Hikâyeler bize kim olduğumuzu söyler, peki ya biri o hikâyeyi çaldıysa?
Jake ilk kitabıyla dikkate değer bir çıkış yapmış, ancak ikinci kitabının fiyaskosunun ardından yazar tıkanıklığına girmiştir. Üçüncü ve dördüncü romanının taslağı ise tam bir hayal kırıklığıdır. Bir yandan da geçimini sağlamak için bir yaratıcı yazarlık atölyesinde ders vermektedir. Ancak Jake için asla umut vaat etmeyen yeni ders döneminde onu bir sürpriz beklemektedir: iddialı yeni öğrencisi Evan Parker’ın muhteşem roman fikri.
Yıllar sonra Evan’ın bu olağanüstü hikâyesinin hâlâ bir romana dönüşüp raflarda yerini almadığını gören Jake, merak edip biraz araştırınca bu parlak öğrencisinin öldüğünü öğrenir. Ve her yazarın yapacağı gibi hikâyenin ziyan olmasından korkarak (!) onu kendi yazmaya karar verir. Zira T.S. Eliot’ın da dediği ya da daha doğrusu büyük olasılıkla Oscar Wilde’dan “alıntıladığı” gibi: İyi yazarlar ödünç alır, büyük yazarlar çalar.
Jake’in hayatı yazdığı bu yeni romanla baştan sona değişirken Evan’ın fikrinin ardındaki sırlar da bir bir ortaya dökülür. Peki bu roman konusunun ardındaki korkunç gerçek nedir? Esas hırsız kimdir ve kimin hikâyesini ya da daha doğrusu kimin hayatını çalmıştır?
BİRİNCİ KISIM
BİRİNCİ BÖLÜM
Herkes Yazar Olabilir
The New York Times Book Review’un “yeni ve dikkate deger” bulduğu romanı Mucizenin Kesfi’yle gelecek vaat eden yazar Jacob Finch Bonner, Richard Peng Binası’nın ikinci katında kendisine tahsis edilen ofise girip yıpranmış eski çantasını boş masaya bıraktı ve umutsuzca etrafına baktı. Bu, yıllar içinde Richard Peng Binası’nda yerleştiği dördüncü ofisti, yani yazı masasının arkasındaki pencereden bakıldığında üniversitelere özgü ağaçlı bir yol görünüyordu ama buraya geçmekle daha önceki üç ofisine göre büyük bir gelişme gösterdiği de söylenemezdi, en azından ikincisi ya da üçüncüsü gibi otoparka ya da birincisi gibi çöp konteynerlerine (ilginçtir ama o sırada edebi şöhretinin zirvesine en yakın olduğu noktadaydı ve muhtemelen daha fazlasını da umuyordu) bakmıyordu. Edebi niteliğiyle odaya az da olsa sıcaklık katan tek şey, Jake’in yıllardır taşıdığı ve içine dizüstü bilgisayarı ile yeni öğrencilerin yazı taslaklarını koyduğu yıpranmış çantaydı. Uyandırmak istediği izlenime uygun olan bu çantayı ilk romanının yayımlanmasından hemen önce bitpazarından almıştı: Başarılı genç yazar mücadele yıllarında taşıdığı eski deri fantasını kullanıyor hälä. Olmak istediği bu kişiye dönüşme umudunu çoktan yitirmişti. Öyle olmasa bile yeni bir çanta almanın maliyetin katlanmasını haklı çıkaracak bir neden göremiyordu. Artık göremiyordu.
Richard Peng Binası, Ripley Üniversitesi’nin kampüsüne 1960 yılında eklenmişti. Ripley Üniversitesi, “karma eğitime” geçip 1966 yılında kız öğrencileri de kabul etmeye başladıktan sonra yapılan yurt binalarının ve jimnastik salonunun arkasında kalan ve beyaz beton bir bloktan oluşan çirkin bir yapıydı. Binaya adını veren Richard Peng, Hong Konglu bir mühendislik öğrencisiydi, her ne kadar servetini büyük ölçüde Ripley’den sonra gittiği okula (yani MITe) borçlu olsa da kendi adıyla ya da kendisinden beklenen bağış karşılığında bir bina yapılması önerisini geri çevirmemişti. Aslında Ripley binalarının yapılma amacı mühendislik programı için yer sağlamak ti, halen hiç kimsenin oturmadığı camlı lobisi, uzun yavan koridorları ve ruhsuz beton duvarlarıyla tam anlamıyla bir bilim binas havası taşıyordu. Ancak Ripley, 2005 yılında mühendislik programlarından (aslına bakılırsa tüm fen bilimleri programlarından ve bu arada sosyal bilimler programlarından da) vazgeçince umutsuz yönetim kurulunun sözleriyle, “sanat ve beşeri bilimlere giderek daha az değer verilen ve ihtiyaç duyulan bir dünyada, bu alanların araştırılmasına ve uygulanmasına yönelmişti. Böylece Richard Peng Binası da yarızamanlı Güzel Sanatlar -kurmaca edebiyat, şiir ve kişisel kurgu dışı (anı-biyografi)Yüksek Lisans Programı’na tahsis edildi.
Böylece yazarlar, Kuzey Vermont’un bu garip köşesine, Ripley Üniversitesi kampüsündeki Richard Peng Binası’na gelmeye başladı; burası efsanevi “Kuzeydoğu Krallığı’na” belirgin tuhaflığının izle rini yaşayacak kadar yakındı (bölgeye 1970’lerden beri küçük ama katı bir Hıristiyan tarikatı hakimdi), ancak yine de Burlington ve Hanover’dan da çok uzakta değildi. Elbette Ripley’de 1950’lerden beri yaratıcı yazarlık dersleri veriliyordu ancak asla ciddi ve etki li bir eğitim değildi bu. Çevrenin kültürü değiştikçe hayatta kalma çabasındaki her eğitim kurumunda olduğu gibi buranın da eğitim müfredatına bir şeyler eklenmişti. Öğrenciler de her devrin öğrencilerinin her zaman hiç değişmeden yaptıkları gibi isteklerde bulunmaya başladılar: Kadın çalışmaları, Afroamerikan çalışmaları, onaylı bilgisayarların da bulunduğu gerçek bir bilgisayar merkezi, bilirsiniz, öyle şeyler işte. Ancak 1980’lerin sonlarında büyük krizini yaşayan Ripley’nin kurumsal hayatta kalması için gerçek anlamda neyin gerekli olabileceği ciddi ve kaygılı bir bakışla incelendiğinde, -sürpriz!ileriye dönük en iyimser seçeneğin yaratıcı yazarlık olduğu anlaşıldı. Böylece ilk (ve hâlâ tek) yüksek lisans programı olan Ripley Yaratıcı Yazarlık Semineri başladı. Sonraki yıllardaysa seminer yarızamanlı tek eğitim programı olarak kalana dek üniversitenin öteki programlarının tümünün kökünü kuruttu. İki yıllık bir Güzel Sanatlar Tezsiz Yüksek Lisans programı için işlerini bırakamayan öğrencilere uygun bir programdı. Bırakmaları beklenemezdi tabii! Ripley’nin parlak gösterişli broşürlerine ve oldukça cazip internet sitesine göre “yazmak” yalnızca şanslı bir azınlığa özgü elit bir faaliyet değildi, herkesin kendi özgün sesi ve ondan başka hiç kimsenin anlatamayacağı bir hikâyesi vardı. Ve herkes -özellikle Ripley Semineri’nin rehberliği ve desteğiyle yazar olabilirdi.
Jacob Finch Bonner daima yazar olmak istemişti. Daima, daima, daima. Dünya üzerinde ciddi bir sanatçının çıkabileceği en son yer olan ama vergi avukatı bir baba ile rehber öğretmen bir annenin tek çocuğu olarak doğup büyümekle lanetlendiği Long Island banliyösündeki günlerinden beri. Hiç kimse onun neden yerel kütüphanedeki ıssız, küçük bir rafa sığan LONG ISLANDLI YAZARLAR bölümünü özellikle önemsediğini anlayamıyordu, yine de bu durum genç yazarın evindekilerin dikkatinden kaçmadı. Babası (vergi avukatı) itirazlarında son derece katıydı. (Yazarlar para kazanmıyordu! Sidney Sheldon hariç. Ne yani, Jake bir sonraki Sidney Sheldon olacağını mı sanıyordu?) Annesi (rehber öğretmen) ise sürekli olarak ona sözel alandaki başarısının vasat denilecek düzeyde kaldığını anımsatmayı uygun bulmuştu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHikaye Hırsızı
- Sayfa Sayısı336
- YazarJean Hanff Korelitz
- ISBN9789752129467
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAltın Kitaplar / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gölgeler Diyarı ~ Kate Brian
Gölgeler Diyarı
Kate Brian
Rory Miller hayatını kurtarmak için tek şansını kullanmış ve ona saldıran seri katilden kaçmayı başarmıştı. Ancak korkunç seri katil StevenNell hâlâ serbestti. Rory, babası...
- Bir Kimya Meselesi ~ Bonnie Garmus
Bir Kimya Meselesi
Bonnie Garmus
Kimyager Elizabeth Zott’ı anlatmak için pek çok sıfat kullanılabilir ama “ortalama” bunlardan biri değil. Aslında o, hiçbir kadının ortalama olmadığını söyleme cesareti gösterenlerden biri....
- Hac ~ Paulo Coelho
Hac
Paulo Coelho
Gemi limanda güvendedir, ama gemiler limanda beklemeleri için yapılmaz. İleriye bakıyorum; manzara tekdüze, rehberim de hiçliğin ortasından fırlamış gibi görünen barda kahvesini yudumlamakta. Geriye...