Altmışlı yıllar, bir yaz mevsimi. Victor Chmara, Cezayir Savaşı sürerken Paris’ten kaçarak Fransa-İsviçre sınırındaki küçük bir tatil kasabasına gelir. Burası görkemli otelleri, seçkin müdavimleri ve varlıklı sakinleriyle onun için güvenli bir sığınak oluşturur, herhangi bir tehlike ânında kaçmayı planladığı İsviçre’ye yakınlığıyla da korkularını yatıştırır. Etrafı keşfederken gizemli Doktor Meinthe ve kariyerinin henüz başındaki güzel aktris Yvonne’la tanışan Victor, kısa süre içinde onlarla Fransız bohem hayatına dalarak huzurlu bir yaz sürmeye başlar. Fakat çok geçmeden, arkadaşlarının yaşamlarının da cevapsız sorular, müphem gerçeklerle dolu olduğunu anlayacaktır.
Hatırlama eyleminin gerçeklerle yüzleşmede oynadığı kilit role dikkat çeken, Modiano’nun erken dönem romanlarından biri olan Hüzünlü Ev, zaman, mekân, kimlik ve bellek üzerine bir kayıp zaman arayışı. “Bu harika roman, kayıp bir zamana, mekâna ve içtenlikle betimlenmiş insanlara duyulan büyük bir nostalji duygusuyla demlenmiş, öyle ki insanın Victor’un anılarını kendi anıları zannetmesi işten bile değil.”The Guardian
1
Verdun Oteli’ni yıktılar. Tren garının karşısında, ahşabı günden güne çürüyen bir verandayla çevrili dikkat çekici bir binaydı. Ticaretle uğraşan yolcular, yolculuk sırasında trenden inince uyumak için buraya gelirlerdi. Saatlik oda kiralayan bir otel olarak biliniyordu. Hemen yanındaki yuvarlak biçimli kafe de artık yok. Neydi ismi? Café des Cadrans mı yoksa L’Avenir mi? Gar ve I. Albert Meydanı’nın çimenleri arasında bugün geniş bir boşluk var. Royale Sokağı değişmese de kış mevsimi, geç saatlerde buradan geçenlere şehrin ölü olduğu izlenimini veriyor. Clément Marot Kitapçısı’nın, kuyumcu Horowitz’in (Deauville, Cenevre ve Le Touquet şubelerinin) ve İngiliz pastanesi Fidel-Berger’in vitrinleri…
Biraz daha ileride René Pigault’nun kuaför salonu. Henry à la Pensée’nin vitrinleri. Bu şık dükkanların çoğu sezon dışında kapalı. Kemerlerin başladığı yerde, yolun sonunda, sol tarafta, Cintra’nın kırmızı-yeşil renkli neon ışıklarının parıltısı seçiliyor. Karşı kaldırımda, Royale Sokağı’nın ve Pâquier Meydanı’nın köşesinde, yazları gençlerin uğrak mekânı olan Taverne var. Müşterileri hâlâ aynı kişiler mi? Büyük kafeden geriye hiçbir şey kalmadı. Avizeleri, camları, yola taşan şemsiyeli masaları artık yok. Akşam saat yediye doğru insanlar masaların arasında gidip gelir, gruplar oluştururdu. Kahkahalar. Sarı saçlar.
Çınlayan kadehler. Hasır şapkalar. Bazen de bir plaj havlusu manzaraya renkli bir nota katardı. İnsanlar gece eğlenceleri için hazırlanırdı. Orada, sağdaki, beyaz renkli devasa yapı, Casino, yalnızca haziran ve eylül ayları arasında hizmet veriyor. Kışın, kentin burjuvaları haftada iki kez oyun salonunda briç oynuyor, yemek salonu da bölgedeki Rotary Kulübü’nün toplantılarına ev sahipliği yapıyor. Albigny Parkı, arka tarafta hafif bir eğimle kıyıdaki salkım söğütlere, müzik kioskuna ve insanların Veyrier, Chavoires, SaintJorioz, Éden-Roc, Port-Lusatz gibi göle kıyısı olan yerlere gitmek için eskimiş teknelere bindiği iskeleye kadar uzanıyor. Çok fazla isim var. Fakat bazı kelimeleri bir ninni ezgisiyle, yorulmaksızın mırıldanmak gerekiyor. İki yanında çınar ağaçlarının yer aldığı Albigny Caddesi’nde yürümeye devam edin.
