çığlık gibi şeyler yoktu ve bu beni etkilemişti. Belki de insanın irademe tabi olması ve sakin kalması durumunda kanın tadını daha fazla çıkarabileceğim fikrini sevmiştim. Korkmuş bir insanı sarmaya çalışmaktansa, lezzeti tatmak…
Ben yaklaşırken korku gözlerinden hiç gitmedi. Her şeyin yolunda olduğunu ve çabucak biteceğini söyleyerek, kadını teskin etmeyi düşündüm. Ancak bu boşunaydı. Kelimelerim, bir yalandan ibaret olacaktı. Onu öldürdüğümde, her şeyin yolunda olacağı fikrine katılmazdı.
Sert bir şey söylemek zorundaydım. Kardeşim de yapmamı istermiş gibi hissettim. O bana; üzgünüm ya da kişisel bir şey değil derdi. Hiçbir şey yerine küçük bir teskin.
Dudaklarım boynuna dokunurken, ancak bu sözcükler işe yaramazdı diye yanıtladı aklım.
Sert bir şeyler söylemek zorundayım, diye ısrar ettim.
Sonra, önemi kalmadı.
Kardeşimin ne düşündüğü ya da bu insanın ne kadar korku hissettiğinin bir önemi olmadı. Meşale taşıyan bir kalabalığın etrafımı sarıp sarmadığının bir önemi olmadı. Dişlerim onun boynuna gömüldü, sonra kıpkırmızı kan dilimin üzerinden boğazımın derinliklerine aktı. İsteğim ve özlemim dinmişti. Ben kanın ritmi içinde daha da ilerlerken önemi olan tek şey buydu.
• • •
Ölen insanı yol kenarındaki arabasının içinde bıraktım. Olduğu yer rahattı, onu orada bulacaklardı. Böyle olması gerekiyor diye düşündüm. Vampirler, insanlarla beslenir ve bedenlerini bırakır ki diğer insanlar onları gömebilsin.
İnsanlar ölülerini neden gömer?
Soru beni kendimden aldı ve ben, cevabı bilmem gerektiğini biliyordum. İnsan olduğum zaman, cevabı biliyor olmalıydım.
Etrafımdaki dünyaya “Önemi yok!” diye bağırdım.
Neden doğayla konuşuyordum? İyi bir ruh hâlinde olmalıydım. Sadece beslendim ve insanlar çok lezzetli bir kana sahipti. İnsanlar neyle kıyaslanırdı? Hangi yiyecekler, lüks bir zevk olarak düşünülürdü? Unutulmuş daha fazla yanıt vardı.
Kardeşimi neden unutamıyordum?
Sanki ipucuymuş gibi, hafif bir esinti bir koku taşıdı. Koku bana aktı, etrafımı sardı ve burnumu gıdıkladı. Döndüm ve bir yelkencinin bir feneri izlemesi gibi kokuyu takip ettim. Ben koşarken, koku yoğunlaştı ve karanlık havada daha da keskinleşti. Etrafımdakilerin içine sindi, kendisini ağaçlara ve yere boşalttı. Koku, buraya ait olduğunu söyledi; kardeşim buraya aitti. Neden?
Burada olduğum için mi?
Ben koşarken, suyun yavaş yavaş düşerken çıkardığı ses, sessizliği dağıtıyordu. Yönümü hafifçe değiştirdim ve onun yakınında olacağını bildiğimden, suya doğru yöneldim. Etrafımdaki ağaçlar incelmiş, geniş bir tarlaya açılmıştı. Hayır, tarla değil, bir avluydu burası.
Birkaç yüz adım ilerde, bir gölün kenarında, yarım ayın ışığının yıkadığı bir kabin duruyordu. Kenarları alelacele yontulmuş, pencereler ağaçlar kesilerek açılmış, hasarlı çatının bir kenarına karşı bir baca yerleştirilmişti ve kabinin cephe uzunluğu boyunca bir veranda gerilmişti, oraya giden belirsiz basamaklar vardı. Veranda hiç süslenmemişti, sandalyesi, masası ya da hasırı yoktu.
“Bunu hatırlayacağını biliyordum.”
Döndüğümde, kardeşimi gölün kenarında ayakta dururken buldum. Ayakkabılarını çıkarmış, pantolonunun paçalarını sıvamıştı, su ise parmaklarına değiyordu. Gölün karşısında daha fazla kabin vardı, birkaçında da ışıklar yanıp sönüyordu.
Eğer yeterince yakından dinleseydim, içinde çarpan ritimleri fark edebilirdim.
“Hatırlamıyorum. Sadece kokunu aldım ve takip ettim.” diye yanıtladım.
“Öyle mi?” Omuzları düşmüştü. Biraz kendine geldi. “Yine de geldin.”
“Başka birinin seni bulmasını istemedim.”
“Hangi başkası?”
“Vampir… Çünkü eğer seni biri öldürecekse bu ben olmalıyım.”
Gözleri genişledi, ağzı şaşkınlık içinde açıldı ve bir sözcük döküldü “Oh!”
Korkusunu görerek ve koklayarak ona baktım. “Bu kadarını yapmam.”
Çok büyük bir korkuya kapılmadan “Oh” diye yanıtladı.
“Senin ölmeni istemiyorum.”
“Öyle mi?”
“Hayır.” Onu onayladım ve bir sonraki sözümü düşünerek durdum. “Sen benim kardeşimsin. Senin kardeşin olduğumu hatırlamıyorum ama hissediyorum. Bana dokunduğunda bu yüzden durdum. Seni gördüm ve kim olduğunu anladım.” Bakışlarını yakalayarak ona baktım. “Kimsenin seni incitmesine izin vermeyeceğim. Eğer bunu yaparlarsa, onları öldürürüm.”
Yutkunurken boğazındaki Adem Elması, bir aşağı bir yukarı hareket etti. “Bunu yapmak zorunda değilsin.”
Başımı yana eğdim. “Neden?”
Geri adım atarken, âdemelması yine bir aşağı bir yukarı hareket etti. “Başını eğdiğinde tüylerimi ürpertiyorsun. Sanki beni yemeyi düşünüyormuşsun gibi duruyorsun.”
Başımı düzelttim. “Aklımdan geçti.”
“Ama benim ölmemi istemediğini söyledin.” Sesi yavaş ve belirsizdi.
Onu teskin etmek için “İstemiyorum.” dedim. “Isırabilirim ama öldürmem. Yapmamayı tercih ederim.”
Uzun bir süre sessiz kaldı. Tüm duyguları yüzünde parlıyordu: Şaşkınlık, korku ve öfke. Sonunda konuştuğunda, sözcükleri dikkatle seçilmiş görünüyordu. “Yapmamayı tercih edersin… Yani öldürmek zorunda değilsin, ama istediğin için mi öldürüyorsun?”
Ben cevap veremeden, bana sırtını döndü ve kabinlere doğru uzaklaşmaya başladı. Neden cevabımı duymak istemediğini merak ederek onu izledim. Ona yalan mı söylemeliydim? Ona yalan söylemem için bir neden yoktu. Yalan söylemek anlamsızdı.
Ayakkabılarını ayağına geçirdi, pantolonunun paçalarını düzeltti ve çimlere uzandı. Kollarını başının üzerine gerdi ve gözlerini karanlık gökyüzüne dikti. Yanına uzandım ve gökte parlayan yıldızları ve parlak yarım ayı izlemeye başladım. Sahne huzurluydu ve yeryüzünde olmayan bir dinginlikle doluydu. Yukarıda, huzurla sarılı olmanın nasıl bir şey olacağını düşünüyordum.
“Bana kızgın mısın?”
Kardeşim bana baktı ve böylece ben, sorunun benden geldiğini kavradım.
“Hayır.” dedi. “Seni anlamaya çalışıyorum. Seni bu şekilde görmek sinir bozucu. Çok duygusuz ve boş. Her şeyi bir ‘gerçekleri kabul etme meselesi’ ses tonuyla söylüyorsun, sanki bu bir hakikatmiş ve bunun hakkında yapabileceğim hiçbir şey yokmuş gibi.”
“Duyguları hissediyorum.”
“Sesinden öyle anlaşılmıyor.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap Adıİnsan Olmak
- Sayfa Sayısı335
- YazarPatricia Lynne
- ÇevirmenBarış Yıldırım
- ISBN9786056291241
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviOptimum Kitap / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yıldırım Nikâhı ~ Cathy Maxwell
Yıldırım Nikâhı
Cathy Maxwell
Tutkular Aşka, Yalanlar sevgi dolu sözcüklere dönüşebilir mi? Her genç kız Londra sosyetesine tanıtılmanın, en özel balolara gitmenin, muhteşem elbiseler giyerek pırıltılı mücevherler takmanın...
- Kızıl Dosya-Sır Perdesi Aralanıyor ~ Arthur Conan Doyle
Kızıl Dosya-Sır Perdesi Aralanıyor
Arthur Conan Doyle
Dünyanın En Ünlü Hayali Dedektifi Sherlock Holmes’un Okurla Tanıştığı İlk Roman! En olağan suç genellikle en gizemli olandır. -Sherlock Holmes- Keskin zekâsı, kendine özgü...
- Fotoğrafta Kadın da Vardı ~ Heinrich Böll
Fotoğrafta Kadın da Vardı
Heinrich Böll
Daha geç doğmuş olanlar 1942-1943 yılları arasında çelenklerin savaşta neden bu kadar önemli olduğunu sorabilirler. Yanıtı şu: Cenazeleri mümkün olduğunca eskisi gibi şerefli kaldırabilmek...