Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İmparatorluğun Tuna Donanması
İmparatorluğun Tuna Donanması

İmparatorluğun Tuna Donanması

Seyfullah Aslan

Bugün on ülkenin topraklarından geçen Tuna Nehri, Osmanlılar döneminde Avusturya’dan sonra Osmanlı sınırları içine giriyor ve tamamen Osmanlı toprakları üzerinden Karadeniz’e ulaşıyordu. Tarih boyunca…

Bugün on ülkenin topraklarından geçen Tuna Nehri, Osmanlılar döneminde Avusturya’dan sonra Osmanlı sınırları içine giriyor ve tamamen Osmanlı toprakları üzerinden Karadeniz’e ulaşıyordu. Tarih boyunca parçalı bir hâkimiyet altında olan bu uzun su yolunun Budapeşte’den Karadeniz deltasına kadar tek bir güç olarak kontrol edilmesi, bölgeye mahsus güçlü bir donanma kurulmasını gerektirmişti. Askerî harekâtlara nehir üzerinden lojistik destek sağlamak ve bölgede güvenliği tesis etmek amacıyla kurulan Tuna Donanması, özellikle Balkanlar ve Orta Avrupa’da gerçekleştirilen Osmanlı seferlerinde stratejik bir rol oynadı. Nehir savaşlarına uygun, hafif ve hızlı gemilerden oluşan donanma, Osmanlı’nın kara ve deniz güçlerinin birleşik operasyonlarında kilit bir faktördü.

· Osmanlı-Rus ve Osmanlı-Avusturya savaşlarında önemli görevler üstlenen Tuna Donanması’nın teşkilat yapısı nasıldı? Kapudanlar, başbuğlar ve kethüdalar arasındaki organizasyon hangi temeller üzerine kurulmuştu?

· Tuna Donanması’nda hangi tip gemiler ne şekilde kullanıldı? Nehir donanmasının gerekleri açık deniz donanmalarından nerelerde ayrışıyordu?

· Donanma, savaşlarda nasıl bir rol üstlendi? Nehrin muhafazasına ve sefer lojistiğine yaptığı katkılar nelerdi?

· Tuna Donanması’nın üstlendiği mühimmat, asker ve zahire nakilleri sırasında yaşananlar Osmanlı’nın idarî anlayışına ve o günkü iktisadî ve sosyal koşullara dair neler söylüyordu?

Dr. Seyfullah Aslan, bölgede Osmanlı hâkimiyetinin korunması açısından kritik bir rol üstlenen Tuna Donanması’nı II. Viyana Kuşatması’ndan Pasarofça’ya uzanan evrede tüm boyutlarıyla ele alıyor.

“Seyfullah Aslan’ın İmparatorluğun Tuna Donanması, Teşkilât ve Faaliyetler (1683-1718) adlı kitabı nehir tarihleri alanına yeni bir ufuk getirecektir. Bu eseriyle yazar, sadece bir nehrin tarihini en iyi şekilde araştırmanın yollarını göstermekle kalmamış, arşiv belgelerinin girdaplarında güvenle dolaşmanın ipuçlarını da sunmuştur.”

Prof. Dr. İdris Bostan

*

ÖNSÖZ

Hikâyenin başlangıcı çoğu zaman önemlidir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne 2005’te başladığımda tarihçi olmak istediğimi biliyordum, ancak hangi alanda çalışmaktan keyif alacağımı, hangi alanda boşluklar olduğunu elbette keşfedememiştim. Akdeniz Dünyası Tarihi dersini seçerken de dersin hocasını yakından tanımıyordum doğrusu. Sadece dersin adı beni oldukça heyecanlandırmıştı. Akdeniz’i Akdeniz yapan toplumları, çatışmaları, güçleri, kültürleri ve faaliyetleri görmeyi umuyordum. Dersin hocası Prof. Dr. İdris Bostan’ın ilk birkaç derste anlattıkları beni adeta büyülemişti. Osmanlıların denizlerdeki ilk faaliyetleri, Akdeniz’de ticaret yapan Venedik ve Cenevizliler, Batı Akdeniz’de İspanyollar, Kuzey Afrika’da korsanlar derken Akdeniz adeta tarihçinin şenlik alanına dönmüştü. Zaman geçip dersler ilerledikçe hocanın meselelere yaklaşımı, anlatışı ve kaynaklara hâkimiyeti Akdeniz üzerinden denizcilik tarihine ilgi duymama neden oldu. Bir ders çıkışı hocanın yanına gidip kendimi tanıtarak dersin ilgimi çektiğini ifade ettim, okuduğum kitapları söyledim, tavsiyeler istedim. Bir yandan da hocanın merdivenleri çıkıp odasına gelene kadar söylediklerini not ediyordum. Odasına girdiğimizde masasının üzerindeki kitapları göstererek biraz önce isimlerini zikrettiği kitapları incelememe fırsat verdi. Raflardan başka kitaplar da çıkardı. Heyecanım artmıştı ama ne kadar çok kitap okumam gerektiğini de anlamıştım. Hocanın tek bir sorudan dolayı bir öğrencisine bu kadar zaman ayırıp tavsiyeler vermesine ve teşvik etmesine de ayrıca şaşırmıştım. Artık hocaya karşı da sorumluluk duyuyordum. Kitap adlarıyla dolup taşan defter sayfamı göstererek hızlıca okumalara başlayacağımı söyledim. O günden sonra kitapları temin edip okumaya başladım. İlerleyen haftalarda derslerde ve ders çıkışlarında hocaya sürekli aklımdaki soruları soruyor, okuduğum kitaplarla ilgili yorumlarımı paylaşıyordum. Ben anlattıkça hocamın yüzünde beliren tebessüm ile beni zaman zaman sıkıştıran ve uyaran soruları o günlerden sonra hiç eksilmedi. Akdeniz’de Cezayir korsanlığı üzerine yüksek lisans tezimi yazarken artık ayağımı sudan çekmeyeceğimi, belki de çekemeyeceğimi anlamıştım. Bu nedenle hocam doktora konusu olarak Tuna Donanması’nı çalışmamı önerdiğinde yolum çoktan çizilmişti. Tuna Nehri, sadece yüzyıllar boyu akan bir nehir, etrafına bolluk bereket getiren bir nimet, insanları, eşyaları ve gıdaları taşıyan bir su yolu değildi; mevsimsel olarak taşan bir canavar, orduları kapınıza getiren kestirme bir geçit ve bütün bunları aynı anda ve farklı coğrafyalarda kendinde topladığı bilinerek azametine methiyeler düzülen bir efsaneydi. Dolayısıyla bu nehrin tarihini yazmak gerekiyordu. Elinizdeki bu kitap, Mayıs 2022’de savunduğum “Osmanlı İmparatorluğu’nun Tuna Donanması: Teşkilâtı ve Faaliyetleri (1683-1718)” başlıklı doktora tezim esas alınarak hazırlanmıştır. Bu bakımdan on senede tamamlanan doktora tez sürecime yıllar içinde destek veren, aşağıda isimlerini zikrettiğim kişiler olmasaydı tezin bu haliyle kitaplaşması da mümkün olmazdı. Doktora çalışmamı maddî olarak destekleyen İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi’nin (BAP) katkıları birçok teknik sorunun en başından çözülmesini sağladı. Bu nedenle üniversiteme ve ilgili birime teşekkürlerimi sunarım. Tez konusunu belirlerken ufuk açıcı yaklaşımları ve yönlendirmesi için öncelikle danışman hocam Prof. Dr. İdris Bostan’a müteşekkir olduğumu belirtmeliyim. Destek ve yardımlarını hiçbir zaman esirgemedi. Tezin bütün süreçlerinde sorduğum sorulara bilgelikle cevap verdi ve istikamet gösterdi. Kendisinden sonra başka bir denizcilik teşkilatı konusunu çalışmanın ağırlığını sürekli hissettirdi ancak yardım elini üzerimden hiç çekmedi. Hocama sonsuz şükranlarımı sunarım. Arşivde ve danışman hocamın nezaretinde çalışmalarımı daha verimli gerçekleştirmeme fırsat vermek üzere İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’ne görevlendirmemi onaylayan dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü ve Tarih Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mahmut Ak hocama teşekkürlerimi arz ederim. Ayrıca Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu hocama tez izleme komitesinde bulunmayı kabul ettiği ve sorularıma nezaket ve bilgelikle cevap vererek yol gösterdiği için müteşekkirim. Lisans eğitimi sürecinden bu yana talebesi olduğum Prof. Dr. Feridun M. Emecen hocama, çeşitli vesileleri fırsat bilip tezimle ilgili problemleri anlatma ve kendisiyle tartışma imkânı buldum. Her seferinde kısıtlı zamana ve kalabalık ortamlara rağmen nezaketle dinleyip yol gösterdi. Hocama müteşekkirim. On yılda onlarca hocadan ve arkadaştan büyük yardımlar gördüm. Tezin ilk zamanlarından itibaren öneri ve yönlendirmeleriyle beni teşvik eden ve sorduğum sorulara sabırla cevap veren Doç. Dr. Yusuf Alperen Aydın, tezi titizlikle okuyup tavsiyelerde bulunarak birçok hataya düşmekten beni kurtardı. Kendisine şükran duygularımı ne kadar ifade etsem azdır. Doç. Dr. Özgür Oral ve Doç. Dr. Özgür Kolçak, aklımdaki sıkıcı, karmaşık ve bazen de gereksiz denilebilecek soruları sorduğumda nezaketle cevapladılar. Kendilerine çok teşekkür ederim. Dr. Öğr. Üyesi Miraç Tosun ve Doç. Dr. Mehmet Sait Türkhan arşiv belgelerinde karşılaştığım zorluklarda hem yardımcı oldular hem de müşküllerimi çözerken büyük özveriyle rehberlik ettiler. Müteşekkirim. Kırklareli’ndeki mesai arkadaşlarım Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin Serdar Tabakoğlu ve Doç. Dr. Yahya Koç ile en başından itibaren araştırmalarımı istişare etme fırsatı buldum. Destek ve dostlukları bana güç verdi. Ayrıca Doç. Dr. Yahya Koç’la, Osmanlı Arşivi’nde beraber çalıştığımız günlerde, çay molalarında birçok konuyu müzakere etme imkânı buldum. Arşiv belgeleri için sorduğum sorulara içtenlikle cevap verdi