Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Hindistan’a Bir Geçit
Hindistan’a Bir Geçit

Hindistan’a Bir Geçit

E. M. Forster

Forster’ın son romanı Hindistan’a Bir Geçit, özelde yazarın, geneldeyse İngilizlerin Hindistan ile olan çok katmanlı ilişkisini anlatan modern bir başyapıt. Sözlüsünü ziyaret etmek için…

Forster’ın son romanı Hindistan’a Bir Geçit, özelde yazarın, geneldeyse İngilizlerin Hindistan ile olan çok katmanlı ilişkisini anlatan modern bir başyapıt.

Sözlüsünü ziyaret etmek için müstakbel kayınvalidesi ile birlikte Hindistan’a yolculuk eden Adela Quested, Çandrapur’a gider. Burada İngilizlerin kurduğu küçük dünyadan uzaklaşarak “asıl Hindistan”ı görmeye karar verip canayakın ve hayat dolu Dr. Aziz’i rehber edinir. Marabar Mağaraları’nda yaşanan gizemli bir olay sonucu Aziz, Adela’yı taciz etmekle suçlanır ve kendisini halkıyla sömürgeci güçlerin arasında aniden patlak veren bir skandalın ve gerilen ilişkilerin içinde bulur. “İngiliz İmparatorluğu’nun mücevheri” olarak bilinen ülkeyi ve emperyalizmin pençesinde hareketsiz kalan bir toplumu anlatan Hindistan’a Bir Geçit, büyük tarihî ve siyasi olayların savurduğu insan hayatlarının dokunaklı bir hikâyesini sunuyor.

“İnsan yanlısı ruhun, insanlaştırılması zor olan üzerinde kazandığı zaferi anlatan bir roman.”
EDWIN MUIR

BİRİNCİ BÖLÜM
Cami

I

Marabar Mağaraları dışında ki onlar da yirmi mil ötededir– Çandrapur1 kentinin olağanüstü bir yanı yoktur. Ganj Nehri’nin içinden değilse de yanından geçtiği kent, nehrin yanı başında birkaç mil boyunca uzanır ve nehirde başıboş sürüklenen süprüntülerden zor ayırt edilir. Nehir burada kutsal sayılmadığından kıyısında yıkanan insanların kullandığı basamaklar bulunmaz; aslında nehir kıyısı diye bir şey de yoktur; kıyıya sıralanmış dükkânlardan nehir görünmez bile. Sokaklar sefil, tapınaklar boştur ve birkaç güzel ev varsa da bunlar her zaman bahçelerin veya pisliği çağrılan konuklar dışında herkesin gözünü korkutup geri dönmesine yol açan daracık sokakların aşağısındadır.

Çandrapur hiçbir zaman büyük ya da güzel bir kent olmamıştır, ama iki yüz yıl önce, o zamanlar bağımsız olan yukarı Hindistan ile deniz arasındaki yol üzerinde bulunuyordu; güzel evler de o günlerden kalmadır. Süsleme hevesi 18. yüzyılda sona erdi, zaten hiçbir zaman geniş halk kitlelerine yayılmamıştı. Çarşıda, pazarda resim bulunmadığı gibi oyma süslemelere de pek az rastlanır. Ahşap balçığı andırır, ahali ise hareket halindeki balçıktır adeta. Gözün gördüğü her şey o kadar bayağı, o kadar tekdüzedir ki Ganj alçaldığında taşıdığı pislikleri toprağın üzerine bırakması beklenir. Evler yıkılır, insanlar boğulur ve çürümeye bırakılır, ama kentin genel hatları, gelişimin alt basamaklarında olmakla birlikte yok edilemeyen bir hayat biçimi gibi şurada burada ilerleyip ötede beride geri çekilerek değişmeden kalır. İçerilerde manzara değişir. Oval bir Meydan2 ve soluk renkli uzun bir hastane vardır. Avrasyalılara ait evler garın yakınındaki yüksek bir bölgenin üzerine kurulmuştur. Demiryolunun ötesinde –ki nehre paralel uzanır toprak alçalır, sonra oldukça dik bir şekilde yeniden yükselir.

İkinci yükseltinin üzerinde küçük bir Avrupa Mahallesi bulunur; buradan bakınca Çandrapur büsbütün farklı bir yer gibi görünür. Burası bağlık bahçelik bir yerdir. Bir kent değil, orasına burasına tek tük kulübeler serpilmiş bir ormandır. Yanından ulu bir nehir geçen tropik bir parktır. Çarşıların arkasında saklanmış olan “toddy” palmiyeleri, tespihağaçları, mangolar ve kutsal incir ağaçları burada görünür olup bu sefer onlar çarşıyı arkalarında saklar.

Bu ağaçlar eski havuzların beslediği bahçelerde boy atar, boğucu kenar mahallelerden ve ihmal edilmiş tapınakların bahçelerinden fışkırır. İnsandan ve eserlerinden daha güçlü olan bu bitkiler, birbirlerini dallarıyla ve başını sallayan yapraklarıyla selamlamak ve kuşlar için bir kent kurmak üzere, ışık ve hava peşinde, alt tabakalardan yukarılara tırmanırlar. Özellikle yağmurdan sonra aşağıda olup bitenleri gözlerden gizler, ama her zaman, güneşten kavrulmuş ve yapraksız olduklarında bile yükseklerde oturan İngilizlerin gözünde kenti güzelleştirir; öyle ki yeni gelenler kentin kendilerine dendiği kadar sefil olduğuna inanamazlar; inip kendi gözleriyle görmek istediklerindeyse hayal kırıklığına uğrarlar. Avrupa Mahallesi’nin kendisine gelince, insanda hiçbir heyecan uyandırmaz. Ne bir çekiciliği vardır ne de itici görünür. Önde kırmızı tuğladan kulüp binası, daha geride bakkal dükkânı ve mezarlığıyla akıllıca planlanmış bir mahalledir burası; bungalovlar birbirini dik açılarla kesen yollar boyunca sıralanmıştır. Hiçbir çirkinliği barındırmayan mahallenin tek güzelliği manzarasıdır ve ikisinin de üstünü örten gökyüzünden başka kentle ortak hiçbir yanı yoktur.

Gökyüzü de burada değişiklik gösterir, ama bitki örtüsü ve nehirdeki değişiklikler kadar belirgin değildir bu. Bulutlar bazen gökyüzüne haritalar çizer, bununla birlikte normal olarak gök kubbe mavinin egemen olduğu karışık renklere bürünür. Gündüzleri gökyüzünün mavisi solar, toprağın beyazıyla birleştiği yerde tümden apak olur; güneşin batışından sonra ufuk koyu bir turuncuya, daha yukarıları ise morun en yumuşağına bürünür.

Ama özünde mavi her zaman varlığını sürdürür; geceleyin de. Sonra engin bir kubbeden sarkan lambaları andıran yıldızlar belirir. Yıldızlarla bu kubbe arasındaki mesafe, kubbenin ötesinde uzanan mesafenin yanında bir hiçtir; bütün renkleri ardında bırakan bu derinlik maviden kurtulmuş olarak uzar gider. Gök karar verir her şeye; sadece iklimlere ve mevsimlere değil, yeryüzünün ne zaman güzelleşmesi gerektiğine de. Yeryüzü tek başına çok az şey başarabilir; olsa olsa birkaç çiçeğin açmasını sağlar o kadar. Oysa gök istediğinde Çandrapur çarşı ve pazarlarına nur yağar, bir ufuktan diğerine bereket yayılır. Gök bunu yapabilir, çünkü o kadar güçlü, o kadar büyüktür. Gücünü her gün içine nüfuz eden güneşten, büyüklüğünü önünde secdeye varan topraktan alır. Hiçbir dağ onun kavsini bozmaz. Toprak fersahlarca dümdüz uzanır gider, biraz yükselir, sonra yeniden düzleşir. Sadece, bir grup yumruk ve parmağın topraktan yukarı fışkırdığı güneyde, bu sonsuz uzanış kesintiye uğrar. Bu yumruk ve parmaklar, içinde olağandışı mağaraları barındıran Marabar tepeleridir.

II
Bir uşağın yakalamasına kalmadan yere devrilen bisikletinden atlayan genç adam birkaç adımda verandanın eşiğine vardı. Ateş almış gibiydi. “Hamidullah, Hamidullah! Geç mi kaldım?” diye bağırdı. “Özür dileme,” dedi ev sahibi. “Sen her zaman geç kalırsın.” “Lütfen, cevap ver bana, geç mi kaldım? Mahmud Ali her şeyi yedi mi? Öyleyse, başka yere giderim. Mr. Mahmud Ali nasılsınız?” “Teşekkürler, Dr. Aziz, ölüyorum.” “Akşam yemeğini yemeden mi? Vah, zavallı Mahmud Ali!” “Şu gördüğünüz Hamidullah çoktan öldü. Siz bisiklet sürerken ruhunu teslim etti.” “Aynen öyle,” dedi diğeri. “Varsayın ki ikimiz de başka ve daha mutlu bir dünyadan sesleniyoruz size.” “Sizin bu daha mutlu dünyanızda acaba nargile gibi bir şey de bulunur mu?” “Zevzekliği bırak, Aziz. Biz burada hüzünlü şeylerden söz ediyoruz.” Nargile, dostunun evinde her zaman olduğu gibi, tıka basa doldurulmuştu ve öfkeyle fokurduyordu.

Aziz nargileyi okşadı. Sonunda çıkmaya başlayan duman ciğerlerini ve burun deliklerini doldurarak pazarda dolaşırken ciğerlerini işgal etmiş olan yanmış tezek kokusunu defetti. Çok hoştu. Aziz kösnül, ama sağlıklı bir esrime içinde uzanmıştı ve içinde bulunduğu durumda diğer ikisinin konuşmaları ona hiç de hüzünlü gelmiyordu; bir İngiliz’le dost olmanın mümkün olup olmadığını tartışıyorlardı. Mahmud Ali bunun mümkün olduğunu ileri sürüyordu, Hamidullah aynı fikirde değildi; ama o kadar iddiasız bir şekilde tartışıyorlardı ki aralarında bir sürtüşme çıkmıyordu.

Ay gökyüzünde yükselir ve hizmetkârlar arkada yemek hazırlarken huzurunu bozacak hiçbir şey olmadan geniş verandada uzanıp yatmak gerçekten de çok hoştu. “Pekâlâ, bu sabah başıma gelenlere bir bak.” “Ben bunun sadece İngiltere’de olabileceğini iddia ediyorum,” diye karşılık verdi, yıllar önce, kitlesel akından önce bu ülkeye gitmiş ve Cambridge’de çok içten karşılanmış olan Hamidullah. “Burada böyle bir şey imkânsız, Aziz! Şu kırmızı burunlu çocuk mahkemede yine bana hakaret etti. Onu suçlamıyorum. Bana hakaret etmesi gerektiği söylenmiştir ona. Daha düne kadar bayağı iyi bir çocuktu, ama diğerleri yakasına yapışmış olmalı.”

“Evet, benim görüşüme göre burada hiç şansları yok. Bir beyefendi olmak niyetiyle buraya geliyorlar ve onlara bunun yürümeyeceği söyleniyor. Lesley’e bak, Blakiston’a bak, şimdi de sıra senin kırmızı burunlu çocukta, onu da Fielding takip edecek. Turton’un ilk geldiği zamanı hatırlıyorum. Eyaletin başka bir bölgesindeydi. Siz inanmayacaksınız, ama Turton’la kendi arabasında seyahat etmişliğim var. Evet, Turton’la. Bir zamanlar hayli yakındık birbirimize. Bana pul koleksiyonunu göstermişti.” “Şimdi de senin onu çalmanı bekliyor. Turton! Ama kızıl burunlu çocuk ona rahmet okutacak!” “Sanmam. Hepsi birbirinin aynısı oluyor, ne daha kötü ne daha iyi. Herhangi bir İngiliz’in Turton ya da Burton olması için iki yıl fazlasıyla yetiyor. Sadece tek harflik bir fark var aralarında.

Bir İngiliz kadınaysa altı ay fazlasıyla yeter. Hepsi aynı. Benimle aynı fikirde değil misin?” “Değilim,” diye cevapladı bu acı verici oyuna katılan ve söylenen her kelimeyle hem içi sızlayan hem eğlenen Mahmud Ali. “Ben kendi payıma yöneticilerimiz arasında çok derin farklar görüyorum. Kırmızı Burun lafı ağzında geveler, Turton tane tane konuşur, Mrs. Turton rüşvet alır, Mrs. Kırmızı Burun almaz ve alamaz, zira öyle biri yoktur.” “Rüşvet mi?” “Bir Kanal Projesi için Central India’ya kredi verdiklerinde bir racanın ya da başka birinin suyun kendi toprağından geçmesi için ona som altından bir dikiş makinesi verdiğini bilmiyor musun?” “Peki, geçmiş mi?” “Hayır. Mrs. Turton’ın mahareti de işte tam burada. Biz zavallı siyahiler rüşvet aldık mı, rüşvetin gereğini yerine getiririz, sonuçta da kanun ensemize biner. İngilizler rüşvet alır, ama hiçbir şey yapmazlar. Onları takdir ediyorum.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Dünya Klasikleri
  • Kitap AdıHindistan’a Bir Geçit
  • Sayfa Sayısı396
  • YazarE. M. Forster
  • ISBN9789750521621
  • Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİletişim Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kutup Yazı ~ E. M. ForsterKutup Yazı

    Kutup Yazı

    E. M. Forster

    Kutup Yazı 20. yüzyılın ilk yıllarında dünyaya farklı açılardan bakan iki karakterin çelişkilerle dolu hayatına odaklanıyor. Eşi ve kayınvalidesiyle İtalya’ya gitmek üzere yola çıkan...

  2. Meleklerin Uğramadığı Yer ~ E. M. ForsterMeleklerin Uğramadığı Yer

    Meleklerin Uğramadığı Yer

    E. M. Forster

    Meleklerin Uğramadığı Yer, 20. yüzyılın büyük yazarı, romancı ve eleştirmen E. M. Forster’ın ilk büyük eseri. Henüz 26 yaşında yazdığı Meleklerin Uğramadığı Yer’de Forster,...

  3. Manzaralı Bir Oda ~ E. M. ForsterManzaralı Bir Oda

    Manzaralı Bir Oda

    E. M. Forster

    Manzaralı Bir Oda, E.M. Forster’ın uzak kültürlere seyahatin insan psikolojisi üstündeki etkilerini işleyen romanları arasında zarafetiyle istisnai bir eser. Orta sınıf İngiliz kadınların daha...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Budala (2 Cilt) ~ Fyodor Mihayloviç DostoyevskiBudala (2 Cilt)

    Budala (2 Cilt)

    Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

    Kasım ayının sonlarında, karların eridiği bir günde, sabah saat dokuza doğru Petersburg-Varşova treni olanca hızıyla Petersburg’a yaklaşıyordu, yağmur ve sis yüzünden ortalık güçlükle seçilebiliyordu;...

  2. Çocukluk ~ Lev N. TolstoyÇocukluk

    Çocukluk

    Lev N. Tolstoy

    “Çocukluk” basılan ilk yazısıdır. Yani dünya edebiyatına ilk adımdır bu. Yirmili yaşların ilk yıllarında yazdığı bu roman geniş ölçüde gerçeklere dayanır. Tiplerin birçoğu yaşamdan...

  3. Cennet Dolmuşu ~ E. M. ForsterCennet Dolmuşu

    Cennet Dolmuşu

    E. M. Forster

    Cennet Dolmuşu, romanlarıyla 20. yüzyıla damga vuran E. M. Forster’ın bir o kadar başarılı olan öykülerini bir araya getiriyor. Cennet Dolmuşu, Forster’ın Birinci Dünya...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur