Mustafa Erdoğan’ın İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku adlı bu son eseri bir yanıyla felsefi ve teorik, bir yanıyla da hukuki analitiktir. Bu kitapta hem hakların genel teorisi, insan haklarının felsefi temelleri ve özellikleri, sosyal ve ekonomik haklar tartışması ve grup hakları gibi teorik bahisler, hem de insan kaynaklarının Türkiye’deki ve dünyadaki tarihçesi, günümüz insan hakları hukukunun esasları ve temel hakların pozitif analizi bir hayli geniş biçimde incelenmiştir.
GİRİŞ
Çağdaş hukuk ve siyaset gündeminin en başta gelen konularından birinin “insan hakları” olduğu şüphesizdir. İnsan haklarına saygı gösterilmesi talebi çağımızın en yaygın ve etkili siyasi ahlâk çağrısıdır. Teorik olduğu kadar pratik bir sorun olarak da insan hakları gerek ulusal gerekse uluslararası düzeylerde son yılların kamusal tartışma gündeminin baş sıralarına yerleşmiş bulunmaktadır. Sadece akademik literatürde ve insan hakları aktivistlerinin bildiri ve açıklamalarında değil, fakat ister bürokratik isterse politik kaynaklı olsun resmî söylemde de bu konu gitgide daha fazla tartışmanın odağında yer almaktadır. Akademik ve felsefî bir ilgi konusu olarak insan haklarının tarihi aşağı yukarı modernliğin kendisi kadar eski (veya o kadar yeni) bir konudur. Bu anlamda insan hakları teması, devletin meşruluğu sorunu çerçevesinde gündeme gelen doktrinlerle ve özellikle de doğal haklar teorisiyle yakından ilgilidir.
Siyasetin ele alınışında haklarını, özel olarak da insan haklarının, öneminin artan ölçüde kabulü modem dönemin karakteristik özelliklerindendir. Haklar söyleminin ortaya çıkması, insanoğlunun siyasî düzenin niteliğine ilişkin kavrayışında temel bir değişikliğin meydana geldiğine işaret etmektedir. Modem çağda, siyasî toplumun organik bir bütün olarak görülmesine ilişkin Aristocu düşüncenin yerini, özgür, eşit ve haksahibi bireylerin kendi kollektif amaçlarını gerçekleştirmek üzere bir araya geldikleri bireyci bir toplum anlayışı almıştır. Bu anlayışta devlet sadece nispeten sınırlı amaçlan gerçekleştirmek için değil, fakat aynı zamanda kişilerin temel haklarını korumak için de vardır. Haklar söyleminin ortaya çıkmasıyla, devletle vatandaş arasındaki temel ilişki tersine dönmüş ve vatandaşların temel veya “doğal” hakları birincil olarak kavranmaya başlamıştır (Loughiin 2000:202).
insan haklarının tanınması ve korunması, anayasal demokratik sistemin esasla tındandır. Bir anayasanın görevlerinden biri devlet yetkilerinin kullanılmasına sınırlar getirmektir. İnsan haklarının burada Önemli bir yeri vardır. İnsan hakları doktrininin elbette felsefi ve ahlâki temelleri vardır, ama işlevi açısından baktığımızda, onun gerek ilk ortaya atıldığı dönemdeki gerekse bugünkü niteliği siyasaldır. Yani insan hakları doktrini de devletin sınırlandırılmasına hizmet eder. İnsan haklarına dayanan İddia ve taleplerin hedefi siyasal iktidarın kendisidir, insan hakları doğrudan doğruya devlete karşı ileri sürülür. Bu tür iddialarının amacı, devletin insan haklarına dayandın İmasını ve her türlü uygulamasında insan haklarını koruma duyarlılığı ile hareket etmesini sağlamaktır.
insan hakları sorunu özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası düzeyde özel bir önem kazanmıştır. Bütün savaşlar için olduğu gibi Büyük Savaş da her ne kadar esas olarak devletlerin egemenlik yansından doğmuş ve sonuçlan da büyük devletlerin aralarında vardıklar bir çıkarlar uzlaşması şeklinde ortaya çıkmış olsa da, savaşın galipleri “zafer”) aynı zamanda totaliterizme karşı elde edilmiş bir basan olarak göldüler ve dünyanın da öyle görmesini sağladılar. Böyle bir ortamda Birleşmiş Milletlerin (BM), iddia olarak da olsa, bir dünya barışı projesi şeklinde doğmuş olmasına şaşırmamak gerekir, BM Teşkilâtı daha kuruluşunda uluslararası bansın insan haklarıyla doğrudan doğruya ilgili olduğu düşüncesine bağlılığını ilân etmiş ve bu anlayışa uygun olarak 1948 yılında meşhur İnsan Hakları Evrensel Bildirisini kabul etmiştir. Böylece, tarihte ilk defa insan hakları evrensel bir otorite kazanmış ve geçerliliğini genel uzlaşmadan almıştır (Loughlin 2000: 206). Bu konuda daha sonraki gelişmeler insan haklarına saygı meselesini uluslararası ilişkilerin ve uluslararası hukukun temel sorunlarından birisi haline
getirmiştir.
Türkiye de, baştan beri BM teşkilâtının içinde yer alan bir devlet olarak, gerek insan hakları konusundaki bu duyarlılığı gerekse Bildiri’de ve izleyen Sözleşmelerde ifadesini bulan temel düşünceyi paylaştığını çeşitli vesilelerle açığa vurmuştur. Bununla tutarlı olarak, Türkiye daha sonra Avrupa düzeyinde ortaya çıkan insan hakları ve demokrasi odaklı oluşumların de içinde yer almış ve bu çerçevede 1949 yılında Avrupa Konseyi’nin kuruluşuna katılmıştır. Tabiatıyla, Türkiye bu arada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni de kabul edip onaylamıştır. Gerek bu Sözleşme gerekse BM ve Avrupa Güvenlik iv İşbirliği Teşkilâtı çerçevesinde taraf olduğu diğer Sözleşme ve deklarasyonlar Türkiye’yi insan haklarına riayet konusunda birçok yükümlülükle karşı karşıya bırakmış bulunuyor. Bunların en önemli olanı, şüphesiz, Avrupa insan Hakları koruma sistemine ve bu arada Strasbourg Mahkemesi’nin ihlâl kararlarının gereğini yapma ve onun insan hakları konusundaki genel içtihadına kendisini uydurma yükümlülüğüdür.
Öte yandan, son yıllarda hız ve yoğunluk kazanan Avrupa Birliği’ne tam üyelik çabalan da Türkiye’nin insan hakları konusundaki duyarlılığını artırmış görünmektedir. Başta “Kopenhag Kriterleri” olmak üzere, AB’ye uyumun diğer gerekleri insan hakları taahhütlerine bağlı kalma konusunda da Türkiye’yi ciddî bir yükümlülük altına sokmuştur. Özellikle 1999 sonrasında sürat kazanan “uyum yasaları”, 2001 Anayasa revizyonu ve onu izleyen birkaç küçük değişiklik esas olarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesiyle ilişkilidir. Türkiye bu arada insan haklarını koruma ve geliştirme konusunda öteden beri var olan yargısal ve idarî mekanizmalara ek olarak yeni adımlar atmıştır.
Bu yeni adımların başında, 80’li yılların sonunda Türkiye’nin kendi yetki alanındaki kişilere Strassbourg denetim organlarına başvurma hakkı tanıması ve buna bağlı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini kabul ermesi gelmektedir. Yukarıda işaret edildiği gibi, Avrupa Birliği’ne tam üyelik İçin “Kopenhag Kriterleri”ne uyma zorunluluğu da Türkiye’nin insan hakları davasını resmî düzeyde daha ciddî olarak ele almasını gerektirmiştir. Türkiye bu çerçevede kısan haklarına ilişkin evrensel standartlara yaklaşabilmek amacıyla Anayasası’nda ciddî bir revizyon yapmış ve bu arada insan haklarıyla ilgili uluslararası antlaşmaların ulusal kanunlara üstünlüğünü öngören Anayasa değişikliğini de 2004 yılında gerçekleştirmiştir,
Türkiye’nin insan haklarını koruma ve geliştirme davasını ciddiye aldığının başka bir önemli işareti de bu amaçla yeni kurumsal yapıların oluşturulması yoluna gitmesi olmuştur. Nitekim, Başbakanlığa bağlı bir İnsan Hakları Başkanlığı ile il ve ilçelerde İnsan Hakları Kurulları’nın oluşturulması bu doğrultuda atılmış önemli adımlardır. Daha sonra açıklanacağı üzere, gerek İnsan Hakları Başkanlığı’na gerekse insan Hakları Kurulları’na insan hakları ihlâllerinin tespiti ve giderilmesi konusunda önemli görevler yüklenmiştir.
Bütün bunlar, bir yandan, insan hakları konusunda zaten Öteden beri yapıla gelmekte olan akademik çalışmaların daha da artmasına ve derinlik kazanmasına yol açarken, öbür yandan da insan haklarının konulması ve geliştirilmesiyle ilgili uygulamayı yönlendirecek ve sürekli izleyecek resmî görevlilerin ve ayrıca yargı personelinin bu konularda daha donanımlı hale getirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmış bulunuyor. Bu donatım ihtiyacının belki de en önemli yanını, insan hakları konusundaki gelişmeleri izleme ve yönlendirme işinde, ilgili görevlilere yön gösterecek temel standartların belirlenmesi oluşturmaktadır.
Elinizdeki kitap akademik kaygılar yanında böyle bir ihtiyaca da cevap olmak üzere hazırlanmıştır. Kitabın amaçlarından biri insan haklarıyla İlgili belli başlı konular ve sorunlar hakkında genel okuyucuyu bilgilendirmekse, bir diğeri de, insan hakları ihlâllerini izlemek, gidermeye çalışmak ve gerektiğinde iyileştirici önerilerde bulunmakla görevli olan kamu personeli ile söz konusu kurulların sivil üyelerinin insan hakları ve temel özgür Kikler konusunda teorik ve içtihadı bilgilerle donatılmasıdır. Bu çerçevede, kitapta teorikakademik bahisler yanında. Avrupa Sözleşmesi ve uygulaması ile Türk anayasal mevzuatına ağırlık verilmiştir. Kitap ayrıca hem insan hakları aktivistleri ile konuya ilgi duyan genel okuyucunun insan haklarına ilişkin temel bilgiler edinmelerine yardıma olabilir; hem de üniversitelerimizin çeşitli bölümlerinde okutulan “anayasa hukuku” ve “temel hak ve özgürlükler” gibi derslerde kullanılmaya elverişli bir kaynak niteliğindedir.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İnsan Hakları
- Kitap Adıİnsan Hakları Teorisi ve Hukuku
- Sayfa Sayısı275
- YazarMustafa Erdoğan
- ISBN9756043264
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviORİON KİTABEVİ / 2007