Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İki Hamlede Zafer
İki Hamlede Zafer

İki Hamlede Zafer

William Faulkner

William Faulkner’ın polisiye öykülerini bir araya getiren “İki Hamlede Zafer”in merkezinde Savcı Gavin Stevens var: Hem doğup büyüdüğü bölgeyi ve oranın insanını çok iyi…

William Faulkner’ın polisiye öykülerini bir araya getiren “İki Hamlede Zafer”in merkezinde Savcı Gavin Stevens var: Hem doğup büyüdüğü bölgeyi ve oranın insanını çok iyi tanıyan bir “Güneyli”, hem de Harvard’da ve Heidelberg’de okumuş, eski Yunancadan çeviriler yapan bir entelektüel. Stevens, Faulkner’ın destansı coğrafyası Yoknapatawpha’da işlenen cinayetleri çözerken bu iki dünyayı iyi tanımasından destek alacaktır. Vakaları bir dedikodu havası içinde takip eden bölge halkı ve Stevens’ın yanından ayrılmayan, olayları onun bilinci aracılığıyla izlediğimiz yeniyetmelik çağındaki yeğeni Charles bu öykülerde okura eşlik eder.

Daha önce yayımlanan ilk beş öykünün yanına, Türkçesi ilk kez bu kitapta yer alan ve bir romanın uzunluğuna ve derinliğine sahip son uzun öykünün eklenmesiyle, Faulkner’ın polisiye dünyası Türkçede tamamlanmış oluyor.

Klasik polisiyenin sınırlarını zorlayan bu öykülerde, cinayetleri aydınlatan keskin bir zekânın yanı sıra, bir coğrafyanın ve insanlarının yerelden evrensele uzanan portreleri de var.

Altı ustaca polisiye öykü, bu sayfalarda can bulmuş insanların öfkesinden de bir şeyler taşıyan bir dille sunuluyor: Hem şiddetli hem denetim altına alınmış, hem gemlenmiş hem de hücum eden bir dille. – “The New York Times”

*

Duman

Anselm Holland, Jefferson’a yıllarca önce gelmişti. Ama nerelerden gelmişti, bunu bilen yoktu işte. O zamanlar gençti; becerikliydi, girgindi. Daha geldiğinin üçüncü yılı, bütün bölgenin en iyi toprağı sayılan sekiz bin dönümlük bir arazinin sahibinin kızını alıp içgüveysi girmişti. İki yıl sonra karısı ikiz oğlanlar doğurmuş, ondan iki yıl sonra da kayınbabası dünyasını değiştirmişti. Böylelikle Holland karısına kalan geniş mülke konarak yan gelip kurulmuştu. Ama bu işlerden epey önce biz Jefferson’lılar Holland’ın sağda solda kaç kere bağıra bağıra “toprağım, ürünüm” diye konuştuğunu kulaklarımızla işitmiştik; babaları ve dedeleri buralarda yetişip, buralarda toprağa düşmüş olanlarımız Holland’a karşı soğuk davranıyor, taş yüreklinin ve (gerek beyaz, gerek zenci rençberlerin ve iş için görüştüğü kimselerin anlattığı öykülerden ötürü) şirret zorbanın biri diye bakıyorlardı ona. Ama karısının hatırı için, bir de kayınbabasına saygı duyduğumuzdan, Hollanda saygı değilse de nezaket gösteriyorduk. Günün birinde, ikiz oğulları daha minnacıkken karısı da ölünce, kızcağız kötü yetişmiş bir eloğlunun hayvanca kazaklığına kurban gitti diye olanca kabahati Holland’a yükledik. Oğulları büyüdükten sonra ilk önce bir tanesi, onun arkasından öbürü tası tarağı toplayıp bir daha dönmemecesine evden çekip gidince de hiç şaşmadık. Holland, bundan altı ay önce, günlerden bir gün (sırtında ve sağrılarında katı yürekli efendisinin zıvanadan çıkarak vurduğu sopalardan kalma yara izleri duran) eyerli atı tarafından besbelli bir demir parmaklık üstünde sürüklene sürüklene çekilmekten bedeni kırık dökük bir külçe gibi olmuş, bir ayağı üzengiye sımsıkı takılı olarak ölü bulunduğu vakit de, aramızda acıyan ve hayıflanan tek bir Tanrı kulu çıkmadı, çünkü herif pek kısa bir süre önce bizim kasabanın insanları gözünde, çağımız anlayışına göre bağışlanmaz bir alçaklık yapmıştı. Öldüğü gün öğrendik ki, aile mezarlığında karısının soyunun sopunun yattığı mezarları kazmış, bu arada karısının otuz yıllık mezarını da altüst etmiş. Bu hınzır, zırdeli ihtiyar da hallaç pamuğu gibi atmaya kalkıştığı mezarların arasında bir yere gömüldü. Günü gelip de vasiyetnamesi açılınca içindekileri hiçbirimiz şaşkınlıkla karşılamadık. Ölümünden sonra hırpalayıp çileden çıkartabileceği son kimselere -yani kendi etinden, kanından olan oğullarına― mezarın ötesinden bile son bir darbe indirdiğini öğrenmek hiç şaşırtmadı bizi.

Babalarının öldüğü sıralarda kırk yaşındaydı ikizler. Öbür kardeşinden az sonra doğan küçük Anselm, söylediklerine göre annesinin bir tanesiymiş, herhalde babasını andırdığı için. Her neyse, kadıncağız öldüğünden beri, oğlanlar daha çocuk denecek yaştalarken, Baba Anse ile Küçük Anse arasında hırgürün eksik olmadığını duyardık; öbür oğlan Virginius da her zaman ayırıcılık ve arabuluculuk yapar, çektikleri yetmiyormuş gibi hem babasından hem kardeşinden bir araba küfür yermiş, ama uzlaştırma görevinden vazgeçmezmiş – yaradılış. Küçük Anse kendi başına buyruktu; delikanlılık çağında evden kirişi kırmış, tam on yıl ortalıkta görünmemişti. Döndüğü vakit, kendisi de, kardeşi de yasal yönden reşit olmuşlardı artık; Küçük Anse babasından (şimdi vasi olarak yönettiğini öğrendiğimiz) araziyi bölmesini ve kendi payına düşeni vermesini resmen istemişti. Büyük Anse de bu öneriyi ateş püskürerek geri çevirmişti. Kuşkusuz Küçük Anse önerisini, babasının reddedişi gibi ateş püskürerek yapmıştı, çünkü baba oğul tıpatıp benziyorlardı birbirlerine. O zamanlar bir de şunu öğrendik ki Virginius, işin tuhafı, babasından yana çıkmıştı. Öğrendik demekten kasıt, duyduk yani. Arazi paylaşılmadığı için bunu da işittikböyle bir baba oğul arasında bile eşine rastlanmamış ve rastlanmayacak kadar vahşi bir dalaşma sonunda -öyle korkunç bir dalaşmaymış ki bu, zenci uşak ve hizmetçiler evden kaçıp geceyi başka yerlerde geçirmişler– Küçük Anse kendi malı olan bir çift katırı önüne katarak çekip gitmişti de o günden Baba Anse’in ölümüne kadar, Virginius da evden çıkmak zorunda kaldıktan sonra bile, ne babasına ne de kardeşine tek kelime söylemişti. Ama bu sefer bölgeden uzaklaşmamıştı. Arka taraftaki sırtlara çıkıp (kimimizin söylediği ve hepimizin düşündüğü gibi, “Morukla Virginius’un ne âlemde olduklarını kollayabileceği”) uygun bir yere yerleşmişti. Orada on beş yıl iki odalı, toprak döşemeli bir kulübecikte, yemeğini kendi pişirerek keşişler gibi yapayalnız yaşamış, kasabaya yılda ancak iki üç sefer, katırlarını önüne katarak inmişti. Bir ara, izinsiz viski yaptığı için tutuklanıp mahkemeye verilmişti. Mahkemede hiçbir savunmada bulunmadığı, ne suçunu kabullendiği ne de suçsuz olduğunu ileri sürdüğü için, hem mahkemeye saygısızlıktan hem de viski suçundan para cezasına çarptırılmış, kardeşi Virginius bu para cezasını ödemek isteyince tıpkı babası gibi zıvanadan çıkıvererek mahkeme salonunda üstüne saldırmaya kalkışmıştı. O zaman kendi isteğiyle cezaevine girmiş, uslu durduğu için sekiz ay sonra affa uğrayarak yine kulübeciğine dönmüştü. Bu karanlık yüzlü, sessiz, kartal bakışlı adamın yanına, komşu olsun yabancı olsun tek bir Tanrı kulu yaklaşmıyordu.

İkizlerin öbürü, Virginius ise arazinin başından ayrılmıyor, babasının sapasağlamken bile hakkını vermeyip bakımsız bıraktığı toprağı işliyordu. (Baba Anse için “Nerden gelmiş olursa olsun, nasıl yetişmiş olursa olsun, çiftliğin yanından bile geçmiş değil” derlerdi. Biz de bu sözdeki gerçeğe dayanarak kendi aramızda şöyle konuşurduk: “Küçük Anse’le babası arasındaki geçimsizlik de bundan çıkıyor ya. Oğlan, annesinin kendisiyle Virginius’a bıraktığı toprağın babasının elinde kepaze olduğunu gördükçe kan beynine sıçrıyor.”) Ama Virginius ayrılmıyordu çiftlikten. Hoşa gider yanı olmasa gerekti bu işin; biz sonraları, “Virginius bu durumun böyle sürüp gidemeyeceğini bilmeliydi” dedik. Daha sonraları ise, “Belki de biliyordu” diye düşündük. Virginius’tu bu; o vakitler, o vakitlerden geçtik, herhangi bir vakit, kafasının içinden neler geçtiğini kimsecikler kestiremezdi. Baba Anse ile Küçük Anse su gibiydiler. Belki kapkara sular gibiydiler, ama insan nereye yöneldiklerini pekâlâ kestirebilirdi. Gelgelelim Virginius’un yaptıkları ya da düşündükleri, işini tamamladıktan sonra anlaşılırdı ancak. Küçük Anse’in yokluğunda, tam on yıl canını dişine takarak çiftliğe sarılan Virginius’un da sepetlenmesine neyin yol açtığını bile öğrenememiştik. Virginius hiç kimseye bir şey söylememişti, belki Granby Dodge’a bile. Ama Baba Anse’i de, Virginius’u da iyi tanıdığımız için olaylar aşağı yukarı şöyle gelişti sanıyorduk:

Küçük Anse katırlarını önüne katıp arkadaki sırtlara yerleştiğinden beri Baba Anse’in bir yıldır bütün kinini içine akıttığını gözlerimizle görür gibiydik. Günün birinde Baba Anse dayanamayıp…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap Adıİki Hamlede Zafer
  • Sayfa Sayısı200
  • YazarWilliam Faulkner
  • ISBN9789750847318
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Tapınak ~ William FaulknerTapınak

    Tapınak

    William Faulkner

    1949 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi William Faulkner’ın bugün yalnız Amerikan edebiyatının değil, dünya edebiyatının da başyapıtı sayılan romanları başlarda çok ses getirmemişti. Ancak 1931’de...

  2. Emily’ye Bir Gül ~ William FaulknerEmily’ye Bir Gül

    Emily’ye Bir Gül

    William Faulkner

    Yirminci yüzyıl dünya edebiyatının tartışmasız en büyük yaratıcılarından biri olan Faulkner’dan, her biri roman derinliğinde, akıldan çıkmayacak öyküler. William Faulkner, Amerikan Güneyi’ni romanlarında destanlaştırmakla...

  3. Çapulcular ~ William FaulknerÇapulcular

    Çapulcular

    William Faulkner

    Faulkner’ın son romanı “Çapulcular”, yazarın hayali coğrafyası Yoknapatawpha’ya otomobillerin girdiği ve böylece modernleşmenin yeni bir ivme kazandığı 1905 yılında geçer. Bölgenin önde gelen ailelerinden...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Cinder / Bir Ay Günlüğü Kitabı ~ Marissa MeyerCinder / Bir Ay Günlüğü Kitabı

    Cinder / Bir Ay Günlüğü Kitabı

    Marissa Meyer

    Gelecekte bile, hikâye “bir varmış bir yokmuş” dİye başlıyor… İnsanlarla androidlerin yan yana dolaştığı Yeni Pekin’e hoş geldiniz. Her ne kadar birlikte yaşamayı başarsalar...

  2. Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri ~ Kavel AlpaslanAynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri

    Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri

    Kavel Alpaslan

    Yerkürenin hangi noktasında, hangi koşullar altında olursa olsun damarları aynı umutla, aynı ateş ve iradeyle harlanan cesur yürekler vardır. Bazen küçük gibi görünen bir...

  3. Sana Soyundum ~ Sylvia DaySana Soyundum

    Sana Soyundum

    Sylvia Day

    Ateşle oyna! Sana Soyundum Amerikada haftalarca bestseller listelerinden inmeyen, tüm dünyada 38 ülkeye satılan Crossfire üçlemesinin ilk kitabıdır. Sana ihtiyacım var, Gideon dedim soluk...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur