Klasik şiirimizin tekrara düştüğü, ihtişamlı devrini günden güne kaybettiği, mazmun zenginliğinin son bulduğu bir devirde yazılan, son büyük mesnevilerinden biri olan Hüsn ü Aşk’ı, Orhan Okay ve Hüseyin Ayan hazırlamıştır. M. Kaya Bilgegil’in kuşatıcı bir metni de kitaptaki yerini almıştır.
SUNUŞ
Hüsn ü Aşk’ın elinizdeki bu baskısı, ilmî bir neşir veya bir edisyon kritik değildir. Sadece, vaktiyle eski harflerle Ebüzziya Tevfik1 ve Tahir Olgun2 tarafından yapılan basımlardan faydalanılarak hazırlanmış, mümkün olduğu kadar hatasız bir metinle, günümüzün türkçesine nesir hâlinde çevrilişinden ibarettir. Bu sebeble nazım kısmında transkrip- siyon işaretleri yerine bugünkü imlâ kaidelerine uyulmuştur. Nadiren kullanılmış olan noktalama işaretleri ise okunmayı kolaylaştırmak ve muhtemel bazı mâna karışıklıklarını önlemek maksadıyla konulmuştur. Telâffuzda da günümüzün telâffuzuna yakın bir yol tutulmuştur. Sahife diplerindeki metinlerde ise günümüzde konuşulan ve herkes tarafından anlaşılan güzel türkçeye itibar edilmiştir. Sadece bu kısımların okunması hâlinde Hüsn ü Aşk’ın mevzuuna, bir hikâye gibi, kolaylıkla nüfuz edileceği düşünülmüştür. Türk Divan Şiiri’nin, bu son büyük şairinin mesnevisinin neşri ile, eski kültürümüzden habersiz yetişen yeni nesillerin zevkle okuyabile- cekleri, bir metin sunduğumuz kanaatindeyiz.
DERGÂH YAYINLARI
“HÜSN Ü AŞK” YENİDEN BASILIRKEN
Bu kitabın ilk basımı için hazırlıklara Erzurum’da, meslekdaşım Hüseyin Ayan’ın teklifi üzerine 1970’ten önce başlamıştık. O güne kadar Latin harfleriyle yayımlanmamış olan Hüsn ü Aşk’ın Ahmet Cevat ve Vasfi Mahir tarafından yapılmış sadece nesir halinde iki çevirisinde, metnin aslına tam uyulmadığı gibi atlamalar ve yanlış- lıklar da vardı. Yine de her iki çalışmayı gözden geçirerek hataları tekrar etmemeye dikkat ettik. Ortak çalışma olmakla beraber genellikle metnin okunması Hüseyin Ayan’a, nesre çevrilmesi bana aittir. Yoğun derslerimiz arasında fırsat buldukça, biraz da ağır bir tempo ile ilerle- yen eser Dergâh Yayınları’na gönderildikten bir süre sonra, benzer bir çalışma yaptığını duyduğumuz Abdülbaki Gölpınarlı’nın Hüsn ü Aşk’ı yayımlanmış oldu. Bizim yayınımızın esası ilmî bir neşir olmayıp, Ebüzziya Tevfik ve Tahir Olgun’un hazırladıkları iki matbu nüsha- sından faydalanarak olabildiği kadar hatasız bir metin ve nesir halinde günümüz Türkçe’sine çevrilmesinden ibaretti. Gölpınarlı’nın yayını üzerine yaptıklarımızı tekrar gözden geçirdik. Matbu nüshalar da dahil olmak üzere birçok yazmanın karşılaştırılmasıyla vücuda getirilmiş olan Gölpınarlı neşri mesnevi metninin kuruluşu açısından oldukça sağlam bir edisyon-kritik özelliği taşıyordu. Bununla beraber nesre çevrilişindeki bir takım farklılıklar ve özellikle dile tasarrufu karşısında kendi çalışmamızı uygun görerek herhangi bir değişiklik yapmadan yeniden yayına gönderdik. Sonuçta Hüsn ü Aşk epey gecikmiş olarak 1975 yılında gün ışığına çıkabildi (Dergâh Yayınları’nın 1992’deki basımında bir değişiklik olmaksızın yalnız eski harfli basımın tıpkıba- sımı ilâve edilmiştir). On yıldan fazla bir süredir Şeyh Galib ve özellikle Hüsn ü Aşk sınırlı bir çevrede de olsa oldukça yoğun ilgi görmektedir. Klasik şiirimizin bu son büyük ustasının divanı iki ayrı akademik çalışmanın konusu olmuş ve her ikisi de yayımlanmıştır.1 1995 Martında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin üç gün devam eden ve dikkate değer teb- liğlerin sunulduğu “Şeyh Galib Günleri” ve bununla ilgili Şeyh Galib Kitabı şairimizin şahsiyetine ve eserlerine ilgiyi daha da odaklaştırdı. Bu arada rahmetli Kaya Bilgegil’in bizim kitabımıza yazdığı geniş kapsamlı yazının,2 Şeyh Galib Kitabı’nda Necmettin Turinay’ın3 ve Şerif Aktaş’ın4 makalelerinin, nihayet Victoria R. Holbrook’un5 hacim- li eserinin önemli yorumlar getirerek Hüsn ü Aşk’ı birbirinden farklı zirvelere taşıdıklarını söylemeliyim. Turan Oflazoğlu’nun tiyatrosu6 ve Kenan Işık’ın sahneye koyduğu Aşk Hastası, eserin daha farklı alanlar- da da yorumlanabileceğini düşündürdü. Galib Dede’nin orijinal metni- ni yeniden kuran, açıklamalarla nesir halinde ifade eden Muhammed Nur Doğan’ın7 ve yine tamamını hece vezniyle, rahat ve kolay okunur bir dille ifade eden Ahmet Necdet’in8 çalışmaları Hüsn ü Aşk üzerine son iki yılın en taze meyvaları oldu. İlk basımlara göre bazı düzeltmelerin yapıldığı Hüsn ü Aşk’ın bu yeni basımı, kendisinden öncekilere olduğu gibi bizden sonra yayım- lanmış yukarıda adlarını zikrettiğim bütün yeni çalışmalara (bu arada özellikle kendi çalışması sırasında bir kısmı zühul eseri olduğu belli beyit atlamalarını ve bazı yanlış manalandırmaları fark ederek ikaz eden Ahmet Necdet’e) çok şey borçludur. Herbirinin, diğerinde bulun- mayan incelikleri olduğu muhakkaktır. Nasıl Divan şiirinin anlaşılması ve yorumu kapısı kapanmış değil- se, Hüsn ü Aşk kalesinin fethi de kimseye müyesser değildir. Bütün sanat eserlerinde ve bütün edebî eserlerde olduğu gibi, belki daha da fazla Divan şiiri, tabiatiyle Hüsn ü Aşk her okunuşta, yeniden her ele alınışta yeni mânalarla zenginleşecektir. Sanatkârla onun eserini okuyan, yorumlayan arasındaki uçurum ne kadar daralsa yine de var olacaktır. Geçmiş yüzyıllardan beri pekçok sanat eseri her defasında yeniden tahlil ediliyor ve yeniden yorumlanıyor. “Ben açtım o genci ben tükettim” mısraı şiirin zirvesine tırmanmış bir şaire yakışsa da araştırıcı, yorumcu için riskli bir tekebbür mânası taşır.
ORHAN OKAY
İçindekiler
HÜSN Ü AŞK’A DÂİR, 11
HÜSN Ü AŞK, 51
Hüsn ü Aşk, 53/ Der na‘t-i şerîf-i nebevî ve evsâf-ı latîf-i Mustafavî Sallâllahü teâla aleyh, 56/ Der menkabet-i mî‘râc-ı şerîf-i nebevî ve mûcize-i bâhire-i Mustafavî, 60/ Der vasf-ı şerîf-i Cenâb-ı Hazret-i Hüdâvendigâr K.S., 72/ Der zikr-i pîşvâ-yi hod, 75/ Der beyân-ı sebeb-i te’lîf, 78/ Âgâz-ı dâstân-ı benî mahabbet, 87/ Sıfat-ı bezm-i îşân, 89/ Sıfat-ı şikâr-ı îşân, 91/ Sıfat-ı bahâr-ı îşân, 93/ Vâkıa-i garîbe, 96/ Vilâdet-i HÜSN ü AŞK, 98/ Nâmzed şüden-i HÜSN bâ AŞK, 100/ Âsûden-i AŞK der mehd, 101/ Tardiyye, 102/ Tetimme-i kelâm, 105/ Âsûde şüden-i HÜSN der mehd, 107/ Zuhûr-ı mukaddimât, 108/ Sebakdaş şüden-i îşân der Mekteb-i EDEB, 109/ Der vasf-ı Mollâ-yı CÜNÛN, 112/ Âşık şüden-i HÜSN bâ AŞK, 115/ Der çigûnegî-i ez mahabbet-i îşân, 117/ Der vasf-ı HÜSN, 122/ Der vasf-ı AŞK, 130/ Hıtâb-ı SÂKÎ, 138/ Âmeden-i HÜSN gâh gâh behalvetgâh-ı AŞK, 140/ Der vasf-ı bahâr, 145/ Bîrûn reften-i her yek beray-ı temâşa-yı Nüzhet-gâh-ı Mâna, 152/ Der vasf-ı ân Nüzhetgâh, 153/ Der havz-ı FEYZ, 159/ Der menkabet-i SÜHAN ki hân-sâlârı Nüzhetgâhest, 161/ Mebâhis-i diğer, 164/ Zümre-i âhar, 167/ Bahs-i evvel der vücûd-ı sü- han, 169/ Bahs-i sânî der lüzûm-ı sühan, 172/ Bahs-i sâlis der umum-ı lüzûm, 174/ Der beyân-ı mâhiyyet-i şâirî, 175/ Tetimme-i kelâm, 178/ Miyâncı keşten-i Sühan der miyân-ı îşân, 180/ Hitâb-ı sâkî, 184/ Pey- da şüden-i hayret ve men‘-i îşân ez musâhabet, 186/ Hayâl besten-i HÜSN, 188/ Pend dâden-i SÜHAN, 189/ Nâme-i HÜSN bâ AŞK, 191/ Âverden-i SÜHAN nâmerâ ber AŞK, 198/ Sûret-i nâme-i AŞK, 200/ Sıfat-ı İSMET ki dâye-i HÜSN bûd, 206/ Âgâh -geşten-i İSMET ez gam-ı HÜSN, 208/ Çâre-endîşîden-i İSMET, 211/ Münâzara-i İSMET bâ HÜSN, 213/ Pâsüh dâden-i HÜSN bâ İSMET, 215/ Bahâne-i diger engîhten-i İSMET, 217/ Çizî-i diger endîşîden-i HÜSN, 219/ Te’kîd-i İSMET, 221/ Sükûn yâften-i HÜSN, 222/ Âgâhî dâden-i SÜHAN ber AŞK, 223/ Hâl-i AŞK, 225/ Ber-geşten-i kâr ve mecnûn şüden-i AŞK der hevâ-yı HÜSN, 227/ Zârîden-i AŞK, 230/ Tardiyye, 233/ Der sıfat-ı GAYRET ki lalâ-yı AŞK bûd, 236/ Tevbîh kerden-i GAY- RET bâ AŞK, 238/ Pâsüh dâden-i AŞK, 239/ Pâsüh dâden-i GAYRET, 241/ Pâsüh dâden-i AŞK, 242/ Pâsüh dâden-i GAYRET, 243/ Pâsüh dâden-i AŞK, 244/ Bahâne-i diger engîhten, 245/ Âzürden-i AŞK, 247/ Muvâfakat-ı GAYRET bâ AŞK, 249/ Tâlib şuden-i AŞK akd-i HÜSN râ, 251/ İstihzâ-yı kabile ki zihî genc-i bîrenc, 253/ Tazarru‘ kerden-i AŞK bâ kabîle, 257/ Cevâb-ı şâfî dâden-i kabîle, 258/ Kabûl kerden-i AŞK belâhârâ, 260/ Sefer kerden-i AŞK bediyâr-ı KALB ve serencâm-ı vey, 262/ Sıfat-ı çâh u dîv ve sergüzeşt-i û, 263/ Şûrîden-i AŞK, 267/ Habs kerden-i dîv îşân râ, 269/ Resîden-i SÜHAN, 270/ Revân şüden-i AŞK beharâbe-i GAM, 273/ Der sıfat-ı şeb ve şiddet-i şitâ, 274/ Sergerdânî-i AŞK, 280/ Sıfat-ı sihr-i câdû, 282/ Arza kerden-i câdû hodrâ ber aşk, 285/ Iztırâb-ı hâl-i AŞK, 286/ Âvîhten-i Câdû AŞKrâ, 288/ Resîden-i SÜHAN, 291/ TARDİYYE, 292/ Müjde dâden-i SÜHAN, 295/ Der vasf-ı tîğ, 298/ Der vasf-ı esb, 301/ Melâlet kerden-i AŞK ez belâ-yı dûrî, 306/ Ceng-i AŞK bâ vuhûş u dîv ü gul, 308/ Hıtâb-ı SÂKÎ, 310/ Resîden-i râh-ı û bederyâ-yı âteş, 312/ Hasb-i hâl, 314/ Güft ü gûy-ı AŞK u AŞKAR ve güzeşten-i îşân, 317/ Sıfat-ı ân âteş, 318/ Resîden-i AŞK besâhil-i Çin, 321/ TARDİYYE, 323/ Âgâhî dâden-i SÜHAN be-sûret-i tûtî, 326/ İbtilâ-yı AŞK beduhter-i HÜŞ-RUBÂ, 328/ Meclis-i Îyş, 331/ Ser-encâm-ı AŞK, 335/ Âgâhî dâden-i SÜHAN be-sûret-i Tezerv, 337/ Men‘ kerden-i GAYRET ve Cevâb-ı AŞK, 339/ Der sıfat-ı kal‘a-i Zâtü’s-Suver, 341/ Ser-geştegî-i AŞK der an kal‘a, 344/ Niyâz kerden-i AŞK bâ Hudâ, 346/ Âgâhî dâden-i SÜHAN besûret-i Bülbül, 349/ Zârîden-i AŞK ez râh-ı bî pâyân, 352/ Der istîlâ-yı kemâl-i za‘f ber vey, 358/ Piyâde şüden-i AŞK ve nihâyet-i perîşânî-i û, 361/ Sıfat-ı subh-ı mübârek-i pey, 364/ Resîden-i SÜHAN besûret-i pîr-i tabîb, 366/ Behod âmeden-i AŞK ve güm şüden-i GAYRET, 369/ Hitâb-ı sâkî, 371/ Der zikr-i resîden-i AŞK behisâr-ı Kalb ve garâib-i ân, 373/ Âmeden-i mübeşşirân-ı envâr, 376/ Resîden-i AŞK u SÜHAN beserâ-yı HÜSN, 379/ Zuhûr-ı esrâr-ı hafiyye, 381/ Teslîm kerden-i SÜHAN AŞK râ bedest-i HAYRET ve âvürden-i o beharîm-i visâl, 385/ Fahriyye-i şâirâne, 387/ Hakikat-i hâl ve hâtime-i kitâb, 389/ Târih-i hâtime, 392
HÜSN Ü AŞK’A DÂİR
M. Kaya BİLGEGİL
Hüsn ü Aşk, Osmanlı devletinin muhârebe meydanlarında gurûrunun kırıldığı, Pâdişâh’ın bile “devlet elden gidiyor” diye feryâd ederek imparatorluğu kurtarmak için sağdan soldan teklif lâhiyaları istediği bir devrede kaleme alındı. XVIII inci yüzyılın son dörtte biri ile XIX uncu yüzyılın ilk yılları Divan şiirinin önceki çağlara nisbetle, gözlerini gündelik hayat sahnelerine çevirdiği; zihnin, hikemî ilkelere sığınarak avuntu aradığı; san‘atın bâzı ellerde hezliyyattan manzum lûgate kadar değişiklik gösteren küçük hünerlerle oyalandığı; Vâsıf gibi bir kısım şahsiyetlerle sokağın, mesire yerlerinin, at oyunlarının, atış ve nişan denemelerinin, köçek rakslarının, mahalle kadınlarına âit konuşmaların… objektif levhaları hâlinde tesbîtine çalışıldığı, yaralanan izzet-i nefsin, dünyâyı beka âlemine tahvil sûretiyle tasavvuf iklîminde telâfi edildiği, daha doğrusu “terk”le ödendiği bir devredir. Bütün bu çabalamaların, “çabalama” sözünü bililtizam kullanıyorum, türkçenin İstanbul sokaklarında tükenmiş kelime ve tâbirlerini, türk örfünün çok renkli sahnelerine âit haber bakiyyelerini zamanımıza intikal ettir- mesi bakımından taşıdığı ehemmiyet, inkâr olunamaz. Gerçekte şiir, kendisini başka sâhâlara yöneltmiştir. Türk nazmının nesci, bir zevk düşüklüğünün dudağında çözülmekte, şiir kendi kendini tüketmektedir. Bu hâl ile imparatorluğun hayatiyeti arasında bir “pararalelisme” kur- mamak mümkün değildir. Hâdisenin âmilini, tecrübenin tekerrüründe aramak, bir an‘ane olmuştur. “Söz ehli”nin şuur altında biriken hangi hezîmetler, muhayyileyi kımıldayamaz hâle getirdi? Bunları mısrâlar altındaki tedâî tabakalarında, seciler dönemecinde, tarsîler tenâzuruna âit tesâdüfler imkânında yakalamak güç, fakat mümkindir. Şüphesiz ki, bu devre, edebiyatın hâlis şiir aleyhine sâhâsını geniş- lettiği bir safhayı içine alır. Sultan Selîm gibi bir hükümdarın himâyesi dahi şiir denilen büyülü cevheri kurtarmağa yetmez. Filhakîka Pâdişâh; lâyiha isteğine, ilk dâimî elçilikleri kurmasına, zahîre taşıyacak ticâret gemileri getirmesine, etrafındaki insanları, yerli kumaş kullanmağa teşvîkine, daha kafes hayatında iken, sahih ayarlı altınlar çıkarma tasavvurlarına, Nizâm-ı Cedîd’ine rağmen; kalbinin dinleneceği iklîm olarak tasavvufu firar sâhâsı seçmişti. Musikîde bir “Üçüncü Selîm ekolü” vardır. San‘atın hamisidir. Fakat şiir?.. Bu devrenin tek ve müstesnâ çehresi, Şeyh Galib oluyor. Galib, nasıl bir şiir istiyordu? Daha doğrusu, hangi çeşit eserleri şiir saymıyordu? Bu suallerin karşılığını, kısmen olsun Hüsn ü Aşk’ta bulmak mümkindir. Hüsn ü Aşk sahibine göre, Türkiye’de çeşitli müteşâir vardır: Bunların bir kısmı; Rûm ülkesinde söz anlayanların tükendiğini, şiiri eski neslin berâberlerinde götürdüklerini, kendilerinin de o seçkin insanlardan geriye kalan birkaç kişiden ibâret olduğunu, bu yüzden kıymetlerinin bilinmesi gerektiğini ileri sürerler. İşleri, dâimâ birbirini öğmektir; yaratma gücünde yoksunluklarını kapatmak için de, dünyâda söylenmedik söz kalmadığını ileri sürer, bikr-i mazmûn’u inkâr ederler. Galib bunları, âkil kılığında bâzı mecnûn diye vasıflandırıyor. Şairlik davasına kalkışan ikinci çeşit insanlar küttâb sını-fından- dır; hacegândandır. Sırtlarındaki cübbeleri bile, öğürüne havasıyla şişer. Mustalah konuşurlar. Münşaat-ı Râgıb, ezberlerindedir: Esâsen gayelerinin son noktası da budur. Güçlerini tüketip usanca düştükleri anda mey, mahbup, tanbur ve bâzı dîvanlarla canlılık kazanacaklarını sanırlar. Bunların şiirinden, zevk almak imkânsızdır. Galib’e göre medreselilerin şâir olabilmesi, büsbütün imkân dışın- dadır. Halbuki, Telhîs’deki belagat kaidelerini şevâhidiyle bilmeği, şâirlik da‘vâsına kalkışmak için kâfi sayarlar. Tahsîlin kazandırdığı şiir dışındaki şeylerle, şiir denilen o hâlis “nektar”ı, o “musaffa” balı küçümsemek isterler; –zannederim ki kafiye, Galib’e niyetini söyle- mek imkânı vermemiştir– bozmak telvîs etmek isterler:
Mânend-i mekes biraz erâcîf
İster ede nazm-ı şehdi tezyîf
Yanak, dudak güzelliğinden bahsetmek de şâirlik değildir:
Rûy ü lebe etmeyiz tenezzül
Açsun çemeni görülmedik gül
Mânâca ilgili sözleri bir araya getirmek, şüphesiz ki, hünerdir;
fakat bu kabil oyunlarla da şiir vücûda gelmiş olamaz :
Gevher dediğim değildir ol söz
Kim bir yere gele kaş ile göz
Halbuki “musaffâ” şiirden nasibsiz yaratılanlar:
Bak bak ne güzel edâ-yı şîrîn
Gül-bûse yanında lâ‘l-i nûşîn
Cem‘iyyete kıl şu sözde dikkat
Giysû-yi siyâh ü şâm-ı gurbet
Hançer burada zehî nezâket
Ebrûsuna eylemiş işâret
derler.
Galib; nazmın arapca kelimeler, işitilmedik sözler, ağdalı tâbirler, farsça manzûme intibaını uyandıracak zincirleme isim tamlamalarıyla boğulmasına da rızâ gösteremez. Bu sonuncuların inşâ için “ziynet” teşkil etmekle beraber, türkçe şiire “sıklet” vereceğini ileri sürer: Bu “sıklet” sözünü, hem “sakillik”, hem de “ağırlık, hantallık” mânâlarına alacağız. Bunlar dışında, şiir yazabilmek için, “bir iki hoşça tâbir” bulmak da yetişmez.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Şiir
- Kitap AdıHüsn ü Aşk
- Sayfa Sayısı439
- YazarŞeyh Galip
- ISBN9789759952938
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDergah Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Elif Gibi Sevmek ~ Hikmet Anıl Öztekin
Elif Gibi Sevmek
Hikmet Anıl Öztekin
Sen yoktun o zamanlar, çocukluğumda en çok yağmuru severdim ben… Ne zaman bir dert gelse bana, yağmur yağar, dinler, dokunur, ve topraktan kalkan o...
- Şiirler – Bütün Eserleri / Behçet Necatigil ~ Behçet Necatigil
Şiirler – Bütün Eserleri / Behçet Necatigil
Behçet Necatigil
Behçet Necatigil: Şiirde “hikmet burcu”nun seçkin sakini: Şiirimizin, en köklü gelenek tadıyla en köktenci yenilik çabasını şiirinde buluşturmuş, altın oranı bulmuş şairi… Necatigil’in Türk...
- Sokağın Zulası ~ Ahmet Ümit
Sokağın Zulası
Ahmet Ümit
Sokağın Zulası, Ahmet Ümit’in şiir dilinde okunuşudur. Gün gelir anımsar bizi bu sokaklar. Dar kaldırımların gölgelerimizi özleyeceği tutar. Ağaçların gövdelerindeki o eski yara depreşir....