Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Hindistan’a Dair
Hindistan’a Dair

Hindistan’a Dair

Halide Edib Adıvar

“Evvel zaman içinde, ahir zaman içinde…Bu başlangıç bugünkü Hindistan’a çok yaraşıyor, çünkü içinde Einstein’ın izafiyet nazariyesini hatırlatan bir şey var. Bir vaka en eski…

“Evvel zaman içinde, ahir zaman içinde…Bu başlangıç bugünkü Hindistan’a çok yaraşıyor, çünkü içinde Einstein’ın izafiyet nazariyesini hatırlatan bir şey var. Bir vaka en eski bir devre yahut yüzlerce sene sonra gelebilecek bir güne ait olabilir, zaman nispi hakikatlerden biridir. Hindistan’da tarihten evvelki günlere ait öyle garip fikirler var ki, onlar ancak binlerce sene sonra insaniyete mal olabilir; Hindistan’da bugün görülen öyle hayat ve fikir örnekleri var ki, onlar ancak insaniyetin ilk günlerine ait olabilir.”Hindistan’a Dair, Halide Edib’in 1935’teki Hindistan gezisine dair notlarını topladığı kitabı. Yazar bu gezide Mahatma Gandi, Muhammed İkbal, Sarojini Naidu gibi önemli isimlerle görüşmüş ve verdiği konferanslarda Türkiye’nin kurtuluş ve modernleşme mücadelesini Hint halkına anlatmıştı. Türkçede ilk defa basılan bu kitap, büyük bir yazarın kadim bir coğrafya karşısındaki tarafsız gözlemlerini yansıttığı önemli bir eser. Kaleme aldığı her metinle yeniden tartışılan Halide Edib’in bütün eserleri, gözden geçirilmiş baskılarıyla Can Yayınları’nda.

İçindekiler
İlk Sözler…………………………………………………………………. 15
I. HİNDİSTAN’IN KAPI EŞİĞİNDE
Hint İstiklali Davasında Dr. Ensari’nin Rolü …………….. 39
Delhi’nin Muazzam Abideleri Karşısında ………………… 47
Ay Işığı Altında Agra Abideleri ………………………………. 51
Hint İstiklali Davasının Eski Bir Siması: Naidu …………. 54
Gandi’nin Delhi’deki Evinde Gördüklerim ……………… 57
Gandi’nin Faaliyetlerine Dair ………………………………… 67
Hint Dünyasının Meşhur Simaları …………………………. 77
Delhi’deki Müslüman Üniversitesi: Camia ………………. 89
Hindistan’daki “izm”lere Dair ………………………………… 97
II. HİNDİSTAN’I YOLLARDA VE
ŞEHİRLERDE GÖRÜŞ:
Aligarh……………………………………………………………… 109
Lahor ………………………………………………………………. 117
Peşaver …………………………………………………………….. 125
Lucknow ………………………………………………………….. 137
Benares ……………………………………………………………. 153
Kalküta ……………………………………………………………. 166
Haydarabat ………………………………………………………. 188
Bombay …………………………………………………………… 197
Sonsöz: Hindistan’a Dair’in Sessizlikleri… ………………….. 205
Sözlük…………………………………………………………………… 211

Yayıncının Notu

Bu kitabı hazırlarken yazarın diline, üslubuna, kelime tercihlerine müdahale etmedik; sadece imlasını günümüz kurallarına uyarladık. Artık pek kullanılmayan Arapça, Farsça kelimeler için kitabın sonunda bir sözlük hazırladık. Yabancı kelimeleri de özgün şekilleriyle yazmaya çalıştık. Gündelik hayata ve döneme dair gerekli bilgiler için sayfa sonlarına dipnot düştük.

Halide Edib’in 1935’teki Hindistan gezisine dair izlenimlerini anlattığı Hindistan’a Dair, ilk olarak Inside India ismiyle İngilizce basılmıştı (1937, Oxford University Press). Daha sonra yazar, eseri Türkçeleştirip kapsamını daraltarak 16 Mart 1938 ile 2 Ağustos 1938 arasında Tan gazetesinde “Bugünkü Hindistan” başlığı altında tefrika etti. Eksik kalan bu tefrika, Yeni Sabah gazetesinde, 28 Teşrinisani 1940 ile 8 Şubat 1941 tarihleri arasında bazı eklemelerle ve “Hindistan’a Dair” başlığıyla tekrar yayımlandı. Biz Hindistan’a Dair’i yayına hazırlarken kitabın bu iki tefrikasından da faydalandık. Kitabın bölümlemesinde yer yer Inside India’ya başvurduk. Görselleri ve resimaltı yazılarını Tan gazetesinden aldık. Bu metni, Inside India’nın çevirisi olarak değil, yeniden yazımı olarak değerlendirmek gerekir. Yazar, İngilizce baskıda yer alan yazılardan bazılarını çıkarmış, bazılarını değiştirmiştir.

Dr. Ensari’ye ithaf edilmiştir.
“Ben insanlarda kardeşliği bir tek hakiki bağ
telakki ederim. Irk ve din isimleri altında yapılan
tazyikler bence suni ve keyfidir.”
(Dr. Ensari’nin bir mektubundan)

İlk Sözler

Yabancı memleketler ve milletler hakkında arada şahsi intibalarımı kısaca yazdığım vaki olmuştur. Fakat onlar hakkında ciddi ve uzun bir eser yazmamayı adeta hayatımda bir kaide haline sokmuştum. Batı dünyasını İngiliz harsı vasıtasıyla öğrendim, İngiltere’de bir hayli sene yaşadım, hayatlarını içinden tetkik etmek fırsatını elde ettim. Buna rağmen onlar hakkında bile bir kitap yazarak bu kaideyi bozmadım. Hindistan’a Dair’i yazmakla bu eski esasımdan ayrılıyorum. Sebepleri şudur:

Birincisi: Hindistan’ı kendi ruh iklimime yabancı bulmadım. Bu sırf benim Müslüman olmamdan ve Hindistan’da çok Müslüman bulunmasından ileri gelmedi. İçtimai bünyeleri bizden çok başka olan Hinduları da kendime yakın buldum. Bana evlerini açan bu bambaşka tarzda yaşayan insanları hiç yadırgamadım.

Bunun sebebini kendim de layıkıyla tahlil etmiş değilim. Yalnız Hindistan seyahatinde duyduğum bu manevi birlik bana onlar hakkında açık ve serbest bir tarzda yazmak cesaretini verdi.

İkincisi: Eski aziz dostum Dr. Ensari’ye memleketini gezdikten sonra intibalarımı yazmayı vaat etmiştim. Fakat Hintlilere karşı hissettiğim yakınlık ve verdiğim bu söze rağmen eserin ortasına gelince, üzerime almış olduğum işin çok, pek çok müşkül olduğunu anladım. Eğer Dr. Ensari sağ olaydı, ihtimal, ondan verdiğim sözü geri almak için müsaade dileyecektim. Fakat eserin birinci kısmı bitmeden birdenbire öldü. Ölülere verilen sözden kurtuluş yoktur. Bunun için eseri, iyi kötü sonuna kadar yazmayı mukaddes bir borç bildim.

Üçüncüsü: El-Biruni’nin Tahkik-i Hind1 ismindeki eserinin İngilizcesini okuduğum zaman bende yaptığı derin tesirdir. Bu adam aslen Türk, fakat hars bakımından Müslümandı. Hindistan hakkında yazabilmek için Sanskrit lisanını öğrenmiş, Hindistan’ın ilmini, içtimai hayatını, felsefesini bitaraf bir gözle tetkik etmişti. Âlim olduğu kadar sanatkâr ruhu taşıyan bu harikulade adamın 10. asır Hindistan’ı için yazdığı kitap hâlâ hiçbir yabancıya müyesser olmayan bir muvaffakiyettir. Hindistan’ı gezerken her an el-Biruni’yi düşündüm. Onu 10. asırda o kadar içinden alakadar eden memleket beni de içimden kavradı. Onun bin sene evvel hâlâ bugün gıpta edilecek bir fikir namusuyla yazdığı Hindistan dünyasını ben, aynı kudretle olmasa bile, aynı objektif bir görüşle yazmak istedim. İnşallah müsteşrikler beni fazla cüret ve küstahlıkla ittiham etmezler. Bütün ilim dünyasında daima “üstat” ismi taşıyacak olan bu dâhiyle aramdaki farkın büyüklüğünü ben herkesten fazla idrak edenlerdenim.

Eserin Türkçesi, İngilizcesindeki bütün meseleleri ihtiva etmekle beraber tercüme değildir. Türkçesi ayrıca kendi başına yazılmıştır. Türk okuyucuların alakadar olacakları meseleler nispeten biraz daha uzun, onları alakadar etmeyen kısımlar nispeten biraz daha kısadır. Fazla olarak 1935’ten beri Hindistan’da bazı değişiklikler olmuştur ki, bunları da nazar-ı itibara alıyorum, Türkçesinin İngilizcesinin ikinci tabıyla beraber çıkması da bence iyi oldu. Birinci tabındaki yanlışlıkları düzeltmek fırsatını buldum.

Bana bu kitapta açık konuşmak için cesaret veren amillerden biri de Hintlilerin siyasi, gayr-i siyasi bütün hayati meseleleri çok serbest münakaşa etmeleri oldu. Onları dinledikten, Hindistan’ın görebildiğim şeylerini ciddiyetle tetkik ettikten, British Museum’da uzun bir müddet Hindistan hakkında okuduktan sonra bu kitapta tespit ettiğim kanaatlere vasıl oldum.

Bunlar herhangi Hindistan seyahatinin yahut herhangi Hintlinin Hindistan hakkındaki fikirlerine uymayabilir.

Hindistan’a Dair’in muharriri bu kadar karışık ve zor bir mesele hakkında mutlak ve hakiki bir neticeye erdiğini iddia etmekten çok uzaktır.

Kitabın Mahatma Gandi ve Hinduizme dair olan bilhassa üçüncü kısımdaki1 tashihlerinden dolayı Mr. Mahadev Desai’ye, haricanlar hakkındaki verdiği malumattan dolayı Profesör Malkani’ye, Camia Üniversitesi ve kısmen Müslümanlar hakkında münakaşalarından dolayı Dr. Zahir ve Profesör Mucip’e, “Tuz grevi” ve umum genç Hindistan hakkındaki verdiği kıymetli malumattan dolayı Kamaladevi’ye teşekkür ederim. Bundan başka da isimleri zikredilen ve edilmeyen, Hindu ve Müslüman birçok mütefekkirlerin arasında memleketlerinin dinî, içtimai, iktisadi ve siyasi meselelerini benimle münakaşa edenlere minnettarlığımı burada tekrar etmek isterim. Hatta isimlerini zikretmediklerimin bile söylediklerini doğrudan doğruya kendi ifadeleriyle yazdığımı da burada ilave etmek mecburiyetindeyim.

Hindistan’a ait şahıs, yer vesair isimlerin hecesini V. A. Smith’in klasik olan “Oxford Hint Tarihi”ne göre tespit ettim.

HALİDE EDİB

1 Kanunuevvel 1938

I

Hindistan’ın Kapı Eşiğinde

Bu memleketin adını en evvel çocukluğumda söylenen masallarda duydum. Bu hikâyelerin başlarındaki tekerlemelerden bilhassa ikisi Hindistan’a çok uyduğu için burada tekrar edeceğim:

“Evvel zaman içinde, ahir zaman içinde…”

Bu başlangıç bugünkü Hindistan’a çok yaraşıyor, çünkü içinde Einstein’ın izafiyet nazariyesini hatırlatan bir şey var. Bir vaka en eski bir devre yahut yüzlerce sene sonra gelebilecek bir güne ait olabilir, zaman nispi hakikatlerden biridir. Hindistan’da tarihten evvelki günlere ait öyle garip fikirler var ki, onlar ancak binlerce sene sonra insaniyete mal olabilir; Hindistan’da bugün görülen öyle hayat ve fikir örnekleri var ki, onlar ancak insaniyetin ilk günlerine ait olabilir.

İşte bunun için oralarda dolaşan 20. asır evladı mütemadiyen evvel zaman ve ahir zamanla yüz yüzedir. Bu garip memlekete çok yaraşan ikinci tekerleme de “Bir varmış bir yokmuş”tur. Bana bu cümle eski fizikte “atom” diye anılan, yeni fizikte “neo-elektron” ismini alan şeyleri hatırlatır. Vaktiyle var olan atomlar nerede? Onları bugün sırf izlerinin ziyalarında hissediyoruz. Eski Hindistan’da filozoflar, evliyalar, hükümdarlar, ilahlar vardı. Bunlar âdemoğlunun mukadderatına tamamen hâkim­diler. Şimdi onlar nerede? Yalnız bıraktıkları abideler, âdetler, masallar ve dinlerin içinde izleri görünüyor.

Biraz sonra Hindistan’ı bir İngiliz hocamın vasıtasıyla tanıdım! Kırk sene evvel Türkiye’ye hocalık yapmak için gelmiş, görmüş geçirmiş bir kadındı. Hindistan’da bir çay tüccarının karısı olarak yirmi seneden fazla yaşamıştı. Aslen İrlandalıydı. Bundan dolayı her anlattığı vaka gözümüzün önünde tiyatro sahnesi gibi canlanırdı. Belki onun tarif kudreti, belki de bizlerin çocukluk muhayyilemiz bize artık masal devrini atlatmış, fakat hâlâ masala benzeyen bir Hindistan gösterirdi. Onun tarif ettiği yerlerde artık hâkim olan şey yerli hükümdarlar, ilahlar değildi. Hindistan emperyalist bir milletin oyun meydanı olmuştu. Hocamızın tasvir ettiği memlekete hâkim olan İngilizlerin en zavallısı bile bir Cengiz Han kudretiyle Hindistan’da hüküm sürüyordu. Değil insanlar, vahşi hayvanlar, hatta yılanlar bile onların tahakkümüne boyun eğmişlerdi.

Bu memleketin yerlileri neredeydiler? Daima arka safta… Yalnız bunların arasından iki kişi muhayyilemde hâlâ yaşar! Biri yaz geceleri sabaha kadar bir İngiliz’e yelpaze sallayan yelpazeci, öteki bir Harican’dır.1 Bu adamı karnını doyurmak için süprüntülükleri karıştırırken, hayvan leşi yerken görürdük. Ve bulunduğu yere birisi gelir gelmez bir gölge gibi arka sokaklara yahut ormanlara dalardı.

İşte kırk sene evvelki Hindistan sahnesinin en önünde İngilizler; en arkasında da Haricanlar görünürdü. Bu iki saf arasında kimler vardı? Küçük küçük gruplara ayrılmış, her grup kast1 denilen hudutlarla bölünmüş acayip bir insaniyet örneği. Bu kast hudutları zindan duvarlarından daha muhkem, daha ebedîydi. Bunları aşanlar en korkunç cezalara mahkûmdular. Tabii olarak bizim hoca en çok İngilizleri anlatırdı. Tarifinden bu adamların, arka kemikleri bir şeyle eğilmez iradelerinin gayritabii denilecek derecede kudretli olduğu hissediliyordu.

Hocam, yalnız bir defa beyaz adam Hindistan’da gafil avlandı, o da “Mutiny”de, derdi. Mutiny dediği şey 1857 İsyanı’ydı. Bunu anlatırken hocamın gözlerinde, Hindistan’da yaşamış İngilizleri ebediyen takip edecek bir korku sezdim. Yalnız o isyan zamanı kast duvarları arkasında oturan insanların tufan gibi her şeyi istila etmiş İngilizleri perişan etmiş olduğunu anlatırdı.

Bu isyanın sebebi neydi? Bunu benim çocuk aklım pek almazdı. Hocama göre bu zulme ve esarete karşı bir galeyan, milli bir istiklal davası olmaktan çok uzaktı. Bu maksatsız, sırf taassup ve cehaletin doğurduğu bir irticadır, derdi. Bunun iç yüzünü anlamak bana çok sene sonra nasip oldu.

Nasıl bas[tır]ılmıştı? Çok müthiş, çok müthiş bir şekilde. Asileri İngiliz kuvvetleri öyle bir yerin dibine geçirmişlerdi ki, artık onların hayaletlerine bile doğdukları topraklarda dolaşmak imkânı kalmamıştı. Bu kadın gittikten sonra Hindistan’ı edebiyatta tanımaya başladım. Bana o esrar diyarını ilk tanıtan tabii olarak R. Kipling’in eserleri oldu. Her nedense bu eserlerin insanlardan bahsedenleriyle çok alakadar olmadım. Belki garp dünyasının şarkı görüşünde daima bir masal üslubu sezebilecek yaşta olduğum içindi. Fakat Jungle Book denilen, cengelistanın meskûnlarından bahseden eserini okuyunca yepyeni bir dünya görmüş gibi oldum. Hindistan kadar hayvanlara hakiki vatan olan bir diyar daha düşünmek hemen hemen mümkün değildir. Bu büyük dâhi, hayvanların nasıl yaşadıklarını öyle bir anlatıyordu ki, ilk bakışta sırf hülya gibi görünen bu hikâyeleri insan yavaş yavaş çok realist bulmaya başlıyordu.

Çocukluğunu Hindistan’da geçiren bu sanatkâr, o memlekette öğrenilen hakikatlerden birini sezmişti. Yeryüzünde konuşan, konuşmayan bütün canlı mahlukattaki vahdet… Hayatın ezelî birliği!

Hindistan’ın edebiyatta insan tarafını en evvel Abdülhak Hamid’in yazılarından tanıdım. Meşrutiyetin akabinde İstanbul’da Finten’i oynadılar. Lady Finten rolünü yapan cılız, ince sesli aktris, bir İngiliz asilzade kadından başka her şeye benziyordu. Fakat Davalaciro rolünü yapan iriyarı, sesi tiyatroyu çınlatan adam, kırmızı sarığıyla pekâlâ Hindistan’ın hudut vilayetlerinden gelme bir coolie1 olabilirdi. Davalaciro’nun sevgilisini bulmak için gittiği gemi fırtınaya tutulmuştu.

Uzun kollarını sallaya sallaya Hamid merhumun en kudretli parçalarından biri olan Davalaciro’nun tiradını söylüyordu. Bu tiradın şu mısraları beni düşündürdü:

Öyle bir şiddet-i tasmim ile çıktım ki yola
Karşıma çıksa eğer seng-i mezarım dönmem!
Ben de tufan gibiyim, yağdırırım mevt ü hatar
Gözyaşım seyl-i bela, ah u girivim sarsar
Zulmetin çak edip ey şeb
Salarım subha nazar.

Bu mısralar beni düşündürdü. Çünkü onların ifade ettiği ruhu tahayyül ettiğimiz Hindistan’a hiç uyduramadım, romantik bir şairin hakikate uymayan bir hülyası diye telakki ettim. Öyle ya… Kendi mezar taşını yıkıp geçecek kadar hangi Hindu bir emele, bir maksada bağlı olabilirdi! Esrar, masal ve bütün hayatlarına hâkim olan gizli kudretlerin zulmetinden yakasını kurtarıp, yani gecenin karanlık perdesini yırtıp sabahın yüzüne bakabilecek bir Hintliyi tahayyül etmek mümkün müydü?

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Deneme
  • Kitap AdıHindistan'a Dair
  • Sayfa Sayısı216
  • YazarHalide Edib Adıvar
  • ISBN9789750722189
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Yolpalas Cinayeti ~ Halide Edib AdıvarYolpalas Cinayeti

    Yolpalas Cinayeti

    Halide Edib Adıvar

    “Belki de doğru. Belki de insanlar birbirlerine kanla, sınıfla değil inandıkları şeyde iştirakle bağlanıyorlar. Nasıl o ziyafet akşamı Rıfkı, dayısının karısına ve misafirlerine kendini...

  2. Sonsuz Panayır ~ Halide Edib AdıvarSonsuz Panayır

    Sonsuz Panayır

    Halide Edib Adıvar

    “En nihayet, insanları tamamen şeytanın nüfuz mıntıkasına sokabilecek kudret şunlardır: Kuru gürültü, ahenksiz fakat dinmeyen bir şamata, sonsuz bir söz ve seda anarşisi! Şamata...

  3. Raik’in Annesi ~ Halide Edib AdıvarRaik’in Annesi

    Raik’in Annesi

    Halide Edib Adıvar

    Hiç tanıyamadığım bir genç kadının güzel gözleri için kendime niçin bir vazife terettüp edecek, şu tatil zamanının lezzet-i sükûnetini bozacaktım? Zaten adaya ben kadınlardan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. bir daha yüzümü görmeyeceksin ~ Seda Özaybir daha yüzümü görmeyeceksin

    bir daha yüzümü görmeyeceksin

    Seda Özay

    Hatırlıyorum… Seneler önce “Kumbara beyinsin sen, at şu kafanda biriktirdiklerini,” demişti çift gözlüklü, Einstein yüzlü, koca göbekli, askılı pantolonlu doktorum… Yıl 2002 idi, üzerinde kahverengi...

  2. Başkaldıran İnsan ~ Albert CamusBaşkaldıran İnsan

    Başkaldıran İnsan

    Albert Camus

    "Başkaldıran İnsan", başkaldırının kendisidir, ama ılımlı ve insanın boyutlarında. "Başkaldıran İnsan", adalete ve özellikle doğruluğa vurgundur, mutlak olan'ın iğvasından, mitoslardan, gurur, horlanma ve kanın romantik başdönmelerinden uzak durur. Ama insan, ne ise, o olmaya yanaşmayan tek yaratıktır. Bu yadsıma onu intihara mı, yoksa bir başkasını öldürmeye mi götürür? "Hayır!" demeyi bilen insandır "Başkaldıran İnsan", ama kime, neye, nerede, nasıl? Başkaldıran insanı kuşatan 'hayır'ın içeriği nedir? Bunun yanıtı "Başkaldıran İnsan"da...

  3. Bu Kalem Melûn© ~ Enis BaturBu Kalem Melûn©

    Bu Kalem Melûn©

    Enis Batur

    Herkes bir kitabın mümini, ben “Dünya bir kitaba varmak için” şiarının müminlerinden oldum, kaldım. Bütün yazdıklarım, gün gelecek, tek bir kitabın içine sığacak, oturacak....

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur