TOPRAKLARI İÇİN ÖLMEYE HAZIR, ÖFKELİ BİR KUZEY İSKOÇYALI…
TORİN MCLEREN
BABASININ SEVGİSİNİ HİSSEDEMEDEN BÜYÜMÜŞ BİR GENÇ KADIN…
SHANNON MCBOYD
Halkına yapılan saldırının intikamım almak için harekete geçen Torin’in planı, düşmanının kızını kaçırarak esir almaktır. Bu plan onu, Shannon McBoyd’un masum güzelliğiyle tanışacağı bir yola sokar. Torin düşmanının kızı olan Shannon’ı intikam için kaçırmıştır ve bir İskoç kahramanına yakışır şekilde, esirine hak ettiği gibi merhametli davranmalıdır.
Esir alındıktan sonra hayatına bir köle gibi devam edeceğini zanneden Shannon ise, Torin’e karşı duyduğu öfkenin, kendisine gösterilen şefkat karşısında eridiğini görmektedir.
Torin ve Shannon arasında gelişen olaylar Torin’i intikamından, Shannon’ı ise korkularından uzaklaştırabilecek mi?
Aynı çatı altında olmak, düşmanca tavırlarla başlayan bu ilişkiyi ne yönde devam ettirecek?
Bir yanda tutku, diğer yanda intikam…
1400’lü yılların büyülü atmosferinde geçen etkileyici bir roman.
“Kaçırılmaması gerekir!”
LORA LEIGH
NEW YORK TIMES
BEST SELLER YAZARI
***
BİR
İskoçya 1437, McLeren toprakları
Uzun süredir yollarda olan bir Kuzey İskoçyalı için topraklarına döndüğü bir akşamüstü karşılaştığı ateşli manzara, bir karşılama töreni olsaydı hoş olabilirdi. Fakat toprak sahibi biri için, ufukta beliren alevler aynı zamanda görülebilecek en korkutucu manzaralardan biriydi.
Torin McLeren gözlerini kapatmak istedi; geceyi aydınlatan o turuncu alevlerin, gözlerini tekrar açtığında orada olmamasını umdu. Gecenin rüzgârında duman kokusunu alabiliyordu fakat bu kokunun midesini altüst etmesine izin vermek gibi bir lüksü yoktu. Klan lideriydi o; ve sahip olduklarını korumak onun göreviydi.
Ayağındaki mahmuzları atına dürterek, cehenneme doğru yöneldi. Feryatlar, cayır cayır yanan alevlerin sesini bastırmaya başlamıştı. Eşler ve analar acı acı yas tutarken, iniltiler gecenin rüzgârında ilerliyordu. Adamlarının cansız bedenlerini aydınlatan titrek turuncu ışığın ve dumanların üzerinden kan kokusu yükseliyordu. Karşısında gördüğü katliama öylece bakakaldı, ölen ve yaralananların sayısından dolayı afallamıştı. O bir Kuzey İskoçyalı olabilirdi ve savaşa yabancı değildi. Fakat burası bir kasabaydı. Soylular tarafından üzerinde anlaşmazlık olan ya da savaşılan bir toprak parçası değildi. Burası McLeren toprağıydı ve bir asırdan fazla bir süredir de böyleydi.
Cehennemin tam içinden çıkmış bir dehşet sardı onu. Merhamet uğramamıştı buraya. İngilizlerle savaştıktan sonra bile daha az katliama tanık olmuştu. Yapılan kıyım inanılacak ya da kabul edilebilecek gibi değildi. Atı, verdiği ileri komutuna rağmen yürümemekte diretiyor ve alevlerin sıcaklığı derisine vurdukça şahlanıyordu. Torin içinden söverek atın eyerinden indi. Bedenindeki her bir kas gerilmişti, içindeki öfke yavaş yavaş son raddesine geliyordu. Eller uzanıyordu ona, başlarına gelen bu yanlışı düzeltecek tek umutları olduğu için insanlar parmaklarını sımsıkı tutuyorlardı.
Öfkesi, önünde duran şu toprağı yakıp yok eden yangından daha da hararetliydi. Zaman zaman baskınlardan çok çektikleri olmuştu ama bu tamamen ayrı bir şeydi. Savaştı bu. Hayata gözlerini yumdukları yerde yatan bedenlerin sayısı, görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir haksızlıktı. Görmezden gelemezdi zaten. Bu insanlar onun halkıydı, güvenlikleri için onun liderliğine ve kılıç gücüne sığınan McLeren halkı…
“Adalet…”
Kendisiyle aynı tartanı giyinmiş adamlarının cansız bedenlerinin karşı tarafından, bir tek bu kelime yankılandı. Barışı korumak için orada kalan her bir görevli ölmüş yatıyordu. Kuzey İskoçyalı olarak ölmüşlerdi. Yer, saldırganlarının hareketsiz vücutlarıyla doluydu. Gözü bu cesetlerden birine takıldı. Elinin üstüne koyu renkli kan sızıyordu. Üzerindeki kilti dikkatini çekti. Torin tek dizinin üzerine çökerek, düşmanın kiltindeki renklere dokundu. Ateş, McBoyd klanına ait kızıl ve mavi renkleri aydınlatıyordu. Komşu klanı… Görünen o ki artık düşmanıydı.
McBoydlar? Bu hiç mantıklı değildi. Sıradan insanlardı onlar. Ailelerini geçindirmek için çok çalışan iyi insanlardı. Orada görevlendirilmiş McLeren askerleri de onların klanları için savaşmaları gerekebileceğini biliyor ve kabul ediyordu. Fakat bu durum katledilen insanların sayısını açıklamaya yetmiyordu. Böylesine büyük bir kıyımı açıklayabilecek hiçbir sebep yoktu. Hiçbir mazereti de sineye çekip kabullenemezdi. McLeren halkı, sıradan bir aileden doğmuş olsun ya da olmasın, bu geceden korkmamalıydı. O bu toprakların sahibi olduğu sürece, korku içinde yaşamalarına gerek kalmayacaktı.
“Adalet yerini bulacak. Buna yemin ediyorum.” Sesinde bir otorite vardı, fakat kaybettiklerinin başında ağlayanlar için aynı zamanda da bir teselli oldu bu sözler. Adamları gerekli hazırlıkları yaparken, Torin bir anlığına öylece durdu; sonra döndü ve tekrar atına bindi. Atının sırtında kendini evinde gibi güvende hissetti. Babası onu McLeren halkını hem iyi hem kötü zamanlarında yönetmesi için yetiştirmişti. Ne babasını, ne de o anda kendisini izleyen tek bir McLeren insanını hayal kırıklığına uğratamazdı.
“Pekâlâ, bakalım McBoydlar kendilerini nasıl savunacaklar görelim arkadaşlar!”
Torin, ay ışığının kayalık araziyi aydınlatmasını engelleyen bulutlara aldırmadan atını gecenin içine doğru sürdü. Ne de olsa o bir Kuzey İskoçyalıydı. Karanlığın içindekiler ondan korkmalıydı.
* * *
“Shannon! Uyan kızım, hadi çabuk.”
Shannon McBoyd gözlerini açtığında, gecenin cansızlığına karşı ışığını sunan tek bir mum alevinden başka bir şey yoktu. O titreyen tek bir alevin parlaklığı dışında yalnızca karanlık vardı. O sarı parlaklık, yanındaki kadının yüz hatlarını, yüzündeki sıkıntılı bakışı seçebileceği kadar gözler önüne seriyordu. Hissettiği gerilim bütün boynunu ve sırtını karıncalandırdı.
“Söyle bakalım Gerty. Gecenin bu saatinde bu telaş da neyin nesi?”
Shannon gözlerini ovuşturdu ve içi ürperdi. Buz gibi bir geceydi, tuhaf bir soğuk vardı ve odasının karşısındaki küçük pencerenin ahşap kepenkleri sımsıkı kapalıydı. Fakat rüzgâr buna rağmen kepenklerin ortada birleştiği yerden içeriye esiyordu. Gerty pencerenin önünde hareket ettikçe mum alevi dans ediyordu ve tek ışık kaynaklarını siper etmek için arkasını dönerken nefesini tuttu.
“Hadi yataktan çıkıp buraya gel.”
Shannon yatak örtüsünü itti. Geceliği, yatağında kalmadığı sürece onu zar zor koruyacak kadar ince ve eskiydi. Yaşlı Gerty ürpertici soğuğu hissetmiyormuş gibi duruyordu; ya da aldırmıyordu. Yaşlı hizmetçi elinde tuttuğu mumun alevini zar zor koruyarak yatağın perdesini kenara çekti.
“Baban seni çağırıyor. Acele et kızım. Viskisini aldı.”
Shannon midesine bir yumru oturduğunu hissetti çünkü babasının kendisini huzuruna istemesi için hiç normal bir zaman değildi. Üzerindeki uyku halinin son kalıntıları da, babasının gecenin bu saatinde ondan ne istediğini düşünmeye uğraşırken uçup gitmişti. Yatağından aceleyle sürünerek çıktı, çünkü babası bekletildiğinde hiç sevecen olmazdı. Randal McBoyd itaat ve dakiklik beklerdi. Gecenin körü olmasının bir önemi yoktu, en iyisi geceyi hayaletlere ve diğer kutsal olmayan varlıklara bırakmaktı.
“Acele et, genç bayan.”
Gerty, Shannon’ın ona uymasını beklemedi. Yaşlı hizmetçi Shannon’ın onu durduramayacağı kadar hızlı hareket ediyordu. Gerty, Shannon daha kollarını bile tam kaldırmadan kafasının üstünden bol bir elbiseyi geçiriverdi. Neyse ki elbisesi kollarını içinde oynatıp geçirebilecek kadar kocamandı. Kumaş gecenin soğunu içinde tutmuş, giyince onu yine ürpertmişti. Gerty eline bir kemer verdi ve tarağına uzandı. Hizmetçi tarağı masanın üstüne geri koymadan önce, tarakta kalan saçı gelişi güzel ayıkladı. Saç tutamlarını aldı ve saç örgüsünün içine sıkıştırdı, kadın saçını çok sert çektikçe Shannon da yüzünü buruşturup geri kaçıyordu ama aşağıya gevşek bir saçla inemezdi. Bu durum, ismiyle birlikte anılması gereksiz olan dedikodulara yol açardı. Yatağının kenarında duran keten şapkasına uzandı ve birazcık içini ısıtmasına yardımcı olacak sıcaklıktan memnun bir şekilde çenesinin altından bağladı. Oysaki babası ondan, yazın ortasındaki bunaltıcı sıcaklara rağmen mütevazı görünmesi için takmasını istediğinden beri bu şapkadan nefret etmişti.
“Yeterince iyi görünüyorsun. Hadi devam et.”
Gerty odanın kapısını açıp telaşla hareket ederken, Shannon da bir ayakkabıya ayağını sokmak için debeleniyordu. Gerty’nin yüzünde, teninin ortasından yeni bir endişe dalgası yaymış pek tekin olmayan bir görüntü vardı. Neyse ki babasının onu beklediği büyük salondan çok uzakta uyumamıştı. Klan lideri McBoyd, görüşmek istediği kişileri hep büyük salonun sonundaki yüksek kürsüde oturarak kabul ederdi. Yırtıcı bir kuş pençesi şeklindeki kolçakları çok süslü bir şekilde oyulmuş, pahalı bir İran halısı üzerine konulmuş tek bir koltuktu burada duran.
Shannon, merdivenlerin başındaki parlaklığı görmeden önce, yanan mumların kokularını duymuştu. Onu o tatsız kabul salonuna götüren merdivenleri çıkarken sesler geliyordu. Bir sürü ses, hatta kahkaha sesleri. İçine doğan kötü his onu boğuyordu. Tüyler ürpertici bir ses karışımıydı, neşe ve karanlık… Bu durum kendini hâlâ rüyada gibi hissettirdi, çünkü etraftaki bu fazla hareketlilik günün bu saatiyle hiç uyumlu değildi.
Başka bir şeydi duygularına dokunan. Merdivenleri saran kokuyu algılayabilmek için derin bir nefes çekti. Metalik ve yoğun bir kokuydu, midesini bulandırdı. Buz gibi bir rüzgâr teninin üzerinden geçti ve tüyleri diken diken oldu.
“Hadi ama devam et.”
Gerty birkaç adım kala onu salondan içeriye itiverdi. Klan liderinin tek kızına, mütevazı bir bayan olarak, yatak odası diye küçük bir depo odası verilmişti. McBoyd Kalesi’nin ikinci katında yalnızca erkek kardeşleri kalıyordu. Babasının gözünde erkek kardeşlerinden daha aşağıdaydı, yerini bilmesi ve bunun kendisine sürekli hatırlatılması gereken bir kadındı. Kilise de ona aynı şeyi söylemişti; bir erkekten daha aşağıda olduğunu anlatmıştı, ama onun kalbi buna hiç inanmadı. Gerty ona inatçı diyordu, kadın olmanın kaderinden memnun olmayı öğrenmezse hiçbir yere varmayacağı konusunda onu sürekli uyarıyordu.
Bazı yönlerden memnundu. Kendisine verilen odanın merdivenlerinden, büyük salonda kutlama yapanlar onu fark etmeden orayı görebiliyordu. Büyük salonun sonundaki büyük çiftli kapıdan görülmeden içeriyi dikizleyebilirdi. Kulakları onu yanıltmamıştı, gerçekten de büyük cümbüş vardı. Fakat gecenin bir yarısı bu kadar gürültü yapan adamlara daha yakından baktığında gözleri korkudan faltaşı gibi açıldı. Birden nefesi kesildi, kimse fark etmeden hemen içine çekti. Kan kokusu burada çok daha keskindi. Yiyeceklerin kokusuyla karışıyordu, midesi tamamen altüst oldu. Gerty arkasında olmasaydı, tuvalete koşup öğürecekti.
Klan adamları kan lekeleri içindeki İskoç etekleri ile kutlama yapıyorlardı. Birbirlerine kocaman bira dolu bardakları kaldırırken kahkahalar atıp şakalaşıyorlardı. Shannon kendini adamların parmaklarını mahvetmiş koyu lekelere kilitlenmiş olarak buldu. Bunu kendi soydaşlarından görmek dehşet verici ve çok korkunçtu. Fakat daha dikkatli baktığında, babasının adamlarından salonda öylece oturan, kutlama yapanların olduğu yerden daha sessiz bir yerde duranlar olduğunu gördü. O adamlar, gözlerinde bu gece olanlardan hiç şehvet duymadıklarını söyleyen bir bakışla, çoğunun elinde bile zor tuttukları içkilerini yudumluyorlardı.
“İşte buradasın. Bu ne deliliktir ki beni bu kadar uzun süre bekletiyorsun, kızım?” Gözleri kısıldı. “Öyle görünüyor ki kilisede babana saygı göstermek adına hiçbir şey öğrenmiyorsun.”
Shannon babasının ondan hep istediği hürmeti göstermek için başını eğdi. Bu hareket en azından çatık kaşlarını Randal McBoyd’un gözlerini dikmiş bakışlarından saklamaya yaramıştı. Küstah biriydi ve yumruğuyla bıraktığı en son morluk daha yeni geçiyordu. Shannon’ın taze bir yara izi edinmeye hiç niyeti yoktu. Zaten pek yakında yenisi gelirdi. Muhterem babası içinden geldiği her an onu azarlamaktan çekinmezdi. Babası ona bir erkekten daha aşağı olduğunu ve bir kız çocuğu olarak dünyaya geldiği için kendisini hayal kırıklığına uğrattığını hatırlatmayı bir alışkanlık haline getirmişti. Fakat Shannon’ın bakışları bu görüşlere katılmadığını apaçık ele veriyordu. O yüzden bakışlarını yerde tutmak en iyisiydi. Bu sayede en azından bir süreliğine evdeki sükûneti koruyabilirdi.
“Onu hemen getirdim efendim.” Gerty sırtının ortasından dürtmeye niyetlendi, ama Shannon’ın buna ihtiyacı yoktu. Muhterem babasının çarpıcı menziline girmek için hiç acelesi olmamasının yanında, korkağın teki de değildi. Gücünden çekeceği varsa çeker ve üvey annesinin çoğu kez yaptığı gibi kapı aralığından yapmacık bir şekilde gülümsemezdi. Kadının mahzun suratı ve titrek ellerinin görüntüsü onu hep sindirdi. Eğer o bir kadın olarak yerini kabul ediyorsa, Shannon asla etmezdi.
“Baba.”
Randal McBoyd burnundan soluyordu. Büyük bira bardağının üstünden ona dikkatle bakarken sol eli koltuğunun kenarında kıvrılmış duruyordu. Homurdanmaya başlamadan ve bardağını bir hizmetçiye uzatmadan önce koca bir ağız dolusu birayı tek seferde içti. Efendisinin bardağını tutmakla görevli çocuk, bardak düşmeden yakalayacak kadar hızlı davrandı.
“Evet, ben senin babanım. Çok kere nefretle karşıladığım bir gerçek, fakat görünen o ki bana bir kız çocuğu doğuran annenin zayıflığından bu gece belki bir fayda sağlanabilir.” Elinin altındaki koltuğun koluna vurdu. “Kral öldü. İskoçya tahtına yeni bir aile geçecek, öyle bir aile olacak ki İngiltere’nin elinden kırıntı dilenen köpekler gibi olmayacak!”
Arkasından bir tezahürat koptu, fakat Shannon az önce sessizce izlediklerini gördüğü adamları fark etti. Onların gözlerinde kendi gözlerindeki korkunun bir yansımasını gördü. Bu bakış, savaşın muhteşem bir şey olmadığını düşünen iyi kalpli adamların bakışıydı. Fakat sessiz kaldılar çünkü klan liderlerinin arkasında yer almaları gerekiyordu. Bu bir İskoç geleneğiydi ve şeref, şüphelerden daha önemliydi.
“Atholl Kontu’nun yeğeniyle evleniyorsun. Bu ayın sonu gelmeden Atholl tacın sahibi olacak, zaten o taç James’i İngiltere’den getirmek yerine onların olmalıydı. Atholl tacın gerçek ve haklı varisidir; yeni düzene karşı çıkan her klan, bu gece McLeren halkına olduğu gibi kılıçtan geçecektir.”
“McLeren klanına baskın mı yaptınız? Onlar bizim sayımızın ve Kuzey İskoçyalıların en az üç katı kadarlar.”
Babası öfkeyle gürledi. Bir anda ayağa kalktı ve hemen ardından yumruğu Shannon’ın yanağıyla birleşti. Bu darbeyle birlikte Shannon’ın kafası arkaya savruldu; fakat o, duruşunu hiç bozmadı. Onun yerine, en ufak bir titreme olmadan yüzünü babasına çevirdi. Hatta dudağını ısırdı, böylece titremesini önleyebilecekti.
“O sivri diline sahip çıkacaksın! Duydun mu beni? Hiçbir kadın bana fikrini söylemeyecek. Benim çatımın altında asla, sana söylüyorum!”
Shannon gözlerini dikip babasına baktı, yumruğun acısı bütün yüzüne yayılıyordu, fakat babasına en ufak bir sızı belirtisi göstermekten kaçındı. Dudağından kan süzülüyor-
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHer Şey Senin Uğruna
- Sayfa Sayısı376
- YazarMary Wine
- ÇevirmenRabia Taş
- ISBN9786055395575
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviNemesis Kitap / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Evlilikler ~ Doris Lessing
Evlilikler
Doris Lessing
Evlilikler, 2007 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing’in, bilimkurgu, fantezi ve siyaseti harmanlayan politik bilimkurgu başyapıtı “Argos’taki Kanopus Arşivleri” dizisinin ikinci cildi. Lessing, bağımsız olarak da okunabilen bu kitabında, anaerkil bir...
- Odamda Yolculuk ~ Xavier de Maistre
Odamda Yolculuk
Xavier de Maistre
Odamda Yolculuk, Xavier de Maistre’in insanlığa yüzyıllar önce armağan ettiği bir seyahat biçimidir; oda hapsiyle cezalandırılmış genç bir subayın, dört duvarın sınırlarını sonsuzluğa evrilttiği...
- İsyan ~ Joseph Roth
İsyan
Joseph Roth
Viyana 1919: Birinci Dünya Savaşı’ndan tek bacağını kaybetmiş olarak dönen Andreas Pum, laterna çalarak geçimini sağlamak üzere izin belgesi alır ve böylece bir hırsız,...