Bir centilmen borcunu ödemek için gerekirse hayatını bile verir…
Grey Sommers, asıl adıyla Lord Wyndham, çekiciliği sayesinde çözemediği bir sorunla hiç karşılaşmamıştır. Fakat Fransa’da casusluk yaparken bir hükümet görevlisinin karısıyla olan randevusu, on yıl boyunca tutsak edilmesine sebep olur. Bir daha o eski hercai genç adam olmayacaktır. Ancak Grey’in asıl meydan okuması, gizemli bir kadın onu kurtarmak için ortaya çıktığında gerçekleşecektir.
Cassie Fox, Fransız İhtilali kaosunda her şeyini kaybeder ve bu onu, Napolyon’un imparatorluğunun yıkılmasına yardım etmeye kararlı hale getirir. Grey’i kurtarmak onun için yalnızca bir başka görevdir. Düşmüş bir meleğin çarpıcı yakışıklılığına sahip bu erkeğe güvenmese de onun cesareti ve savunmasızlığı Cassie’nin donmuş kalbini yumuşatacaktır.
Her ikisi de korkunç bir görevde hayatta kalmaya çalışsalar bile bir ajan ve lord arasında aşılmaz bir uçurum vardır…
***
1
Londra, Ocak 1813
Bir kez daha şeytanla dans zamanı. Cassie, kendisini bu sefer nasıl bir görev beklediğini merak ederek Kirkland Malikânesinin ejderha başlı kapı tokmağını vurdu.
Kapı açıldı. Kendisini tanıyan kâhya eğilerek onu içeri aldı. “Lord hazretleri çalışma odasında Bayan Fox.”
“Yolu göstermenize gerek yok.” Cassie, Kirkland’in onu Fransa’ya geri göndermesinin zamanının çoktan geldiğini düşünerek evin arka kısmına doğru yöneldi. Yıllarca, İngiltere ve Fransa arasında gizlice gidip gelmiş, Kirkland’in emrinde bir ajan ve kurye gibi çalışmıştı. İş tehlikeli ve inanılmaz şekilde tatmin ediciydi.
Dışarıdan bakıldığında zevk düşkünü, havai bir beyefendi gibi görünen Kirkland, gizliden gizliye bir bilgi toplama ve analiz ustasıydı. Kraliyet ailesine karşı bir planı ortaya çıkartmak için durmaksızın çalışan bir takımın parçası olarak, bu kez Cassie’yi her zamankinden uzun süre Londra’da tutmuştu. Başarılı olmuşlar, bir düğün ve Noel kutlaması yapılmıştı ve şimdi Cassie yerinde duramıyordu. Napolyon’un kuyusunu kazmak ona bir yaşam amacı veriyordu.
Çalışma odasının kapısını çaldı ve çağrılınca içeri girdi. Kirkland her zamanki gibi masasında, kusursuzca dikilmiş kıyafetleriyle oturuyordu. Cassie içeri girerken nazikçe yerinden kalktı.
Koyu renk saçları, geniş omuzları ve klasik yüz hatlarıyla Kirkland her zaman yakışıklıydı, fakat bugün gülümsemesine rağmen yüzü gergindi. “Her zamankinden daha görünmezsin Cassie. Bu kadar kolay unutulabilir olmayı nasıl başarıyorsun?”
“Yetenek ve pratik, sonuçta bir ajan için görünmez olmak işe yarıyor,” diye cevapladı oturmak için tam karşısındaki koltuğu seçerken. “Ama efendim siz pek de iyi görünmüyorsunuz. Kendinize daha iyi bakmazsanız yine ateşe yenik düşeceksiniz ve o zaman sizin vazgeçilmez olup olmadığınızı göreceğiz.”
“Kimse vazgeçilmez değildir,” dedi Kirkland yerine geri otururken. “Gerekli olursa Rob Carmichael benim işimi yapabilir.”
“Yapabilir ama yapmak istemeyecektir. Rob sokaklarda kavga etmeyi çok daha fazla tercih eder.” Bunu Cassie’ye bizzat Rob söylemişti – yakın arkadaştılar, bazen arkadaştan da fazla.
“Ve bunda çok iyi,” diye onayladı Kirkland, “ama yakın zamanda ölecek falan değilim.” Tüy kalemiyle oynamaya başladı.
“Huzursuzluk sizden beklenecek bir şey değil,” dedi Cassie. “Yoksa benim için her zamankinden daha tehlikeli bir görev mi buldunuz?”
Lordun dudakları keyifsizce kıvrıldı. “Fransa’ya ajan göndermek her zaman tehlikelidir. Görev Britanya için hayati önem taşımaktan ziyade kişisel olduğunda endişelerim de artıyor.”
“Arkadaşınız Wyndham,” dedi Cassie hemen. “Endişelerinizi unutun. Costain Kontu’nun varisi olarak, sizin arkadaşınız olmasa bile biraz riske değer.”
“Senin tahmin edebileceğini bilmeliydim.” Tüyü düzgünce yerine bıraktı. “Kaç defa Wyndham’la ilgili olası ipuçlarını takip ettin?”
“İki ya da üç ama bir kez bile başarılı olamadım.” Cas- sie, uzun zaman önce ortadan kaybolan Wyndham’ın ölü mü sağ mı olduğuna dair kanıt arayan tek ajan değildi. Kirkland cevaba dair kanıt bulmadan asla vazgeçmezdi.
“Kabul etmek istemedim, ancak Amiens Ateşkesi sona erdiğinde ve İngiltere’ye dönmemeleri için tüm İngiliz erkekleri esir alındığında öldürüldüğünden korktum.” Kirkland iç çekti. “Wyndham’ın uslu duracağını sanmam, tutuklamaya direndiği için öldürülmüş olabilir. 1803 yılının mayıs ayında savaş yeniden başladığından beri ondan haber alınamadı.”
“Diğer tutsaklarla birlikte Verdun’da olmadığı ve onunla ilgili başka bir ize de rastlanmadığı için, en olası açıklama bu,” diye onayladı Cassie. “Ama bu ihtimali kabul ettiğinizi ilk defa duyuyorum.”
“Wyndham her zaman hayat doluydu,” dedi Kirkland dalgınca. “Kolayca öldürülmüş olması mümkün gelmiyordu. Tabii ki durumun farkındayım ama sanki kelimeleri yüksek sesle söylemek, onların gerçekleşmesine neden olacakmış gibi geliyordu.”
Bu, zekâsının keskinliği ve objektifliğiyle ünlü olan Kirkland’den beklenmeyecek bir itiraftı. “Bana Wynd- ham’dan bahsedin,” dedi Cassie. “Makamından ya da servetinden değil, nasıl bir insan olduğundan.”
Kirkland’in ifadesi yumuşadı. “Altın rengi saçlarıyla bir yılanı bile büyüleyebilirdi. Muzipti ve içinde hiç kötülük yoktu. Lord Costain, Leydi Agnes’ın onun büyüleyiciliğine yenik düşmeden Wyndham’la başa çıkabileceğini umarak oğlunu Westerfield Akademisi’ne gönderdi.”
“İşe yaradı mı?” diye sordu Cassie. Dişli müdireyle tanışmıştı ve onun herkesle başa çıkabileceğini düşünüyordu.
“Oldukça. Leydi Agnes ona düşkündü, tıpkı herkes gibi. Ancak taşkın hareketlerinin yanına kalmasına izin vermezdi.”
“Bir ipucu yakalamış olmalısınız, yoksa bunları şimdi bana anlatmazdınız.”
Kirkland yine tüy kalemiyle oynamaya başladı. “Kraliyet ailesine karşı hazırlanan kumpası araştırırken ele geçirdiğimiz Fransız ajanı hatırlıyor musun?”
“Paul Clement.” Cassie, Fransız göçmen topluluğuyla olan bağları sayesinde adamı kısmen de olsa tanıyordu. “Size Wyndham ile ilgili bilgi mi verdi?”
“Clement ateşkes sona erdiğinde, genç bir İngiliz asilzadesinin Claude Durand isimli bir devlet görevlisiyle çekiştiğine dair dedikodular duymuş,” diye cevapladı Kirk- land. “Bu ismi duydum fakat daha fazlasını bilmiyorum. Sen hakkında bir şeyler duydun mu?”
Cassie başıyla onayladı. “Asil bir Fransız ailesinin küçük bir kolundan. İhtilal olduğunda, radikallerin tarafına geçti, kont olan kuzenini ihbar etti ve adam giyotinle idam edilirken izledi. Ödül olarak aileye ait kale ve servetin iyi bö lümü Durand’e kaldı. Şimdi Savunma Bakanlığı’nda yüksek bir makamda görevli. Gaddar ve Bonaparte’a ölümüne sadık olmasıyla meşhur, dolayısıyla düşman edinmek için tehlikeli bir adam.”
“Wyndham böyle bir adamı kızdırdığı için ölmüş olabilir. Ancak Clement, Durand’in İngiliz lordunu kendi özel zindanında hapsettiğini duymuş. Bahsedilen Wyndham ise hâlâ hayatta olma ihtimali var.”
Cassie bunun çok küçük bir ihtimal olduğunu belirtmeye gerek görmedi. “Clement’in verdiği bilgiyi araştırmamı mı istiyorsunuz?”
“Evet ama risk alma.” Kirkland onu sertçe süzdü. “Senin için endişeleniyorum. Ölümden yeterince korkmuyorsun.”
Cassie omuz silkti. “Aranmıyorum. İçgüdülerim beni ahmakça bir hareket yapmaktan alıkoyuyor. Durand’in kalesinin yerini bulmak ve yerli halktan zindanında sarışın bir İngiliz mahkûmun olup olmadığını öğrenmek zor olmamalı.”
Kirkland başıyla onayladı. “Zindanlar uzun süre hayatta kalmak için tasarlanmış yerler değil, ancak şansın yaver giderse, Wyndham’ın orada tutulduğunu -ya da bir zamanlar tutulmuş olduğunu- öğrenebilirsin.”
“Yıllar sürecek bir esaretten sağ çıkmasına yetecek kadar güçlü müydü?” diye sordu Cassie. “Sadece fiziki değil, aynı zamanda akıl sağlığı olarak. Zindanlar insanı çıldırtabilir, özellikle de tek başına bir hücredeyse.”
“Wyndham’ın nasıl bir iç güce sahip olduğunu bilmiyorum. Her şeyi kolayca elde etti; spor, dersler, arkadaşlıklar, ona hayran kadınlar. Hiçbir şeyle mücadele etmesi gerekmedi. Beklenmeyen bir dirayet göstermiş ya da kar şılaştığı ilk gerçek zorluğun altında ezilmiş olabilir.” Uzun bir suskunluktan sonra Kirkland sessizce, “Esaretle kolayca baş edebileceğini sanmıyorum. Hızlıca öldürülmüş olması daha iyi bile olabilir,” dedi.
“Gerçekle yüzleşmek zor olabilir fakat bu korkunç şüpheyle sonsuza dek yaşamaktansa neler olduğunu bilip kaybı kabullenmek daha iyi,” diye hatırlattı Cassie. “Nüfuzlu görevlileri kızdırıp özel zindanlara kapatılan çok fazla İngiliz asilzadesi olamaz. Durand Kalesi’ndeyse ya da orada bulunmuşsa, kaderini öğrenmek zor olmamalı.”
“Kısa sürede bir cevap alacağımıza inanmak zor,” dedi Kirkland dalgınca. “Gerçekten oradaysa ve hayattaysa, kurtarmak için ne yapmamız gerektiğini öğren.”
“Hafta sonuna doğru yola çıkarım.” Cassie, yapması gereken hazırlıkları düşünerek ayağa kalktı. “Bir mucize sonucu hayattaysa ve onu eve getirebilsen bile, bunca yıldan sonra çok değişmiş olacaktır.”
Kirkland yorgunca göğüs geçirdi. “Hepimiz değişmedik mi?”
2
Paris, Mayıs 1803
“Uyanma zamanı altın çocuk,” diye mırıldandı kısık, baştan çıkarıcı bir kadın sesi. “Kocam biraz sonra geri gelecek.”
Grey Sommers gözlerini açtı ve yatak arkadaşına gülümsedi. Ajanlık hep böyle eğlenceliyse, bunu ara sıra yaptığı bir şey olmaktan çıkarıp kariyer haline getirmeliydi. “Çocuk mu Camille? Aksini ispatladığımı sanıyordum.”
Güldü ve bir tutam siyah saçını geriye doğru attı. “Gerçekten ispatladın. Sana altın adam demeliyim. Ne yazık ki gitmen gerek.”
Kadının elinin okşayışı sağduyusunu köreltmese, Grey bunu yapabilirdi. Şimdiye kadar baştan çıkarıcı Madam Camille Durand’den çok az bilgi koparabilmiş ama şehvet sanatı konusunda bilgisini epeyce arttırmıştı.
Kocası Savunma Bakanlığı’nda yüksek bir makamdaydı ve Grey, adamın gizli meselelerden karısına bahsetmiş olmasını ummuştu. Durand’in bilhassa Amiens Ateşkesi’nin biteceğinden ve savaşın yeniden başlayacağından bahsedip bahsetmediğini merak etmişti. Ama Camille’in politikayla hiç ilgisi yoktu. Onun yetenekleri farklı alanlardaydı ve Grey o yetenekleri yeniden görmeye çoktan hazırdı.
Bir kez daha şehvete hızla dalması devamında uykuyu getirdi. Kapı çarparak açılıp, kızgın bir adam elinde bir tabanca ve ardında iki silahlı korumayla odaya daldığında uyandı. Camille çığlık attı ve yatakta doğruldu. “Durand!” Grey, kayarak kızgın kocanın karşı tarafında yataktan indi, durum tıpkı tiyatral bir komedi gibiydi. Ama o tabanca fazlasıyla gerçekti.
“Onu öldürme!” diye yalvardı Camille, koyu renk saçları göğüslerine dökülmüştü. “O bir İngiliz lordu ve onu vurmak başına bela açar!”
“Bir İngiliz lordu mu? Bu, ahmak Lord Wyndham olmalı. Fransa’ya vardığınız andan itibaren yaptıklarınız hakkındaki polis raporlarını okudum. Pek de ajan sayılmazsın evlat.” Durand tabancanın horozunu kaldırırken ince dudakları ölümcül bir biçimde kıvrıldı. “İngilizlerin ne düşündüğü artık mühim değil.”
Hayatını kurtarmak için yapabileceği hiçbir şey olmadığını fark eden Grey, tam olarak doğruldu. Ölümle, başka bir adamın karısının yatak odasında ve çıplak halde buluştuğunu arkadaşları duysa gülerlerdi.
Hayır. Gülmezlerdi.
Üstüne ürkütücü bir sakinlik çöktü. Ölüm kaçınılmaz olduğunda herkesin böyle hissedip hissetmediğini merak etti. Neyse ki kontluk ünvanını miras bırakabileceği bir erkek kardeşi vardı. “Size karşı yanlış yaptım Yurttaş Durand.” Sesindeki metanetten gurur duydu. “Beni vurmak için yeterince geçerli bir nedeniniz olduğunu kimse inkâr edemez.”
Durand’in koyu gözlerindeki bakış kızgınlıktan soğuk bir zalimliğe dönüştü. “Ah hayır,” dedi yumuşak bir sesle. “Seni öldürmek fazla merhametli olur.”
3
Londra 1813
Cassie, Kirkland’in ajanları için Covent Garden yakınlarında tuttuğu özel pansiyona döndü. Londra’ya ne zaman gelse Exeter Sokağı numara 11’de kalırdı ve burası, sahip olabildiği bir eve en yakın şeydi.
Toplanmak çok zamanını almadı, çünkü ne zaman Fransa’dan dönse kıyafetlerini yıkatıp ütületerek bir sonraki görevi beklemeleri için elbise dolabına kaldırtırdı. Mevsim kıştı, bu yüzden sıcak tutacak kıyafetlerini ve yarım çizmelerini seçti. Hepsi iyi dikilmiş fakat sıkıcı şeylerdi, çünkü amacı dikkat çekmemekti.
Kapı vurulup bir kadın sesi duyulduğunda seçimlerini bitiriyordu. “Çay servisi hanımım.”
Sesi tanıyan Cassie, elinde bir tepside demliği, çay fincanlarını ve bir kurabiye tabağını dengeleyen Leydi Kiri Mackenzie’ye kapıyı açtı. Leydi Kiri uzun boylu, güzel, soylu, zengin ve iliklerine kadar kendinden emin biriydi. Arkadaş olmaları inanılmazdı.
“Burada olduğumu nasıl bildin?” diye sordu Cassie. “Sen ve yeni şövalyemiz Sör Damian hâlâ Wiltshire’da ba- layındasınız sanıyordum.”
“Mackenzie ile şehre dün döndük. Ben de Covent Gar- den’ın yakınlarındayken şansımı deneyip burada mısın bakayım dedim.” Kiri tepsiyi masaya bıraktı. “Bayan Powell burada olduğunu söyledi, ben de çaylarla geldim.”
Cassie fincana bir miktar çay döktü ve biraz daha demlenmeye ihtiyacı olduğuna karar verdi. “Görüşmek için zamanında gelmene sevindim. Bu haftanın sonunda ayrılıyorum.”
Kiri’nin yüzü durgunlaştı. “Fransa mı?”
“İşe yaradığım yer orası.”
“Dikkatli ol,” dedi Kiri endişeyle. “Ajanlıkla olan kısa tecrübem bana bu işin ne kadar tehlikeli olabileceğini gösterdi.”
Cassie çayı bir kez daha test etti ve hazır olduğuna karar verdi. “O olağan dışı bir durumdu. Benim yaptıklarım çoğunlukla oldukça sıradan şeyler.”
Kiri ikna olmuş görünmüyordu. “Ne kadar süreyle gideceksin?”
“Emin değilim. İki ay, belki daha fazla.” Cassie fincanına şeker atarak karıştırdı ve sandalyesinde arkasına yaslandı. “Hatırlatırım ben yarı Fransızım, bu yüzden yabancı bir ülkeye gitmiyorum. Sen de yarı Hintlisin, dolayısıyla beni anladığına eminim.”
Kiri düşündü. “Ne demek istediğini anladım. Ama ben yarı Hintli de olsam, Hindistan tehlikeli bir yer olabilir. Aynı şey Fransa için de geçerli. Hatta savaşta olduğumuz için daha da olası.”
Cassie bir kurabiye seçti. “Bu benim işim. Benim tutkum, gerçekten.” Kekin içinde fındık ve frenk üzümü vardı ve çok lezzetliydi.
“Gördüğüm kadarıyla, ajanlıkta çok iyisin.” Kiri tuzlu bir kurabiye seçti. Başarılı bir yemek konusunda Bayan Powell’ın mutfağına her zaman güvenilebilirdi. “Bu uzun süreli gidişlerin Rob Carmichael’ı kaygılandırıyor mu?” Cassie’nin kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. “Pardon?” Kiri kızardı. “Özür dilerim. Aranızdaki… ilişkiyi bilmiyor olmam mı gerekiyordu?”
Kiri, Rob ve Cassie’yi birlikte görmüş olmalıydı. Beraber haftalarca aynı çatı altında yaşadıkları düşünülürse şaşırtıcı değildi. “Bizim aramızdaki arkadaşlık ilişkisi,” dedi Cassie acı bir şekilde.
“Ve ben kendi işime bakmalıyım,” dedi Kiri, sesi hüzünlüydü. “Ama o iyi bir adam. Ben. ben aranızdakinin arkadaşlıktan fazlası olduğunu sanmıştım.”
Cassie, Kiri’nin aşka inanabilmesi karşısında keskin bir. kıskançlık hissetti. Arkadaşının üstesinden gelmesi gereken problemleri olmuştu. Babası o doğmadan ölmüş ve Hindistan’da yetiştiği için ailesi İngiltere’ye geldiğinde önyargıyla karşılaşmıştı.
Ancak Kiri’nin parası, mevkisi ve çoğu zaman zalim olan dünyaya karşı onu koruyacak güzelliği bir yana, onu seven bir annesi ve üvey babası vardı. Cassie de bu ayrıcalıkların bazılarıyla doğmuş ama bunları erken kaybetmişti, mutlu sonlara olan inancı da yitip gitmişti.
Yeni evli ve onu hak eden bir erkeğe çılgıncasına âşık Kiri, bir kadın ve bir erkek arasındaki birlikteliğin çeşitli yollarını bilecek tecrübeye sahip olamazdı. Sıcaklığa duyulan özlem, aşk olmadan da insanları bir araya getirebilirdi. Bunu açıklamak istemeyen Cassie sadece, “Arkadaşlık hayatın lütuflarından biridir. Daha fazlasının olmasına gerek yok,” dedi.
“Hatamı kabul ediyorum.” Kiri suratını buruşturdu. “Beni dünyevi konularda sabırla eğittiğin için minnettarım.”
“Çabuk öğrendin.” Cassie kıkırdadı. “Kirkland, bir aristokrat olmasaydın seni anında ajan olarak tutacağını söyledi.” Duraksadı. “Muhtemelen senden Damien’ın yerinde neler konuşulduğunu dinlemeni istemiştir, neticede birçok görevli ve yabancı diplomat kumar oynamak için orayı tercih ediyor.”
“O ihtimale değinilmiş olabilir,” dedi Kiri gözlerinde bir pırıltıyla. Bir kurabiye daha yedikten sonra el çantasını açtı. “Taşradayken, vaktimin bir kısmını faydalı bulabileceğin bir kokuyla oynamaya ayırdım.” Kiri çantasından küçük bir şişe çıkarttı ve uzattı. “Buna Antika diyorum.” “Faydalı mı?” Cassie hevesle şişeyi aldı. Kiri, parfüm üreten köklü bir Hint soyundan geliyordu ve fevkalade kokular yaratırdı. “Kokuların büyülemek ve ayartmak için olduğunu sanırdım.”
“Bir kez kokla ve gör,” dedi gizemlice.
Cassie şişenin kapağını açtı, gözlerini kapadı ve kokladı. Sonra bir kez daha. “Biraz… küflenmiş gibi kokuyor ama temiz bir küf kokusu, eğer bunun bir anlamı varsa. Top- raksı ve. çok durgun? Yorgun? Kötü değil ama çiçeksi ve baharatlı parfümlerinden de değil.”
“Bu kokuyu geçerken duysan, ne düşünürsün?”
“Yaşlı bir kadın,” dedi Cassie anında.
“Mükemmel!” dedi Kiri neşeyle. “Koku güçlüdür. Dikkat çekmemek ya da kaale alınmamak istediğinde bir damla Antika sür. İnsanlar neden olduğunu bilmeden senin yaşlı ve güçsüz olduğunu düşünecek.”
“Bu harika!” Cassie bir kez daha kokladı. “Bir parça lavanta kokusu alıyorum ama diğer hiçbir şeyi tanımıyorum.”
“Genelde kullanmadığım, kullandığımda da daha hoş kokularla gizlediğim yağları tercih ettim,” diye açıkladı Kiri.
“Fransa’dayken, genelde kadın eşyaları satan bir işportacı olarak at arabasında geziyorum. Kurdeleler, dantel gibi şeyler. Kendimi dümdüz, sıkıcı ve unutulabilir hale getiriyorum ve bu etkiyi arttıracaktır. Teşekkürler Kiri.” Cassie şişenin kapağını kapattı. “Ben gitmeden önce daha fazlasını yapacak zamanın olur mu?”
Kiri iki şişe daha çıkarttı. “Kokunun işe yaradığını görünce, daha fazlasını yaptım.” Kıkırdadı. “Bundan biraz sürdüm ve Mackenzie’ye sokuldum. Oldukça uygunsuz bir şekilde dikkatini çekene kadar beni tanımadı.”
Cassie güldü. “Sen fark edilmeden Mackenzie’ye soku- labiliyorsan, bu koku beni görünmez yapar.”
Kiri dudaklarını büzdü. “Satıcı olarak gezeceksen, taşımanın iyi olabileceği bir karışımım var.”
“Güzel kokan ama alt sınıftan insanlar için uygun parfümler mi? Bu harika olur,” dedi Cassie.
“Bu aklıma gelmemişti,” dedi Kiri, “ama iyi bir fikir. İstediğim gibi olmayan ama atılamayacak kadar da pahalı malzemelerle yapılmış birkaç tane var elimde. Onları alabilirsin. Ancak benim aklıma gelen hırsız yağıydı.”
“O da neyin nesi? Hem herhangi bir dürüst taşra kadını neden onu istesin ki?”
Kiri gülümsedi. “Eski Avrupa kokularını araştırırken buldum. Kara Veba sırasında, bazı hırsızlar ölmek üzere olanları ve ölüleri soyarken yakalanmış. Canları karşılığın da, hastalığa yakalanmadan hırsızlık yapmalarını sağlayan formülü teklif etmişler. Farklı tarifler var, ama çoğunlukla limon, karanfil ve biberiye gibi bitkilerle demlendirilmiş bir bitki sirkesi. Bitki sirkeleri geleneksel tariflerdir, bu yüzden bu iyi bir başlangıç.”
“Büyüleyici,” dedi Cassie. “İşe yarıyor mu?”
“Hiçbir fikrim yok. Muhtemelen öksürük ve soğuk algınlığı gibi daha sıradan hastalıkları engelleyebilir. Ben normalde de sağlıklı olduğum için hırsız yağı bir fark yaratıyor mu bilemiyorum. Benim üzerinde karar kıldığım versiyonun tadı keskin ama kötü değil ve işe yarayacak gibi kokuyor. İşe yaramazsa ortada olmayacak bir seyyar satıcı için mükemmel.”
“Biraz almak isterim,” dedi Cassie. “Kendim kullanırım. Kışın ortasında at arabasıyla Fransa’nın taşralarında dolaşmak soğuk algınlığı için birebirdir. Hırsız yağının beni sağlıklı tutup tutmadığını sana söylerim.”
“Yarın bir miktar gönderirim, ihtiyaç fazlası parfümlerimle birlikte.” Kiri çantasını tekrar karıştırdı ve dönerek açılan zarif kapağıyla kırmızı enfes bir cam şişe çıkarttı. “Son bir şey. İngiltere’ye döndüğün ve yeniden kendin olabildiğin zaman için.”
Cassie tedbirle şişeyi açtı ve bileğine bir damla sürdü. Bir kez kokladı ve taş kesildi. Koku leylak ve güllerin, tütsü ve mehtabın, batan güneşin ve kayıp hayallerin seçkin bir birleşimiydi. Ve hepsinin altında, en karanlık gecenin gölgeleri vardı. Kalbini acı verici bir yoğunlukla sardı.
“Artık seni daha iyi tanıdığıma göre, sana özel bir parfüm yaratmaya karar verdim,” diye açıkladı Kiri. “Ne düşünüyorsun?”
“Muhteşem.” Cassie kapağı gerekenden daha sertçe yerleştirdi. “Ama böyle bir şeyi sürecek ortamı ne zaman bulurum bilmiyorum.”
“Nefret ettin,” dedi üzüntüyle. “Bu ihtimali düşünmüştüm.”
Cassie avucunda duran küçük, güzel şişeye göz attı. “Nefret etmedim. Ben. sadece bu kadar çok gerçeği üzerimde taşımak istemiyorum.”
“Belki bir gün istersin.”
“Belki.” Ama Cassie bundan şüpheliydi.
4
Durand Kalesi, 1803 Yazı
Durand’in kendisinin ölmesini istemediğini fark ettikten sonra, Grey her fırsatta savaştı. Direnişi bol miktarda morluk ve yaralanma kazandırsa da onu öldürmedi.
Onu neyin beklediğini bilseydi, öldürülmek için daha çok uğraşabilirdi.
Durand’in adamları iyi eğitilmişlerdi ve zalimce etkililerdi. Grey yakalanır yakalanmaz, korumalardan bir tanesi onun terzi elinden çıkmış kıyafetlerine el koydu, ona köylü kıyafetleri verdi ve giymesini emretti.
Giyindikten sonra Grey bağlandı, ağzı tıkandı, gözleri bağlandı ve pis kokulu bir arabaya kondu. Üzerine çürümüş saman atıldı. Araba parke taşlı Paris sokaklarında sallanarak hareket etmeye başladığında nefes alabilmek için çılgıncasına debelendi. Acı dolu bir bilinçsizliğe sürüklendiğinde, bir daha uyanmayacağından emindi.
Ama uyandı. Duyularını geri kazandığında, çok fazla hareket etmezse ya da paniğin zihnini ele geçirmesine izin vermezse nefes alabildiğini öğrendi….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bestseller Dizisi Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHercai
- Sayfa Sayısı488
- YazarMary Jo Putney
- ÇevirmenHatice Nur Altuntop
- ISBN9789944826990
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm , Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2013-8
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kafes – Sakın Gözlerini Açma ~ Josh Malerman
Kafes – Sakın Gözlerini Açma
Josh Malerman
Netflix filmi Bird Box’a ilham veren roman Daha Önce Yayımlanmamış “Bobby Kapıyı Çalıyor” Öyküsüyle Görülmemesi gereken korkunç bir şey… Ona atılan bir bakış kişiyi...
- Diriliş ~ Tess Gerritsen
Diriliş
Tess Gerritsen
Avcı ve tahnitçi Leon Gott, duvarlarında başlarını sergilediği vahşi hayvanlar gibi, evinde baş aşağı asılmış halde, ölü bulunur. Aynı zamanda ona teslim edilmiş değerli...
- Gün Işığının Tadı ~ Ewald Arenz
Gün Işığının Tadı
Ewald Arenz
Bazen en yakınındakiler tarafından anlaşılmadığını hissettin mi? Ya da yeni tanıştığın birinin kelimelere ihtiyaç duymadan, koşulsuz seni anlayabileceğini? Gün Işığının Tadı, kendileri olmayı öğrenen,...