Geçmişin ihyası ya da tarihin ‘şimdi’ keşfi… Türk Tarih Tezi’nin iktidarın siyasî tasarruflarına bağlı olarak yaratıldığı ve geliştirildiği ‘altın çağ’ı ele alan İktidar ve Tarih; Türkiye’de “Resmî Tarih” Tezinin Oluşumu (1929-1937), Birinci ve İkinci Tarih Kongreleri’nden başlayarak hem tarih tartışmalarını hem de bu tartışmaların ders kitaplarına nasıl yansıdığını inceliyor. Afet İnan, Yusuf Akçura, Fuad Köprülü, Dr. Reşit Galip, Zeki Velidi Togan, Sadri Maksudi Arsal, Samih Rıfat ve Ahmed Refik gibi önemli aktörlerin tartışmalardaki rollerini ve yaklaşımlarını da ele alan kitap, tek parti dönemi bilimselliğinden örnek ders kitaplarının incelenmesine kadar uzanan geniş bir alanı tarıyor. 1990’larda yazılmış ders kitaplarını da araştırmanın mantığına yerleştiren ve ek bir bölümle ele alan çalışma, böylelikle 1930’lardan 1990’lara iktidar ve ideolojinin tarih algısı ve tarih yazıcılığı üzerinde yarattığı deformasyonu etraflı bir şekilde tartışıyor. Büşra Ersanlı’nın İktidar ve Tarih’i bu alanda yapılmış bir ilk çalışma olarak önemini hâlâ koruyor.
ÖNSÖZ
Ortaokulda ve lisede tarih derslerinden uzak durmaya çalışan öğrencilerden biriydim. Olaylar arasındaki bağlantıları çoğu zaman algılayamadığım için de pek az hakkıyla ezberleyebildim. Aslında insan iki arada bir derede kalıyordu, çünkü, 1) eleştiriye ya da sorgulamaya açık bir anlatım tarzı yoktu ve 2) buna rağmen birçok olay anlatılması en az mümkün olabilecek bir nedensellik bağı (!) ile anlatılıyordu. Yani hem sorgulayamaya çaksın hem de sorgulayamadığın olaylar inandırıcı bir biçimde anlatılamamış olacak, yüzeysel bir biçimde geçiştirilmiş olacak… Başka bir deyişle “resmiyeti zayd” olacak. Tabii o zamanlar aynı mantığa sahip olan ancak bir bakıma daha okunur daha cazip basılmış 1930’ların tarih kitaplarını da bilmiyordum. Ancak o yıllarda bile tarihin siyasal açıdan önemini sezmek zor değildi: örneğin, Demokrat Parti’nin doğuşu ve siyaset sahnesindeki yerine ilişkin yorumlar, kitaplara girdiği hızla çıkabilmişti. “Resmiyet ve “reddi resmiyet” aynı yüzeysellikle birbirleriyle yarışırcasına tarih eğitimine ve tüm tarihyazıcılıgına sinmişti. Bu durumun örneklerini özellikle 1970’lerde ve 80lerde bol bol gördük.
Resmi tarihin “resmen meşru” ilan edilişi ancak ulusa ve vatandaşlarına kuvvetli bir kimlik kazandıramamış oluşu ve iktidarla muhalefet sorunları Türkiye’de tek parti döneminin tarih yazıcılığını araştırma konusu seçmemin ana etkenleri oldu. Konuya siyasal çözümleme yönünden yaklaşma isteğimi tez hocam Şerif Mardin her zaman teşvik etti ve İngilizce doktora çalışması olarak kaleme alınan bu araştırmanın her safhasını izledi. En başla değerli hocam Şerif Mardin’e teşekkür borçluyum. Bu çatışmanın doktora tezi olarak ilk yazımına değerli eleştirileri ve önerileriyle Selçuk Esenbel önemli katkılarda bulundu ve bana daima çalışma azmi verdi. Hocalarım Metin Heper ve Taha Parla çeşitli dönemlerde ve özellikle de kritik anlarda yol gösterdiler ve yardım ettiler. Avrupa’da tarih yazıcılığını ve bunun siyasal çözümleme ile bağlantısını benimle tartışan Hull Üniversitesinden Noel O’Sullivan bu konudaki ilk okumalarımı zenginleştirdi ve bana. bu karmaşık konuya özellikle tarihçi olmadan girme cesaretini verdi.
Tez çalışmalarının uzun sürdüğü sık sık rastlanan bir olgu ancak ne kadar uzun sürmüş olsa da ben bu çalışmanın eninde sonunda bir ödev olduğunu, hazırlayıcı ve eğitici yanının ağır bastığını düşünüyorum. Türkçesini yazarken elimden geldiğince bu yanını yoketmeye çalıştım. Bu çabamda da bana en çok Kemali Saybaşılı ve Günay Göksu Özdoğan yardımcı oldular.
Bu çalışmamı her yönüyle destekleyen aileme, ayrıca sezgilerimi ve meraklarımı disiplinle barıştıran Cem Behar’a sonsuz teşekkürler.
GİRİŞ
Tarihi, geçmişi algılama, olaylarıyla düşünce akımlarıyla bütünleştirerek kavramanın ve günümüzle ve gelecekle köprü kurmaya çalışmanın yollan olarak ele alırsak, parçalarla bütünün aynı derecede önemli olduğunu kabul etmemiz zorunludur. Parçalar, seçilen belirli dönemler, genel bakış açısına hakim olamayacağı gibi her değişen siyasal iktidar da. temel bir tarihsel yaklaşım değişikliğini getirmemelidir. Tarihsel yaklaşımda değişim uzman tarihçilerin katkılarıyla oluşabilir. Devletin, ulusçu bilinçle kimliğimizi güçlendirmek amacıyla önemsediği bu tarih kitaplarının yaklaşımı kimliğimizi, amacının tersine, sürekli bozabilmekledir. Değişimle süreklilik bir türlü barışmamıştır. Türk aydınının zihninde değişim genel olarak devrim, yıkmak, almak, unutmak; süreklilik ise saplantı, tutuculuk, yeniliğe kapalılık olarak algılanır. Oysa değişim ve süreklilik ancak birlikte güçlü olabiliyorlar. Esas kimliği kaybetmeden ve hatta güçlendirerek yeniliklere açık olmak yenilikleri özendirmek gerekiyor.
Esas ilgi alanım siyaset bilimi ve tarihsiz bir siyaset bilimini kabul etmenin çok güç olduğuna inanıyorum. Siyasetin kurgusu elbette farklı çıkar ve yaklaşımları birlikte yaşatmaya ve geliştirmeye yönelik olarak yapılmalıdır. 1940’h ve 1950’li kuşakların en az yirmi yılı da demokrasiyi anlamaya ve uygulamaya çalışmakla geçti. Siyaset bilimi eğitimi sırasında sağlam tarihçiliğin demokrasi alanındaki en belirleyici adım olduğu açıktır. Ülkemizde genel hatlarıyla tarih yazıcı lığının özellikle de tarih eğitiminin ağırlıklı olarak demokrasi, iktidar ve muhalefet kavramlarını ters bir mantıkla etkilediği varsayımından hareket ettim. Gerçekten de özellikle orta dereceli öğrenimde tarih bugün anladığımız anlamda demokrasiyi özendirmiyordu; şimdi de öyle. Tarihçilik, zaman ve mekana adil d anan iniyordu, tarihsel ve tarih öncesi dönem ve yer seçiminde otoriter, pragmatik ve işlevseldi. Değişimleri birer oldubitti olarak görüyor, rastlantısal ve darbeci bir anlayışla dile getiriyordu. Siyasal ve kültürel bir kimlik için aşılanması gereken sürekliliği ise bir türlü olunamıyordu. Orta Asya, Osmanlı öncesi islâmiyet, Osmanlılık, Atatürk devrimleri, kimliği belirleme çabasında sürekli yer değiştiriyor bazen biri ya da diğeri kuvvetle gölgeleniyordu. Bazı deneyimli yazarlar Beti Atatürkçü Değilim diye kitaplar yazabiliyordu. Bu olumsuz anlamdaki siyasal iktidarbağımlı değişimler ise pedagojik formasyondan dış politika sorunlarına kadar etkili oluyordu.
Yukarıda değindiğim sorunları incelemeye yönelik bir çalışmanın, İngilizce yazılmış olan doktora tezimin, büyük ölçüde Türkçe çevirisi olan bu kitap esas olarak Türk Tarih Tezi ile ilgili bir bazı Avrupalı tarihçi ve coğrafyacılar Türkleri ikinci sınıf bir ırk olarak tanımlamışlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Osmanlı /Türk kimliği meşruluğunu yitirdiğinden bu yargıyı, Osmanlı öncesi Türklere atıfta bulunarak değiştirmek mümkündü. “Türk halkının brakisefal olan ve Mısır, Anadolu, Ege ve Mezopotamya’da büyük uygarlıklar kuran bu ırka mensup olduğu” savı böylece ön plana çıkarılacaktı Yeni kuşakların bu “gerçeği” öğrenmeleri ve bundan uluslaşma süreci için gerekli gücü almaları gerekiyordu. Ulusal bilini; oluşturma amacıyla yapılan tarihsel araştırmalar da ‘milli ve ilmi bir vazife” alarak görülecekti. 1932’deki Birinci Türk Tarih Kongresi’nde dile getirilen resmi teze göre tarihin ık.h bir amacı olmalıydı: Osmanlı öncesi dönemlere dayanılarak güçlü bir ulusal bilinç oluşturmak ve bu bilinci “doğa ya…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kuram Siyasal Düşünce
- Kitap Adı İktidar ve Tarih: Türkiye'de "Resmi Tarih" Tezinin Oluşumu (1929- 1937)
- Sayfa Sayısı309
- YazarBüşra Ersanlı Behar
- ISBN9750501203
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2003