Sıradan insanların “ekmek parası gayesi”, sıradan olmayanların servetine katkı sunarken milyonlarca yıllık evrenin dönüşümüne insan etkisi bu kadar zarar vermiş olabilir mi? Birileri “öleceğiz pazarına tezgâh açıp” ölümsüzlük marketing’inden besleniyor. İklim felaketi kapitalist sistemin yeni bir pazarlama alanı mı yoksa insanlığın yüzkarası mı? İklim inkârcıları komplonun arka bahçesine dükkân açtılar. Kara Cuma “Black Friday”, “para bizde, sizde ne var” kıvamında. Ruhumuz promosyona düşmüş, kapitalist dünyanın ağzının tadı çoktan bozuldu, mevzular çok derin.
Elma Yayınevi yeni kitabı I. Açlık Oyunları ile buluşuyor okurlarıyla. Bu kitapta, geçmişten günümüze tarım tarihinin, iklim değişimlerinin insan medeniyetini nasıl etkilediği, uygarlığın hangi ikiyüzlülüklerinin tarımı zora soktuğu, insan türünün yaşananlara etkisi anlatılıyor. Tarım ve beslenme ilişkisinin çirkin yüzü, romantiklerin iyi niyetli yanlışlıkları, iyi niyetlilerin çabası hepsi genel kültür düzeyinde bir tarım ve medeniyet tarihi silsilesiyle sizlerle buluşacak. Kişisel deneyimler, olaylar, örnekler, saptamalar, analizler tarımın geleceği için ışık tutacak. Tarıma yatırım yapmak isteyenler, tarımdan nemalananlar, tarım kariyerine yeşil ışık yakanlar hepsi ve daha fazlası bu kitabın hem konusu hem de muhatabı.
İçindekiler
Önsöz 9
Bu Kitap 11
1. BÖLÜM İKLİMLE SAVAŞMA SEVİŞ 14
Korku Akıl Katili 14
İnsan Türünü Geleceğe Taşımak 16
Geleceğe Ortak Olmak-Gelecekten Hisse AlmakGeleceğin Tadına Bakmak 22
2. BÖLÜM LAV TOPUNDAN ÇİÇEKLİ DÜNYAYA 24
Bebek Güneş 24
Dünya Gözlerini Açıyor 27
Tehlikeli Dünya 29
Yaşam Ölüm Getiriyor-Ödülün Mucizesi Yaşam 30
Dünya Uslanmıyor 31
Mekânın Sahibi Geldi-Anne, Çocuk, Baba Kırlarda 33
3. BÖLÜM TARIM UYGARLIĞI 36
Gezegeni Anlamak 36
Holosen Muhteşem Yüzyıl Bitti 38
Karın Tokluğu ile Başlayan Mücadele 40
Tarihin En Büyük Keşiflerinden Dikiş İğnesi 41
Avcılık Dönemi 41
Sancılı Neolitik 42
Tarım Devrimi 43
İlkel Çapa Ziraatı 44
Tarım Savaş Getiriyor 45
Evcilleştirme Dönemi 47
Saban Ziraatı 49
Tarihte Tarım İnovasyonları 50
Yeniçağ Tarımı 51
4. BÖLÜM ÇAĞLARIN İKLİMİ 53
Tarihin Seyrini İklim Değiştiriyor 53
İklim Değişikliğinin Uygarlığa Etkileri 53
Sanatta Yokluk, Zifiri Karanlık 56
5. BÖLÜM KURUMSAL YOKSULLUĞUN TARİHİ 57
Güç El Değiştiriyor 58
Afrika Yokluğundan Çocuklar Göçüyor 60
Anadolu Mayası 66
6. BÖLÜM TÜRKİYE’DE GERİ KALMIŞLIĞIN TARİHİ 67
Selçuklu 67
Osmanlı 68
Üreten Köylü Milletin Efendisidir 70
Cumhuriyet Dönemi 72
Kırda Yaşam Dizaynı, Köy Enstitüleri 74
Tarımda Özelleştirme 78
Tarıma Dost ve Düşman Gelişmeler 79
Tarıma Yönelik Küresel Tehditler 81
Açlık Korkusuyla Terbiye Edilenler 81
Tarımı Devlet Yapacak 97
7. BÖLÜM DÜNYA TARIM EKONOMİSİ 108
Tarımın Değerleri 109
Tarımsal Ürünlerden Biyoyakıt 117
Sınır Dışı Tarımsal Yatırımlar 118
Gıda Dünyanın Bir Numaralı Seri Katili 122
Öngörülemeyen Dünya 124
8. BÖLÜM İKLİM FELAKETİNİN TARIMA ETKİLERİ 126
Zararlıların Zararı Tarımı Yok Edebilir 126
2 Derece Isı Artışının Zararı 126
Çekirgeler Çok Hızlı 127
Sulanabilir Tarım Arazileri 129
9. BÖLÜM TÜRKİYE’NİN YENİ TARIM HARİTASI/
STRATEJİSİ 130
Kadim İpek Yolu’ndan Miras “Yeni Göç Yollarının
Yıldızı Türkiye” 132
İklim Krizinin İçerisindeki Şeytani Sırlar 135
Bölgesel İklim Simülasyonu 137
10. BÖLÜM TEKNOLOJİK UYGULAMALAR-ÖNERİLER 141
Tarımda Gelişmeler 141
Dünyayı İyileştirebilmek için Biyoteknoloji 146
Kendi Kendine Yetebilen Şehirler 156
Entomoloji-Böceği Böceğe Kırdırmak 163
Hidroponik Tarım 166
Doğal Seleksiyon-Modern Islah 169
Blockchain-Gıda 171
Isınan Dünyanın Yeni Ekonomik Coğrafyası 177
Tarih Boyu Gıda Savaşları 215
Covit 19 ile Dizayn Edilen Yeni Gıda Sistemi 219
Soğuk Savaş Yöntemleri 219
Yazar Hakkında 243
Kaynaklar 245
Önsöz
Yazılarımla ilgili “Bugün gene beynimizi yaktınız” yorumlarına muzip bir gülümsemeyle karşılık veriyorum. Kendi beynim cayır cayır, yer gök kıvılcım. Çuvaldızı en çok kendime batırıyorum, ruhum yara bere. İflah olmaz sözcükler, beynimde tamir edilemez kakofoni çığırtkanlığı yapıyor. “İklim, tarım, insan türü, beslenme kültürü” uygarlık sandalında. Bir o yana bir bu yana, battı batacak… Zihnimin sihrine kapılıp yazdıkça çoğalan bilgiler, ilgiler, görüşler “I. Açlık Savaşı” kitabını ortaya çıkardı. BioArt Biyolojik Tasarımlar ailesinin “Sürdürülebilir Kitaplar Serisi” projesi kapsamındaki destekleriyle sizlerle buluştu, teşekkürlerin en yücesi onlara. Sürecin tüm aşamasında heyecanıma bilgi ve belge tedarikinde bulunan, yaptıkları okumalarla beni heveslendiren arkadaşlarım, Tarım Uzmanı İbrahim Oğuz ve Erdem Ak’a kucak dolusu teşekkürlerimle. Okuyana, okutana şifa dileğimle…
Mine Ataman
Ankara, Nisan 2024
Bu Kitap,
Geçmişten günümüze tarım tarihinin, iklim değişimlerinin insan medeniyetini nasıl etkilediği, uygarlığın hangi ikiyüzlülüklerinin tarımı zora soktuğu, insan türünün yaşananlara etkisini anlatmak üzere kaleme alındı. Tarım ve beslenme ilişkisinin çirkin yüzü, romantiklerin iyi niyetli yanlışlıkları, iyi niyetlilerin çabası hepsi genel kültür düzeyinde bir tarım ve medeniyet tarihi silsilesiyle sizlerle buluşacak. Kişisel deneyimler, olaylar, örnekler, saptamalar, analizler tarımın geleceği için ışık tutacak. Tarıma yatırım yapmak isteyenler, tarımdan nemalananlar, tarım kariyerine yeşil ışık yakanlar hepsi ve daha fazlası bu kitabın hem konusu hem de muhatabı. Bilgi de saptama da analiz de var. İroniler, göndermeler bolca. Umutsuzluk hiç yok. Çöp dağlarında bertaraf edilmeyi bekleyen etik dışı algılar, işe yaramaz bilgiler, tek kullanımlık hayatlarımızın sefil gerçekliğine dönüşüyor. Zihinlerimiz zamanın kültürel çöplüğü.
Her biri karın tokluğuna fit olmuş hayatlarımızın hezeyanları. Yaşadıklarımıza anlam vermek, anladıklarımızla doymak hepimizin tek isteği. Bu kitap sadece midemizi değil ruhumuzu da doyurmaya meyilli tarım ekosistemini her açıdan tartışmaya açacak. Bilim okuryazarlığında ikmale kalmış ruhlarımıza, çokbilmişlere, öğrenmeye doymayanlara huzur verme niyetiyle yazıldı. Yüreğimize kor gibi oturan, zihnimizin derinliklerine yozluk eken kültürel atıklarla mücadele için kaleme alındı. Kültürel yozlaşmanın köklerini güçlendiren, aydın cehaletiyle desteklenen, hakikat gevezelerinin elinde çöp olan “kültürel atıkları” nasıl bertaraf edeceğiz. Her kentin yakınına bir yakma tesisi kursak gün boyu kursağımızdan geçen yalan/ yanlış haram bilgiyi geri dönüştürsek… Ağzımızın tadı geri gelse. Günümüze dair her iletişim mesajının altında farklı bir gerçeklik saklı. Bu kitap, modern zaman ahvallerini anlamaya anlamlandırmaya çalışacak.
İlk bölümlerde daha çok iklim temelli tarım uygarlığını, insanın var olma çabasını, tarihsel süreci aktaracağım. Okuması zor olsa da bilmek fayda sağlayacak. Birazcık sabredebilirsek ikinci bölümde tarım/ iklim/teknoloji konularında kısacık analizler var. İroniler, hicivler, hülasalar hatta bazen kantarın topuzunu kaçırıp insan türüne sataşmalar var. Her biri meselenin özüne minnacık katkılar için, affınıza sığınılacak yol boyu. İnsanlığın ilk mesleği gibi son mesleği de tarım. Tarımla yaratılan uygarlıktan maalesef en az nasiplenenler çitçiler ve köylüler.
Hâlâ kimse köylüye kız vermiyor, makbul olanlar mühendise gidiyor. Lafta herkes çiftçi sever. Kahramanmaraş depremlerinin üzerinden bir yıldan fazla geçti, bölge tarımı STK’ların “sosyal deney alanına” dönüştü. Tarımsal üretim yapan gerçek çiftçilere iadeyi itibar etmenin zamanı geldi de geçiyor. Alberta Üniversitesinin yaptığı bir araştırmaya göre; çiftçilerin iklim değişikliği baskısı, girdi maliyetleri, kırsalda yaşamın getirdiği zorluklar gibi nedenlerden ötürü diğer meslek gruplarına göre intihar oranı daha yüksek. Hollanda’daki çiftliklerin %35’inin, ABD’dekilerin %40’ının 20 yıl içerisinde iflas edeceği öngörülüyor. Gelişmiş ülkelerde çiftçiler diğer meslek grupları gibi değerlendiriliyor, yaşam standartları benzer. Akşamları partide, yazları Alanya’da. Bizde sosyal hayat; köy kahvesi, tik tok, Müge Anlı üçgeninde.
Çiftçiler, gelişmekte olan ülkelerde toplumun en unutulmuş bireyleri. İtibarı, geliri yerlerde. İstiyoruz ki biz pahalı restoranlarda şık yemeklere para saçalım, onlar ucuza tarım ürünü üretsin, köyde kalsın. Şehirlerin varoşlarına ittiklerimizi, kırsal kalkınmanın başrolü yapıp köye yollamaya çalışıyoruz. Payesi “köylü kutsaldır”. Kalkınmanın katalizörü diye yerlere göklere sığdıramadığımız kadınlara kırsal kalkınma vaadi “kadınlar gününde konuşma”, birkaç etkinlikte “anneannem de köylüydü selfi’si.” Kitap boyunca çoğu soru, doğru cevabı bulmaktan öte yol açmak, yıkıcı yeniliği tetiklemek için soruldu. Yazılar arasında çelişkiler tespit edilse de onların her biri farklı ahval ve bakış açısıyla neşredildi. Dünya yok mu olacak? 12 bin yıllık tarım modelinin miadı doldu mu? Tarımın bittiği gün insan türü yok mu olacak? Gıda için toprağa gerek var mı? Yapay gıdalar insanın karnını/ruhunu doyurabilir mi?
Açlık önlenebilir mi? Metaverse karın doyurur mu? Güneş doğudan mı yükselir? İklimin eli sopalı mı? Artık çok geç mi? Sıradan insanların “ekmek parası gayesi”, sıradan olmayanların servetine katkı sunarken milyonlarca yıllık evrenin dönüşümüne insan etkisi bu kadar zarar vermiş olabilir mi? Birileri “öleceğiz pazarına tezgâh açıp” ölümsüzlük marketing’inden besleniyor. İklim felaketi kapitalist sistemin yeni bir pazarlama alanı mı yoksa insanlığın yüzkarası mı? İklim inkârcıları komplonun arka bahçesine dükkân açtılar. Kara Cuma “Black Friday”, “para bizde, sizde ne var” kıvamında. Ruhumuz promosyona düşmüş, kapitalist dünyanın ağzının tadı çoktan bozuldu, mevzular çok derin.
İber Ortaylı hocam ısrarla “cahille sohbeti kestim” diyor bizse “cehaletinin keyfini sürenlerle” mesaiye talibiz. Dünyanın sonunun geldiğini, her nevi halkla ilişkiler çalışmasına katık eden “son 8 hasat türünden soslu pazarlama faaliyetleri” sübliminal mesajların harç edildiği manipülasyon hareketlerine gebe. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres her dem taptaze romantik “gıdamız var ama paylaşamıyoruz” diyor. Muhtaç olduğumuz kudret “dinde, bilimde, mistisizmde” hangi referansı kabul edersek edelim mihmandar “tohum, toprak, tarım, teknoloji”. Modern sanat bile referansını topraktan almaya başladı. 76. Cannes Film Festivali’nde, en iyi kadın oyuncu ödülü Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne” filmindeki performansıyla Merve Dizdar’a verildi.
Coğrafyanın kaderini kedere dönüştüren “öze yolculuk hikâyesinin mükâfatı” azalan milli coşkumuza, büyüyememe performansı ve hayal kırıklıklarımıza can suyu oldu. Ahir zamanın trendi “ilmi ledünden araklama, öze dönüş metaforları.” İlerisi mottoya tohum ekmek, fona tohum takas iliştirmek. Zamanın algısına yönelik sanatın içine zerk edilmiş tarımsal hülasalar, pek revaçta, bir nevi yeşil yıkama. Yapılan araştırmalar 2050 yılında, yılın sadece 200 gününün verimli bir şekilde kullanılabileceğini öngörüyor. Ekonomi, tarım, yemek, ibadet yılın yarısı nadasta. Ölüm kapıda, ya kayıtsız şartsız içeri alıp tadına bakacağız ya da yeni bir anlam kültürü yaratıp yeniden başlayacağız. Kitabın hedefi beyin yakmaya meyilli “sorular/sorunlar/çözüm önerileri”.
1. BÖLÜM
İKLİMLE SAVAŞMA SEVİŞ
Korku Akıl Katili
Dünya yıkılacak, yerle bir olacak ve sonra moleküllerimizden yeniden doğacağız. İnsanlık milyonlarca yıldır korkularıyla terbiye edilip korkularıyla doyuruluyor. İnsanlığın kırmızı çizgisi “doymak”. Bir lokma ekmek için kimi alacakaranlıkta yollara düşüyor kimi “ekmek aslanın ağzında” diyerek halden düşüyor. Gök kubbenin altında başına gelmedik kalmayan âdemoğlu hâlâ varoluş sebebini arıyor. Yol boyu başına gelenler, ondan milyonlarca yıl öncekilerin başına gelse de eşsiz ve biricik olmanın kibriyle zamana heyhat ediyor.
Cem-i cümlemiz “koşulsuz yaşam hakkı” ile “mutluluk hakkını” dövüştürüp duruyor. Rakamlarla müstesna vicdan ayaklanmaları evrenin yaralarını sarmaktan çok ırakta. Haz damarı çatlamış, haz koleksiyoncuları arafta. İklim değişimleriyle ortaya çıkan yaşam koşulları nedeniyle pek çok tür yok oldu. Son kaybeden insan mı olacak? Kimileri insan türünü geleceğe taşımak için her şey mubah deyip adımlarını pervasızca atarken kimileri romantik söylemlerle doğanın kapısını çalıp sadece yaşadığı anın tasarımcısı oluyor. Her ikisi de anlamlı bir maksadın peşine takılıp yaşam gayelerini taçlandırmaya çalışıyor. Hangisi daha erdemli hangisi etik dışı.
Tartışmak fanileri yorsa da hakikat gevezeleri dört bir tarafta ahkâm kesmeye devam ediyor. Onlar; Elon Musk’ın “Neyi bilmediğiniz hakkında hiçbir fikrimiz yok” sözlerine kulak tıkıyor. İnsanlığın yaşadığı her anda iklimin izi, tarımın etkisi kol geziyor. Tarım tarihi; zamanın öğütücü makinasında “medeniyet tarımını” inşa etmeye çalışırken, insanlık da bir tarafta iklim değişimine rağmen kendi tarihini altın harflerle kazımaya çalışıyor evrene. Gezegende yaşamış her soylu, her yoksul, zaman küpüne arazlarını, iştahını bırakıp göçüyor. Uygarlık dediğin biriktikçe taşan küpün ağzındaki bir avuç sabun köpüğü, saman alevi gibi yaşayana anlık hazlar, arkasında tarifsiz izler bırakıyor. Modern insanın en büyük zaafı zamanı bildikleriyle yorumlamak, oysa hayatın içinde milyonlarca yıllık gizemler hapiste. Evrenin içine gömülü uygarlık izlerini; kimi DNA’sında taşıyor kimi köklerinde.
Zamanın başından bu yana evrene bırakılmış hiçbir ses, hiçbir nefes, hiçbir acı yok olmuyor. Kuytuya çekilip zamanı geldiğinde hemencecik çiçek açıyor. Yokluk korkusu gibi. Binlerce yıldır karnı tok olmasına rağmen insan türünün, en büyük korkusu açlıkla sınanmak. Yokluğun altına gizlenmiş zenginlik, şan, şöhret merakı hiçbiri açlık kadar etkilemiyor insan türünü. İnsanlığın geleceği onu doyuranın elinde; bazıları teknoloji bazıları da doğa hayranı. İklim her ikisinin de önünde eli sopalı. 10 bin yıl boyunca insanlığı var eden tarım tarihi onlarca mihenk taşıyla evrildi, medeniyet tarihini yarattı. Şimdilerde ne yöne gidileceği oldukça kaotik bir konu. Mevzudan nemalananlar, mevzuya balıklama dalanlar, sadece işini yapanlar. Herkes kendi gardını almış yolculuk hallerine katkı sunmaya çalışıyor. Faniler bilmiyor, evrimin evrimi hâlâ devam ediyor. Uygarlık vagonundan inmek isteyenler iklime takılıyor, sizin havanız nasıl bilemem ama gezegen bu aralar hiç havasında değil.
Sürdürülebilirlik dillere pelesenk, hepimiz sürdürülebilirlik fetişi olduk, neyi sürdürmek istiyoruz insan türünü mü yoksa gezegeninin güzelliklerini mi? Zira sürdürülebilirlik hiç sürdürülebilir değil. Tarım devrimiyle kurduğumuz uygarlık modern insanın sırtında, taşıması ateşten gömlek. Gezegenin entelektüel seviyesi sosyal medyanın aydın cehaletiyle beslenince ilgi/bilgi dağarcığımız Meydan Larousse’den çok “kanserdim, bitki mucizesi yaşadım” sosyal medya hesaplarına endeksli. İşittiklerimiz, gördüklerimiz; sahibi Neyzen sandığımız; “Ekmek herkese yetecekti aslında. Tarlaya karga, ambara fare, fırına hırsız dadandı” sözleri gibi teyide muhtaç.
Bunca bilgiye, rakama, istatistiğe rağmen hurafeden beslenen evrende “Tarımsal kuraklık yanında, entelektüel kuraklık uyarısı var,” bilginin hasına kıymet verenlere duyurulur. Gayrısına gücüm yetmez. Birleşmiş Milletler’in 1963 yılında yapılan bir toplantısında Kennedy, “Açlık bir savaş suçudur” türünden bir konuşma yaptıktan aylar sonra öldürüldü. Yaşasa kapitalizmin “adil olmayan gıda paylaşımı” ayıbına cephe alır mıydı bilinmez? 2021 yılına gelindiğinde; Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel Raportörü Prof. Dr. Hilal Elver “Açlığı silah olarak kullanmak savaş suçudur” diyerek ne suçlunun ne de suçun ortadan kalkmadığına dikkat çekti. Gıda insanlık var olduğu günden beri en yıkıcı silah, 2022’de en çok Rusya kullansa da kullanmayan yok.
İnsan Türünü Geleceğe Taşımak
İnsanlık; epi topu son iki yüz bin yıldır dik yürümeyi başardı. Evrenin evrimine etkisi son 11 bin yılda daha yoğun olsa da son 100 yılda milyonlarca yıllık gezegenin düzenini bozdu. 12 bin yıllık Holosen bitti, muhteşem yüzyıl sona erdi. Sırada “Antroposen” var. İklim krizi en çok tarımı etkiledi. İnsanlık; iklim krizini, tarımı yönetebilirse türünü geleceğe taşıyacak. İnsan türünü geleceğe taşımak 8 milyarı topyekûn geleceğe taşımak anlamına gelmiyor elbette.
Sadece bir bölümümüz mü hayatta kalacağız. Cesurlar, maceraperestler teknolojiye uyum sağlayanlar, zenginler, soylular türün devamını geleceğe taşıyacaklar. 2050’ye sayıca azalarak ulaşsak da belki de yeniden güçlenip, dersler alarak insanlık potansiyelimizi gerçekleştirebileceğiz. Zira son buzul çağında canlı varlığının %70’inden fazlası yok olmuştu, tarım sayesinde modern insan doğdu. Evrim her zaman kötülük getirmiyor, bazı felaketler daha iyileri için yol açıyor. Steve Jobs’un dediği gibi “Daha iyileri için çürük elmalardan vazgeçmeyi” göze alarak mücadelenin bir parçası olabiliriz. Gelecek için biletinizi nereden aldınız öncülerden mi yoksa vazgeçip sızlananlardan mısınız? Yoksa siz köye dönerek, balkonda tarım yaparak nesli kurtarabileceğini düşünen sosyal medya çiftçilerinden misiniz?
Bazı soylular gemiler hazırlatıyor, “Nuh’un Gemisi” gibi toprağın altına, denizin ortasına, arşa komşu. Kıyametten kurtulmak geleceğe gidebilmek için. Biletler çok pahalı, her türden milyonlarca canlı var. Geminin yolcuları gelecek severler. Bazıları kendi gemisini köyüne, egosuna, binasına inşa ediyor. Kiminin gemisi yüreğinde. Kadere sığınanlar “hayırlısı buymuş” diyor. Herkesin çözümü kendine göre kıymetli, gemisi sağlam. TÜİK Yaşam Memnuniyeti Araştırmasına göre eğitim mutluluk getirmiyor. Hiç okul bitirmeyenler %53,7 mutluluk oranına sahipken üniversite mezunlarının oranı %51,2 düzeyinde. Emrine amade gezegenin kaynaklarını hunharca tüketen insan türü milyonlarca haz deneyip “Ferrari’sini satmasına” rağmen hâlâ mutsuz, hâlâ doymadı. Beslenme şeklimizi azıcık değiştirsek gezegeni kurtarabiliriz.
“Tek Dünya” araştırmasına göre, hayvansal kaynaklı proteinlerin %30’unun yerine bitkilerden, mikroorganizmalardan ve hücre kültürlerden elde edilen alternatif proteinler koysak hayvan kaynaklı proteinlerin %50’sini ikame edebilir, kalan arazileri de yaban hayata bırakabiliriz. Süper insanı yaratmak için cengâverler kesenin ağzını açtı. Elon Musk Neuralink, Jeff Bezos ve Bill Gates Synchron ile dünyanın en gelişmiş bilgisayarı” beynimizin kilidini açmak istiyor. İçerisi düğün dernek, kolay gelsin. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre çocuklara büyüyünce ne olacaksın sorusuna verilen cevaplar; “sporcu, müzisyen, fenomen”.
Araştırsalar bizde de aynısı çıkar. Bilim dört koldan gezegeni kurtarmak için uğraşırken biz faniler hâlâ zevku sefada. Uygarlık fazında seyrüsefere çıksak da ellerimiz hâlâ Yaradan’dan gelecek rahmete duacı. Açlık artık Tanrıların gazabı olmaktan çok beceriksiz hükümetler veya çıkar çatışmasından gelecek rızka göz dikmiş fanilerin tekelinde. Açlıktan ölenlerden daha fazla çok yemekten ölen var. Ahval değişince mutluluk gayemizin yanı başına “ölümsüzlük” tünedi. Her sabah aynada gördüğümüz yüze olan hayranlığımız tapılası güçler yaratıyor.
Mutluk çıtasını optimize eden türümüz “Tanrı’ya ait rollere meyledince teknolojideki değişim “etik” ile sınanıyor. Erdem sensörlerimiz egolarımıza endeksli. Teknoloji, kaybettiğimiz uzuvlarımızın yerine yenisini ekleyebiliyor, metaverse evreninde küçük bir tıkla hazların en şahanesini sunabiliyor, minik bir hapla okyanus ötesi tat şölenleri yaşatabiliyor. Tüm bunlara sahip ruhlarımız bedenlerimize dar geliyor. Siborg mühendisliği ulusların yeni ordularını dizayn ederken, açlık paradoksunu yaşıyoruz. Sahip olduğumuz bilgi havuzunda boğulmak an meselesiyken homo sapiensten kalma genetik dürtülerimize sığınıyor, kontrolü kaybediyoruz. Kehanetlerde ölümün hemen yamacında yeniden doğuş var. Türümüz binlerce yıllık araz ve duygu enflasyonuyla boğuşuyor. Bilgeliğimiz bilgi algoritmalarında hapis, uygarlık sandalında sendeliyor. Büyük soru: İnsan Türü Ne İstiyor?
Mutluluk
Mutluluk
Mutluluk
Napolyon’un parasını bulanlar her nasılsa paranın tek başına mutluluk getiremeyeceğini yaşayarak anladı. Paranın azı ıstırap verirken, çoğu mutluluk vadetmiyordu maalesef. Hali vakti yerinde soylular, yoksulluğun tadına bakmak için yeni yeni icatlar çıkardı, adına “küçülen hayatlar, kablosuz yaşam” dediler. Oysa yoksulluk giyenin üzerinde sinmiş, kaybolmayan bir kokuydu. Açlık tokluğun panzehiri, evrenin silahıydı. Açlığı açıklamanın, geleceği simule etmenin bir yolu olsaydı keşke. Geçmiş bize yol gösterebilir mi acaba? Zira gelecek iç açıcı değil. 2050’ye göz atanların ödü kopmuş, feryat figan. Gelmez diyorlardı, gelecek gelmiş. Yıl 2050, gezegen can pazarı: 4.5 milyar yıllık ömründe gezegen en çok açlıktan çekti. Çok yaşamak, yaşlanmamak, sonsuz olmak istiyoruz. Bazılarımız belki geleceği görür, görenler anlatıyor. Gelecek çok soğuk, çok da sıcak, ortalık puslu, göz gözü görmüyor. 2050’li yıllardayız, eski bayramlar gibi, eski havalar da yok, zaman hercümerç. Zemheri kışı yazın ortasında ortalığı kasıp kavuruyor.
Çoluk çocuk pek yok, kalanlar ölümcül. Her yer yıkık dökük. İnsanlık harabe, uygarlık tenhada. Her yere yokluğun kokusu sinmiş, hayatta kalmayı başarmış birkaç insan topluluğu tenhaya sığınmış kendi sonlarını bekliyor. Güneş eskisinden çok daha karanlık, ısıtmıyor, her yer sular altında, çiçekler bildiğimiz türden değil renkleri soluk. Tıpkı Guatemala’daki Tikal ve Kamboçya’daki Angkor’da olduğu gibi hayat hayale sığınmış. İklim buraları tarihe gömmüş, yerinde hayaletler dolaşıyor. İstanbul, New York onlar da Tikal gibi zamanının en önemli metropolleri, en büyük aşkların yaşandığı merkezlerdi. Benzer hırsları, benzer mutlulukları paylaştık binlerce yıl farklı zamanlarda, sonları benzer. Medeniyet çökmüş, zihinler uzayla zaman arasında daralmış.
İklim felaketinden önce son çıkış: Bugüne dönüyorum. Tüm bunları yaşamak zorunda değiliz. Tüm bu şehirler ve hikâyeler iklim değişikliği sonrası yaşanan olumsuz koşullar nedeniyle yok oldular. Yok olabiliriz. Olağanüstü meteorolojik koşullar geçmişte medeniyetin çöküşüne neden oldu, gene olacak. Paris Antlaşması ile alınan her önlem uygulansa bile sıcaklık sadece %0.1 derece azaltılabilecek. Kaçınılmaz göç tropikal bölgelerden kuzeye, Antarktika’ya büyük bir baskı ile ulaşacak.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Popüler Bilim
- Kitap AdıI. Açlık Savaşı
- Sayfa Sayısı248
- Yazar Mine Ataman
- ISBN9786257112888
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviElma Yayınevi / 2024