Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Hercai
Hercai

Hercai

Mary Jo Putney

Bir centilmen borcunu ödemek için gerekirse hayatını bile verir… Grey Sommers, asıl adıyla Lord Wyndham, çekiciliği sayesinde çözemediği bir sorunla hiç karşılaşmamıştır. Fakat Fransa’da…

Bir centilmen borcunu ödemek için gerekirse hayatını bile verir…

Grey Sommers, asıl adıyla Lord Wyndham, çekiciliği sayesinde çözemediği bir sorunla hiç karşılaşmamıştır. Fakat Fransa’da casusluk yaparken bir hükümet görevlisinin karısıyla olan randevusu, on yıl boyunca tutsak edilmesine sebep olur. Bir daha o eski hercai genç adam olmayacaktır. Ancak Grey’in asıl meydan okuması, gizemli bir kadın onu kurtarmak için ortaya çıktığında gerçekleşecektir.

Cassie Fox, Fransız İhtilali kaosunda her şeyini kaybeder ve bu onu, Napolyon’un imparatorluğunun yıkılmasına yardım etmeye kararlı hale getirir. Grey’i kurtarmak onun için yalnızca bir başka görevdir. Düşmüş bir meleğin çarpıcı yakışıklılığına sahip bu erkeğe güvenmese de onun cesareti ve savunmasızlığı Cassie’nin donmuş kalbini yumuşatacaktır.

Her ikisi de korkunç bir görevde hayatta kalmaya çalışsalar bile bir ajan ve lord arasında aşılmaz bir uçurum vardır…

***

1

Londra, Ocak 1813

Bir kez daha şeytanla dans zamanı. Cassie, kendisini bu sefer nasıl bir görev beklediğini merak ederek Kirkland Malikânesinin ejderha başlı kapı tokmağını vurdu.

Kapı açıldı. Kendisini tanıyan kâhya eğilerek onu içeri aldı. “Lord hazretleri çalışma odasında Bayan Fox.”

“Yolu göstermenize gerek yok.” Cassie, Kirkland’in onu Fransa’ya geri göndermesinin zamanının çoktan geldiğini düşünerek evin arka kısmına doğru yöneldi. Yıllarca, İn­giltere ve Fransa arasında gizlice gidip gelmiş, Kirkland’in emrinde bir ajan ve kurye gibi çalışmıştı. İş tehlikeli ve inanılmaz şekilde tatmin ediciydi.

Dışarıdan bakıldığında zevk düşkünü, havai bir beye­fendi gibi görünen Kirkland, gizliden gizliye bir bilgi top­lama ve analiz ustasıydı. Kraliyet ailesine karşı bir planı ortaya çıkartmak için durmaksızın çalışan bir takımın par­çası olarak, bu kez Cassie’yi her zamankinden uzun süre Londra’da tutmuştu. Başarılı olmuşlar, bir düğün ve Noel kutlaması yapılmıştı ve şimdi Cassie yerinde duramıyor­du. Napolyon’un kuyusunu kazmak ona bir yaşam amacı veriyordu.

Çalışma odasının kapısını çaldı ve çağrılınca içeri girdi. Kirkland her zamanki gibi masasında, kusursuzca dikilmiş kıyafetleriyle oturuyordu. Cassie içeri girerken nazikçe yerinden kalktı.

Koyu renk saçları, geniş omuzları ve klasik yüz hatlarıyla Kirkland her zaman yakışıklıydı, fakat bugün gülüm­semesine rağmen yüzü gergindi. “Her zamankinden daha görünmezsin Cassie. Bu kadar kolay unutulabilir olmayı nasıl başarıyorsun?”

“Yetenek ve pratik, sonuçta bir ajan için görünmez ol­mak işe yarıyor,” diye cevapladı oturmak için tam karşısın­daki koltuğu seçerken. “Ama efendim siz pek de iyi görün­müyorsunuz. Kendinize daha iyi bakmazsanız yine ateşe yenik düşeceksiniz ve o zaman sizin vazgeçilmez olup ol­madığınızı göreceğiz.”

“Kimse vazgeçilmez değildir,” dedi Kirkland yerine geri otururken. “Gerekli olursa Rob Carmichael benim işimi yapabilir.”

“Yapabilir ama yapmak istemeyecektir. Rob sokaklarda kavga etmeyi çok daha fazla tercih eder.” Bunu Cassie’ye bizzat Rob söylemişti – yakın arkadaştılar, bazen arkadaş­tan da fazla.

“Ve bunda çok iyi,” diye onayladı Kirkland, “ama yakın zamanda ölecek falan değilim.” Tüy kalemiyle oynamaya başladı.

“Huzursuzluk sizden beklenecek bir şey değil,” dedi Cassie. “Yoksa benim için her zamankinden daha tehlikeli bir görev mi buldunuz?”

Lordun dudakları keyifsizce kıvrıldı. “Fransa’ya ajan göndermek her zaman tehlikelidir. Görev Britanya için hayati önem taşımaktan ziyade kişisel olduğunda endişe­lerim de artıyor.”

“Arkadaşınız Wyndham,” dedi Cassie hemen. “Endi­şelerinizi unutun. Costain Kontu’nun varisi olarak, sizin arkadaşınız olmasa bile biraz riske değer.”

“Senin tahmin edebileceğini bilmeliydim.” Tüyü düz­günce yerine bıraktı. “Kaç defa Wyndham’la ilgili olası ipuçlarını takip ettin?”

“İki ya da üç ama bir kez bile başarılı olamadım.” Cas- sie, uzun zaman önce ortadan kaybolan Wyndham’ın ölü mü sağ mı olduğuna dair kanıt arayan tek ajan değildi. Kirkland cevaba dair kanıt bulmadan asla vazgeçmezdi.

“Kabul etmek istemedim, ancak Amiens Ateşkesi sona erdiğinde ve İngiltere’ye dönmemeleri için tüm İngiliz erkekleri esir alındığında öldürüldüğünden korktum.” Kirkland iç çekti. “Wyndham’ın uslu duracağını sanmam, tutuklamaya direndiği için öldürülmüş olabilir. 1803 yılı­nın mayıs ayında savaş yeniden başladığından beri ondan haber alınamadı.”

“Diğer tutsaklarla birlikte Verdun’da olmadığı ve onun­la ilgili başka bir ize de rastlanmadığı için, en olası açık­lama bu,” diye onayladı Cassie. “Ama bu ihtimali kabul ettiğinizi ilk defa duyuyorum.”

“Wyndham her zaman hayat doluydu,” dedi Kirkland dalgınca. “Kolayca öldürülmüş olması mümkün gelmi­yordu. Tabii ki durumun farkındayım ama sanki kelimele­ri yüksek sesle söylemek, onların gerçekleşmesine neden olacakmış gibi geliyordu.”

Bu, zekâsının keskinliği ve objektifliğiyle ünlü olan Kirkland’den beklenmeyecek bir itiraftı. “Bana Wynd- ham’dan bahsedin,” dedi Cassie. “Makamından ya da ser­vetinden değil, nasıl bir insan olduğundan.”

Kirkland’in ifadesi yumuşadı. “Altın rengi saçlarıyla bir yılanı bile büyüleyebilirdi. Muzipti ve içinde hiç kötülük yoktu. Lord Costain, Leydi Agnes’ın onun büyüleyiciliği­ne yenik düşmeden Wyndham’la başa çıkabileceğini uma­rak oğlunu Westerfield Akademisi’ne gönderdi.”

“İşe yaradı mı?” diye sordu Cassie. Dişli müdireyle ta­nışmıştı ve onun herkesle başa çıkabileceğini düşünüyor­du.

“Oldukça. Leydi Agnes ona düşkündü, tıpkı herkes gibi. Ancak taşkın hareketlerinin yanına kalmasına izin vermezdi.”

“Bir ipucu yakalamış olmalısınız, yoksa bunları şimdi bana anlatmazdınız.”

Kirkland yine tüy kalemiyle oynamaya başladı. “Krali­yet ailesine karşı hazırlanan kumpası araştırırken ele geçir­diğimiz Fransız ajanı hatırlıyor musun?”

“Paul Clement.” Cassie, Fransız göçmen topluluğuy­la olan bağları sayesinde adamı kısmen de olsa tanıyordu. “Size Wyndham ile ilgili bilgi mi verdi?”

“Clement ateşkes sona erdiğinde, genç bir İngiliz asil­zadesinin Claude Durand isimli bir devlet görevlisiyle çe­kiştiğine dair dedikodular duymuş,” diye cevapladı Kirk- land. “Bu ismi duydum fakat daha fazlasını bilmiyorum. Sen hakkında bir şeyler duydun mu?”

Cassie başıyla onayladı. “Asil bir Fransız ailesinin küçük bir kolundan. İhtilal olduğunda, radikallerin tarafına geçti, kont olan kuzenini ihbar etti ve adam giyotinle idam edi­lirken izledi. Ödül olarak aileye ait kale ve servetin iyi bö­ lümü Durand’e kaldı. Şimdi Savunma Bakanlığı’nda yük­sek bir makamda görevli. Gaddar ve Bonaparte’a ölümüne sadık olmasıyla meşhur, dolayısıyla düşman edinmek için tehlikeli bir adam.”

“Wyndham böyle bir adamı kızdırdığı için ölmüş olabi­lir. Ancak Clement, Durand’in İngiliz lordunu kendi özel zindanında hapsettiğini duymuş. Bahsedilen Wyndham ise hâlâ hayatta olma ihtimali var.”

Cassie bunun çok küçük bir ihtimal olduğunu belirt­meye gerek görmedi. “Clement’in verdiği bilgiyi araştır­mamı mı istiyorsunuz?”

“Evet ama risk alma.” Kirkland onu sertçe süzdü. “Se­nin için endişeleniyorum. Ölümden yeterince korkmu­yorsun.”

Cassie omuz silkti. “Aranmıyorum. İçgüdülerim beni ahmakça bir hareket yapmaktan alıkoyuyor. Durand’in ka­lesinin yerini bulmak ve yerli halktan zindanında sarışın bir İngiliz mahkûmun olup olmadığını öğrenmek zor ol­mamalı.”

Kirkland başıyla onayladı. “Zindanlar uzun süre hayatta kalmak için tasarlanmış yerler değil, ancak şansın yaver gi­derse, Wyndham’ın orada tutulduğunu -ya da bir zaman­lar tutulmuş olduğunu- öğrenebilirsin.”

“Yıllar sürecek bir esaretten sağ çıkmasına yetecek ka­dar güçlü müydü?” diye sordu Cassie. “Sadece fiziki değil, aynı zamanda akıl sağlığı olarak. Zindanlar insanı çıldırta­bilir, özellikle de tek başına bir hücredeyse.”

“Wyndham’ın nasıl bir iç güce sahip olduğunu bilmi­yorum. Her şeyi kolayca elde etti; spor, dersler, arkadaş­lıklar, ona hayran kadınlar. Hiçbir şeyle mücadele etmesi gerekmedi. Beklenmeyen bir dirayet göstermiş ya da kar­ şılaştığı ilk gerçek zorluğun altında ezilmiş olabilir.” Uzun bir suskunluktan sonra Kirkland sessizce, “Esaretle kolay­ca baş edebileceğini sanmıyorum. Hızlıca öldürülmüş ol­ması daha iyi bile olabilir,” dedi.

