“Hormonlu Kafalar”, kendine özgü ironisi, gerçeklik ve olağanüstü anlayışıyla yazınımıza damgasını vurmuş öykücü Orhan Duru’nun öbür deneme kitaplarında da örneklerini verdiği yazılarından oluşuyor.
Orhan Duru, doğa-kent, kültür-popüler kültür, uygarlık-teknik, gelenek-yenilik, birey-toplum arasındaki çelişkileri, açmazları irdelerken keyifli olduğu kadar düşündürücü ve uyarıcı bakışını, o çok sevilen alaycılığını öne çıkarıyor. İnsanlar ve hayvanlardan burçlara, yaz günü felsefelerinden kuzular ekonomisine, Batı’dan Doğu’ya, Kolomb’tan Frankenstein’a ve Zati Sungur’a uzanan yazılar her şeyden önce yapay katkılardan uzak ve hormonsuz bir kafanın ürünleri.
*
Hormonlu Kafalar
Manavda “Çavuş üzümü” yazısını görüyorum. Bakıyorum çavuş üzümü diye sergilenen üzümlere.
Bu mu çavuş üzümü?
Yanıtlıyor manav:
Çavuş üzümü geldi. Bir daha gelmez.
— Böyle çavuş üzümü olmaz, diye direniyorum. Bunun üzerine hak verip boynunu büküyor manav:
Doğru haklısın. Artık çavuş üzümleri çıkmıyor. Çavuş üzümü diye bunlar geliyor.
Bir çağda on on beş çeşit üzüm bulunurdu manavlarda ve sergilerde. Çeşit bolluğu. Şimdi bunlar indirgendi. Birkaç çeşide. Onların da ne olduğu belli değil. Bağlar sökülüyor ve yerlerine tatil köyleri kuruluyor ya da toplu konutlar dikiliyor meyve bahçelerine. Belirli bölgelerde, belirli iklim ve toprak koşullarında yetişen kimi meyve ve sebze türleri de çekildi ortalıktan. Kent içinde bulunan bostanlar kalktı. Nerde Langa bostanları İstanbul’da? Nerde Kazikiçi bostanları Ankara’da? Nerde çilekleriyle ünü Bursa ovası? Betonlaştırıp fabrikalarla donattık. Sadece göz zevkimizi değil, ağız tadımızı da körelttik.
Belirli ve tek bir etkenden kaynaklanmıyor bu gelişme. Dünya çapında bakmak gerek olaya. Uygarlık ve sanayileşme tüm dünyada canlı türlerini azaltmaya ve geri kalanlarını standartlaşmaya doğru götürüyor. Yok olan türler sadece fillerle balinalar değil. Çevreciler böyle büyük ve moda olaylara bakıyor. Ya da gelip Türkiye kıyılarında Caretta Caretta’lar, deniz kaplumbağalarıyla uğraşyor. Bu da bir şey…
Asıl önemlisi gözümüzden kaçanlar, yok olan başka türler var. Örneğin Türkiye’de salep bitkisi bile yok olmak üzere. Onu soran pek yok. Bunu da bırakın, kimi değişik meyve ve sebze türleri de farkına varmadan kalkıyor ortadan. Çavuş üzümü gibi. Ondan geçtik. Nerde kınalı yapıncak denilen üzüm bugün? Yok oldu ya da yok olmak üzere. Bunların örnekleri sıralanabilir. Aşırı toplanma yüzünden “kekik” bile kalkarsa ortadan pek şaşmamalı.
Bir de “birörnekleştirme”, standartlaştırma eğilimi tatsız örnekleriyle karşımızda. Yediğimiz karpuz karpuza, kavun kavuna, elma elmaya, portakal portakala benzemiyor artık.
Bir ara küçük ama lezzetli çilekler bulunurdu her yerde. Uzmanlar gelip “Bu çileklerde iş yok. Bunların taşınması zor. Para kazanamazsınız. Size dayanıklı çilek türleri gerek” dediler. Onun üzerine kocaman kocaman kıpkırmızı çilekler çıktı ortaya. Görüntü yerinde. Yediğiniz zaman ne yediğiniz belli değil. Başka meyvelerde de durum aynı. Elmaların hepsi vaşington, portakallar da vaşington. Şaşırtıcı büyüklükte ve hepsi birörnek. Örneğin eğri büğrü, çirkin ama korkunç lezzetli Ankara armudu nerde? Yok. Onların yerini tornadan çıkmış gibi armutlar aldı. Görüntü, birörneklik ve para yüzünden yitirdik lezzet ve hoş kokuları.
Türkiye flora ve faunası açısından, yani bitkisel ve hayvansal kaynakları açısından dünyada az bulunan “gen” depolarından biri. Çeşitlilik alabildiğine açılmış burada. Şimdi kendi elimizle, para kazanma ve dış piyasalara girme çabaları yüzünden harcıyoruz bu zenginliği…
Bu arada biri çıkıp “Yahu zaten bu pahalılıkta kim istediği gibi meyve sebze alabiliyor ki… Kimde artık meyvenin sebzenin lezzetini arayacak can kaldı ki, kalkmış bunları yazıyorsun” diyebilir. Haklı da olabilir bu sözlerinde. Ben de buna karşın şunları söylerim o zaman: “Yoksul da düşse, yanına yanaşamasa da insanımız tarihsel ve geleneksel tat ve kokulardan uzaklaşamaz. Onlardan kopamaz. Bu kopukluk olursa asıl o zaman kimliğinden belki de insanlığından uzaklaşmış olur.”
Tüm bunlar, arabesk, bol soğanlı lahmacun, çiğ köfte, Halep işi, acılı Adana, McDonald’s, inleyen nağmeler ve ağlayan ezgiler, zonta, maganda ve ugandalar, serbest yağma ve tokat ekonomisi, serbest soygun ve sömürge, kazı-kazan tırnakla, acılı kadının kezzaptan kör olmuş gözü, toto-loto ve spor-nato ortamında güme gidiyor. Artık her şey hormonlu. Kafamız hormonlu ve yüreğimiz hormonlu.
Kita Sahanlığındaki Yumurta
Kita sahanlığı deyince aklıma “sahanda yumurta” geliyor hep. Doğal bir çağrışım. Ya karnım çok acıktı ya da özlemiş olmalıyım yumurtayı. Küçük görürüz çoğu kez, hazır yemek ya da yan besin maddesi gibi bakarız ona. Evde yemek mi yok? Kır bir yumurta… Geziye mi çıkılacak? Kumanya mı gerekli? Yap bir katı yumurta… Pasta mı? Hemen yumurtanın sarısı, yere düşer yarısı. Terbiye mi hazırlanacak? Gelsin yumurta. Piyaz mı? Üstüne biraz yumurta.
Oysa o kadar önemsiz bir yiyecek değil, özellikle sahanda yumurta… Öncelikle sahan bakır olacak. İyi kalaylı. Sonra mis gibi yayık yağı bulacaksınız. Trabzon ya da Urfa yağı da olabilir. Kesinlikle margarin olmayacak. Yumurtaya gelince o da başka bir sorun. Gerçek yumurta bulmak zorlaştı. Çoğu antibiyotik atığı ya balık unuyla beslenmiş, kıpırdamadan kafeslerinde oturtulan, geceleri de aydınlatılmış ortamda kendilerini hep gündüzde sanarak yumurtlatılan zavallı tavuklardan elde edilen yumurtaların sarıları da giderek bankalar gibi şeffaflaşıyor ve ortadan yitiyor neredeyse… Tatları da tatsız. Gelişen çağdaş teknoloji ve yeni yöntemlerin tarım alanına katkısı. Ürünler gittikçe büyüyor ve artıyor ama lezzetleri aynı oranda azalıyor ve giderek birbirlerine benziyor. Artık yumurtalar bile yumurta gibi kokmuyor.
Sonra sıra geliyor pişirmeye: Yağ uygun bir biçimde kızdırılacak. Yumurta kırılırken, artık iyice incelmiş kabuklarıyla zarlarına dikkat edilecek, yoksa bir leke gibi dağılıverir sahanda sarıları. Diyelim ki uygun bir biçimde kırıldı ve dağılmadı. O zaman Amerikalıların deyimiyle ya “Sunny side up” pişireceksiniz, yani bir güneş gibi kalacak yumurta sahanda sapsari. Ya da “over” olacak. Yani alt üst edeceksiniz, dibi yapışmamışsa. Bu işte New York’lu aşçılar usta. Tek elleriyle kırıyorlar yumurtaları. Biz aynı uygulamayı yaptık. Sonuç omlet oldu.
Ortada “sahan” ya da “kita” yoksa o zaman sıra, kara sularına geliyor. Birkaç çeşit su bulunuyor. En önde kara suları geliyor, onu
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıHormonlu Kafalar
- Sayfa Sayısı168
- YazarOrhan Duru
- ISBN9789753630476
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Büyük Sorgu / Otel Gören Defterler 3 ~ Nuri Pakdil
Büyük Sorgu / Otel Gören Defterler 3
Nuri Pakdil
Güneşli bir “nöbet günü”nde bir daha okudum Büyük Sorgu’yu, soluk soluğa. ‘Aşil noktasına dokunmalı sürekli’ diyor ve ‘Haşmeti Tevazuda O Yeşil Yüce Mevlana’yı,‘Büyük Efendi’yi...
- Dişilik mi Kişilik mi? ~ Seda Akgül
Dişilik mi Kişilik mi?
Seda Akgül
Bir kadın olarak önce dış görünüşümüzle masaya oturur, aklımızla kalkmaya çalışırız. Bedenimiz ve ruhumuzun nadirdir aynı fikirde olduğu. Bir adamla tanışırız, aklımız “kaç!” derken...
- Gene Yalnızlık – Seçme Denemeler ~ Nurullah Ataç
Gene Yalnızlık – Seçme Denemeler
Nurullah Ataç
“Gene Yalnızlık – Seçme Denemeler” Gene Yalnızlık Türk Şiirinin ve öyküsünün önemli adlarının seçme eserlerini gençlerle buluşturan Doğan Kardeş Dizisi, iki yeni kitapla deneme...