“Bir ara kıyıya takıldı gözüm. Çırılçıplak bir çocuk vardı. Yan yan yürüyordu, yere bakarak. Bir yengeç olmalıydı yerde. Bakıp öykündüğü. Başımı çevirmiş iskambil oynamaya gidenlere bakmıştım. Dümdüz yürüyorlardı. ‘Bilmesem sizin de bir zamanlar yan yan, düşe kalka, yalan yanlış yürüdüğünüzü…’ diye söylenmiş, ufaklık gibi yürüyerek yanına gitmiştim. Şimdi de bu kalabalık caddede yan yan yürüsem yengeç gibi, o çıplak ufaklık gibi. Sonra da olacakları, dostlarımla gittiğim tatlıcıda oturup, Gözleri Gece’ye yazsam.”
Behçet Çelik, ilk iki öykü kitabının bir araya getirilmesiyle oluşan bu kitapta yalnızlığıyla baş etmeye çalışanların, uzaktan uzağa âşık olup düş kuranların, kendinden bir nebze uzaklaşmak isteyenlerin, yaşamın çıldırtan tekdüzeliğinden bunalanların, işsizliğin ve belirsiz geleceğin yarattığı boşlukta kaybolanların, dost sohbetlerindeki samimiyeti arayanların hikâyelerine kâh ince bir keder kâh ince bir ironi içeren üslubuyla hayat veriyor. İki Deli Derviş / Yazyalnızı, ustalıkla örülü özgün bir edebi evreni müjdeleyen ilk öykülerin sıcacık buluşması.
İÇİNDEKİLER
KİTABA DAİR NOT………………………………………………………………………………..7
2011 BASKILARI İÇİN SUNUŞ……………………………………………………….9
İki Deli Derviş
Elimdeki iz……………………………………………………………………………………………….15
Gözleri gece…………………………………………………………………………………………….21
Denizdi………………………………………………………………………………………………………27
Evler grevler…………………………………………………………………………………………..33
Biri……………………………………………………………………………………………………………………..41
Garajlarda……………………………………………………………………………………………….47
İspanya ve gülen kız……………………………………………………………………57
Yalnızken de mutlu………………………………………………………………………61
El salla…………………………………………………………………………………………………………..69
Dedesi…………………………………………………………………………………………………………….75
Kahvaltı……………………………………………………………………………………………………….81
Pınarbaşı, kaçak, sevda…………………………………………………………85
Bulut………………………………………………………………………………………………………………..89
“Beni siz delirttiniz”…………………………………………………………………..95
Sokak 245……………………………………………………………………………………………….101
Yazyalnızı
Sucuklu yumurta…………………………………………………………………………109
Esmer öykü…………………………………………………………………………………………..115
Gizem…………………………………………………………………………………………………………..119
Yazar……………………………………………………………………………………………………………..125
Oğlan bizim kız bizim…………………………………………………………..133
Küskünler saklambacı…………………………………………………………..139
Canım kardeşim Halil………………………………………………………….147
Bir Mektup……………………………………………………………………………………………153
Bir fenomendi o……………………………………………………………………………..161
Dışarıda……………………………………………………………………………………………………167
Şu hayat tuhaf şey!…………………………………………………………………….171
Esin: Narin bir rüzgâr…………………………………………………………..175
Her şey yaşanır……………………………………………………………………………….181
Medaim gelmese……………………………………………………………………………189
Üç çay bahçesi…………………………………………………………………………………..195
Mahallenizden geçtim…………………………………………………………..201
2011 BASKILARI İÇİN SUNUŞ
1992’de birkaç arkadaşımla birlikte yayımladığımız Yazılı Günler dergisiyle aynı adı taşıyan bir de yayınevi kurmuş, kitaplarımızı masraflarını kendimiz karşılayarak çıkarmıştık. O sene yayımladığımız İki Deli Derviş de, Yazılı Günler’in 1993’te kapanmasının ardından 1996’da yayımlanan Yazyalnızı da şanssız kitaplar oldular. Her ikisi de doğru dürüst dağıtılamadı ve kitapçı raflarında yer bulamadı. Çok uzun süredir sahaflarda bile bulunmayan bu iki kitap şimdi tek cilt halinde minik düzeltiler dışında değiştirilmeden, ilk baskılarındaki haliyle okurla buluşuyor. 1987’de Varlık’ta yayımlanan ilk öykümü İki Deli Derviş’e almamıştım. Aradan neredeyse yirmi beş yıl geçtikten sonra, İki Deli Derviş’le Yazyalnızı’nı birlikte yayımlarken “Sokak 245” isimli bu öyküyü de ekledim. Uzun zaman önce yazdığım öyküleri yeniden okurken bu zaman zarfında yazmayı sürdürmüş olmamda bu kitapların önemli yeri olduğunu düşündüm. Edebiyat ve yayın dünyası genç yazarların hevesini kırmaya çok yatkın. Galiba böyle bir ortamda, yazmayı sürdürebilmek için edebiyatı sevmek ve sebat etmek yeterli olmayabiliyor; biraz da “takıntılı” olması gerekiyor genç yazarların. Yazdıklarını yayımlatmak, sayısı az da olsa, başkalarıyla paylaşmak, insanın edebi algısını genişletip ona sebat edebilmesi için güç verdiği gibi, bu takıntıyı da besliyor. “Takıntı” ile, edebiyatın bir uğraş olmanın ötesinde, daha derinlerdeki bir şeylere karşılık gelmesini, ya da daha derinlerdeki bir şeylere ilaç olmasını kast ediyorum. Bu kitaptaki öykülerin en eskisinin yazılmasının üzerinden neredeyse çeyrek yüzyıl geçmiş durumda. Henüz lise öğrencisiyken yazdığım bu öyküyü bana yazdıran itkiler ne idiyse, benzer itkiler −takıntılar− bugün de geçerliliğini koruyor.
BEHÇET ÇELİK
İki Deli Derviş
dağlara da küsmek gerekir
canı sıkkın, haylaz bir tarla faresi de olsak
değirmenler mi dayanır
ikimiz iki deli dervişi yaşasak
deli derviş dostlarıma,
Elimdeki iz
Atakan’a…
Bu akşam ayrılacağız. Aylarca birbirimizi görmemecesine. Sıradan olmasını istemiyoruz bugünün. Oysa her şey öyle sıradan ki. Her zamanki parkta buluştuk. Bu parkı severiz. Kaçacak deliğimizdir. Okuldan kaçtığımızda ya da evden kapıyı hızla çekip çıktığımızda kendimizi ilk buraya atarız. Birbirimize burada rastladığımız da olmuştur. Pek bakımsız bir parktır. Çimenler hiç biçilmez, kendi kendine bitmiş, engelleyen olmadığı için alabildiğine uzamış otlarla kaplıdır. Banklar kırık döküktür, tek tük çiçekler koparılmış… Parkın insanları da kırık dökük ya da koparılmıştır sanki. Dalgın bakışlı köylüler, geçmişte bir şey arayan yaşlılar… Şen şakrak çocuklar da gelir, ama çok oturmazlar. Hiçbir zaman samimi, mutlu bir çifte rastlamadım. Parkta oturamayız bugün. Yürümeye başladık. Pek konuşmuyoruz. Tek tük yorumlar yapıyoruz günlük yaşamdan, güncel olaylardan. Kararlaştırmadık, ama her zamanki yerlere gidiyoruz. Ayaklarımız sürüklüyor sanki. Kentin en sevdiğim sokağına geldik. Adı Çelişki Sokağı. Biz koyduk bu adı. Gerçek adı var mı bilmem; belki bir numarası vardır.
Sokak tam bir çelişkidir, iki ana cadde arasında ufacık bir sokak… Hatta bir yerinde o kadar daralır ki uzaktan çıkmaz sokak sanılabilir. Oysa iki adam geçecek kadar bir ara vardır. Üstelik sefalet akar o sokaktan. Çamur içindedir sürekli. Kadınlar hep yorgundur, çocuklar hep çıplak. Sık sık bağırıp çağıran birilerine rastlarız. Sokaktaki evler birkaçı dışında ahşaptır. Kararmış tahtaların arasından kimi evin içi görünür. Geçerken şöyle bir bakarız. Biraz önce de birinin içine baktım. İri yarı şalvarlı bir kadın ocağı yakmaya çalışıyordu. Bütün evler tek katlıdır, oysa üç adım ötede bütün yapılar dokuz on katlı. Kimi zaman başka arkadaşlarla geçeriz Çelişki Sokağı’ndan, inanamazlar böyle bir sokağın varlığına. Oysa kentin en yüksek yapısı olan otelin yanı başında buna benzer nice sokak vardır. Aynı sefalet, aynı asık yüzler… Her zaman bir utançla çıkmışımdır bu sokaktan. Yalnız bundan değil, buna benzer bütün sokaklardan.
Bir yandan da bir şeyler yapma isteği dolar içime. Bu asık yüzleri güldürmek… Bu yüzden karışırım çocukların oyununa. Aylar önce patlamış, ama hâlâ peşinden koşulan toplarına bir de ben vururum. Gülüşür çocuklar. Ama yetmez ki çocukların gülüşü. Şu biber kurutan kadınla oturup biberleri ayıklayasım gelir. Elim alev alev yanacak ama işi kolaylaşacak kadının. Pantolonumu hep şu terziye getiririm. Yetmez, hiçbiri yetmez. Onlarla konuşmak, kimi zaman soytarılık yapıp onları güldürmek, üç beş liralık bir yardım… Hiçbiri yetmez. Aslolan bu sokağın adını değiştirmek. Çelişki olmamalı adı. Ne bileyim, Biberci Kadının Sokağı, olmalı ya da Saydam Evler Çıkmazı… Yeniden anacaddedeyiz. Güneş batmak üzere. Tam karşımızda iki yapının arasından turunculaşmış göğü görüyoruz, içimiz sevinç doluyor.
Bir şiir okuyor, uzunca bir şiir. Nasıl ezberlediğine şaşıyoruz. Bir türküye başlıyoruz sonra. Elini omzuma atıyor. Hep böyle yürüdük bu kentte. Yağmurlu gününde ayrı, güneşli gününde ayrı. Ne çok konuştuk, neler anlatmadık birbirimize. Anlatacak bir şey kalmayınca düş kurduk, ipe sapa gelmez şeylerden konuştuk. Güzel kızlara dönüp bir kez daha baktık. Dayanamayıp laf attığımız oldu. Ama bitiyor hepsi. Bu gece o ayrılacak bu kentten, yarın gece ben. Bunu unutmuş gibiyiz. Ne geçmişten konuşuyoruz, ne gelecekten… “Bence şu adam hapçı, yürüyüşe bak.” “Cemil kıza demiş ki…” “Dün kız kardeşime bir söylev çektim.” “Şu şiiri bilir misin. ‘Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var…’” “Sigaraya zam geliyormuş, artık bırakırsın.” “Zaman bulsam da gitar çalmayı öğrensem.” “Sedat Ağbi’yi gördüm. Tam kerhane sokağının köşesinde.” “…” Hava karardı. Caddeler iyice kalabalıklaştı. Bu kalabalık yarım saat daha sürer. Şimdiyse kalabalık mı kalabalık her yan. Koşturanlar, oflayıp puflayanlar, alışveriş yapanlar. İşportacıların, dolmuş değnekçilerinin bağırtılarına klaksonlar, motor homurtuları eşlik ediyor. Birahaneye gitmeye karar verdiğimizde kalabalıkta sezilir bir azalma olmuştu. Her gelen otobüs tıklım tıklım gitmiş, durakta beş on kişi kalmıştı. Durağın arkasındaki simitçiler artık gündüzki fiyatın yarısına satıyorlar. Tatlıcı Hacı’nın tatlıları özellikle taş kadayıfları bitmek üzere. Asık suratlıdır Hacı Amca. Gri beyaz karışımı sakalı neredeyse göbeğine varacak. Ama tatlısına diyecek yoktur. Onun da az bir zamanı kaldı. Kalabalık iyice azalınca torunuyla birlikte seyyar tezgâhlarını dikkatle iterek uzaklaşacaklar. Gazeteci Ali de oflayıp puflamaya başladı.
Arkadaşları gelince o da gazeteleri toplayıp içeri alacak, sonra iki tek atmaya İstanbul Birahanesi’ne… Birahane sigara dumanıyla kaplı, gürültülü ve kalabalık. Televizyona uzak bir masa bulup oturduk. Biralar gelincebardakları kaldırdık. Yalnız! Bir sorun var, neye içeceğiz… Sağlığa / insanlığa / dostluğa / yaşama / ölüme / yarına / sevgiye / seven herkese / barışa / özgürlüğe / bilime / sana / yoo, sana / sevdiğimiz kızlara / … Neyse ki birahanede kimse başkasına dikkat etmiyor. Elimizde bardaklar, bizi biri böyle görse çok şaşırır. Bunu söylüyorum. Tokuşturuveriyoruz. “Dostluğa.” “Dostluğa.” Kocaman birer yudum aldık. Tam o sıra garson televizyonu kapattı. Biz tam “oh” diyecekken ağlamaklı bir ses şarkı söylemeye başladı. “Efkârımız bize yeter be! Ne bu?” Biraları hemen bitirdik. Son yudumları “sessizliğe” içtik. Hesabı ödeyip kendimizi dışarı attık. Yine sokaktayız. Kol kola yürüyoruz. “Efkârımız bize yeter,” dedi. Evet efkârlıyız. İkimiz bunu yeni anlamış gibi sessiz dalgın yürüyoruz. Caddeler iyice boşalmış, kimseler yok. Kaldırım taşına oturduk.
Bir yorgunluk çökmüştü içime. Biradan ya da efkârdan olacak. Karşıki otelden bir orospuyla bir adam çıktı. Karanlıkta tam seçilmiyor, ama kadın aşırı boyayla eski güzelliğini bozmuş olmalı, adam da sarhoş. Adam hovarda değil, garibanlığı buradan seçiliyor. Haftalardır bu kadın için biriktirmiş olmalı parasını. Biraz da içince kadın artık bir sevgili olmuştur onun için. Yıllardır özlemle beklediği. “Hiç böyle olmamıştım. İlkokuldan beri hep birisi vardı gönlümde. Şuradan bilirim… Geceleri yattım mı uyumadan önce çeşit çeşit düş kurarım. Sevgi üstünedir hep. Küçüklüğümdeki düşleri anımsıyorum. Sevgilisi için kavga eden biri. Hele o gün bir film izlemişsem, o film imgelemimde yeniden çevrilirdi. Başrolde ben ve o… O yok şimdi. Kimi geceler zorluyorum, birinin düşlerime girmesi için. İsimler,yüzler geliyor aklıma. Yok! Hiçbirisiyle düş kuramıyorum. Düş kurmanın da bir mantığı var. Gülme, gerçekten var. İnsan bazı gerçeklikleri bilince düş kuramıyor. Artık film yıldızlarıyla birlikte olduğum düşler kuramam.
Ama Ekin’le ilgili düş de kuramam. Henüz doğru dürüst tanımadığım biri. Belirsiz birini düşünüyorum. Herhangi biri. Onunla birlikteyim. Daha kolay biçimlendiriyorum, ama yok, öyle biri yok… Geçen gün Cem’le içiyoruz. Birden bir türkü söylemeye başladı, sesi de güzeldir hani. Yanık yanık ‘Beni yaktın aykız’ı söyledi. Onu yakan birisi var. Bilirsin Merva. Hep anlatır. Şimdi evlenmeyi bile düşünüyor. Oysa beni yakan kimse yok. Peşinden koştuğum, anlamadığım, kıskandığım kimse yok… Olmayınca da öyle boş ki yaşam.” Sustu. Sessiz oturuyoruz. Söylemiş olmak için söz söyleyemeyiz. Hele birbirimizi avutmamız olanaksız. Kimse de gelip bizim sessizliğimizi bozmuyor. Ne bir polis gelip kimliklerimize baktı, ne de bir alkolik ekmek parası diye şarap parası istiyor bizden. Az bir zaman kaldı. Birazdan evlerimize döneceğiz. Sonra o bir otobüse binecek, gidecek. Üç sokak ötede ayrılacağız. Yürüyebileceğimiz en yavaş biçimde yürüyoruz. Sevgisizliği düşünüyorum. Sevgiye özlemi, olmayan, olmuş erişilmemiş sevgilileri, çelişkileri, bir şey yapamamayı, “Efkârımız bize yeter” sözünü… Birlikte geçmiş günler geliyor aklıma, sayısız, eşsiz günler… İşte yolağzına geldik. Elini uzattı. Sıktım. Sımsıkı. Sarıldık sonra birbirimize. Sigarası elime değdi. İrkildim. Elim yanmıştı. Sesimi çıkarmadım. O doğru yürüdü, ben sağa döndüm. Durdum. Ardıma döndüm, baktım. Biraz sonra o da durdu. Güldük. Elimde izi kalmıştı sigarasının…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Öykü
- Kitap Adıİki Deli Derviş - Yazyalnızı
- Sayfa Sayısı204
- YazarBehçet Çelik
- ISBN9789750529986
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Uğultular ~ Gönül Kıvılcım
Uğultular
Gönül Kıvılcım
Yaşadığım büyük utancı bedenimden akıtacak daha keskin bir acı arıyordum. İğnenin battığı yerden sızıyordu ılık kan. Parmağımdan süzülen kan benim kanımdı. Yaşadığım korkular benim...
- Berber ~ Tayfun Pirselimoğlu
Berber
Tayfun Pirselimoğlu
Milli Şahlanış ve İtibar Partisi il başkanını, gecenin geç bir vaktinde metresinin evinden çıkıp arabasına binerken vurdum. Çok soğuktu, ayaz vardı; o yüzden sokaklar...
- Duvar ~ Jean Paul Sartre
Duvar
Jean Paul Sartre
Varoluşçuluk´un babası sayılan Jean-Paul Sartre (1905-1980) Aydınlanma Çağından bu yana çağının tanığı ve bilinci (vicdanı) olabilmiş, edebiyata, felsefeye ve politikaya ilişkin görüşleriyle çağını etkilemiş,...