“Gerçekle yüzleşmek zor olabilir fakat bu korkunç şüp­heyle sonsuza dek yaşamaktansa neler olduğunu bilip kay­bı kabullenmek daha iyi,” diye hatırlattı Cassie. “Nüfuzlu görevlileri kızdırıp özel zindanlara kapatılan çok fazla İn­giliz asilzadesi olamaz. Durand Kalesi’ndeyse ya da orada bulunmuşsa, kaderini öğrenmek zor olmamalı.”

“Kısa sürede bir cevap alacağımıza inanmak zor,” dedi Kirkland dalgınca. “Gerçekten oradaysa ve hayattaysa, kurtarmak için ne yapmamız gerektiğini öğren.”

“Hafta sonuna doğru yola çıkarım.” Cassie, yapması ge­reken hazırlıkları düşünerek ayağa kalktı. “Bir mucize so­nucu hayattaysa ve onu eve getirebilsen bile, bunca yıldan sonra çok değişmiş olacaktır.”

Kirkland yorgunca göğüs geçirdi. “Hepimiz değişme­dik mi?”

2

Paris, Mayıs 1803

“Uyanma zamanı altın çocuk,” diye mırıldandı kısık, baştan çıkarıcı bir kadın sesi. “Kocam biraz sonra geri ge­lecek.”

Grey Sommers gözlerini açtı ve yatak arkadaşına gü­lümsedi. Ajanlık hep böyle eğlenceliyse, bunu ara sıra yap­tığı bir şey olmaktan çıkarıp kariyer haline getirmeliydi. “Çocuk mu Camille? Aksini ispatladığımı sanıyordum.”

Güldü ve bir tutam siyah saçını geriye doğru attı. “Ger­çekten ispatladın. Sana altın adam demeliyim. Ne yazık ki gitmen gerek.”

Kadının elinin okşayışı sağduyusunu köreltmese, Grey bunu yapabilirdi. Şimdiye kadar baştan çıkarıcı Madam Camille Durand’den çok az bilgi koparabilmiş ama şehvet sanatı konusunda bilgisini epeyce arttırmıştı.

Kocası Savunma Bakanlığı’nda yüksek bir makamdaydı ve Grey, adamın gizli meselelerden karısına bahsetmiş ol­masını ummuştu. Durand’in bilhassa Amiens Ateşkesi’nin biteceğinden ve savaşın yeniden başlayacağından bahsedip bahsetmediğini merak etmişti. Ama Camille’in politikay­la hiç ilgisi yoktu. Onun yetenekleri farklı alanlardaydı ve Grey o yetenekleri yeniden görmeye çoktan hazırdı.

Bir kez daha şehvete hızla dalması devamında uyku­yu getirdi. Kapı çarparak açılıp, kızgın bir adam elinde bir tabanca ve ardında iki silahlı korumayla odaya daldığında uyandı. Camille çığlık attı ve yatakta doğruldu. “Durand!” Grey, kayarak kızgın kocanın karşı tarafında yataktan indi, durum tıpkı tiyatral bir komedi gibiydi. Ama o ta­banca fazlasıyla gerçekti.

“Onu öldürme!” diye yalvardı Camille, koyu renk saç­ları göğüslerine dökülmüştü. “O bir İngiliz lordu ve onu vurmak başına bela açar!”

“Bir İngiliz lordu mu? Bu, ahmak Lord Wyndham ol­malı. Fransa’ya vardığınız andan itibaren yaptıklarınız hakkındaki polis raporlarını okudum. Pek de ajan sayıl­mazsın evlat.” Durand tabancanın horozunu kaldırırken ince dudakları ölümcül bir biçimde kıvrıldı. “İngilizlerin ne düşündüğü artık mühim değil.”

Hayatını kurtarmak için yapabileceği hiçbir şey olmadı­ğını fark eden Grey, tam olarak doğruldu. Ölümle, başka bir adamın karısının yatak odasında ve çıplak halde buluş­tuğunu arkadaşları duysa gülerlerdi.

Hayır. Gülmezlerdi.

Üstüne ürkütücü bir sakinlik çöktü. Ölüm kaçınılmaz olduğunda herkesin böyle hissedip hissetmediğini merak etti. Neyse ki kontluk ünvanını miras bırakabileceği bir erkek kardeşi vardı. “Size karşı yanlış yaptım Yurttaş Du­rand.” Sesindeki metanetten gurur duydu. “Beni vurmak için yeterince geçerli bir nedeniniz olduğunu kimse inkâr edemez.”

Durand’in koyu gözlerindeki bakış kızgınlıktan soğuk bir zalimliğe dönüştü. “Ah hayır,” dedi yumuşak bir sesle. “Seni öldürmek fazla merhametli olur.”

3

Londra 1813

Cassie, Kirkland’in ajanları için Covent Garden yakın­larında tuttuğu özel pansiyona döndü. Londra’ya ne za­man gelse Exeter Sokağı numara 11’de kalırdı ve burası, sahip olabildiği bir eve en yakın şeydi.

Toplanmak çok zamanını almadı, çünkü ne zaman Fransa’dan dönse kıyafetlerini yıkatıp ütületerek bir son­raki görevi beklemeleri için elbise dolabına kaldırtırdı. Mevsim kıştı, bu yüzden sıcak tutacak kıyafetlerini ve ya­rım çizmelerini seçti. Hepsi iyi dikilmiş fakat sıkıcı şeyler­di, çünkü amacı dikkat çekmemekti.

Kapı vurulup bir kadın sesi duyulduğunda seçimlerini bitiriyordu. “Çay servisi hanımım.”

Sesi tanıyan Cassie, elinde bir tepside demliği, çay fin­canlarını ve bir kurabiye tabağını dengeleyen Leydi Kiri Mackenzie’ye kapıyı açtı. Leydi Kiri uzun boylu, güzel, soylu, zengin ve iliklerine kadar kendinden emin biriydi. Arkadaş olmaları inanılmazdı.

“Burada olduğumu nasıl bildin?” diye sordu Cassie. “Sen ve yeni şövalyemiz Sör Damian hâlâ Wiltshire’da ba- layındasınız sanıyordum.”

“Mackenzie ile şehre dün döndük. Ben de Covent Gar- den’ın yakınlarındayken şansımı deneyip burada mısın ba­kayım dedim.” Kiri tepsiyi masaya bıraktı. “Bayan Powell burada olduğunu söyledi, ben de çaylarla geldim.”

Cassie fincana bir miktar çay döktü ve biraz daha dem­lenmeye ihtiyacı olduğuna karar verdi. “Görüşmek için zamanında gelmene sevindim. Bu haftanın sonunda ay­rılıyorum.”

Kiri’nin yüzü durgunlaştı. “Fransa mı?”

“İşe yaradığım yer orası.”

“Dikkatli ol,” dedi Kiri endişeyle. “Ajanlıkla olan kısa tecrübem bana bu işin ne kadar tehlikeli olabileceğini gös­terdi.”

Cassie çayı bir kez daha test etti ve hazır olduğuna karar verdi. “O olağan dışı bir durumdu. Benim yaptıklarım ço­ğunlukla oldukça sıradan şeyler.”

Kiri ikna olmuş görünmüyordu. “Ne kadar süreyle gi­deceksin?”

“Emin değilim. İki ay, belki daha fazla.” Cassie fincanı­na şeker atarak karıştırdı ve sandalyesinde arkasına yaslan­dı. “Hatırlatırım ben yarı Fransızım, bu yüzden yabancı bir ülkeye gitmiyorum. Sen de yarı Hintlisin, dolayısıyla beni anladığına eminim.”

Kiri düşündü. “Ne demek istediğini anladım. Ama ben yarı Hintli de olsam, Hindistan tehlikeli bir yer olabilir. Aynı şey Fransa için de geçerli. Hatta savaşta olduğumuz için daha da olası.”

Cassie bir kurabiye seçti. “Bu benim işim. Benim tut­kum, gerçekten.” Kekin içinde fındık ve frenk üzümü var­dı ve çok lezzetliydi.

“Gördüğüm kadarıyla, ajanlıkta çok iyisin.” Kiri tuzlu bir kurabiye seçti. Başarılı bir yemek konusunda Bayan Powell’ın mutfağına her zaman güvenilebilirdi. “Bu uzun süreli gidişlerin Rob Carmichael’ı kaygılandırıyor mu?” Cassie’nin kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. “Pardon?” Kiri kızardı. “Özür dilerim. Aranızdaki… ilişkiyi bilmi­yor olmam mı gerekiyordu?”

Kiri, Rob ve Cassie’yi birlikte görmüş olmalıydı. Bera­ber haftalarca aynı çatı altında yaşadıkları düşünülürse şa­şırtıcı değildi. “Bizim aramızdaki arkadaşlık ilişkisi,” dedi Cassie acı bir şekilde.

“Ve ben kendi işime bakmalıyım,” dedi Kiri, sesi hü­zünlüydü. “Ama o iyi bir adam. Ben. ben aranızdakinin arkadaşlıktan fazlası olduğunu sanmıştım.”

Cassie, Kiri’nin aşka inanabilmesi karşısında keskin bir. kıskançlık hissetti. Arkadaşının üstesinden gelmesi gereken problemleri olmuştu. Babası o doğmadan ölmüş ve Hindistan’da yetiştiği için ailesi İngiltere’ye geldiğinde önyargıyla karşılaşmıştı.

Ancak Kiri’nin parası, mevkisi ve çoğu zaman zalim olan dünyaya karşı onu koruyacak güzelliği bir yana, onu seven bir annesi ve üvey babası vardı. Cassie de bu ayrıca­lıkların bazılarıyla doğmuş ama bunları erken kaybetmişti, mutlu sonlara olan inancı da yitip gitmişti.

Yeni evli ve onu hak eden bir erkeğe çılgıncasına âşık Kiri, bir kadın ve bir erkek arasındaki birlikteliğin çeşitli yollarını bilecek tecrübeye sahip olamazdı. Sıcaklığa duyu­lan özlem, aşk olmadan da insanları bir araya getirebilirdi. Bunu açıklamak istemeyen Cassie sadece, “Arkadaşlık hayatın lütuflarından biridir. Daha fazlasının olmasına ge­rek yok,” dedi.

“Hatamı kabul ediyorum.” Kiri suratını buruşturdu. “Beni dünyevi konularda sabırla eğittiğin için minnetta­rım.”

“Çabuk öğrendin.” Cassie kıkırdadı. “Kirkland, bir aristokrat olmasaydın seni anında ajan olarak tutacağını söyledi.” Duraksadı. “Muhtemelen senden Damien’ın ye­rinde neler konuşulduğunu dinlemeni istemiştir, neticede birçok görevli ve yabancı diplomat kumar oynamak için orayı tercih ediyor.”

“O ihtimale değinilmiş olabilir,” dedi Kiri gözlerinde bir pırıltıyla. Bir kurabiye daha yedikten sonra el çantası­nı açtı. “Taşradayken, vaktimin bir kısmını faydalı bulabi­leceğin bir kokuyla oynamaya ayırdım.” Kiri çantasından küçük bir şişe çıkarttı ve uzattı. “Buna Antika diyorum.” “Faydalı mı?” Cassie hevesle şişeyi aldı. Kiri, parfüm üreten köklü bir Hint soyundan geliyordu ve fevkalade kokular yaratırdı. “Kokuların büyülemek ve ayartmak için olduğunu sanırdım.”

“Bir kez kokla ve gör,” dedi gizemlice.

Cassie şişenin kapağını açtı, gözlerini kapadı ve kokladı. Sonra bir kez daha. “Biraz… küflenmiş gibi kokuyor ama temiz bir küf kokusu, eğer bunun bir anlamı varsa. Top- raksı ve. çok durgun? Yorgun? Kötü değil ama çiçeksi ve baharatlı parfümlerinden de değil.”

“Bu kokuyu geçerken duysan, ne düşünürsün?”

“Yaşlı bir kadın,” dedi Cassie anında.

“Mükemmel!” dedi Kiri neşeyle. “Koku güçlüdür. Dik­kat çekmemek ya da kaale alınmamak istediğinde bir dam­la Antika sür. İnsanlar neden olduğunu bilmeden senin yaşlı ve güçsüz olduğunu düşünecek.”

“Bu harika!” Cassie bir kez daha kokladı. “Bir parça lavanta kokusu alıyorum ama diğer hiçbir şeyi tanımıyo­rum.”

“Genelde kullanmadığım, kullandığımda da daha hoş kokularla gizlediğim yağları tercih ettim,” diye açıkladı Kiri.

“Fransa’dayken, genelde kadın eşyaları satan bir işpor­tacı olarak at arabasında geziyorum. Kurdeleler, dantel gibi şeyler. Kendimi dümdüz, sıkıcı ve unutulabilir hale getiri­yorum ve bu etkiyi arttıracaktır. Teşekkürler Kiri.” Cassie şişenin kapağını kapattı. “Ben gitmeden önce daha fazlası­nı yapacak zamanın olur mu?”

Kiri iki şişe daha çıkarttı. “Kokunun işe yaradığını gö­rünce, daha fazlasını yaptım.” Kıkırdadı. “Bundan biraz sürdüm ve Mackenzie’ye sokuldum. Oldukça uygunsuz bir şekilde dikkatini çekene kadar beni tanımadı.”

Cassie güldü. “Sen fark edilmeden Mackenzie’ye soku- labiliyorsan, bu koku beni görünmez yapar.”

Kiri dudaklarını büzdü. “Satıcı olarak gezeceksen, taşı­manın iyi olabileceği bir karışımım var.”

“Güzel kokan ama alt sınıftan insanlar için uygun par­fümler mi? Bu harika olur,” dedi Cassie.

“Bu aklıma gelmemişti,” dedi Kiri, “ama iyi bir fikir. İstediğim gibi olmayan ama atılamayacak kadar da pahalı malzemelerle yapılmış birkaç tane var elimde. Onları ala­bilirsin. Ancak benim aklıma gelen hırsız yağıydı.”

“O da neyin nesi? Hem herhangi bir dürüst taşra kadını neden onu istesin ki?”

Kiri gülümsedi. “Eski Avrupa kokularını araştırırken buldum. Kara Veba sırasında, bazı hırsızlar ölmek üzere olanları ve ölüleri soyarken yakalanmış. Canları karşılığın­ da, hastalığa yakalanmadan hırsızlık yapmalarını sağlayan formülü teklif etmişler. Farklı tarifler var, ama çoğunlukla limon, karanfil ve biberiye gibi bitkilerle demlendirilmiş bir bitki sirkesi. Bitki sirkeleri geleneksel tariflerdir, bu yüzden bu iyi bir başlangıç.”

“Büyüleyici,” dedi Cassie. “İşe yarıyor mu?”

“Hiçbir fikrim yok. Muhtemelen öksürük ve soğuk algınlığı gibi daha sıradan hastalıkları engelleyebilir. Ben normalde de sağlıklı olduğum için hırsız yağı bir fark ya­ratıyor mu bilemiyorum. Benim üzerinde karar kıldığım versiyonun tadı keskin ama kötü değil ve işe yarayacak gibi kokuyor. İşe yaramazsa ortada olmayacak bir seyyar satıcı için mükemmel.”

“Biraz almak isterim,” dedi Cassie. “Kendim kullanı­rım. Kışın ortasında at arabasıyla Fransa’nın taşralarında dolaşmak soğuk algınlığı için birebirdir. Hırsız yağının beni sağlıklı tutup tutmadığını sana söylerim.”

“Yarın bir miktar gönderirim, ihtiyaç fazlası parfümle­rimle birlikte.” Kiri çantasını tekrar karıştırdı ve dönerek açılan zarif kapağıyla kırmızı enfes bir cam şişe çıkarttı. “Son bir şey. İngiltere’ye döndüğün ve yeniden kendin olabildiğin zaman için.”

Cassie tedbirle şişeyi açtı ve bileğine bir damla sürdü. Bir kez kokladı ve taş kesildi. Koku leylak ve güllerin, tüt­sü ve mehtabın, batan güneşin ve kayıp hayallerin seçkin bir birleşimiydi. Ve hepsinin altında, en karanlık gecenin gölgeleri vardı. Kalbini acı verici bir yoğunlukla sardı.

“Artık seni daha iyi tanıdığıma göre, sana özel bir par­füm yaratmaya karar verdim,” diye açıkladı Kiri. “Ne dü­şünüyorsun?”

“Muhteşem.” Cassie kapağı gerekenden daha sertçe yerleştirdi. “Ama böyle bir şeyi sürecek ortamı ne zaman bulurum bilmiyorum.”

“Nefret ettin,” dedi üzüntüyle. “Bu ihtimali düşün­müştüm.”

Cassie avucunda duran küçük, güzel şişeye göz attı. “Nefret etmedim. Ben. sadece bu kadar çok gerçeği üze­rimde taşımak istemiyorum.”

“Belki bir gün istersin.”

“Belki.” Ama Cassie bundan şüpheliydi.

4

Durand Kalesi, 1803 Yazı

Durand’in kendisinin ölmesini istemediğini fark ettik­ten sonra, Grey her fırsatta savaştı. Direnişi bol miktarda morluk ve yaralanma kazandırsa da onu öldürmedi.

Onu neyin beklediğini bilseydi, öldürülmek için daha çok uğraşabilirdi.

Durand’in adamları iyi eğitilmişlerdi ve zalimce etkili­lerdi. Grey yakalanır yakalanmaz, korumalardan bir tanesi onun terzi elinden çıkmış kıyafetlerine el koydu, ona köy­lü kıyafetleri verdi ve giymesini emretti.

Giyindikten sonra Grey bağlandı, ağzı tıkandı, gözleri bağlandı ve pis kokulu bir arabaya kondu. Üzerine çürü­müş saman atıldı. Araba parke taşlı Paris sokaklarında sal­lanarak hareket etmeye başladığında nefes alabilmek için çılgıncasına debelendi. Acı dolu bir bilinçsizliğe sürüklen­diğinde, bir daha uyanmayacağından emindi.

Ama uyandı. Duyularını geri kazandığında, çok fazla hareket etmezse ya da paniğin zihnini ele geçirmesine izin vermezse nefes alabildiğini öğrendi….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kafes – Sakın Gözlerini Açma ~ Josh MalermanKafes – Sakın Gözlerini Açma

    Kafes – Sakın Gözlerini Açma

    Josh Malerman

    Netflix filmi Bird Box’a ilham veren roman Daha Önce Yayımlanmamış “Bobby Kapıyı Çalıyor” Öyküsüyle Görülmemesi gereken korkunç bir şey… Ona atılan bir bakış kişiyi...

  2. Diriliş ~ Tess GerritsenDiriliş

    Diriliş

    Tess Gerritsen

    Avcı ve tahnitçi Leon Gott, duvarlarında başlarını sergilediği vahşi hayvanlar gibi, evinde baş aşağı asılmış halde, ölü bulunur. Aynı zamanda ona teslim edilmiş değerli...

  3. Gün Işığının Tadı ~ Ewald ArenzGün Işığının Tadı

    Gün Işığının Tadı

    Ewald Arenz

    Bazen en yakınındakiler tarafından anlaşılmadığını hissettin mi? Ya da yeni tanıştığın birinin kelimelere ihtiyaç duymadan, koşulsuz seni anlayabileceğini? Gün Işığının Tadı, kendileri olmayı öğrenen,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur