Twain’in basılmaya hazır hale gelip gelmediğinden bir türlü emin olamadığı İnsan Nedir? anonim olarak yayımlanmış ve yazarın öngördüğü üzere, epey tartışma yaratmış. Biri genç, diğeri ihtiyar iki adamın sohbeti vasıtasıyla insan hakkında kimilerinin pek de hoşuna gitmeyecek tespitlerin aktarıldığı eser, günümüzde insanın akıl yürütme yetisini anlamak ve konuya farklı bir açıdan bakabilmek isteyen okur için değerli bir kitap.
Düşünebiliyor olmak insanı gerçekten özel kılar mı, kişi nasıl akıl yürütür ve fikir sahibi olur, biliminsanı ya da sanatçı için düşünme süreçleri nasıl işler gibi sorular üzerinden yorgun ve bilge bir ihtiyarın gerçekçiliği ile bir gencin muhalefet olma tutkusu ve romantizmini çarpıştırıyor Twain. “İnsan nedir?” sorusuna yanıt arayışımız belki de hiçbir zaman son bulmayacak, fakat Twain’in karakterleri kulak vermeye değer…
*
ŞUBAT, 1905. Bu metin üzerinde çalışmaya yirmi beş, belki yirmi yedi yıl önce başladım. Yazmayı bitireli yedi yıl oldu. O günden beri yılda bir-iki kez inceledim ve o zamanlarda da memnun kaldım. Şimdi bir kez daha inceledim ve halen hakikatı dile getirdikleri fikrindeyim.
Bu metindeki düşünceler milyonlarca insan tarafından düşünülmüş (ve su götürmez bir hakikat olarak kabul edilmiş) – bununla birlikte saklanmış, kimseyle paylaşılmamıştır. Neden bu kişiler fikirlerini söylemediler? Çevrelerindeki insanların ayıplamasından korktukları (ve buna dayanamadıkları) için. Ben neden yayımlamadım peki? Bana da aynı şey mâni oldu herhalde. Başka bir sebep gelmiyor aklıma.
I
a. Makine İnsan. b. Kişisel Marifet.
[YAŞLI ADAM ve GENÇ ADAM konuşuyordu. YAŞLI ADAM insanın esasında bir makineden fazlası olmadığını iddia etmişti. GENÇ ADAM buna itiraz etti; ondan bu sözü açıklamasını, görüşüne ilişkin gerekçelerini saymasını istedi.]
Yaşlı Adam. Buhar makinesi hangi maddelerden oluşur?
Genç Adam. Demir, çelik, pirinç, alaşım, vesaire.
Y.A. Bu maddeler nerede bulunur?
G.A. Kayaların içinde.
Y.A. Saf halde midirler?
G.A. Hayır – maden cevherlerinin içindedirler.
Y.A. Metaller o cevherlerde bir anda mı ortaya çıkar?
G.A. Hayır – çağlar boyu süren ağır bir sürecin ürünüdürler.
Y.A. Makineyi o kayaların kendisinden yapabilirdin yani?
G.A. Evet ama dayanıksız ve değersiz olurdu.
Y.A. O halde böyle bir makineden çok bir şey beklemezdin?
G.A. Hayır – aslında hiçbir şey beklemezdim.
Y.A. İyi ve işe yarar bir makine yapmak istesen nasıl bir yol izlerdin peki?
G.A. Tepelerde tüneller ve kuyular açar, patlayıcıyla demir cevherini çıkarırdım; sonra onu öğütür, eritir, dökme demire dönüştürürdüm; Bessemer yöntemiyle bir kısmından çelik elde ederdim. Pirinç için gereken çeşitli metalleri çıkarır, işler ve kaynaştırırdım.
Y.A. Sonra?
G.A. Ulaştığım kusursuz neticeyle iyi bir makine yapardım.
Y.A. Bu makineden çok bir şey bekler miydin peki?
G.A. Tabii ki beklerdim.
Y.A. Torna, sondaj, planya, çakma, perdah; sözün kısası büyük bir fabrika içindeki tüm ustalıklı makineleri çalıştırabilir miydi?
G.A. Çalıştırabilirdi.
Y.A. Taştan makine ne yapabilirdi?
G.A. Bir dikiş makinesini çalıştırabilirdi belki – başka bir şey yapamazdı muhtemelen.
Y.A. İnsanlar diğer makineye hayran kalır, onu coşkuyla metheder miydi?
G.A. Evet.
Y.A. Taştan olanı methetmezler miydi?
G.A. Hayır.
Y.A. Metalden yapılmış makinenin marifetleri, taştan yapılanınkine göre çok daha üstün mü olurdu?
G.A. Elbette.
Y.A. Bu marifetler kişisel mi olurdu?
G.A. Kişisel marifet mi? Nasıl yani?
Y.A. Ortaya çıkardığı ürünün aldığı övgüyü kendisi mi hak ederdi yani?
G.A. Makine mi? Kesinlikle hayır.
Y.A. Neden etmesin?
G.A. Üretimi kişisel değildir çünkü. Yapılışına ait kuralların bir sonucudur. Yapılması belirlenmiş şeyleri yapması ona ait bir marifet değildir – yapmamak elinden gelmez zaten.
Y.A. Taştan makinenin az iş görmesi de onun kendi marifetsizliği değil midir?
G.A. Kesinlikle değildir. Yapılış yasalarının izin verdiği ve mecbur kıldığından ne daha fazlasını ne daha azını yapabilir. Bunda kişisel olan bir şey yoktur; kararı o veremez. “Sadede gelme” yöntemini izlerken insan ile makinenin neredeyse aynı şey olduğunu, ikisinin de üretiminde kişisel bir marifet olmadığını mı öne süreceksiniz?
Y.A. Evet – ama darılma sakın; niyetim seni kırmak değil. Taştan makineyle çelik makine arasındaki esas fark nedir? Eğitim, öğretim mi demeliyiz ona? Taştan makineye vahşi, çelikten olana medeni insan mı demeliyiz? İşlenen kayada çelikten makineyi yapmakta kullanılan hammadde bulunuyordu – ama bunun yanı sıra eski jeolojik çağlar boyunca birikmiş pek çok sülfür, taş ve engelleyici başka kusurlu kalıtsallıklar da vardı; biz bunlara önyargılar diyelim. Kayanın en ufak bir zerresi bile bu önyargıları ortadan kaldırma gücüne ya da arzusuna sahip değildir. Söylediğimi bir kenara yazar mısın?
G.A. Tamam. Şöyle yazdım: “Kayanın en ufak bir zerresi bile bu önyargıları ortadan kaldırma gücüne ya da arzusuna sahip değildir.” Devam edin.
Y.A. Bu önyargılar harici etkiler yoluyla kaldırılmalıdır, yoksa asla ortadan kalkmazlar. Bunu da yaz.
G.A. Pekâlâ; “Harici etkiler yoluyla kaldırılmalıdır, yoksa asla ortadan kalkmazlar.” Devam edin.
Y.A. Bu, demirin kendisine ayak bağı olan kayaya olan önyargısıdır. İşin doğrusu demirin, kayanın ortadan kaldırılıp kaldırılmamasına olan mutlak kayıtsızlığıdır. Sonra harici etkinin biri çıkagelir, kayayı un gibi ufalar ve cevheri serbest bırakır. Cevherdeki demir halen tutsaktır. Bir harici etki onu da eriterek tıkanmış cevherin içinden çıkarır. Demir özgürlüğüne kavuşmuştur artık ama daha fazla ilerlemekle ilgilenmez. Bir harici etki aklını çelerek onu Bessemer fırınına sokar ve orada onu rafine ederek birinci sınıf çelik haline getirir. Artık eğitimlidir, öğrenimini tamamlamıştır. Sınırına da ulaşmıştır. Daha fazla eğitilerek altın haline getirilebileceği olası hiçbir süreç yoktur. Bunu da not düşer misin?
G.A. Tamam. “Her şeyin bir sınırı vardır – demir cevheri eğitilerek altın haline getirilemez.”
Y.A. Altın insanlar, teneke insanlar, bakır insanlar, kurşun insanlar, çelik insanlar ve daha pek çoğu vardır – her biri de kendi doğasının, kalıtımının, eğitiminin ve çevresinin belirlediği sınırlara sahiptir. Bu metallerin her birinden bir makine inşa edilebilir ve her biri de iş görecektir, yalnız zayıf olandan, güçlü olanın yaptığı işin aynısını beklemek lazım. Her bir örnekte, en iyi sonucu elde edebilmek için, metali önünü kesen önyargılı cevherlerden eğitim yoluyla –eritme, rafine etme ve benzeri yöntemlerle– serbest bırakmak gerekir.
G.A. Buradan insana mı vardınız?
Y.A. Evet. Makine insan – kişilerüstü bir makine olan insan. İnsanın hamuru her neyse bunun yapımına, kalıtımı, doğal ortamı ve çağrışımlarının bu yapı üzerindeki etkisine borçludur. Onu yalnızca ve yalnızca harici etkiler hareket ettirir, yönetir, YÖNLENDİRİR. İnsan hiçbir şeyin kaynağı olamaz, tek bir düşüncenin bile.
G.A. Daha neler! Tüm bu anlattıklarınızın safsata olduğu fikrine nasıl vardım o zaman?
Y.A. Gayet doğal, hatta kaçınılmaz bir fikre varmışsın; ama bu fikre biçim veren maddeleri sen yaratmadın. Onlar yüzlerce kitaptan ve yüzlerce sohbetten, atalarının yürek ve zihinlerinden asırlardır senin yüreğin ve zihnine dökülen düşünce ve duygu derelerinden sen farkında olmadan derlenmiş düşüncelerin, izlenimlerin ve duyguların birikimidir. Fikrini meydana getiren maddelerin en mikroskobik zerresini bile sen kendin yaratmış sayılmazsın; üstelik sağdan soldan toplanan maddeleri bir araya getirecek marifete de en düşük seviyede bile olsa bizzat sahip olduğunu iddia edemezsin. Bunu zihinsel mekanizman, o mekanizmanın yapılış yasalarına harfiyen uyarak, otomatik bir şekilde yerine getirmiştir. Bu mekanizmayı kendi ellerinle yapmadın, üstelik ona hâkim bile değilsin.
G.A. Bu kadarı da fazla oluyor. Başka bir fikre varamaz mıydım sizce?
Y.A. Kendi kendine mi? Hayır. O fikre de kendin varmadın zaten; sendeki mekanizma hiç düşünmeden, düşünmeye ihtiyaç da duymadan otomatikman ve anında senin yerine yaptı.
G.A. Düşünmüştüm diyelim? O zaman ne olacaktı?
Y.A. Bir dene madem?
G.A. (On beş dakika geçer.) Düşündüm.
Y.A. Fikrini değiştirmeye mi çalıştın yani – deney amaçlı?
G.A. Evet. Y.A. Başarılı oldun mu?
G.A. Hayır. Fikrim aynı kaldı, değiştirmek imkânsız.
Y.A. Üzgünüm ama görüyorsun ya, zihnin bir makineden ibaret işte. Sen ona hâkim değilsin, o kendine hâ kim değil – yalnızca dışarıdan işletilebiliyor. Yapılış yasaları bu; tüm makinelerin yasaları aynıdır.
G.A. Bu otomatik fikirlerden birini hiç değiştiremeyecek miyim?
Y.A. Hayır. Kendi başına yapamazsın ama harici etkiler yapabilir.
G.A. Yalnızca harici etkiler mi?
Y.A. Evet, yalnızca onlar.
G.A. Bu görüş savunulamaz – gülünçlük derecesinde savunulamaz olduğunu söyleyebilirim hatta.
Y.A. Sana bunu düşündüren ne?
G.A. Düşünmekle kalmıyorum, biliyorum. Malum fikri değiştirme maksadıyla düşünmeye, çalışmaya ve okumaya karar verdim diyelim; diyelim ki başarılı da oldum. Bu harici bir dürtünün işi olamaz, tamamı benimdir ve bana aittir; çünkü bu planı ben yarattım.
Y.A. Zerresini bile yaratmadın. Planın, benimle sohbetinin bir sonucu oldu. Bu sohbet olmasa asla aklına gelmeyecekti. İnsan hiçbir şeyin kaynağı değildir. Tüm düşünceleri, tüm dürtüleri ona dışarıdan gelir.
G.A. İnsanı çileden çıkarır bu konu. İlk insanın kendine ait düşünceleri olmalıydı o zaman; örnek alabileceği kimse yoktu.
Y.A. Hata yapıyorsun. Âdem’in düşünceleri ona dışarıdan gelmişti. Sende ölüm korkusu var. Bu korkuyu sen bulmadın, konuşarak ve öğrenerek dışarıdan edindin. Âdem’in ölüm korkusu yoktu – hem de hiç.
G.A. Evet, vardı.
Y.A. Yaratıldığında var mıydı?
G.A. Hayır.
Y.A. Ne zaman öyleyse?
G.A. Ölümle korkutulduğunda.
Y.A. O halde dışarıdan gelmişti. Âdem’in hatırı sayılır bir ismi var zaten, bir de Tanrı yerine koymayalım. Tanrılar dışında kimsenin dışarıdan gelmeyen bir düşüncesi olmamıştır. Âdem’in muhtemelen kafası iyi çalışıyordu ama içi, dışarıdan bilgilerle doldurulana kadar ona faydası olmazdı. Aklıyla en değersiz şeyi bile icat edemez di. İyilikle kötülük arasındaki farka dair bilincin gölgesi bile yoktu zihninde, onu da dışarıdan edinmek zorunda kaldı. Çıplaklığın ayıp olduğu fikri ne kendisinden ne Havva’dan geldi, o bilgi de dışarıda alıp yedikleri elmanın içindeydi. İnsan beyni öyle bir yapıya sahiptir ki hiçbir şeyi kendi başına yaratamaz. Dışarıdan elde ettiği malzemeyi kullanır ancak. Bir makinedir altı üstü; bu makine de özgür iradesiyle değil, otomatik olarak çalışır. Makine kendi kendini yönetemez, sahibi onu yönetemez.
G.A. Bırakalım şimdi Âdem’i, Shakespeare’in yarattıklarına bakalım…
Y.A. Hayır, Shakespeare’in yaptığı taklitleri kastediyorsun. Shakespeare hiçbir şey yaratmadı. Doğru gözlemlerde bulundu ve onları harikulade resmetti. Tan rı’nın yarattığı insanları bire bir tasvir etti; ama kendisi kimseyi yaratmadı. Bunu denemiş gibi iftira atmayalım adamcağıza. Shakespeare kimseyi yaratamazdı. O bir makineydi, makineler yaratmazlar.
G.A. O halde Shakespeare’i üstün yapan neydi?
Y.A. Şuydu. Sen ben gibi alelade bir dikiş makinesi değildi o, bir goblen dokuma tezgâhıydı. İplikler ve renkler dışarıdan geliyordu ona; harici etkiler, telkinler ve deneyimler (okuduğu şeyler, izlediği, oynadığı oyunlar, ödünç aldığı fikirler, vesaire) zihninde belli biçimler kuruyor ve içindeki karmaşık, hayranlık uyandıran mekanizmayı çalıştırıyordu; makinenin kendiliğinden dokuduğu o görkemli resimli kumaş bugün bile tüm dünyada dudak uçuklatıyor. Shakespeare okyanusta kimsenin uğramadığı ıssız bir kaya parçasında doğmuş ve büyümüş olsaydı, o muhteşem aklına dışarıdan gelen hiçbir malzeme olmayacak ve hiçbir buluşu olmayacaktı; elle tutulur eğitim, terbiye, telkin ve ilhamdan da nasibini almayacaktı ve hiçbir buluşu olmayacaktı; böylelikle Shakespeare hiçbir eser vermeyecekti. Türkiye’de olsa bir şey üretirdi; Türk esininin, çağrışımının ve eğitiminin en üst mertebesinde bir şey olurdu bu. Fransa’da daha iyi bir şey üretirdi; o da Fransız esininin ve eğitiminin en üst mertebesinde bir şey olurdu. İngiltere’de ise o toprakların ideallerinin, esininin ve eğitiminin mümkün kıldığı dış yardım aracılığıyla ulaşılabileceği en üst mertebeye erişti. Sen, ben birer dikiş makinesiyiz. Elimizden gelen neyse onu üretmeliyiz; alınterimizi dökmeli ve goblen üretmediğimiz için bize sitem eden kendini bilmezlere kulak asmamalıyız.
G.A. Sıradan makineleriz demek! Makineler eseriyle övünemez, iftihar edemez, kişisel bir marifet iddiasında bulunamaz, alkış ve övgü bekleyemez. Alçakça bir öğreti bu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap Adıİnsan Nedir?
- Sayfa Sayısı112
- YazarMark Twain
- ISBN9789750756603
- Boyutlar, Kapak 12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yarın ~ Joseph Conrad
Yarın
Joseph Conrad
Küçük liman kenti Colebrook’ta Kaptan Hagberd hakkında bilinenler pek de onun hayrına sayılmazdı. Oraya ait değildi. Colebrook’a gizli saklı gerekçelerle yerleşmeye gelmemişti –zamanında bunlardan...
- İkiye Kadar Sayamamak ~ Gökhan Yılmaz
İkiye Kadar Sayamamak
Gökhan Yılmaz
Geçen yıl yayımladığı ilk kitabı Biraz Kuşlar, Azıcık Allah ile ses getiren Gökhan Yılmaz’ın yeni öykü kitabı İkiye Kadar Sayamamak da YKY’den yayımlandı. Yazarın...
- Dağların Adamı Barnabo ~ Dino Buzzati
Dağların Adamı Barnabo
Dino Buzzati
İnsanın yalnızlıkla imtihanı Gazeteci, ressam ve hepsinin ötesinde ünlü romancı Dino Buzzatinin ilk romanı Dağların Adamı Barnabo ilk kez Türkçede Yazar, sembollerle dolu gerçeküstü...