Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İçerideki
İçerideki

İçerideki

Göktuğ Canbaba

Geceyle gündüzün, aydınlıkla karanlığın iç içe geçtiği, sürprizlerin kapıda beklediği tekinsiz öyküler… Göktuğ Canbaba üçüncü öykü kitabında göremediklerimizin içinden geçip sınırların muğlaklığında usulca geziniyor….

Geceyle gündüzün, aydınlıkla karanlığın iç içe geçtiği, sürprizlerin kapıda beklediği tekinsiz öyküler… Göktuğ Canbaba üçüncü öykü kitabında göremediklerimizin içinden geçip sınırların muğlaklığında usulca geziniyor.

Aslında içeride birinin olup olmadığına emin değil. Eve yerleştiğinden bu yana içeridekini görmedi hiç. Belki de içeride biri yok; belki Erdal markete gittiğinde o da çıkıp gitti evden; belki oraya yerleşeli beri hiç içeride olmadı; ya da içeriden hiç çıkmadı; sesini duymadı, gölgesini görmedi; tuvaleti, banyoyu kullandığına şahit olmadı; kontratta ismi yok. Sadece emlakçının anlattıkları var. Sanki hiç var olmamış biriyle paylaşıyor evini; içeride bir yabancı besliyor.

İçindekiler
Gece Güneş……………………………………………………………………….9
Hokus Pokus!………………………………………………………………….23
Her Çukur Kendi Rotasını Belirler ………………………………….33
Kuyu……………………………………………………………………………….43
Kovuk……………………………………………………………………………..49
Yıkım Ekibi……………………………………………………………………..81
İçerideki ………………………………………………………………………….85

Gece Güneş

Gece, otobüsten indiği gibi bir sigara yakıyor. Yanında valizi, yerdeki kar birikintileri ayakkabısını çepeçevre sarmış, ayak parmakları mümkün olsa birbirlerine sarılacak. Pardösüsünün önünü kapatırken vücudu sıkışıyor, küçülüyor. Anneannesi de üşüyor mudur acaba şimdi? İlk defa evden kombiyi kapatıp çıktı. Aklı Ankara’ya, evine, yatakta bıraktığı kadına gidiyor.

Onu alıp otele bırakacak Hamdi Bey’i yabancısı olduğu bu küçük şehrin otogarında bekliyor. Gece neyse ki zamanında geldi de kendisini işe alacak firmaya daha ilk dakikadan rezil olmadı. Art arda içtiği beşinci sigarasını da ayaklarının dibindeki kar öbeğinin üzerine attıktan sonra Hamdi Bey’in gelmeyeceğini nihayet anlıyor. Firmayı bunun gibi basit bir aksaklık için araması iyi karşılanmaz elbette; büyük şehirden gelip de daha ilk günden sürekli söylenen biri gibi görünmek hoş olmaz. Otele taksiyle geçecek.

Dört beş katlı gri binaların arasına bir gariban gibi sinmiş üç katlı otelin boyası soğuğa, yağmura, kışa yenik düşmüş; bacasından koyu kahverengi bir duman yükseliyor. “e” ve “r” harfleri yanıp sönen tabelasında Otel Paradise yazıyor. Puslu hava içeri itekleyince onu resepsiyonda dal gibi ince, kara kuru bir genç karşılıyor.

“Merhaba, Gece Güneş adına bir rezervasyonum vardı.”

“Selamünaleyküm” diyor resepsiyondaki genç adam. Solgun beyaz gömleğinin sağ tarafına iliştirilmiş paslı yaka kartında Adnan yazıyor. “Kim adına dedin abi?”

“İsmim Gece soyadım Güneş.”

“O nasıl bir isim abi?” diyor Adnan gülümseyerek. Bir Gece’ye bir elindeki valize bakıyor, sonra başlıyor önündeki eski model bilgisayarın klavyesini dövmeye.

“Öyle koymuşlar işte. Zıtlık yaratsın demişler. Gece ve Güneş.”

“Güneş’in zıttı Ay değil mi ki abi?” Monitörden kafasını kaldırıp Gece’ye bakıyor.

“Değil aslında. Yani Güneş de değil tabii ama anlam olarak…”

“Abi öyle bir rezervasyon görünmüyor. Başka bir isim olabilir mi?”

“Bir daha bakın isterseniz. İsmim Gece, soyadım…”

“Yok abi, baktım işte. Yazan arkadaş anlamamıştır belki. Semih Altan var bu gece için. O olmasın?”

“Ben Semih Altan değilim ama.”

“Yok abi o zaman.”

“Firma adına almışlardır belki. Kılavuz İletişim diye bakın bir de lütfen.”

“Yok abi firma falan burada. Olsa görünürdü. Program hemen çıkartıyor.”

“Allah Allah. Ne yapacağız o zaman?”

“Boş oda var mı bir bakayım abi.”

“İyi bak.”

Oda anahtarlarının neredeyse tamamı Adnan’ın arkasındaki minik tahta blokların içinde. Adnan’ın saçları yağlı, parlak ve dalgalı.

“On iki numarayı vereyim mi abi?”

“Olur ver ama ücreti şirket ödeyecek. İş görüşmesine…”

“Abi biz fatura keseriz, sen sonra şirketten alırsın. Ancak öyle olur.”

Çaresizce kabul ettikten sonra Adnan’la odasına çıkmak üzere hareketleniyorlar. Israr etse de delikanlı valizi bırakmıyor. Gece, cebini karıştırıp ona vermek üzere bozukluk ararken demir paralar içeride şıngırdıyor. Adnan’ın suratının ekşidiğini görünce hemen elini çıkarıyor cebinden. Bu devirde bahşiş olarak bozukluk vermek hakaret tabii.

Otelin asansörüne iki kişi binmek zor. O, Adnan ve valizi ancak sığıyorlar. İkinci kata çıkana kadar Adnan, Gece’yi süzüyor; bir gün önce tıraş olmuş suratını, kalın kaşlarını, dağınık kara saçlarını, düşük omuzlarını, kemerli burnunu ve kederli bakışlarını…

Nihayet asansörden inip odanın kapısına geliyorlar. Zemindeki bordo halıfleksin kapıların önünde yer yer rengi atmış. Kim bilir kaçıncı sahibi olacak oranın? Kapıyı açıp içeri girince önce odanın içine sinmiş sigara kokusu karşılıyor onları. Tek kişilik yatağın üzerinde yeni müşterisini bekleyen bir paket çikolata var. Ne zamandır orada acaba? Ucuz yumuşatıcı ve izmarit kokusu birbirine karışmış. Boyası çıkmış şifonyer, kapağına isimler kazınmış dolap, yatağın yanında. Pencereye göre dar ve kısa kesilmiş siyah perde olduğu yerde emanet duruyor. Odanın lambası hastane ışığı gibi bembeyaz. Lambanın etrafında bir böcek amaçsızca dönüyor. Gece neyse ki burada sadece bir gün kalacak.

“Isıtıcı otomatik abi, onu kurcalamazsın.”

“Olur kurcalamam.”

“Televizyonda tüm kanallar var. İki yüzün üstündeki kanallar gece açılıyor ama paralı. İstersen resepsiyona telefon edip açtırabilirsin” dedikten sonra sinsi sinsi sırıtıyor.

“Olur” diyor Gece ve cebinden elli ya da yüzlük olmamasını umarak rastgele bir banknot çekip çıkarıyor. Keşke önceden hazırlasaydı bahşişi. Böyle bir zamanda böyle bir riske girmek cesaret işi. Neyse ki on lira çıktı. Adnan da memnun miktardan. Parayı aldıktan sonra terk ediyor odayı. Gece o kadar yorgun ki yatağa uzanır uzanmaz hemen uykuya dalıyor. Rüyasında Ankara’ya, anneannesine gidiyor. Aynı yataktalar, birlikte tavana bakıyorlar. Çocukluğunda yaptıkları gibi.

“Özür dilerim” diyor Gece. “Başka çarem yoktu.”

“Ben de oğulcuğum” diyor kadın. “O kadar sert ısırılır mı hiç?”

Gece’nin gözleri doluyor, yanaklarından süzülen damlalar bir disko topu gibi ışıl ışıl parlıyor sanki beyninin karanlık taraflarında. Bu parlaklık uyanmasına sebep oluyor. Yanakları ıslak. Dirseğinin hemen altı bir daha asla iyileşemeyecekmiş gibi sızlıyor. Elini acıyan yerin üzerine bastırıyor. Perdenin kapatamadığı pencereden sızan ışık patlamaları odanın yüzüne çarpıyor. Saat sabah dört. Zorla doğruluyor. Sanki hiç dinlenmemiş, sanki saatlerdir uyuyan o değil. Perdeye yaklaşıp açık olan tarafından karşı binaya bakıyor. Otel Saadet yazıyor tabelasında ama daha çok gece kulübüne ya da pavyona benziyor. Kurtulabilir mi Otel Saadet’ten? Perdeyi bir oraya, bir buraya çekse de olmuyor; karşısında sürekli dolduramadığı bir boşluk.

“Resepsiyon buyurun.”

“Adnan Bey sizsiniz değil mi?”

“Evet Güneş Abi.”

“Gece.”

Adnan’ın ve başka birinin daha kıkırdamaları duyuluyor.

“Kanalları mı açtıracaksınız?”

“Ne kanalı?”

“Gece açılanlar abi, söylemiştim ya.”

“Ha yok yok. Benim odanın perdesi kısa biraz. Pencereyi kapatmıyor, karşıdan sürekli ışık geliyor, o yüzden aramıştım.”

“Otelin tüm odalarındaki perdeler eşit abi.”

“Yani?”

“Yani hepsi kısa.”

“Neden ki?”

“Patron başka bir otelden getirtti onları. Haliyle tutmadı ölçüsü.”

“Anladım. Bant var mı peki sizde?”

“Bant mı? Ne yapacaksın abi bandı?”

“Köşelerinden bantlarsam kapanır diye düşündüm.”

“Olmaz abi bant. Perdeler kısa dedim ya. Bantlasan uzayacak mı perdeler?”

Kısa süren bir sessizlik.

“Ne yapayım peki?”

“Vallahi yapacak bir şey yok.”

“Yok mu bir görevli falan yardımcı olsa?”

Adnan ofluyor. “İyi göndereyim abi. Selim gelip bakar şimdi.”

Gece bir sigara yakıp odanın içinde dolanıyor. Pencereden yansıyan renkli ışıklar yatağının hemen yanındaki duvarda oynaşıyor. Kısa süre sonra kapı çalıyor.

“Buyur abi, odada sorun varmış.”

Karşısında Adnan yaşlarında, Adnan ölçülerinde başka bir delikanlı var. O da yağlı, parlak saçları ve rengi atmış beyaz gömleğiyle karşısında Gece’nin.

“Perde kapanmıyor, karşı otelden ışık geliyor sürekli, uyunmuyor.”

“Bir gün mü kalacaksın abi sen?”

“Evet, yarın bir iş görüşmem var. Onu yapıp akşam döneceğim kısmetse.”

“O zaman bir şey yapamam abi, neredeyse sabah oldu baksana. Yarın da kalacağım deseydin sabah bir şeyler ayarlamaya çalışırdık.”

“Anladım. O zaman…”

“Hadi iyi istirahatler abi.”

Yastığı yorganı kapıp ışık yansıyan duvarla yatak arasındaki boşluğa serip yatıyor yere, yüzünü yatağa dönüyor. Böyle iyi oldu. Sesler kesilmedi elbette ama artık ışığı görmüyor. Kendine korunaklı bir çukur yarattı. Gözlerini kapatıyor ama uyumak yine de zor olacak. Oda o kadar sıcak ki keşke buradaki sıcaklığın bir kısmını anneanneme yollayabilsem diye düşünüyor.

Telefonunun alarmı çaldığı gibi gözlerini açıyor. Saat sekiz. Banyoya giriyor. Şöyle sıcacık bir duş belki onu kendine getirir. Banyonun seramikleri ölgün gri. Küvetin çatlak zemini anneannesinin yüzünü hatırlatıyor ona. Gece bazen anneannesi ağrılarından uyuyamadığı zamanlarda kadının suratındaki çizgilerde parmaklarını gezdirip hikâye anlatırdı ona. Sanki o çocukmuş da kendisi anneanneymiş gibi. Onun uyumaya başladığını ağzının açılıp da aralıklı sarı dişlerinin etrafından süzülen sakin nefesini duyduğunda anlardı. Kadının uyumasını izlerken anne ve babasının ne kadar erken göçüp gittiğini düşünürdü hep. Hasta anneannesine, unutkan anneannesine, ona küçüklüğünde masallar anlatan anneannesine hep o baktı. Başka çaresi var mıydı ki zaten?

Banyo perdesi olması gereken yerde duvardan duvara uzanan paslı demir bir boru var sadece. Lavabonun gerisindeki aynanın üzerinde nokta nokta lekeler. Önceki misafirin diş macunu artıkları belki de. Gece, tuvalet kâğıdından bir parça koparıp abanıyor lekelerin birine. İşaretparmağının altındaki kâğıdı öne arkaya hareket ettirerek bastırıyor ama nafile. Leke olduğu yerde. Kâğıdı lavabonun içine yüzünü buruşturarak atıveriyor. Hemen sonra kıyafetini çıkarıp aynada sıska vücudunu izliyor. Yaşamak zor bu memlekette. Kaç aydır işsiz dolandı orada burada. Kıyıya köşeye attığı üç beş kuruş da tükenip gitti. Bir maaşla iki kişi yaşanır mı bu zamanda? Hele de evdeki diğer kişi yaşlı ve hasta bir kadınsa. Ama bir şekilde buldu para. Anneannesi bokuyla duvara resim yapınca temizledi, başını duvarlara vurunca yarasına tütünü o bastı; çocukluğunda anneannesinin onun yaralarına bastığı gibi. Kaç sene böyle geçip gitti. Şimdi yalnız başına başka bir şehrin kollarında. Anneannesi ise Ankara’daki çocukluk yatağında. Acaba zavallı kadın üşümüş müdür Ankara ayazında?

Gece bir süre belirgin kaburgalarına, bileğindeki şerit şerit kırmızı yaralara, dirseğinin hemen altındaki mor taşlı bir bilekliği andıran çürüğe bakıyor aynada. Başı dönünce küvete girip suyu açmakta buluyor çareyi. Su neyse ki sıcak. Hızlı bir duş alıp çıkıyor. İş görüşmesi için ayarladığı kıyafetleri giydiği gibi soluğu kahvaltı salonunda alıyor.

Basık tavanlı salonu ayakta tutan kolonlara manzara resimleri asılmış. Masalar boş. Kahvaltı için hazırlanmış yiyecekler kırmızı örtülü uzun masanın üzerinde. Soğuk yumurtalar oval bir tabağın içinde alıcılarını bekliyor, minik kâselerde zaman aşımına uğramış reçeller, hemen yanlarında ise ufak tereyağı paketleri var. Çay ünitesi en sonda. Gece yiyeceklerin her birinden tabağına biraz alıp, bir fincan çayla masalardan birine geçiyor. Kahvaltısıyla oyalandıktan sonra Sevil Hanım’ı arıyor.

“Merhaba Sevil Hanım, bugün saat on birde Mustafa Bey’le görüşecektim, yeni açılan departman için.”

“İsminiz neydi?”

Neden telefonunu kaydetmedi acaba?

“Gece Güneş.”

“Kim?”

“Gece Güneş!”

“Kontrol ediyorum.”

“Sizinle üç gün önce telefonda konuşmu…”

“Bugün Mustafa Bey ne yazık ki uygun görünmüyor. Yarın sizin için müsait mi Gece Bey?”

Burada bir gün daha kalma düşüncesi Gece’nin midesini sıkıştırıyor.

“Gece Bey?”

“Aaa evet evet, müsait. Aynı saatte mi acaba?”

“Kaç için görüşmüştük sizinle?”

“On bir.”

“Kontrol ediyorum.”

Gece kesik kesik nefes alıp veriyor.

“On bir uygun. Yarın görüşmek üzere.”

Gece cevap veremeden Sevil Hanım telefonu kapatıyor. O sırada gözleri şiş, saçı başı darmaduman Selim giriyor salona.

“Günaydın abi, rahat uyudun mu?”

Onu sinir etmek için mi soruyor acaba bu soruyu.

“Eh işte. Programımda bir değişiklik oldu. Perdeyi bugün halledebilir miyiz?”

“Olur abi, hallederiz tabii ki. Ben gider alır gelirim sana uygun bir perde.”

“Nasıl yapalım o zaman? Ne kadar tutar?”

“Yüz, iki yüz bir şey tutar abi. Sana faturasını getiririm. Olur mu?”

“Olur, tamam.”

“Hadi Allahaısmarladık abi o zaman.”

Gece, birkaç saat şehirde dolanıyor; birbiriyle uyumsuz binaların yanından geçiyor, şehrin çocuk parkı büyüklüğündeki meydanında üst üste çay sigara içtikten sonra otele, odasına dönüyor. Perde olduğu yerde, oda temizlenmemiş, yatak dağınık. Yere düşmüş çikolata paketini açıp yerken bir taraftan da perdeyi çekiştiriyor. O sırada kapı çalıyor. Selim aynı renkte ama daha büyük bir perde almış. “Bu işimizi görür emin ol” deyip işe koyuluyor. Perdeleri değiştirirken şehrin güzelliğinden, otelden, patronundan bahsediyor. Gece dinliyormuş gibi yapıyor ama düşündüğü tek şey perde. Perde takma işi bitince Gece’nin yüzüne hafif bir gülümseme oturuyor. Açık yerler tamamen kapandı. Fiyat beklediğinden biraz fazla olsa da akşam rahat uyuyacak. Elini cebine atıyor ama şansına bu sefer bir ellilik çıkıyor. Cebindeki paraları artık düzenleme vakti geldi. Keşke kahveden çıkınca bozdurduğu paranın hepsini cüzdanına koysaydı ya da cüzdanından bakarak çekip çıkarsaydı bahşişi.

“Abi çok teşekkür ederim. Bir isteğin arzun olursa resepsiyona ismimi söyle, ben hemen çıkar gelirim abim.”

“Eyvallah.”

“Var mı başka isteğin abim?”

“Yok, teşekkür ederim.”

“Hadi Allahaısmarladık.”

Selim odadan çıkıyor, Gece yatağa uzanıyor. Elinde telefonu sosyal medya hesaplarında gezinirken uykuya teslim oluyor. Rüyasında yine anneannesi; bu sefer namaz kılıyor; başında allı morlu yemenisi. Gece, çocukluğunda o yemeniyi koklayarak uyurdu hep. Onu asla yanından ayırmazdı. Bir keresinde kaybolmuştu da nasıl etrafı birbirine katmıştı. Günlerce aradıktan sonra kaloriferin arkasında bulduklarında anca susmuştu. Kadın namazını bitirip Gece’ye dönüyor.

“Tırnaklarımın içindekileri bir türlü temizleyemedim oğlum. Bir yardım et de çıkaralım şunları.”

Gece’nin kolları sızlıyor, başı dönüyor. Karanlığın içindeki ışık oyunlarıyla uyanıyor yine. Kara perde o kadar ince ki ışık dünkünden daha kuvvetli giriyor içeri. Hemen telefona sarılıyor.

“Alo Selim orada mı?”

Resepsiyonda Adnan var yine. Adnan konuşmadan yine kıkırdamalar geliyor kulağına.

“Kanallar için mi aradın abi? Açtıracak mısın?”

“Hayır açtırmayacağım!” diye parlıyor Gece. “Selim’i versene telefona.”

Kısa bir sessizlik.

“Alo buyur abi beni istemişsin.”

“Selim bu perde tüm ışığı içeri alıyor. Daha da kötü oldu.”

“Yapma abi ya!” diyor Selim. Gerçekten de üzülmüş gibi.

“Hilmi Amca çok överek satmıştı perdeyi, olaya bak ya. Hiç ışık geçirmez demişti. Avrupa’dan mı ne getirtmiş. İthal perdeymiş.”

“Avrupa mı?”

“Evet abi, işte yok mu İtalya, Fra…”

“Oğlum biliyorum Avrupa’da hangi ülkeler var, ne anlatıyorsun?”

Selim cevap vermiyor. Adnan’ın sesi geliyor az öteden. “Ne soruyor lan yine?”

“Neyse geçiriyor işte Selim, ne yapacağız şimdi?”

“Değiştirebilir miyiz yarın, ben bir bakarım olur mu abi? Sen sıkma canını. Kanalları açtırayım mı sana?”

Gece birkaç defa hızla nefes alıp verdikten sonra telefonu kapatıyor. Bir sigara yakıp cama yaklaşıyor. Perdeyi araladıktan sonra suratında patlayan ışıkla karşıdaki otele dikiyor gözlerini. İriyarı iki adam otelin girişinin önündeki sandalyelerde oturmuş sohbet ediyorlar. Çıkıp konuşsam mı diye düşünüyor. Derdimi anlatsam anlarlar mı acaba? Birden adamlarla kavga ettiği, onları birer yumrukla yere serdiği bir film canlanıyor zihninde. Hoşuna gidiyor bu senaryo. Biraz olsun rahatlıyor. Önceki gece yaptığı gibi yorganı yere serip uzanıyor üzerine. Yatağın olduğu tarafa dönüp iyice yaklaşıyor. Küçükken kâbus gördüğünde anneannesini çağırıp yanında yatmasını isterdi. Şimdi de sanki anneannesi yanındaymış gibi atıyor tek kolunu yanındaki yatağa. Çok geçmeden uyuyakalıyor.

Sabah aynı saatte Sevil Hanım’ı arasa da bu sefer ona ulaşamıyor. On dakika sonra kadından bir mesaj geliyor. Mustafa Bey’in iş gezisi için şehir dışına çıkması gerekmiş. Görüşmeleri üç gün sonraya ertelemeleri mümkün müymüş? Midesi çürümüş bir erik; rengi atmış, büzüşmüş.

Mümkün! Mümkün olmaz mı hiç? Nefes alışverişlerini düzenledikten sonra üslubunu bozmadan onaylıyor kadını. Sonrasında yine kısa bir şehir turu, yine otele erken dönüş. Tek fark odasına girdiğinde Selim’in yatağının üzerinde oturuyor oluşu.

Neyse ki bugün yatak toplanmış.

“Selim, hayrola?”

“Abi perdeyi şimdi taktım. Senin gelmeni bekliyordum. Kızmadın ya abim?”

“Yo… yo…”

Odada bir ölü kokusu. Gece eliyle havayı dağıtmaya çalışsa da işe yaramıyor.

“Bu ne koku böyle oğlum, of!”

“Abi perde makinede beklemiş herhalde ama pencereyi açtım, akşama kadar dağılır gider, sen hiç merak etme.”

“Bekleme kokusu değil oğlum bu, bayağı ölü gibi kokuyor.”

“Aman abi ne ölüsü deme öyle.”

“Sağlam mı bari bu seferki? Bak üç gün daha kalacağım.”

“Ooo iyice yerleştin abi sen de otele. Sevdin değil mi buraları?”

“Evet sevdim Selim, çok sevdim. Sağlam mı bu seferki?”

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap Adıİçerideki
  • Sayfa Sayısı96
  • YazarGöktuğ Canbaba
  • ISBN9786256210110
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Çantamdaki Öyküler ~ Göktuğ CanbabaÇantamdaki Öyküler

    Çantamdaki Öyküler

    Göktuğ Canbaba

    Bundan birkaç sene önce uzun bir yolculuğa çıktım. Hindistan, Nepal, Kamboçya gibi farklı ülkeleri dolaştım. Her şey bir adımla başladı aslında; küçücük bir adımla....

  2. Çatlaklar ~ Göktuğ CanbabaÇatlaklar

    Çatlaklar

    Göktuğ Canbaba

    Seksenlerden kalma oturma takımı salonun bej duvarlarını hüzünlendiriyor, fiskos masasının üzerindeki sigara paketleri ve kristal kâsenin içindeki şekerler, bakanı zamanda seyahate davet ediyordu… “Benim...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Ustanın Dersi ~ Henry JamesUstanın Dersi

    Ustanın Dersi

    Henry James

    Genç yazar Paul Overt, davet edildiği bir kır malikânesinde uzaktan uzağa hayranı olduğu ünlü romancı Henry St. George’la ve ilk görüşte âşık olduğu Miss...

  2. Hevesin Kaçış Yönü ~ Gökhan YılmazHevesin Kaçış Yönü

    Hevesin Kaçış Yönü

    Gökhan Yılmaz

    Gökhan Yılmaz üçüncü öykü kitabında akışkan, kıvrak, kırılmayan ama büküle büküle büyüyen ilişkilenmeleri dillendiriyor. Birbirine bakan aileler, bıçak kesiğiyle tutturulmuş ölümler, zamanla geçmesi beklenen...

  3. Yalnızlık Sek İçilir ~ Ahmet DemirYalnızlık Sek İçilir

    Yalnızlık Sek İçilir

    Ahmet Demir

    Küskün değilim sana, kızgınlığım da geçti, ama kırgınlığım geçer mi bilmiyorum. Biz yalancı baharlara inanıp açan iki çiçeğiz, papatya mevsimine aldanıp, fallara kanmışız o...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur