Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Homeros – Gül ile Söyleşi
Homeros – Gül ile Söyleşi

Homeros – Gül ile Söyleşi

Azra Erhat

“Homeros’u konuşalım burada, kimliğini, özelliğini kavramaya çalışalım, yapıtından da parçalar okuyalım hep birlikte. Ama bunu yaparken biraz da gezelim, eğlenelim, olmaz mı? Sizinle bir…

“Homeros’u konuşalım burada, kimliğini, özelliğini kavramaya çalışalım, yapıtından da parçalar okuyalım hep birlikte. Ama bunu yaparken biraz da gezelim, eğlenelim, olmaz mı? Sizinle bir yolculuk yaparsak, Homeros’u anlamak kolay olacaktır bizim için. İşte bu geziye çağırıyorum genç okurlarımı.”

İlyada ve Odysseia destanlarını A. Kadir’le birlikte Türkçeye kazandıran Azra Erhat, şimdi de Homeros’un dünyasına doğru keyifli bir yolculuğa davet ediyor. Homeros’un yaşadığı destanların da geçtiği Troya’yı adım adım gezerek, geçmişten günümüze uzun bir köprü kuruyor. Yüzyıllardır sorulan “Homeros kimdir? Nerelidir? Gerçekten yaşamış mıdır?” gibi soruların cevabının, nice sanatçının yetiştiği Anadolu topraklarında saklı olduğunu anlatıyor. Azra Erhat, ayrıca bu iki büyük destanı özetleyerek anlattığı kitabında, Yaşar Kemal ile Homeros üzerine yaptığı söyleşisine de yer veriyor.

I

GİRELİM KONUMUZA

Gül’üm sana Homeros’u anlatmak istiyorum. Sen deyince, bu yurdun milyonlarca kız, erkek çocuklarına seslenmektir amacım. Onlar Homeros’un ve iki büyük yapıtı İlyada ve Odysseia’nın adlarını duymuşlardır. Batı yazınının ilk ve en büyük destanlarını yaratan Homeros adlı ozanın bizim yurttaşımız olduğunu, büyük bir olasılıkla İzmir’de doğduğunu ya da o kentten değilse bile, Ege kıyılarında filiz vermiş şaşılası bir uygarlığın, bir aydınlığın ilk sözcüsü sayıldığını, ola ki çağdaş bir ozan arkadaşım A. Kadir’le birlikte bizim uzun emeklerle bu iki destanı da dilimize çevirdiğimizi bilirler. Ola ki biriniz ya da birkaçınız okumuşsunuzdur bu çevirileri, okuyacaksınız bir gün. Öyle olunca, ne diye Homeros’u size bir daha anlatmaya kalkışıyorum? Bir yapıtı büyükler okur, çocuklar okumaz, okuyamaz diye bir yanılgıya kapılmam ben. Çocukların, gençlerin okuyup anlayamayacağı bir koca yapıt yoktur inancındayım. Genç kafalara ışık daha bir parıltı ile vurur, aydınlık daha arı bir ortam içinde yayılır, gelişir. O halde, bir yaptığımı bir daha yapmaya girişmem salt kendimi bugünün koşulları içinde size açmak ve de Cem Yayınevi’nin başlattığı bir yeni diziye Homeros ile bir katkıda bulunmak istememdendir.

Homeros’u konuşalım burada, kimliğini, özelliğini kavramaya çalışalım, yapıtından da parçalar okuyalım hep birlikte. Ama bunu yaparken biraz da gezelim, eğlenelim, olmaz mı? Bir yapıta girmek bir bahçeye, bir ormana girmek gibidir. Çok yüklü, yoğun, girift, kimi yerde de çokluktan ötürü karanlık gibi görünebilir ilk bakışta bize o yapıt. Yüzlerce sayfa, binlerce dize, sürü sürü adlar, yabancı adlar, okunması zor, bellenmesi çetin, olaylar da bir başka, geçmiş göçmüş bir çağın, bir toplumun çerçevesi içinde geçiyor, bugün kullanmayacağımız bir anlatımla anlatılıyor. İlgilenmek, yaşamak güç bu bizden bunca uzak gerçekleri. Geçmiş zamanların gerçekleri ne denli renkli ve ilginç ise de bizden binlerce yıl önce yaşamış insanlar için, bize bir şey demez, çünkü yoktur öyle olaylar bizim dünyamızda. İnsanların o gün bugün pek o kadar değişmediğine inanırız -değişmiş olsalardı, Homeros diye destanlar da kalmazdı günümüze binlerce yıl öncesi insanları da elbette ki bizim gibi yaşamış, çalışmış, sevmiş, acı duymuş, sevinç duymuş ve ne uzunlukta olursa olsun bir ömür geçirip ölme yitme aşamasına varmış. Başka başka alanlarda, başka başka nedenler, amaçlar uğruna da olsa savaşmış yaşam savaşının bir türlüsünü. Onları kendi çevrelerinin koşulları içine yerleştirdikten sonra anlamak, serüvenlerini merakla izlemek işten bile değildir. Ne var ki onları tüm gerçeklikleri içinde kavrayabilmek için geçmişe dönük bir çabada bulunmamız gerek, sonra her şey kendiliğinden açılır. İşte ben derim ki, bu çabayı yapmak değer bizim için, bu çaba çünkü bu yurdun çocukları için sözünü etmeye değmez, daha doğrusu verimli olduğu kadar göze almaya değer bir çabadır. Demek istediğim şu ki, sizinle bir yolculuk yaparsak, Homeros’u anlamak kolay olacaktır bizim için. İşte bu geziye çağırıyorum genç okurlarımı.

İlyada destanının konusu olan Troya kenti Çanakkale’nin güneybatısında, 30 kilometre uzağında bugün Hisarlık denilen bir tepe üstüne kurulmuştu. Koca Homeros destanında anlatılan Troya Savaşı da orada verilmişti. Hoş bu savaşın tam hangi tarihte verildiğini de bilmeyiz, şu kadarını biliriz ki bu Troya denilen kentin bir başka adı daha varmış: İlyon; ve İlyada da İlyon destanı anlamına gelir yapıtın yazıldığı eski Yunan dilinde. Bu kent Batı Anadolu’nun en büyük, en gelişmiş kentlerinden biriymiş o zamanlar. Tam hangi zamanlar? Aşağı yukarı MÖ 2000 yılı ile başlayan dönem diyebiliriz buna. Bilirsiniz, Anadolu’nun eski tarihi nerdeyse MÖ 7000 yılına kadar uzanır. Orta Anadolu’da yapılan kazılar ta o çağlardan bu yana birbirinden parlak uygarlıkların birbirini izlediğini göstermektedir. Bunların en göze çarpanlarından biri, hep biliriz, Hitit uygarlığıdır. En değerli kalıntıları da bırakmıştır günümüze dek. Bu uygarlıkla Troya’ya yerleşmiş uluslar arasında bir ilişki var mıydı, yok muydu, bunu tarih saptayamamıştır daha. Hisarlık Tepesi’ndeki kazı yerini gezdiğimizde Troya denilen dokuz katlı kentin birçok kez yıkılıp yakıldığını da göreceğiz gözlerimizle. Bu yıkımların biri acaba Troyalıların Hitit ya da Anadolu’nun başka boyları ile çatışmasından mı oluştu? Bu soruya da yanıt vermek olası değil, bilgilerimizin bugünkü aşamasında. Ancak bir bildiğimiz, gözümüzle gördüğümüz Troya adıyla anılan yerleşme yerinin çok eski ve çok önemli bir yer, bir merkez olduğudur.

Şimdi seni duyar gibi oluyorum: “Troya’yı gezdim” diyeceksin, “birkaç metrekarelik bir tepe üstünde ufacık bir yer, yarım saatte dolanılır çevresi, bu mu büyük merkez, bu mu önemli bir kent? Bizim bir köyümüz bile ondan büyüktür” diyeceksin ve haklı olacaksın. Ama görece düşünmen gerek. İki bin yıl önceki kentler bizim çağımızın kalabalık kentleri değildi. Çık Hisarlık Tepesi’ne de bir bak çevrene, önünde alabildiğine uzanan bir ova göreceksin, ta Boğazlara dek uzanan bir ova, bir de ta Ege Denizi’ne kadar giden bir düzlük daha. Yani demek istediğim şu: Troya o tarih öncesi çağlarda geçitlere egemen bir kilit noktasında bulunuyordu. Akdeniz’den ve Ege’den gelen gemiler oradan geçmek zorundaydılar. Eh Anadolu’nun iç yöreleri de boşuna bunca uygarlıklara sahne olmadı: Çok zengin, çok verimli topraklardı buraları, madenler vardı, tarım ürünleri vardı, bunların tecim [ticaret] yoluyla bir yandan batıya, Öte yandan doğuya aktarılmasında Troya gibi bir yerleşim önemli bir yer tutardı elbet. Anadolu yarımadası -ki eskiden Anadolu’ya Küçük Asya denirdi, giderek Asya’ya gidiş geliş yolları açılmadığından yalnızca Asya diye bilinirdibatı ile doğu arasında bir köprü görevi görürdü. İki kıta arasında bir köprü ve bu köprüyü kuzey ile güneyden ayıran iki suyolu: Boğazlar, biri Çanakkale Boğazı dediğimiz, öbürü İstanbul Boğazı. Boğazların önemi üstünde durmama gerek yok, tarih boyunca günümüze dek, bizim bugün elimizde bulunan bu iki suyolunun ne denli kavgalara, çatışmalara yol açtığını ve yine tarih boyunca Boğazlara egemen olmak hırsıyla ulusların ne büyük savaşlara girdiklerini hep bilir, anımsarız. Yakın tarihimiz Çanakkale Savaşı diye bir kanlı tarih sayfası açmıştır bize. Mustafa Kemal ilk kez çıkar karşımıza bu savaşta. Diyebiliriz ki bağımsızlık savaşımızın ilk perdesi burada oynanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak yirminci yüzyılın başında Batılı devletlerin bir amacıydı, bu amaca erişmek için İstanbul’u almak isterlerdi, İstanbul’u ele geçirmek de nasıl olurdu, elbette ki Boğazları ele geçirerek. İşte üç bin, dört bin yıl öncesi de durum buydu, Troya’ya göz dikmiş olacaktı Batılılar, çünkü Troya’yı almakla Anadolu’ya gidiş yolları açılmış olacak, Anadolu’nun bin bir çeşit varlığı da ele geçirilmiş olacaktı. İşte Homeros denilen büyük ozanın destanına konu olan Troya Savaşı bundan çıkmıştı, bu gerçeği bilmeden, her an onu göz önünde bulundurmadan söylencelere (efsanelere), destanlara geçmenin bir anlamı yoktur. Onun için de gelin Homeros ve yapıtlarından söz etmeden gezelim şu yöreyi, bugünkü yaşantısından yola çıkarak geçmişini anlamaya özümsemeye çalışalım. “Tarih bir tekerrürdür” sözünü duymuşsunuzdur, tarih kimi zaman kendini yineler, uzak geçmişin kimi olayları yakın geçmişte ya da günümüzde bir daha görülür ya da bu tarih olayları arasında benzerlikler göze çarpar. Bir rastlantı değildir bu, çünkü aynı koşullar aynı sonuçları doğurur ya da doğurabilir. 1915 sularında sömürgeci Batı devletleri hangi nedenlerle İstanbul’a göz dikmişlerse, aynı nedenlerden ötürü Boğazlara egemen Troya kalesini ele geçirmekte yarar görmüştür Troya Savaşı’nı çıkaranlar. Hepsinin kökeninde ekonomi, yani toprak edinme, mal edinme, varlık edinme, zenginliklere sahip çıkma isteği yatar. Bu gerçeği de anlamak için, iyice kavrayıp özümsemek için en iyi çare yerinde gidip görmektir. Hiçbir tarih kitabı, hiçbir destan ya da roman bize gözle görülen kanıt kadar gerçeği açamaz.

Gideceğiz Çanakkale’ye, ama gitmeden de söylenceler, türküler duymuşuzdur, onları anımsamak yerinde olur, çünkü uluslar tarih olaylarının kimini öyle ölümsüz ve duyarlı bir biçimde geçirmişlerdir ki sözlü geleneklerine, onlar artık tarih olmuş, tarihten de daha anlamlı bir varlık kazanmıştır: O ulusun sözü, sesi, özü niteliğini almıştır.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Mitoloji Sözlüğü ~ Azra ErhatMitoloji Sözlüğü

    Mitoloji Sözlüğü

    Azra Erhat

    Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat´ın geniş bilgi ve kültürünün son ürünü, ustaca yazarlığının en yüksek aşamasıdır. Titizlikle hazırlanan kitap, başta Anadolu efsaneleri olmak üzere, Yunan...

  2. İşte İnsan – Ecce Homo – ~ Azra Erhatİşte İnsan – Ecce Homo –

    İşte İnsan – Ecce Homo –

    Azra Erhat

    “Homeros’ta ‘insan’ dedim yola çıktım. Beden-ruh ikiliği dikildi karşıma, aldım inceledim; derken Platon’un insan anlayışı, toplum görüşü çeldi aklımı, onu da kavrayayım derken açıldım...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Paris, Ecekent ~ Enis BaturParis, Ecekent

    Paris, Ecekent

    Enis Batur

    Modern Zamanlar, Baudelaire’den başlayarak, büyük şehrin aylağı olma koşulunu neredeyse bir poetik duruş haline getirmiştir. Bulvarlar, meydanlar, köprüler, ara sokaklar gece gündüz yürüyen, avâre...

  2. İçimdeki Budala ~ Serdar Turgutİçimdeki Budala

    İçimdeki Budala

    Serdar Turgut

    Bu ülkede köşe yazarı olunca, isteseniz de siyasetin tamamen dışında kalamıyorsunuz. Siyasetin sorunları sizi içine çekip yutan bir canavar gibi, midesine indirip, öğütüyor. Sonra...

  3. Ben, Malala ~ Chiristina Lamb, Malala YusufzayBen, Malala

    Ben, Malala

    Chiristina Lamb, Malala Yusufzay

    “Malala kim?” diye sordu silahlı adam. Malala benim, bu da benim hikâyem. Haksızlığa maruz kalan ve sonra da susturulan bütün kızlar… Sesimizi birlikte duyuracağız!...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur