Sevgili Evangeline, Eninde sonunda onunla yine görüşeceksin, onu gördüğünde sakın ona aldanma. Tatlı gamzelerine, büyüleyici mavi gözlerine ya da sana Küçük Tilki dediğinde kalbinin hop etmesine kanma. Sana Küçük Tilki diye seslenmesi bir sevgi ifadesi değil, başka bir ayartma şekli. Jacks’in kalbi atıyor olabilir ama hissetmez. Ona tekrar güvenecek gibi olursan, daha önce yaptıklarını hatırla. New York Times’ın çok satan yazarı Stephanie Garber’dan Caraval serisinin sihirli evreninde geçen lanetli bir aşk masalı Kupa Prensi’nin ihanetine uğradığında Evangeline Fox, bir daha ona asla güvenmeyeceğine yemin etmişti. Hem artık kendi büyüsünü de keşfetmişti, Prens’in ondan çaldığı mutluluğu kendi bulabilirdi. Fakat ne yazık ki, işler hiçbir zaman sizin planladığınız gibi gitmez. Şimdi Evangeline, korkunç bir lanet yüzünden yine Kupa Prensi ile ortak olmak zorunda. Hatta bu sefer güvenebileceği tek kişi de o. Yeni düşmanlar, eski arkadaşlar ve hem akıllarla hem kalplerle oynayan sihirlerle dolu muhteşem bir macera. Her zaman kalbinin sesine güvenebilir misin?
1
Wolf Hall’un kraliyet kütüphanesinin derinliklerinde yüzyıllardır kimsenin açmadığı bir kapı var. İnsanlar o kapıyı ateşe vermeyi, baltalarla kırmayı ve sihirli anahtarlarla kilidini açmayı denediler. Ama hiçbiri bu inatçı kapıya bir çizik atmayı bile başaramadı. Bazıları kapının kendileriyle alay ettiğini söylüyor. Kapının ahşap göbeğinde işlemeli tacıyla bir kurt kafası var ve insanlar, kurdun başarısız girişimlerine güldüğüne ya da bu açılamaz kapıyı açmaya yaklaşacak biri olursa keskin dişlerini gösterdiğine yemin ediyor. Evangeline Fox bir defa kapıyı açmayı denemişti. Kendine doğru çekmiş, içeri doğru itmiş, demir tokmağını çevirmişti ama kapı bana mısın dememişti. O zaman açamamıştı. İlk denemesinde olmamıştı. Ama şimdi farklı olmasını umuyordu. Evangeline’in umut etmekle ilgili bir sıkıntısı yoktu. Ayrıca kapıları açmakta usta sayılırdı. Kendi rızasıyla akıttığı kanının bir damlasıyla her türlü kilidi açabilirdi.
Öncelikle, adını aklına bile getirmek istemediği o düzenbaz, sürekli elma yiyen hergele tarafından izlenmediğinden, takip edilmediğinden emin olması gerekiyordu.
Evangeline omzunun üstünden bakıp arkasını kontrol etti. Fenerinin koyu sarı parıltısı yakındaki gölgeleri uzaklaştırıyordu, ancak gece olduğu için Wolf Hall’un kraliyet kütüphanesindeki birçok köşe net görünmüyordu.
Ürkekçe kıpırdandı ve fenerinin ışığı titredi. Evangeline daha önce karanlıktan hiç korkmamıştı. Karanlık, yıldızlar, rüyalar ve gündüzler arasında gerçekleşen sihir içindi. Anne-babasını kaybetmeden önce, babasıyla takımyıldızı gözlemi yapmış ve mum ışığında annesinin anlattığı hikâyeleri dinlemişti. Hiç de korkmamıştı. Ama aslında Evangeline’in korktuğu karanlık ya da gece değildi; kürekkemiklerinde gezinen örümcek inceliğinde bir dikendi. Kendisini, kocası Apollo’yu kurtaracak bir çareye götüreceği umuduyla bu kapının kilidini açmak için kraliyet süitinden çıktığı andan beri yanındaydı.
Bu tekinsiz his o kadar hafifti ki, ilk başta bunun sadece paranoya olduğunu düşündü.
Takip edilmiyordu. Ayak sesleri duymamıştı. Ta ki… Evangeline kütüphanenin karanlığına dikkatle bakınca, ona bakan bir çift zalim gözü gördü. Gümüş mavisi, parlak ve ışıltılı. Mavi gözlerin sırf onunla alay etmek için parladığını düşündü. Ama Evangeline o gözler parlasa bile, karanlığı aydınlatsa bile, onu fenerini kapatmaya cesaretlendirse bile onlara güvenemeyeceğini biliyordu. Gözlerin sahibine de güvenemezdi.
Jacks. Adını düşünmemeye çalıştı. Yine de karanlığın içinden uyuşuk bir havayla ama her zamanki özgüveni ve yakışıklılığıyla görünmesini izlerken onu düşünmemesi imkânsızdı. Jacks, sanki geceleri ondan korkması gerekiyormuş gibi hareket ediyordu. Evangeline’in kürekkemiklerindeki karıncalanma hissi kollarına, oradan da huzursuz edici bir okşamayla bileğindeki kırık kalp şeklindeki son yara izine kaydı. Yarası önce sızladı, sonra Jacks dişlerini yeniden geçirmiş gibi zonkladı.
Evangeline fenerini kılıç kavrar gibi kavradı. “Git buradan, Jacks.” Evangeline’in onu muhafızlara attırmasının üzerinden sadece iki gün geçmişti. Uzun bir süre geri gelmez diye tahmin etmişti. Hatta sonsuza kadar dönmese daha iyi olmaz mıydı? “Ne yaptığını biliyorum ve seni görmek istemiyorum.” Jacks ellerini pantolonunun ceplerine soktu. Duman grisi gömleğinin eteklerini gelişigüzel bir şekilde pantolonun içine tıkıştırmış, kollarını yukarıya doğru kıvırıp ince kollarını açıkta bırakmış ve ilk birkaç düğmesini iliklememişti. Şimdi baştan çıkaran gece mavisi değil de altın rengi olan dağınık saçlarıyla kurnaz kader tanrısından çok atılgan bir seyis yamağına benziyordu. Yine de Evangeline, Jacks’in gerçekte ne olduğunu asla aklından çıkaramayacağının farkındaydı. Jacks ahlak ve vicdan yoksunu, saplantılı ve tuttuğunu koparan bir adamdı.
Hikâyeler, öpücüğünün tek gerçek aşkı hariç herkes için ölümcül olduğunu ve Jacks’in gerçek aşkını arayıp bulmak uğruna ardında bir sürü ceset bıraktığını söylüyordu. Bir zamanlar Evangeline o kadar saftı ki, Kupa Prensi gerçek aşkını ararken kalbi defalarca kez kırıldığı için kalp kırıklığı nedir anlar sanmıştı. Ama artık her şey gün gibi ortadaydı; kalp kıran Kupa Prensi’nin kendisiydi, çünkü sevmeyi bilmiyordu.
acks tatlı dille konuştu. “Kızgınsan anlarım…” “Kızgınsam mı” diye araya girdi Evangeline. “Sen benim kocamı zehirledin!” Jacks umursamaz bir tavırla omuz silkti. “Onu öldürmedim.” “Bu seni haklı çıkarmaz.” Evangeline sesi titremesin diye büyük çaba sarfediyordu. O an anladı ki bir parçası hâlâ Jacks’in masum olduğuna dair bir parça umut besliyordu. Oysa Jacks yaptığını inkâr etmeye çalışmıyordu bile. Evangeline’in taşa dönüşmesini umursamadığı gibi, Apollo’nun bir cesetten farksız olmasını da umursamıyordu. “Beni insan standartlarında değerlendirmekten vazgeçmelisin” dedi Jacks. “Ben bir kader tanrısıyım.”
“İşte tam da bu yüzden seni görmek istemiyorum. Seninle karşılaştığımdan beri ilk aşkım taşa dönüştü, ben taşa dönüştüm, sonra bir kaçak oldum, bir sürü insan beni öldürmeye çalıştı ve sen benim kocamı zehirledin…”
“Bunu söylemiştin zaten.” Evangeline ona ters ters baktı. Jacks içini çekti ve sanki Evangeline’in hisleri duygusal bir hapşırıktan farksızmış, hemen üstesinden gelinebilecek ya da kenara çekilince kurtulunabilecek bir şeymişçesine yandaki kitap rafına yaslandı. “Ben buyum, bu olduğum için de özür dileyecek değilim. Ayrıca, tanışmamızdan önce kalbi kırık, kötü yürekli üvey bir kız kardeşi olan kederli bir yetim olduğunu unutuyorsun. Ben devreye girdikten sonra Valenda’nın kurtarıcısı oldun, bir prensle evlendin ve prenses oldun.”
“Senin çarpık çıkarların için tüm bunların olması gerekiyordu çünkü.” Evangeline öfkeden köpürüyordu. Jacks onun için yaptığı her şeyi, ona Valory Kemeri’ni açtırmak için yapmıştı. “Çocuklar bile oyuncaklarına senin bana davrandığından daha iyi davranıyor.” Jacks gözlerini kısarak baktı. “Öyleyse neden beni bıçaklamadın, Küçük Tilki? Geçen gece yeraltı odasında sana bir hançer fırlattım ve onu kullanabileceğin kadar yakınındaydım.” Gözlerinde yeni bir keyfin ışıltısı parlarken bakışlarını Evangeline’in boynuna doğru indirdi. Tam da üç gece önce dudaklarını bastırdığı noktaya.
Jacks’in dişlerinin ve dilinin tenindeki istenmeyen hatırası Evangeline’in yüzünün kızarmasına neden oldu. O gece Jacks’e vampir zehiri bulaşmıştı, kendisine de aptallık. O gece Evangeline, insan kanı emip de vampire dönüşmesin diye onu oyalamak için kalmıştı yanında. Jacks insan kanıyla değil ama Evangeline’in iyi niyetiyle beslenmişti. Jacks ona kalbini yeniden çarptıran kızın hikâyesini anlatmıştı; Prenses Donatella’yı. Prenses Donatella, Jacks’in tek gerçek aşkı olması gerekirken bu rolü üstlenmeyip bir başkasını seçmiş ve Jacks’i göğsünden bıçaklamıştı.
Evangeline bu hikâyeyi dinledikten sonra Jacks’i, yardımını istemek için ilk gittiği zamanki, halden anlayan Kupa Prensi olarak görmeye başlamıştı. Oysa Jacks kalpsizin tekiydi. Evangeline onun hisleri olan biri olabileceğini umut etmekten vazgeçmeliydi.
“O gece yeraltı odasında hata ettim.” Evangeline yanaklarının kızardığını düşünmeden Jacks’in bir robotunkiler kadar donuk gözlerinin içine baktı. “Ama bana bir şans daha verirsen seni bıçaklamakta tereddüt etmem.”
Jacks, hak etmediği gamzelerini ortaya çıkaran bir gülümsemeyle gülümsedi. “Bu iddianı test etmem için âdeta kanıma giriyorsun. Ama benden kurtulmak istiyorsan beni yaralamaktan fazlasını yapman gerekecek.” Jacks cebinden bembeyaz bir elma çıkarıp bir elinden diğerine atıp tutmaya başladı. “Eğer hayatından sonsuza kadar çıkmamı gerçekten istiyorsan kayıp taşları bulmama ve Valory Kemeri’ni açmama yardım et. O zaman söz veriyorum beni bir daha asla görmeyeceksin.”
“Seninle bir daha karşılaşmamayı ne kadar çok istesem de, o kemeri senin için hiçbir zaman açmayacağım.” “Ya Apollo için?” Evangeline, prens için keskin bir acı, Jacks için de yeni bir öfke patlaması hissetti. “Onun adını ağzına alma.” Jacks, Evangeline’in öfkelenmesinden tuhaf bir haz almış gibi görünerek pişmiş kelle gibi sırıttı. “Bana yardım etmeyi kabul edersen, onu geçici ölüm hâlinden kurtarırım.”
“Bunu yapacağıma gerçekten inanıyorsan, hayal görüyorsun.” Jacks’le yaptığı ilk anlaşması yüzünden şimdi böyle zor durumdaydı. Onunla artık ne anlaşma ne ortaklık ne de başka bir şey yapardı. “Apollo’yu kurtarmak için sana ihtiyacım yok. Başka bir yol buldum.” Evangeline çenesiyle kütüphanenin kapalı kapısını işaret etti. Loş ışıkta kapı tam görünmüyordu ama Evangeline, taçlı kurt kafasının, sonunda kilidi açacak olanın o olduğunu biliyormuş gibi sırıttığına yemin edebilirdi.
Jacks kapıya şöyle bir bakıp kıs kıs güldü. “Orada Apollo için bir çare bulacağını mı sanıyorsun?” “Bulacağımdan eminim.” Jacks yine güldü, bu defa gülüşü daha korkunçtu. Sonra neşeli bir havayla elmasına ısırık attı. “Fikrini değiştirirsen haberim olsun, Küçük Tilki.”
“Fikrim değişmeyecek…” Evangeline sözlerini tamamlayana kadar Jacks gitmişti. Kalan tek şey uğursuz kahkahasının yankısıydı. Yine de Evangeline sinirlerine hâkim olmayı seçti. Yaşlı bir kütüphaneci ona Valor’lar hakkındaki tüm kayıp kitapların ve hikâyelerin bu kapının ardında olduğunu söylemişti. Kuzey’in ilk kraliyet ailesi insan olsa da, her birinin dikkate değer güçlere sahip olduğu herkesçe kabul ediliyordu. Kuzeyin ilk kraliçesi Honora Valor’un tüm zamanların en büyük şifacısı olduğu söyleniyordu. Evangeline’in de bu kapının öteki tarafındaki hikâyeler arasında onun tedavileriyle ilgili hikâyeler olduğuna inanmak için çok iyi bir nedeni vardı. Bu durumda tedavilerde geçici ölüm hâli için de bir çare bulmayı umut edebilirdi.
Evangeline, değerli taşlarından birkaçı düşmüş mücevher kabzalı hançerini çıkardı. Aslında bu Jacks’in hançeriydi; yeraltı odasında geçirdikleri gece ona fırlattığı hançer. Jacks o gecenin sabahında hançeri orada bırakmıştı, Evangeline onu neden aldığından hâlâ emin değildi. Artık o hançeri istemiyordu ama henüz başkasıyla değiştirecek zamanı olmamıştı ve şu anda da yanındaki en keskin şey buydu.
Hançeri bir kez saplamasıyla al kanı akıverdi. Kanını kapıya bastırdı ve “Lütfen açıl” diye fısıldadı. Kilit ânında tıkırdadı. Kapının tokmağı kolayca dönüverdi. Yüzyıllar sonra kapı ilk kez açıldı. Evangeline, Jacks’in neden güldüğünü o an anladı.,
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHiç Bitmeyen Masal
- Sayfa Sayısı328
- YazarStephanie Garber
- ISBN9786256932227
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviDex Kitap / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Islak Balık ~ Volker Kutscher
Islak Balık
Volker Kutscher
Almanya’da Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin kırılgan demokrasisi çöküyor, Nazilerin iktidarı yaklaşıyor… Volker Kutscher, bu dönemin atmosferini, polisiye edebiyatın dünyası içinden anlatıyor....
- Meyhane ~ Emile Zola
Meyhane
Emile Zola
Meyhane, yayınladığı yıllarda Fransa’da büyük bir tartışma başlatır. Fransız yazaları birbirine düşüren roman, ülkenin edebiyat dünyasını da ikiye böler. Ama yazarını ne kadar olumsuz...
- Çıplak Tekillik ~ Sergio De La Pava
Çıplak Tekillik
Sergio De La Pava
Çıplak Tekillik Brooklyn’de yaşayan, Manhattan’da çalışan ve şimdiye kadar hiçbir davasını kaybetmeyen, Kolombiyali göçmen bir ailenin ferdi olan kamu müdafii Casi’nin hikâyesini anlatıyor. Roman...