Yan tarafında gölün bulunduğu bu cadde boyunca ilerleyince karşınıza beyaz, ahşap bir kapı çıkacak. Burası Sporting’in girişi. Çakıllı yolun her iki tarafında birkaç tenis kortu var. Sonrasında art arda dizilmiş soyunma odalarını ve üç yüz metre boyunca uzanan plajı anımsamanız için gözlerinizi kapatmanız yeterli. Arka planda bir bar ve Sporting Restoranı’nı çevreleyen ve eskiden limonluk olan bir İngiliz bahçesi. Tüm bu yapılar, 1900’lü yıllarda araba üreticiliği yapan Gordon-Gramme’a ait bir yarımadanın içinde yer alıyor. Sporting’in hizasında, Albigny Caddesi’nin diğer tarafında, Carabacel Bulvarı başlıyor. Bu yol döne döne Hermitage, Windsor ve Alhambra otellerine çıkıyor, ancak füniküler kullanmak da mümkün. Yazın gece yarısına kadar çalışan bu fünikülere binmek için dış görünümü bir şaleyi andıran küçük bir istasyonda beklemek gerekiyor. Buradaki bitki örtüsü son derece çeşitli, etrafınıza baktığınızda Alpler’de mi, Akdeniz kıyılarında mı yoksa tropikal bir bölgede misiniz tahmin etmek zor. Şemsiye çamları. Mimozalar. Köknar ağaçları. Palmiyeler. Yamaçtaki bulvarı takip ettiğinizde de gölün tamamını, Aravis Dağları’nı ve suyun diğer tarafında, İsviçre dediğimiz bu akıp giden ülkenin geniş manzarasını keşfedeceksiniz. Hermitage ve Windsor’dan geriye möbleli daireler kaldı. Bir de Windsor’un döner kapısı ve Hermitage’ın salonunu genişleten cam tavan hâlâ yerinde duruyor. Hatırlarsanız burayı begonviller işgal etmişti.
1910’lardan kalma Windsor ve beyaz cephesi, Nice’deki Ruhl ve Négresco otellerinin cepheleri gibi kremsi renkteydi. Toprak rengindeki Hermitage ise daha sade fakat görkemliydi. Royal de Deauville Oteli’ne benziyordu. Evet, onun ikiz kardeşi gibiydi. Oteller gerçekten apartmanlara mı dönüştü? Pencerelerinde ışık yok. Karanlık koridorları geçmek, merdivenleri tırmanmak için cesur olmak lazım. Ancak bu cesaret bize burada artık kimsenin yaşamadığını öğretebilir. Alhambra’ysa yerle bir edildi. Onu çevreleyen bahçelerden hiçbir iz yok. Onun yerine modern bir otel dikilecek.
Hafızanızı biraz zorlarsanız, yaz aylarında Hermitage, Windsor ve Alhambra bahçelerinin eskiden Aden Bahçesi’ni veya Vaat Edilmiş Topraklar’ı andırdığını hatırlayabilirsiniz. Peki yıldızçiçekleriyle dolu devasa tarhlar ve eğilip göle baktığımız korkuluk bu otellerin hangisindeydi? Önemli değil. Biz bu dünyanın son tanıklarıyız. Kış vakti, akşamın geç saatleri. Gölün diğer tarafında İsviçre’nin puslu ışıkları güçbela ayırt ediliyor. Carabacel’in yemyeşil bitki örtüsünden geriye sadece birkaç ölü ağaç ve bodur koruluk kaldı. Windsor ve Hermitage’ın cepheleri yanmış gibi simsiyah. Kasaba, yaz mevsimine özgü kozmopolit parıltısını kaybetmiş; bir bölgenin idari merkezi gibi küçülüp Fransız taşrasının derinliklerinde gizlenen küçük bir kasabaya dönüşmüş. Artık kimsenin uğramadığı kumarhanede noter ve kaymakam yardımcısı briç oynuyor. Kuaför salonunun müdürü, kırk yaşlarında, sarışın ve etrafına Shocking parfümü yayan Bayan Pigault da onlarla beraber. Onun yanında da Faverges’daki üç tekstil fabrikasının sahibi Fournier’lerin oğlu; bir de Chambéry’nin ilaç şirketinde çalışan ve mükemmel golf oynayan Servoz var. Bayan Pigault’nun aksine son derece esmer olan Bayan Servoz görünüşe göre BMW’siyle Cenevre’yle Chavoires’daki villası arasında gidip gelmeye devam ediyor ve gençlerle vakit geçirmekten hoşlanıyor. Sık sık Pimpin Lavorel’le görülüyor. Bu küçük kentteki günlük hayata dair daha binlerce tatsız, üzücü ayrıntı vermek mümkün, çünkü bazı şeyler ve insanlar on iki yılda kesinlikle değişmedi. Kafeler de kapalı.
Cintra’nın kapısından pembe bir ışık süzülüyor. Maun doğramaların değişip değişmediğini, ekoseli abajurun aynı yerde, yani barın sol tarafında durup durmadığını görmek için içeri girelim ister misiniz? Émile Allais’in Engelberg’de düzenlenen dünya şampiyonasını kazandığında çekilmiş fotoğraflarını kaldırmamışlar. James Couttet’ninkileri ve Daniel Hendrickx’inkinleri de. Sıra sıra dizilmiş aperitiflerin üzerinde duruyorlar. Sararmışlar tabii ki. Kafenin yarı karanlığında tek bir müşteri var. Bu ekose ceketli, kırmızı yüzlü adam dalgın dalgın barmene dokunuyor. Barmen kadının da altmışlı yılların başında çarpıcı bir güzelliği vardı ama o zamandan bu yana kilo aldı. Issız Sommeiller Sokağı’nda yürürken insanların kendi ayak seslerini duymaları mümkün. Solda, Le Régent sinemasının görüntüsü de hiç değişmemiş: Turuncu sıvası ve İngiliz karakterleri kullanılmış lal rengi Le Régent yazısı hâlâ duruyor. Yine de salonu yenilerken ahşap koltukları ve yıldızların girişi süsleyen Harcourt portrelerini kaldırmışlar. Gare Meydanı, kasabada birkaç ışığın parıldadığı ve canlılığını birazcık da olsa koruyan tek yer. Paris ekspresi gece yarısını altı geçe geçiyor. Berthollet Kışlası’ndan izin alan askerler ellerindeki metal ya da mukavva bavullarla, küçük gruplar halinde ve gürültü çıkararak geliyorlar. Bazıları “Mon beau sapin”1 şarkısını söylüyor, Noel yaklaştığından şüphesiz. İki numaralı peronda toplanıyorlar, birbirlerinin sırtlarına vuruyorlar.
Sanki cepheye gidiyorlar. Tüm bu askerî kaputların arasında bej renkli, sivil bir kostüm diğerlerinden ayrılıyor. Onu giyen adam görünüşe göre soğuktan etkilenmiyor; boynunda gergin eliyle çekiştirdiği yeşil, ipek bir fular var. Bu kalabalığın ortasında tanıdık bir yüz arar gibi, bitkin bir ifadeyle başını bir o yana bir bu yana çevirerek bir gruptan ötekine gidiyor. Hatta bir askere soru soruyor ama o ve iki arkadaşı, adamı alaycı bakışlarla baştan aşağı süzmekle yetiniyor. Diğer askerler o geçerken ona doğru dönüp ıslık çalıyorlar. Adam aldırmıyormuş gibi yaparak hafifçe sigara ağızlığını ısırıyor. Sonra kenara çekiliyor ve genç, sarışın bir Alp Avcısı’nın2 yanına oturuyor. Asker rahatsız olmuş görünüyor ve zaman zaman arkadaşlarına kaçamak bakışlar atıyor. Adamsa askerin omzuna yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldıyor. Genç asker kendini kurtarmaya çalışırken adam askerin ceketinin cebine bir zarf sokuşturuyor, sessizce ona bakıyor ve kar yağmaya başlayınca ceketinin yakasını yukarı kaldırıyor.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHüzünlü Ev
- Sayfa Sayısı168
- YazarPatrick Modiano
- ISBN9789750757433
- Boyutlar, Kapak, Karton kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gündem ~ Éric Vuillard
Gündem
Éric Vuillard
20 Ocak 1933, Berlin kışının sert ama sıradan bir günüdür. Reichstag’ın konforlu salonunda, Alman endüstrisinin önde gelen yirmi dört baronuyla Nazi yetkilileri gizli bir...
- Kitap Kurtları ~ Emily Henry
Kitap Kurtları
Emily Henry
Küçük bir tatil. İki rakip. Akıllarının ucuna bile gelmeyen bir aşk. Nora Stephens’ın hayatı kitaplardan ibarettir. Zira yaptığı iş de kitaplarla ilgilidir. Daha doğrusu...
- Bütün Mutlu Aileler ~ Carlos Fuentes
Bütün Mutlu Aileler
Carlos Fuentes
“Hepimiz ama hepimiz başka şeyler yapmak istedik ve kaybolduk, Lucy. Yapmayı başardıklarımızla tatmin olup gidiyoruz. Aileler kendi farklılıklarımızı keşfetmeye yükümlü kılıyor bizi. Sen zengin...