Clinton’ın oval ofis skandalının ardından çalkalanan Amerika, kendi değerlerinin dahi sorgulandığı büyük bir çatışma atmosferinin etkisinde kalır. Küçük bir Amerikan üniversitesinde dekanlık görevini de yürüten Profesör Coleman, hiçbir ikinci anlam yüklemeden kullandığı bir kelime yüzünden töhmet altında kalır. Üzerine kara çalınmış biri olmanın yarattığı hayret, dizginlenemez bir öfkeye dönüşür. Çözülen Coleman, ardından şaşkınlık uyandıran sırlar bırakacağı yeni bir yaşamın kapısından girer.
Philip Roth’un birbirinden bağımsız romanlardan oluşan Amerika Üçlemesi, Pastoral Amerika ve Bir Komünistle Evlendim’in ardından gelen İnsan Lekesi ile tamamlanıyor. 20. yüzyılın ikinci dönemindeki Amerikan yaşamından farklı kesitler sunan Roth, bugünün dünyasını daha iyi kavramayı arzu edenlere bir yardım eli uzatıyor.
Kelimenin tam anlamı eski güzel günlerini arıyor.
Roth’un aceleyle yazılmış hissi veren cümleleriyle, zekâ ve tutkuyla örülü romanı haksızlık eder derecede parlak bir roman. – “The Guardian”
Öfkeyle patlayan, fikirlerin uğuldadığı, göz kamaştırıcı dokunuşlarla dolu sıra dışı bir kitap. – “Sunday Telegraph”
Amerika Üçlemesi’nin en dengeli ve insancıl kitabı. Yazarın ele aldığı patlayıcı tema geniş kitlelerce tartışılacak. – “Publishers Weekly”
*
1 Herkes Biliyor
Yakınlardaki Athena Üniversitesi’nde yirmi küsur yıl klasik eserler profesörü olarak çalışmış, ayrıca on altı yıldan fazla fakülte dekanlığı yapmış yetmiş bir yaşındaki komşum Coleman Silk, 1998 yazında bana bir itirafta bulundu; üniversitede çalışan otuz dört yaşındaki bir temizlikçi kadınla emekliliğinden iki ay öncesinde başlayan bir ilişkisi vardı. Kadın, haftada iki kez de köy postanesini de temizliyordu. Gri tahta kaplamalı, küçük bir kulübe olan postane binası, sanki ta 1930’larda Oklahomalı bir aileyi Dust Bowl’un* rüzgârlarından korumuşçasına, benzin istasyonuyla bakkal dükkânının karşısında, tek başına ve hüzünle durur, bu dağ kasabasının ticaret merkezini oluşturan iki yolun kesişme noktasında, Amerikan bayrağını dalgalandırırdı.
Coleman kadını ilk kez günün geç bir saatinde -kapanış saatinden birkaç dakika öncemektuplarını almaya gittiğinde postanenin yerlerini silerken görmüştü. Zayıf, uzun boylu, kemikleri belirgin bir kadındı, kırlaşmakta olan sarı saçları atkuyruğu şeklinde sıkıca bağlanmıştı. Sert yüz hatlarıyla genellikle New England’ın ilk haşin zamanlarında cefa çeken, kiliseye bağlı, çalışkan ev kadınlarını ve o zamanlara hâkim olan ahlak anlayışının içine hapsolmuş, ona itaat eden ciddi sömürge bölgesi kadınlarını andırıyordu. Adı Faunia Farley’ydi; çektiği acıları hiçbir şey gizlemeyen ve engin bir yalnızlığı anlatan o ifadesiz, kemik gibi yüzünün arkasında saklı tutuyordu. Faunia, kirasını ödeyebilmek için süt sağmaya yardım ettiği yerel bir mandıranın odalarından birinde kalıyordu. İki yıl kadar eğitim görmüştü.
Coleman’ın Faunia Farley ile arasındaki sırrı bana açtığı yaz, Bill Clinton’ın sırrının da tüm aşağılayıcı ve canlı ayrıntılarıyla ortaya çıktığı yazdı. Bu sırrın canlılığı, aşağılayıcılığı gibi belirli verilerin keskinliğinden kaynaklanıyordu. Yeni Amerika güzelinin Penthouse’un eski sayılarından birinde -onu utanç içerisinde tacından feragat edip büyük bir pop yıldızı olmaya zorlayandizlerinin üzerinde ve arkadan verdiği çıplak pozları gördüğümüzden beri böyle bir dönem yaşamamıştık. 98 yazı, New England’da kavurucu bir sıcak ve güneş ışığıyla dolu bir yaz oldu; beyzbolda beyaz bir sayı vuruşu ilahıyla kahverengi bir sayı vuruşu ilahı arasındaki efsanevi mücadelenin yazı. Amerika’da devasa bir dindarlık ve saflık furyasının yazı. Ülke güvenliğinin bir numaralı tehdidi komünizm yerini terörizme, terörizm de oral sekse bırakmıştı. Cinsel gücü yerinde, genç ruhlu, orta yaşlı bir başkanla atılgan, sevdalı, yirmi bir yaşında bir çalışanın Oval Ofis’te, bir araba parkındaki iki ergen çocuk gibi oynaşmaları, Amerika’nın en eski toplumsal tutkusunu, tarihsel olarak belki de en tehlikeli ve yıkıcı zevkini canlandırmıştı: Coşkun bir sofuluk gösterisini. Kongre’de, basında ve iletişim ağlarında suçlamak, kötülemek ve cezalandırmak için çıldıran erdemli, gösterişçi sürüngenler her yerde olanca güçleriyle ahlak dersi veriyorlardı. Hepsi de 1860’larda evime yakın bir yerlerde yaşamış olan Hawthorne’un mazinin çiçeği burnunda ülkesinde “zulmedici ruh” olarak tanımladığı şeyle dolu ve kasıtlı bir taşkınlık içindeydi. Hepsi de yönetim katından ereksiyonu kovacak şiddetli arındırma ayinleri uygulamaya hevesliydi; böylece her şeyi Senatör Lieberman’ın on yaşındaki kızının, utangaç babasıyla birlikte yeniden TV seyredebileceği kadar elverişli ve emniyetli bir hale getireceklerdi. Hayır, eğer 1998’i yaşamamışsanız, dindarlık taslamanın ne olduğunu bilemezsiniz. “Bunu Abelard yaptığı zaman, bir daha olmasını önlemek mümkündü” diye yazıyordu sendikalı muhafazakâr köşe yazarı, gazeteci William F. Buckley; başka bir yerde Clinton’ın “uçkuru gevşek şehveti” diye tanımladığı suiistimalinin, yüce divan gibi kansız bir biçimde değil, Canon Abelarda, dini meslektaşı Canon Fulbert’in bıçaklı yoldaşları tarafından, Fulbert’in yeğeni bakire Heloise’i gizlice baştan çıkardığı ve onunla evlendiği için verilen bir on ikinci yüzyıl cezasıyla en iyi şekilde bertaraf edilebileceğini ima ediyordu. Humeyni’nin Salman Rüşdi’yi ölüme mahkûm eden fetvasından farklı olarak, Buckley’nin ıslah edici hadım cezasına duyduğu özlem, müstakbel uygulayıcısı için parasal bir ödül içermiyordu. Ancak en az Ayetullah’ınki kadar titiz bir ruh tarafından ve en az o kadar yüce idealler adına harekete geçiriliyordu.
Amerika’da çalkantının yeniden başladığı bir yazdı; şakaların, faraziyelerin, kuramlaştırmaların, mübalağaların bitmek bilmediği; insanı çocuklarına yetişkin yaşamını açıklamaya iten ahlaki sorumluluğun, onları yetişkin yaşamı hakkında her türlü yanılsama içinde tutmak adına feshedildiği, insanların küçüklüğünün düpedüz utanç verici olduğu, zincirlerinden boşanmış bir iblisin ulusun içine salıverildiği, her iki tarafta da insanların “Neden bu kadar deliyiz?” diye düşündüğü, kadınların ve erkeklerin, sabah uyandıklarında, geceleyin kendilerini gipta ya da tiksintinin ötesine taşıyan bir uyku halinde, rüyalarında Bill Clinton’ın utanmazlığını görmüş olduklarını keşfettikleri yaz. Ben rüyamda devasa bir duvar ilanı gördüm: Beyaz Saray’ı bir ucundan öbür ucuna tıpkı İsa sargısı gibi sarmış ve üzerinde BURADA BİR İNSAN YAŞIYOR yazan bir ilan. Bir milyarıncı kez keşmekeşin, kargaşanın, karışıklığın, berikinin ideolojisinden ve ötekinin ahlak anlayışından daha incelikli olduğunun kanıtlandığı bir yazdı. Bir başkanın penisinin herkesin aklında olduğu ve yaşamın, bütün utanmaz katışıklığıyla bir kez daha Amerika’yı şaşkına çevirdiği yaz.
Cumartesi günleri bazen Coleman Silk bana telefon açar ve akşam yemeğinden sonra, beni dağın oturduğum tarafından kendi evine davet ederdi; müzik dinlemek, puanı bir peniye biraz remi oynamak ya da bir iki saat oturma odasında oturup biraz konyak yudumlamak ve onun için daima haftanın en kötü gecesi olan geceyi geçirmesine yardımcı olmam için. 1998 yazına kadar iki yıla yakın bir süre burada yalnızdı… Karısı Iris’le dört çocuk yetiştirdiği bu büyük, eski, tahta kaplamalı beyaz evde yalnızdı… O, sınıflarından birindeki iki öğrencinin kendisine yönelttiği ırkçılık suçlamasına karşı üniversiteyle mücadele etmekle meşgulken, Iris’in kalp krizi geçirerek öldüğü o geceden beri.
Coleman o zamana kadar hemen hemen bütün akademik yaşami boyunca Athena’da olmuştu; girişken, keskin zekâlı, etkileyici bir biçimde zarif, cazibeli bir büyük şehir erkeği, biraz savaşçı, biraz idareciydi. Genç bir öğretmenken teamüllere aykırı bir biçimde başlattığı Yunanca ve Latince Konuşma Kulübü’nden de görülebileceği gibi, bilgiç Latin ve Yunan profesörü prototipine hiç uymuyordu. Çeviri halindeki eski Yunan edebiyatı üzerine verdiği saygıdeğer inceleme dersi ki Tanrılar, Kahramanlar ve Mitler anlamında TKM olarak bilinirdi; tam da tavrındaki doğrudan, açıksözlü ve akademik olmayan bir biçimde etkili şeylerden dolayı, öğrenciler arasında popülerdi. “Avrupa edebiyatı nasıl başlar, bilir misiniz?” diye sorardi, ilk derste yoklamayı yaptıktan sonra. “Bir kavgayla. Tüm Avrupa edebiyatı bir kavgadan kaynaklanır.” Sonra da kendi İlyada kopyasını eline alır ve açılış dizelerini sınıfa okurdu. “İlahi ilham perisi, Aşil’in yıkıcı gazabının şarkısını söyle… İlk kavga ettikleri yerden başla, insanların kralı Agamemnon’la büyük Aşil’in.’ Peki, ne için kavga ediyorlar, bu iki azılı, kudretli ruh? Bir bar dalaşı kadar basit bir şey. Bir kadın için kavga ediyorlar. Bir kız, aslında. Babasından çalınan bir kız. Bir savaşta kaçırılan bir kız. Mia kouri — şiirde böyle tarif ediliyor. Mia, modern Yunancada olduğu gibi, belgisiz ön ad ‘bir’; kouri ya da kız, modern Yunancada kız evlat anlamındaki kori’ye dönüşüyor. Şimdi, Agamemnon bu kızı, karısı Clytemnestra’ya tercih eder. ‘Clytemnestra onun kadar iyi değil’ der, ‘ne yüz ne de vücut olarak.’ Bu da neden ondan vazgeçmek istemediğini tam olarak ifade ediyor, öyle değil mi? Aşil, kızın kaçırılmasını çevreleyen koşullar konusunda, kana susamışçasına öfkeli olan tanrı Apollo’yu yatıştırmak için Agamemnon’dan, onu babasına iade etmesini talep edince, Agamemnon reddeder. Ancak Aşil, karşılığında ona kendi sevgilisini verirse kabul edecektir. Böylece Aşil’i yeniden alevlendirir. Öfkeli Aşil; herhangi bir yazarın canlandırma zevkine eriştiği patlamaya hazır vahşi adamlar arasında en çabuk alev alanı; özellikle itibarı ve iştahı söz konusu olduğunda, savaş tarihinde en yüksek duyarlılıktaki öldürme makinesi. Ünlü Aşil; onurunun kırılmasıyla yabancılaşmış ve soğumuş bir adam. Büyük, yiğit Aşil, ki o, kızı alamayışının hakaretine duyduğu öfkenin gücüyle kendini izole eder, meydan okurcasına kendini tam da şanlı koruyucusu olduğu ve ona çok büyük bir ihtiyaç duyan toplumun dışında konumlandırır. Bir kavga o halde; genç bir kız, onun genç bedeni ve cinsel açgözlülüğün hazları üzerine, vahşi bir kavga. Orada, iyisiyle kötüsüyle, büyük kudret sahibi savaşçı bir prensin cinsel haklarına, cinsel haysiyetine karşı işlenen bu kusur nedeniyle Avrupa’nın büyük yaratıcı edebiyatı başlar ve işte bu yüzden, üç bin yıla yakın bir süre sonra, bugün oradan başlayacağız…”
Coleman işe alındığında Athena’nın öğretim üyeleri arasındaki bir avuç Yahudi’den biriydi ve belki de Amerika’nın herhangi bir yerinde, bir klasik eserler bölümünde ders vermesine izin verilen ilk Yahudilerdendi. Birkaç yıl önce, Athena’nın tek Yahudisi, neredeyse unutulmuş bir kısa öykü yazarı olan E. I. Lonoff’tu. Ben de başı dertte olan ve hevesle bir ustanın onayını arayan, eserleri yeni basılmış bir çırak olduğum zamanlarda, burada, ona unutamadığım bir ziyarette bulunmuştum. 80’lerde ve 90’ların başında, Coleman aynı zamanda Athena’da fakülte dekanı olarak hizmet eden ilk ve tek Yahudi olmuştu. Sonra, 1995’te, kariyerini sınıflara dönerek tamamlayabilmek için dekanlıktan istifa ettikten sonra, Klasik Eserler Bölümü’nü de kapsayan ve Profesör Delphine Roux tarafından yürütülen birleşik dil ve edebiyat programının himayesi altında, derslerinden iki tanesini yeniden vermeye başladı. Coleman dekan olduğunda arkasına hırslı yeni rektörün tam desteğini de alarak bu ihmal edilmiş, çağ dışı, Sleepy Hallow* benzeri üniversitenin idaresini ele almış, önüne çıkan engelleri ezip geçmekten kaçınmadan, işlevsiz, emekliliklerini bekleyen eski öğretim üyelerini ayrılmaları için teşvik ederek onların yerine hırslı, genç akademisyenleri almıştı ve öğrenim programında bir devrim yaparak okulun “beylerin çiftliği” konumuna da bir son vermişti. Şurası muhakkak ki eğer olaysız bir biçimde, kendi isteğiyle emekli olmuş olsaydı jübilesi yapılırdı; bir Coleman Silk Konferans Dizisi oluşurdu; adına klasik çalışmalar kürsüsü kurulurdu ve belki de yirminci yüzyılda okulun dirilişindeki önemi göz önüne alınırsa ölümünden sonra Beşeri İlimler Binası’na, hatta üniversitenin simgesi olan Kuzey Binası’na onun adı verilirdi. Hayatının en uzun dönemini yaşamış olduğu küçük akademik dünyada, hınç duyulan, tartışılan, hatta korkulan biri olmaktan çoktan kurtulur ve bunun yerine, sonsuza kadar resmî olarak yüceltilirdi.
Tam zamanlı bir profesör olarak yeniden ders vermeye başladığı yıl, ikinci dönemin ortalarındaydı ki Coleman, kendisini suçlu çıkaran, üniversiteyle bütün bağlarını kendi iradesiyle kesmesine neden olacak o sözü telaffuz etti: Athena’da ders verdiği ve idareci olduğu yıllar boyunca yüksek sesle söylediği milyonlarca söz arasında, kendisini suçlu çıkaran o tek sözü ve onun görüşüne göre, doğrudan doğruya karısının ölümüne yol açan sözü.
Sınıf on dört öğrenciden oluşuyordu. Coleman ilk birkaç dersin başında öğrencilerin adlarını öğrenmek amacıyla yoklama yapmıştı. Dönemin beşinci haftasında hâlâ ortalıkta görünmeyen iki isim olduğundan Coleman altıncı haftada dersini, “Bu insanları tanıyor musunuz? Böyle birileri var mı yoksa bunlar hortlak mı?” diye sorarak açtı.
Günün ilerleyen saatlerinde, iki kayıp öğrencinin, kendisi aleyhinde bulundukları ırkçılık suçlamasını yanıtlamak üzere, halefi olan yeni fakülte dekanı tarafından çağrılınca hayrete düştü. Anlaşılan bu iki öğrenci siyahtı ve orada olmadıkları halde, sınıfta yoklukları konusundaki soruyu sorduğu zamanki ifade tarzını derhal öğrenmişlerdi. Coleman dekana şöyle dedi: “Onların hayalî olabilecekleri niteliğinden söz ediyordum. Bu aşikâr değil mi? Bu iki öğrenci tek bir derse bile girmemişlerdi. Onlar hakkında bildiğim tek şey de buydu. Sözcüğü alışılmış ve asli anlamında kullanıyordum: Heyula ya da hayalet anlamındaki ‘hortlak.’ Bu iki öğrencinin ten rekleri hakkında hiçbir fikrim yoktu. ‘Hortlak’ın bazen siyahlar için kullanılan haksız bir terim olduğunu belki elli yıl önce biliyordum ama tamamen unutmuşum. Aksi halde, öğrencilerin duyarlılıkları konusunda son derece titiz olduğumdan, o sözcüğü asla kullanmazdım. Bağlamını düşünün: Böyle birileri var mı yoksa bunlar hortlak mı? Irkçılık suçlaması sahte. Son derece de abes. Meslektaşlarım abes olduğunu biliyor; öğrencilerim de. Mesele, tek mesele, bu iki öğrencinin derslere gelmeyişi, bariz ve bağışlanmaz bir biçimde çalışmalarını ihmal edişleri. Can sıkıcı olan şey, suçlamanın sadece yanlış oluşu değil, göze batar bir biçimde yanlış oluşu.” Sonra, kendini savunmak için kesinlikle yeteri kadar konuşmuş olduğundan, meseleyi kapanmış kabul ederek eve gitmek üzere yola çıktı.
Duyduğuma göre, sıradan dekanlar bile öğretim üyeleri ve üst yönetim arasındaki sahipsiz bölgede hizmet ettiklerinden, mutlaka düşman edinirlermiş. Talep edilen maaş artışlarını, gıptayla bakılan park yerlerini ya da profesörlerin hakları olduğuna inandıkları daha büyük ofisleri her zaman bahşetmezlermiş. Özellikle zayıf bölümlerde, atama ya da terfi adayları rutin olarak reddedilirmiş. Bölümlerin ek öğretim pozisyonları ve sekreter desteği için verdiği dilekçeler, hemen her zaman geri çevrilirmiş; azaltılmış ders yükü ve sabahın erken saatlerine konulan derslerden muaf tutulma talepleri de öyle. Akademik konferanslar için seyahat fonları devamlı olarak esirgenirmiş vs. Ama Coleman asla sıradan bir dekan…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap Adıİnsan Lekesi
- Sayfa Sayısı344
- YazarPhilip Roth
- ISBN9879750847301
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Maskenin İtirafları ~ Yukio Mişima
Bir Maskenin İtirafları
Yukio Mişima
Yukio Mişima, yalnız Japon edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en önemli, üzerinde en çok tartışılmış yazarlarından biri. Her yapıtıyla Japon ruhunu, bir yandan ürkütücü...
- Cinayetler Oteli ~ Agatha Christie
Cinayetler Oteli
Agatha Christie
Bertham Oteli, Londra’da, Picadilly yakınında, sakin ve gösterişsiz bir sokaktaydı.Yıllar önce yapılmış olmasına karşın, hala 1840’da ilk açıldığı zamanki gibiydi. Kibar, iddiasız, sakin ve...
- Cangüncem ~ Küçük İskender
Cangüncem
Küçük İskender
“Cangüncem, küçük İskender’in 17 Şubat 1975’te yazmaya başladığını belirttiği, 1984 Şubat ayından 1993 sonuna kadar yirmi defterde doğaçlama tuttuğu aforizmalar, şiirseller, değinmeler ve bazıları...