Nasıl bir insansın? İnançlı ya da inançsız ama her koşulda pusulası akıl ve ahlak olan biri mi? Bireyi her türlü büyük ideal ya da dogmanın üstünde gören biri mi? Ya da dünyayı sanatsız hayal edemeyen biri?
Eğer bunlardan herhangi birine yakınsan, ister farkında ol ister olma, sen de köklü bir hümanist düşünce geleneğinin parçasısın. Tarih boyunca akılcı sorgulamayı, kültürel zenginliği, özgür düşünmeyi ve umudu hayatlarının merkezine koymuş nice olağanüstü insanla benzer fikirleri paylaşıyorsun.
Sarah Bakewell, Hümanistler’de bizi 700 yıllık nefes kesen bir yolculuğa çıkarıyor ve dünyamızı şekillendiren hümanistlerin gözü pek yaşamları ve fikirleriyle tanıştırıyor. Rönesans âlimlerinden insan hakları savunucularına, Erasmus’tan Zora Neale Hurston’a, hümanizmin en karanlık zamanlarda bile umut aşılama konusundaki gücünü gözler önüne seriyor. Karmaşa ve düzeni bir arada barındırmayı başaran hümanizmin fanatiklerden, mistik ve tiranlardan gelen tüm karşı çıkışlara rağmen nasıl bu kadar güçlü ve dayanıklı kalabildiğini sorguluyor.
Hümanistler kurumlar ya da fikirler etrafında kutuplaşmanın ayyuka çıktığı günümüzde, insanı yeniden merkeze alan ve birbirimize özen göstermemizin kıymetini hatırlatan benzersiz bir inceleme.
“İnsanlığın insan olma halini anlama mücadelesinin büyüleyici ve umut yüklü anlatımı.” –Oliver Burkeman, Dört Bin Hafta’nın yazarı
İÇİNDEKİLER
Sadece Bağlantı Kur!
Bir Nevi Giriş 1
1 Yaşayanlar Diyarı 23
2 Batık Gemileri Kurtarmak 52
3 Provokatörler ve Paganlar 82
4 Mucizevi Ağ 114
5 İnsani Şeyler 129
6 Bitmez Tükenmez Mucizeler 154
7 Tüm İnsanlığın Yolu 184
8 İnsanlığı Geliştirmek 207
9 Bir Çeşit Hayal Ülkesi 232
10 Doktor Umutlu 260
11 İnsan Yüzü 285
12 Mutlu Olunacak Yer 320
Teşekkür 345
Ek: Uluslararası Hümanistler,
Modern Hümanizm Deklarasyonu, 2022 347
Notlar 351
Görseller 417
Dizin 422
Sadece Bağlantı Kur!
Bir Nevi Giriş
Hümanizm nedir?1 Bu soru, David Nobbs’un 1983 tarihli Second from Last in the Sack Race [Çuval Yarışında Sondan İkinci] adlı mizah romanında, Thurmarsh Dilbilgisi Okulu Biseksüel Hümanist Topluluğu’nun açılış toplantısında sorulur (topluluğa “biseksüel” denmesinin sebebi hem kızlar hem de erkeklerden oluşan karışık bir grup olmasıdır). Bir anda ortamda kargaşa patlak verir. Bir kız öğrenci, hümanizmin Rönesans’ın ortaçağdan kurtulma girişi- mi anlamına geldiğini söyleyerek söze başlar. Kastettiği şey, on dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda enerjik, özgür ruhlu entelektüellerin Floransa gibi İtalyan şehirlerinde yarattığı edebi ve kültürel canlanmadır. Ama bu doğru değil, der topluluğun başka bir üyesi. Hümanizm, “hayvan filan gibi şeylere karşı nazik ve iyi olmak, hayır işleri yapmak ve yaşlıları filan ziyaret etmek demektir”. Üçüncü bir üye, sert bir şekilde söze girerek bunun hümanizmi hayır- severlikle karıştırmak olduğunu söyler. Bu sırada sözü ele alan dördüncüsü hepsinin boşa vakit harcadığından şikâyet eder. Hayırsever, oturduğu yerde dikleşerek sorar: “Hastaların yaralarını sarmaya, yaşlılara filan bakmaya zaman kaybı mı diyorsun?” Sert olan bu sefer tamamen farklı bir tanım ortaya koyar. “Doğaüstücülüğü reddeden, insanı doğal bir nesne gören ve insanın özündeki haysiyeti, değeri vurgularken kişinin mantık ile bilimsel yöntemi kullanarak kendini gerçekleştirme kapasitesi olduğuna inanan bir felsefedir hümanizm.” Bu tanım olumlu karşılanır, ta ki başka birisi diğer bir sorunu or- taya atana kadar: Bazı insanlar Tanrı’ya inanıyor olmalarına rağmen yine de kendilerine hümanist diyorlar. Toplantı sona erdiğinde herkesin kafası başlangıçta olduğundan daha karışıktır.
Gelgelelim Thurmarsh öğrencilerinin endişelenmesine aslında hiç gerek yoktu; hepsi doğru yoldaydı. Her birinin yaptığı açıklamalar ile diğer söyledikleri, hümanizmin anlamını ve hümanistlerin yüzyıllar boyunca yaptığı, araştırdığı ve inandığı şeyleri resmeden en kapsamlı, en zengin tabloya farklı bir renk katıyordu. Doğaüstü olmayan bir hayat görüşünden bahseden öğrencinin dediği gibi, birçok modern hümanist dinî inançlara sahip olmamayı ve ahlaklarını empatiye, akla ve diğer canlılara karşı duydukları sorumluluk duygusuna dayandırmayı tercih eden insanlardır. Yazar Kurt Vonnegut, bu dünya görüşünü şöyle özetler: “Ben bir hümanistim, bu da bir anlamda öldükten sonra herhangi bir ödül veya ceza beklemeden düzgün davran- maya çalıştığım anlamına gelir.”2 Aslında, hümanist kabul edilenlerden bazılarının aynı zamanda dinî inançlarının da olduğunu söyleyen diğer Thurmarsh’lı öğrenci de haklıy- dı. Kurumlardan, doktrinlerden ya da Öte Dünya’nın teolojisinden ziyade çoğunlukla buradaki, Dünya üzerindeki insanların yaşamları ve deneyimlerine odaklandıkları sürece onlar da hümanist olarak tanımlanabilirler.
Diğer tanımların ise dinsel sorularla hiçbir ilgisi yoktur. Örneğin, hümanist bir filozof, yapısal çözümleme yaparak kişiyi kelimeler, işaretler veya soyut ilkelerden oluşan sistemlere ayırmak yerine, kanlı canlı bir bütün olarak olayların merkezine koyan kişidir. Hümanist bir mimar, binaları insan ölçeğinde tasarlayarak, içinde yaşamak zorunda olanların başını döndürmeyecek veya üstüne üstüne gelmeyecek tasarımlar ortaya çıkarır. Benzer şekilde hümanist bir tıp, siyaset ya da eğitim anlayışı olabilir; ede- biyatta, fotoğrafçılıkta ve sinemada da hümanizm vardır. Bu durumların her birinde, nispeten büyük bir kavram veya idealden daha alt seviyede görülmeyen birey, önem listesinin en başında tutulur. Bu açıklama, “ha- yırsever” öğrencinin anlatmak istediği şeye daha yakın. Peki ya Thurmarsh’lı ilk konuşan öğrencinin bahsettiği on dördüncü ve on beşinci yüzyıl İtalya’sı ve ötesindeki bilginler? Bunlar başka çeşit hümanistlerdi: Kitaplar çevirip düzenlediler, öğrencilere dersler verdiler, zeki arkadaşlarıyla yazıştılar, farklı yorumlar üzerine tartıştılar, entelektüel dünyaya katkı sağladılar ve genellikle çok yazıp çok konuştular.
Kısacası, beşeri bilimler veya “insan araştırmaları” anlamına gelen studia humanitatis uzmanları oldular. Bu Latince terimden esinlenerek İtalyancada umanisti olarak tanındılar, yani onlar da hümanisttir; Amerikan İngilizcesindeki kullanımda bugün hâlâ onlara humanists, yani hümanistler deniyor. Birçoğu, insan araştırmalarını öğrenmenin ve öğretmenin daha erdemli ve medeni bir yaşam sağladığına inanarak, diğer tür hümanistler- le aynı etik çıkarları paylaştı. Beşeri bilimler öğretmenleri, daha moderni- ze edilmiş bir biçimde de olsa hâlâ böyle düşünüyorlar. Öğrencileri edebi ve kültürel deneyimlerle, eleştirel analiz araçlarıyla tanıştırmak istiyorlar. Böylece öğrencilerin, diğer insanların bakış açılarına karşı daha duyarlı olmalarına, siyasi ve tarihsel olayların nasıl geliştiğini daha ince bir şekilde kavrayabilmelerine ve genel olarak hayata karşı daha sağduyulu ve düşünceli bir yaklaşım kazanmalarına yardımcı olmayı umuyorlar.
Latincede insan olmak anlamına gelen, ancak daha ziyade görgülü, bilgili, kendini ifade edebilen, cömert ve iyi huylu bir insan olmayı kasteden humanitas’a ulaşmayı diliyorlar.3 İnançlı, inançlı olmayan, felsefi, uygulamalı ve beşeri bilimler öğreten tüm bu hümanistlerin ortak noktası –eğer varsa– nedir? Hepsi yaşamın insani boyutuyla ilgileniyor. Nedir bu boyut? Tam olarak tespit etmesi biraz zor olabilir ancak maddenin fiziksel âlemi ile, var olduğuna inanılan tamamen ruhsal veya ilahî âlem arasında bir yerdedir. Biz insanlar da çevremizdeki her şey gibi elbette maddeden yapıldık. Ölçeğin diğer ucunda ise bazılarının inanışına göre– ruhani âlemle bir şekilde bağlantı kurabiliyoruz. Ancak aynı zamanda ne tamamen fiziksel ne de tamamen ruhsal bir gerçeklik alanını işgal ediyoruz. İşte burası –tamamen olmasa da çoğunlukla türümüze özgü kültür, düşünce, ahlak, ritüeller, sanat gibi faaliyetleri uyguladığımız yerdir. Zamanımızın ve enerjimizin çoğunu bu alanda harcıyoruz: konuşarak, hikâye anlatarak, resim veya maket yaparak, etik yargılar üzerinde fikir yürütüp doğru şeyi yapmak için mücadele ederek, sosyal düzenle- meler üzerinde müzakere ederek, tapınak veya kilise ya da kutsal alanlarda ibadet ederek, anılarımızı aktararak, öğreterek, müzik çalarak, şaka yapıp başkalarını eğlendirmek için ortalıkta soytarılık ederek, bir şeyleri açıklamaya çalışarak, yani genel itibarıyla olduğumuz gibi varlıklar olarak. Her türden hümanistin dikkatinin odağına aldığı alan işte burasıdır.
Bu nedenle biliminsanları fiziksel dünyayı, ilahiyatçılar ise ilahî olanı incelerken, beşeri bilimler ve hümanistler insanın sanat, tarih ve kültür dünyasını inceler. İnançlı olmayan hümanistler, ahlaki seçimlerini yaparken ilahî talimatları değil, insanın esenliğini temel alırlar. Dindar hümanistler de insanın esenliğine odaklanır ancak bunu bir inanç bağlamında yaparlar. Felsefi ve diğer türden hümanistler fikirlerini sürekli olarak ger- çek, yaşayan insanların deneyimleriyle karşılaştırırlar. İnsan merkezli yaklaşım,4 yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce Yunan filozof Protagoras’ın, “İnsan her şeyin ölçüsüdür,” sözleriyle tanındı. Kulağa küstahça geliyor olabilir ama bu sözü tüm evrenin bizim fikirlerimize tabi olması gerekirmiş ya da diğer yaşam biçimlerine hükmetme hakkımız varmış gibi algılamak doğru olmaz. Bu cümleyi, insanlar olarak gerçekliğimizi bizzat şekillendirdiğimiz gibi deneyimlediğimiz şeklinde okuyabiliriz: İnsani şeyleri biliyor ve önemsiyoruz, o zaman onları ciddiye alalım. Kuşkusuz, bu tanıma göre, yaptığımız hemen hemen her şey biraz hümanist görünebilir. Önerilen diğer tanımlar bundan bile daha kapsayıcı olmuştur. Son derece “insani” bir yazar ve hümanist toplulukların düzenli aidat ödeyen üyesi romancı E. M. Forster,5 bu terimin kendisi için ne an- lama geldiğine dair bir soruyu şöyle yanıtlıyor:
Hümanizmi daha iyi onurlandırmanın yolu, kişinin zevk aldığı veya ilginç bulduğu şeylerin, ona yardım eden kişilerin ve sevdiği ve yardım etmeye çalıştığı insanların bir listesini aklından saymasıdır. Bu liste muazzam bir liste olmayacak, kuvvetli bir inancın gür sesinden ve bir yaptırımın ciddiyetinden yoksun kalacaktır ama yine de kendinden emin bir şekilde okunabilir çünkü dile gelmekte olan, insan minnettarlığı ve insan umududur.
Bu karşı konulamaz bir açıklama olsa da aynı zamanda neredeyse tüm tanımları bir kenara bırakır. Yine de Forster’ın hümanizm hakkında soyut veya dogmatik bir şey söylemeyi reddetmesi, başlı başına tipik bir hümanist davranıştır. Onun için bu kişisel bir meseledir ve esas olay da budur. Hümanizm, kişilerle ilgili olduğu için genellikle kişiseldir. Benim için de kişisel bir mesele. Ben seküler anlamda ömür boyu hümanistim. İnandığım felsefe ve politikada giderek daha hümanist hale gelmeye, zaman içinde bireysel hayatlara eskiden heyecan verici bulduğum büyük fikirlerden daha fazla değer vermeye başladım. Tarihte “Beşeri bilimler” alanındaki hümanistler hakkında yıllarca okuyup yazdıktan sonra, insan araştırmaları konusunda hepsinin paylaştığı bu ortak köken beni büyüledi.
Kendi hümanizmimi çok fazla müdahale olmadan yaşayabildiğim için şanslıyım. Birçok insan için hümanizm, uğruna hayatlarını riske attıkları bir şey – ve bundan daha kişisel bir şey düşünülemez. Hümanizmin iyi anlaşılmadığı yerlerde, İngiltere’deki genç bir hümanistin yakın zamandaki deneyiminin de gösterdiği gibi, hayati riskler fazlasıyla yüksek olabilir. 2017’de Birleşik Krallık’ta yaşayan Pakistanlı Hamza bin Walayat, hümanist inançları ve İslam’dan kopuşunun kendi ülkesinde, özellikle de kendi ailesi tarafından can güvenliğine karşı tehdit oluşturduğu gerekçesiyle İngiltere’ye oturum izni için başvurdu. Sınır dışı edilirse öldürülebileceğinden korkuyordu. Bu makul bir korkuydu: Hümanizm, Pakistan’da (diğer bazı ülkelerde olduğu gibi) dinî değerlere hakaret olarak kabul edildiğinden yasaklanmıştır ve hatta idam- la cezalandırılabilir. Uygulamada, Pakistanlı hümanistler, çoğunlukla kendi kanunlarını uygulayan gruplar tarafından öldürülürken yetkililer bunu görmezden gelmiştir. Aynı yıl, 2017’de herkesin duyduğu bir olay6 da olmuştu: Sosyal medyada “The Humanist” (Hümanist) takma adını kullanarak paylaşımlar yapan Mashal Khan isimli öğrenci, bir öğrenci çetesi tarafından dövülerek öldürüldü. İngiliz İçişleri Bakanlığı personeli, başvurusunu değerlendirmek için Hamza ile görüşürken, bir hümanist olarak zulüm görme korkusunu, bu kelimenin kendisi için ne anlama geldiğini açıklayarak bir mantığa da- yandırmasını istediler. Hamza, cevabında on sekizinci yüzyıl Aydınlanma hareketi düşünürlerinin değerlerinden bahsetti. Mükemmel bir cevaptı: Aydınlanma düşüncesinin büyük kısmı, Thurmarsh’lıların tanımlarının çoğuna uyan bir hümanizmdi.
Ancak değerlendirenler ya bilgisizlikten ya da onu reddetmek için bahaneler aradıklarından, başta Platon ve Aristoteles olmak üzere kadim Yunan filozoflarının isimlerini içeren bir cevap beklediklerini iddia ettiler. İddiaları çok tuhaftı çünkü hümanizmle ilgili kitaplarda ne Platon’dan ne de Aristoteles’ten pek bahsedilmez ve bunun iyi bir nedeni vardır; bu filozoflar –çoğu bakımdan pek hümanist değildirler.
Ancak İçişleri Bakanlığı esas hümanist olmayanın Hamza olduğu sonucuna vararak Hamza’nın başvurusunu reddetti. Hamza’nın davasını ele alan Humanists UK örgütü7 ve diğer sempatizanlar yanlış filozofların seçildiğine dikkat çektiler. Daha genel olarak,8 hümanizmin zaten bir dizi otoriteye dayanan türden bir inanç sistemi olmadığını savundular. Bir hümanistin belirli düşünürler hakkında –örneğin bir Marksist’ten Marx’ı bilmesinin beklendiği gibi bilgi sahibi olmasına gerek yoktur. Hümanistler genellikle ideolojik “kutsal metinler”e bağlı kalma kavramını tamamen reddederler. Hamza, oldukça büyük bir destek ve güçlü bir savunmayla Mayıs 2019’da İngiltere’de kalma hakkını kazandı ve Humanists UK’in yönetim kurulu üyesi olarak çalışmaya başladı. Hamza’nın zaferinden sonra tüm İçişleri Bakanlığı değerlendiricilerinin eğitimine Hümanist Düşünceye Giriş dersi eklendi. Yani, hümanizm kişiseldir ve herhangi bir teorisyen veya uygulayıcıya bağlanamayan semantik bir anlamlar ve çıkarımlar bulutudur. Ayrıca, yakın zamana kadar, resmî gruplar halinde pek toplanmayan hümanistlerin birçoğu kendilerini hümanist olarak adlandırmıyordu. Umanisti olmaktan memnun olsalar da on dokuzuncu yüzyıla kadar genel bir kavram ya da uygulama olarak “hümanizm”den bahsetmediler.
(İnsanların bu kavramı gerçekte ortaya çıktığından birkaç yüzyıl öncesine dayandırmasında çok hoş bir insancıllık görüyorum.) Her şey hafiften sisli görünüyor ama yine de tutarlı bir şekilde ortak bir hümanist gelenek olduğunu ve tüm bu insanları bir arada saymanın mantıklı olduğunu düşünüyorum. Çok renkli ve bir o kadar da anlamlı iplerle birbirine bağlılar. Bu kitapta bu iplerin izini sürmek istiyorum ve bunu yaparken de E. M. Forster’ın başka bir muhteşem hümanist dizesini kendime rehber alıyorum: “Sadece bağlantı kur!” 1910 tarihli romanı Howards End’in epigrafı ve birkaç defa yinelenen nakaratı olan bu sözle Forster bir dizi farklı şeyi kastediyordu. Ayrılıklara değil, bizi birbirimize bağlayan bağlara bakmamız, diğer insanların dün- yaya bakış açılarını da en az kendimizinki kadar takdir etmeye çalışmamız ve kendimizi kandırmanın veya ikiyüzlülüğün neden olduğu içsel parçalanmadan kaçınmamız gerektiğini kastediyordu. Bunların hepsine katılıyorum ve bir hümanizm öyküsünü ayrılıktan çok bağlantı zihniyetiyle anlatmak için bu sözden cesaret alıyorum. Ayrıca E. M. Forster’ın zihniyetini esas alarak, izm’den ziyade hümanistlerden bahsedeceğim. Umarım, hümanistlerin kendilerine genellikle anlayışsızlık ve bazen daha da kötüsünü sunan bir dünyada yollarını bulurken başlarından geçen maceraları, yaşadıkları tartışmaları, çabalarını ve sıkıntılarını anlatan bu hikâyeler sizin de ilginizi benimki gibi çeker ve hatta belki de ilham kaynağınız olurlar. Akademik çevrelerde veya saray çevrelerinde kıskanılacak mevkiler bulan bazı hümanistlerin olumlu deneyimleri olduğu doğrudur. Ancak bu pozisyonlara uzun süre bel bağlamak pek mümkün değildi.
Diğerleri ise tüm yaşamlarını sorunlarla dolu bir dışlanmışlık içinde sürdürmek zorunda kaldı. Hümanistler, yüzyıllar boyunca ekmeklerini kıvrak zekâları ve sözleriyle kazanan, sürgün edilmiş bilgeler ya da gezginler oldular. Erken modern çağda, birçoğu başlarını Engizisyon ve diğer sapkınlık dedektifleriyle belaya soktu. Bazıları, gerçekten ne düşündüklerini gizleyerek güvende olmanın yoluna baktılar; hatta bunu bazen o kadar etkili yaptılar ki hâlâ gerçekten ne düşün- dükleri hakkında bir fikrimiz yok. On dokuzuncu yüzyılın ileri yıllarında bile, inançlı olmayan hümanistler (genellikle “özgür düşünürler” olarak anılırlar) yerilebiliyor, yasaklanabiliyor, hapsedilebiliyor ve haklarından mahrum bırakılabiliyordu. Yirminci yüzyılda açıkça konuşmaları yasaktı, kamu görevlerine aday olmayı akıllarından bile geçirmemeleri söylenüyordu; zulüm gördüler, yargılandılar ve hapsedildiler.
Yirmi birinci yüz- yılda bile hümanistler tüm bu acıları çekmeye hâlâ devam ediyor. Hümanizm güçlü tepkiler uyandırır. Tabii ki bu tamamen işin için- de insan faktörü olmasıyla ilgili. Bu her birimizi yakından ilgilendiren karmaşık bir faktör: İnsan olmak, sürekli bir bilmece ve meydan okuma demek. Kendimizle ilgili fikirlerimize bu kadar çok bağlıyken, özellikle dinî veya siyasi uygunluğun şiddetle dayatıldığı durumlarda hümanist görüşlere açık olanların mağdur olması şaşırtıcı değil. Yine de bu inatçı hümanistler birçok nesil boyunca, sessizce, derinden ve aksiliklerle dolu olmasına rağmen anlatmak istediklerini belagat ve mantık yoluyla anlattılar. Bunun sonucunda fikirleri, kabul edilse de edilmese de nihayetinde birçok topluma nüfuz etti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İnsan ve Toplum
- Kitap AdıHümanistler: Özgür Düşünme, Sorgulama ve Umudun 700 Yıllık Tarihi
- Sayfa Sayısı448
- YazarSarah Bakewell
- ISBN9786051983400
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2024