ve zamanını ayırdı. Son olarak her iki değerli dostum tezimin bazı bölümlerini okuyup görüşlerini sundular, müteşekkirim. Ayrıca Kırklareli Üniversitesi Tarih Bölümü’ndeki idareciler, hocalarım ve mesai arkadaşlarım Osmanlı Arşivi ile Kırklareli arasında mekik dokuduğum yıllarda desteklerini esirgemediler. Bilhassa arşive yeterli zamanı ayırabilmem için idarî meseleleri çözüme kavuşturan rahmetli hocam Prof. Dr. Osman Öztürk’ü rahmetle ve şükranla anıyorum. Dostluklarını her zaman gösteren arkadaşlarım Öğr. Gör. Dr. Okan Büyüktapu, Dr. Öğr. Üyesi Kadir Purde, Dr. Ali Aslan, Dr. Göksel Baş ve Öğr. Gör. Dr. Behçet Loklar gerek tezdeki meselelerin istişaresinde gerekse arşiv belgelerinde karşılaştığım sorunların çözümünde her zaman ve hemen yardımcı oldular. Cömertçe harcadıkları zamanları için müteşekkirim. Arşivde araştırmalarımı yaparken çok değerli arkadaş ve araştırmacıların yardımını gördüm. Bilgi ve tecrübelerini benimle paylaşarak zaman kazanmamı ve araştırma sürecimi daha doğru planlamamı sağladıkları için Dr. Hakan Engin, Dr. Salih Değirmenci ve Dr. Mesut Demir’e teşekkür ederim. Ayrıca Derya Beyleri üzerine doktorasını tamamlayan Dr. Emel Soyer Kolçak’la yıllar içinde yaptığımız istişareler Tuna Donanması ve diğer Osmanlı denizcilik teşkilatları arasındaki bağlantıyı görmemi kolaylaştırdı. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde beraber görev yaptığım “mesai” arkadaşlarım, kendilerinden her zaman nezaket ve iş birliği gördüğüm gibi, özellikle tezimin son dönemlerinde ihtiyacım olan zamanı oluşturmak için birçok yükü üzerimden aldılar. Dr. Öğr. Üyesi Esen Salarcı Baydar, Dr. Şaduman Tuncer, Arş. Gör. Fatma Erdim, Arş. Gör. İsmail Emre Pamuk ve Arş. Gör. Dr. Ahmet Tekin’e destekleri için müteşekkirim. Tezin kitaba dönüşme sürecinde nazik yaklaşımıyla yardımını esirgemeyen Timaş Yayınları editörü Zeynep Berktaş’ın yönlendirmeleri çok kıymetliydi, teşekkür ederim. Bu süreçte değerli dostum Halil Solak, doktora çalışmalarına ayırdığı kıymetli vaktinden fedakârlık ederek tezin kitap hüviyeti kazanabilmesi için değerli katkılar sundu, müteşekkirim. Kitabın yayına hazırlanması sürecinde yol gösterici yaklaşımlarından dolayı Timaş Akademi’nin danışma kurulundaki hocalarıma ve Timaş Akademi’nin editörü Neval Akbıyık’a teşekkürlerimi sunarım. Son olarak ailemin desteğini zikretmeliyim. Bugüne kadar her neye karar verdiysem her zaman yüreklendiren, maddî ve manevî olarak destekleyen annem Mineş Aslan ve babam Haydar Aslan’a minnettarım. Doktora sürecimde de hep yanımda oldular. Eşim Şemsinur Aslan, kızım Büşra ve oğlum Burak yıllarca süren çalışmada onlara yeterli vakit ayıramadığım halde sabır ve anlayış gösterdiler; müteşekkirim. Ayrıca kayınpederim Sabri Aslan ve kayınvalidem Gülsevim Aslan, sadece damatları olduğum için değil, doktora araştırmama kıymet vererek her zaman desteklerini gösterdiler. Kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır.

Seyfullah ASLAN

Kırklareli, 2024

GİRİŞ
“Türk’ün gönlünde dağ varsa Balkan’dır, nehir varsa Tuna’dır”
Yahya Kemal Beyatlı

Uçaktan Tuna Nehri’ne bakarken, nehrin ihtişamı büyüleyiciydi. Nehrin uzunluğu yanında yer yer genişleyen bölgeleri ve Karpatları aşarken girdaplar bölgesinde daralan nehir yatağının çılgın akışı sanki yukarıdan bütün netliğiyle görülüyordu. Nehirde gemileri hayal ettim. O an, her bir geminin ne taşıdığından daha çok ne tür hikâyelerle yol aldığını düşünüyordum. Bana arşiv belgelerinde yer almayan başka bir şey lazımdı. Onu arıyordum. Arşivde doktora çalışmalarımı sürdürürken, tezimi yazmaya başlamadan önce Tuna Nehri’ni görmem gerektiğini biliyordum. Coğrafyanın kitabî bilgiye ve arşiv belgelerine ruh katacağını tahmin ediyordum. Nihayetinde çalışmam belli bir noktaya geldikten sonra bir fırsat doğdu. Eylül 2019’un son haftasında Balkan coğrafyasının farklı yerlerinde doktora çalışması yapan arkadaşlarımla Belgrad’da buluşacaktık. Belgrad Kalesi’nin meşhur Kale Meydanı’ndan Tuna ve Sava nehirlerine baktığımda sanki bir zaman makinesine binip uzaklaşmışçasına o aradığım hikâyeleri ve ruhu gördüm. Gemilerin limana yanaşmasını, kaleden donanmayı izleyen Beylerbeyi ve Tuna Kapudanı’nın yüzündeki gerginliği temaşa ettim. Belgrad karşısındaki Zemun sahrasından Varadin (Novisad) Kalesi’ni kuşatmaya giden kara ordusunu Tuna Nehri’nden takip eden donanmayı izledim. Sanki bütün tarih yanımdaydı. Sultan II. Mustafa Zenta Bozgunu’yla neticelenecek 1697 seferinde kaleden Tuna’ya ve ötesine bakarak sadrazam ve vezirlerle istişare ederken onları dinledim. Sahne değişti. Savaş gemileri Belgrad önlerinde çarpışıyordu. Karşı kıyıda, Zemun sahrasında Belgrad’a doğru çevrilmiş toplar gördüm. Sava nehri üzerine yapılan tombaz köprü top atışına tutulmuştu. Belgrad kalesinin kuzeydoğu tarafında Tuna nehrinden karşıya, Pançova’ya geçen Osmanlı birliklerinin ilerleyişini izledim. Arkadaşlarım yanıma geldiklerinde büyülenmiş olduğuma hiç aldırış etmeden fotoğraf çekerek manzaranın tadına varmaya çalıştılar. Ancak eminim ki benim gördüğüm sahneleri onlar görmüyordu. Kalede yürürken de kaleden çıkıp şehrin sokaklarına karıştığımızda da içimdeki o heyecanı muhafaza ediyordum. Belgrad’ı son gün tekrar gezmek üzere, ilk günkü rotamızı meşhur Osmanlı kalesi ve şehri Semendire, girdaplar bölgesinin girişinde ihtişamla duran Güvercinlik kalesi, girdaplar bölgesi ve Fethülislam kalesi olarak belirlemiştik. İkinci gün ise bu sefer kuzeybatıya yönelip Sava Nehri üzerindeki Böğürdelen kalesine ve oradan da Varadin kalesine geçtik. Semendire ve Fethülislam kaleleri nehir kenarında olmalarından dolayı Tuna Donanması’na liman ve tersâne olarak hizmet veren yerler olmuştu. Ancak Güvercinlik kalesi konumu itibariyle bu kalelerden ayrılmaktaydı. Kayaların üzerinde ama Tuna nehriyle bütünleşen Güvercinlik, girdaplar bölgesinin giriş çıkış güzergâhını kontrol etmekteydi. Nehre doğru çıkıntı halindeki burçlarıyla girdaplara izinsiz girebilecek her türlü gemiyi tehdit ediyordu. Avrupa Birliği tarafından yakın zaman önce restore edilen kalenin kulelerinde ve salonlarında gezip Tuna’yla olan bağlarını görmeye çalıştım. Büyük bir kale değildi elbette ancak stratejik konumuyla Tuna’nın kilit noktalarından birinde bulunuyordu. Dolayısıyla burayı kontrol eden girdapları, girdapları kontrol eden de Tuna Nehri’ni kontrol ederdi. Girdaplar bölgesi daha çok Demirkapı Girdapları olarak biliniyor. Ancak Demirkapı Girdabı, İrşova kalesinin karşısında, 1972’de yapılan barajla sular altında kalan tarihî Türk adası Adakale’nin batısındadır. Buradan nehrin yukarı kısmına doğru gidildiğinde İnlik ve Tahtalı Girdapları bulunmaktadır. Girdaplar bölgesini otoyol güzergâhının elverdiği kadarıyla hâkim tepelerden izleme imkânımız oldu. Tuna Donanması’nın geçişini hayal ettim. Girdap Ağası’nın gemilerin geçişine bu tepelerden nezaret ettiğini ve cerahorların nehrin hizasındaki patikalardan gemileri halatlarla çekerken nasıl zorlandığını düşündüm. Ya da haydutların tepelerdeki mağaralara gizlenip Osmanlı gemilerini batırmak için hazırlık yaptığını hayal ettim. Şimdi arşiv belgelerinde okuduğum her bilgi, her rakam, her görevli birer ruh olarak bu coğrafyaya inmiş gibiydi. Ertesi gün Sava Nehri kenarında olmasına rağmen Tuna’yla ve donanmayla organik bağları bulunan Böğürdelen kalesine gittik. Kalenin nehre uzanan yamaçlarında gemi inşa edilen tersâne gözleri olmalıydı. Mütevazı yapısıyla Böğürdelen’i geride bırakıp ormanların arasından Varadin’e geçtik. Ancak yol güzergahında kara ordusunun ormanlardan ve bataklıklardan geçerken çektiği sıkıntıyı düşününce nehrin her şeye rağmen daha hızlı, güvenilir ve potansiyelli olduğunu düşünmeye başladım. Günümüzün modern Novisad şehrinin karşısında, Tuna Nehri’nin kenarında bulunan Varadin veya diğer adıyla Petrovaradin kalesi bütün ovaya hâkim bir tepede bulunmaktadır. Tuna’nın batıdan doğru akan bütün kıvrımlarına ve doğuya yönelen bütün salınımlarına hâkim bir konumdadır. II. Viyana Kuşatması sonrasında sıklıkla el değiştiren kale 1687’de Habsburg idaresine geçti. 1694’te Osmanlı ordusu tarafından kuşatıldı ancak netice alınamadı. Çünkü Habsburg kuvvetleri kaleyi tahkim etmiş ve Osmanlılara karşı bir harekât merkezi olarak planladıklarından önemli miktarda silah ve cephane yerleştirmiş, kalenin asker sayısını artırıp kuvvetlendirmişlerdi. Sultan II. Mustafa’nın 1695 ve 1697’de seferin yönünün Varadin olması teklifi bu gerekçelerle müzakerelerde kabul görmedi. Sonraki yıllarda kaleye taarruz edilse de ele geçirilemedi. Son gün Belgrad şehrini ve kalesini detaylıca gezme imkânım oldu. Heyecanım ve gözümde canlanan sahneler kaybolmamıştı. Ancak Belgrad’ın 1717’de elden çıkışını bir vesileyle akla getirince hem üzüldüm hem de tarihin akışında bütün resme soğukkanlılıkla bakmam gerektiğini salık verdim kendime. Öte yandan Tuna kapudanlarından İbrahim Paşa’nın 1717’de Belgrad önlerinde şehit olduğunu hatırlayarak kaleden nehre doğru inen yamaçlarda Osmanlı askerlerini ve nehirde kalyatasıyla İbrahim Paşa’yı hayal ettim. Neticede Tuna bir Türk nehriydi, çünkü Türk askerinin kanı yüzyıllardır sularına karışmıştı.

***

Türklerden önce Tuna Nehri’ni böylesine kontrol eden başka bir devlet ya da imparatorluk yoktu. Örneğin Roma İmparatorluğu, Tuna Nehri’ni M.Ö. 400’lerden itibaren kuzeydeki halklarla arasında doğal bir bariyer olarak kullanmıştı. Ayrıca Roma’nın, Viyana, Budapeşte, Belgrad ve Rusçuk gibi nehrin kenarındaki şehir ve kalelerle sınırda varlık göstermenin yanında nehirde devriye gezen bir filosu da bulunmaktaydı.1 Roma İmparatorluğu’ndan Osmanlı’ya kadar olan dönemde ise Tuna Nehri parçalı bir hâkimiyet altındaydı. Çeşitli devletler ve prenslikler nehrin farklı yerlerini kontrol ediyorlardı. Oysa Osmanlılar Karadeniz deltasından Budapeşte’ye kadar nehri tek bir güç olarak kontrol edecekti.

Tarihin İçinden Akan Nehir

Tuna Nehri tarih boyunca etrafındaki bütün toplumlar, devletler ve imparatorluklar için farklı amaçlara hizmet etti. Tatlı su kaynağı olan nehir balıkçılıkta, iskele ve gemiler aracılığıyla ticarette ve tabii ki devlet ve imparatorluklar tarafından savaşlarda kullanıldı. Bu bakımdan da etrafını şekillendiren önemli bir sınır, engel ve fırsattı.2 Avrupa’nın en büyük ikinci nehri olan Tuna 1.775 mil / 2.857 km uzunluktadır. Almanya’da Karaorman’dan (Schwarzwald) doğan nehir günümüzde Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Moldova ve Ukrayna topraklarından geçerek Karadeniz’le buluştuğu deltasında Kili, Hızırilyas ve Sünne (Sulina) boğazlarından denize karışmaktadır.3 Nehrin doğduğu yerden Bratislava’ya kadar olan kısma Yukarı Tuna, buradan İrşova’ya kadar olan kısma Orta Tuna, İrşova’dan Kili’ye kadar olan kısma Aşağı Tuna ve buradan bir delta halini alıp Karadeniz’e döküldüğü yere kadar nehrin kollarına ise Tuna deltası denilmektedir.4 Tuna Nehri’ne yaklaşık 300 küçük nehir ve dereler dışında 27 büyük nehir de karışmaktadır. Morava, Drava, Tisa, Sava, Büyük Morava, Siret, Olt ve Prut nehirleri Tuna Nehri’ne karışan büyük nehirlerden bazılarıdır. Bu büyük nehirler farklı havzalardan ve farklı mevsimsel dönemlerde taşıdıkları suyla Tuna Nehri’nin debisini artırırlar. Bu bakımdan Tuna Nehri’nin uzun yolculuğunda havzasının farklı noktalarından kendisine dâhil olan nehirlerin getirdiği sular Tuna’nın su rejimini etkilemekte ve belirlemektedir. Buna göre Tuna Nehri en fazla suyu Nisan ve Haziran aylarında taşır. Ekim ayında ise nehrin debisi çoğu noktasında en düşük seviyesine geriler. Ayrıca yıllık olarak bakıldığında sıklıkla Ocak ve Şubat aylarında Tuna Nehri donar.5 Tuna Nehri’nin farklı noktalarında onlarca ada ve adacık bulunmaktadır. Bunların bir kısmı on yıllar içinde oluşup yok olan kum ve alüvyon karışımı adalardan oluşmaktadır. Bununla birlikte Tuna Nehri’nde kalıcı olduğu belirtilen 900 ada tespit edilerek coğrafî şekilleri kayıt altına alınmıştır.6 Nehrin irili ufaklı böylesine fazla sayıda adaya sahip olması, onun özgün yanlarından biri olduğu gibi nehirde tarih boyunca seyrüsefer yapan gemicilerin ya kılavuza ihtiyaç duymasını ya da tecrübeli gemi kaptanlarının görev almasını gerektirmiştir. Nehrin coğrafî olarak zorlu yerleri de bulunmaktadır. Demirkapı Girdapları olarak bilinen ve Fethülislam’dan nehrin yukarısına doğru gidildiğinde Güvercinlik (Golubac) Kalesi’ne kadar olan bölge nehrin seyrüseferi zorlaştıran en önemli kesitidir. Karpat Dağlarının kuzey ucunu yaran Tuna Nehri, bu yüksek dağ silsilesinin arasından akarken yatağı 1,5 km’den 200-250 metreye kadar daralır7 ve nehir tabanından yüzeye doğru uzanan kayalar, ince bir örtü serilmiş gibi gizlenir. Bu bakımdan daralan yatakta hızlanan su akışı ve su yüzeyine doğru çıkıntı yapan kayalar gemilerin geçişinde büyük sorunlara yol açmaktadır. Bütün bu coğrafî şartlar, Tuna havzasında ilerleyen ordulara ve nihayetinde orduların iâşe ve ikmâlini yapanlara farklı zorluklar çıkarıyordu. Bu nedenle mevsim şartlarına, yağışın az ya da fazla olmasına dikkat edilerek köprüler ….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur